Can Evimdeki Konuk ~ Yaratıcılık


Yeni fikirler üretme

Yaşamımdan Damıtılmış Anılar’da Hayat Devam Ediyor

Bir roman taslağı merak uyandırıcı bir başlangıç, hikâyeyi ilginç duruma sokan karmaşık olayların yer aldığı bir iç doku ve doyurucu bir sonuç bölümlerine sahip olmalıdır. Bunun bilinciyle hareket noktamı belirlediğim Y.D.A. Devamı Hayat ciltleri için de içimde kıpır kıpır egemen olan yaratıcılık güdüsünü dışa vurmamın zamanıdır...

Yaratıcılık insan hayatının önemli bir bakış açısıdır. Birçoğumuz genellikle eğitimle kazandığımız yetenekleri programlayan beynimizin sol tarafını kullanmayı yeğliyor: mantık, analiz, nesnellik, gerçeklik, sayılar ve harfler… Elbette bunlar son derece önemli beceriler. Ancak asla bastırılmaması gereken, sağ beynin sezgileri, rastgelelilik ve sentez de oldukça kayda değer hünerlerdir...

Özellikle ortaokul ve lise çağımda hocalarımın yanıbaşıma gelerek beni kimselere çaktırmadan uyardıkları mevzu sık sık dalıp gittiğim düş ortamını terk etmemdi. Ayrıca en kızdıkları ve saçma bir mesele haline dönüştürdükleri bahis ise önümdeki defter ya da kitap aralarına amaçsızca bir şeyler karalama veya rastgele şekiller çizme alışkanlığımdı. Eğer bu hocalarımın gözünde başarılı bir öğrenci olmasaydım sanırım bu kategoride ele vermelerin neticesinde bana “günümü göstermekten” son derece keyif alacakları bir ortamın doğması işten bile değildi. Nihayetinde “tembel öğrenci” ya da “haylaz öğrenci” statüsüne erişmek çok zor bir mesele değildi bu eğitmenlerimin kişilikli dünyalarında.

[📷 EFL Elementary Sınıfı, Kingsway Princeton College, Farringdon, Londra, (Aralık '79).]

Doğrusunu isterseniz, o çapsız talim-terbiyeli günler benim için son derece büyük hayal kırıklıklarıyla geçen yıllar olmuştur. Ancak ne zaman orta ve yüksek eğitimimi sürdürmek için İngiltere’ye kapağı attım, orada gittiğim çok yönlü kurumlarda ütopyalarımın ve içine sınırsızca yuvarlandığım düş kuyularımın övgüyle karşılandığına tanıklık ettim. İşte o zaman fark ettim ki geride bıraktığım topraklarda klişe peşinde eğitim veren stereotip okullar gerçek anlamda yaratıcı düşünceyi öldüren kurumlar gerçeğinden başka bir şey değildiler. Sanki bu model okullar, herhangi bir askersel endüstri kompleksi için her söylenene boyun eğen “üniformalı” işgücü inşa etmek için yaratılmış birer kurumdu. Açıkçası yaratıcı ve bağımsız düşünmeyi öğretecek bir eğitim kurumu olmaktan çok uzaktılar. Bugün de böyle; yani değişen pek bir şey yok...

Geçenlerde bile bir telefon sohbetinde oğlum Çarli’nin şöyle bir demeci beni bir kez daha düşünmeye sevk etti: “Babacığım, biliyor musun, ben okuldan alabileceğimden daha fazlasını internetten alıyorum. Okula gerçekten ihtiyaç var mı?

Bence son derece haklı... Anımsıyorum... Selahattin Duman, Vatan’da bir ara şöyle yazmıştı:

“...ÖSYM’nin yutup, bir türlü çıkaramadığı “Üniversite sınavı kemiği” umudunu bir diplomaya bağlamış yüz binlerce çocuğun iştahını kesti.. “Bir diplomamız olsun da işsiz güçsüz sürünelim, o da yeter” diyenler için hiç umut yok.. En başından başlayalım.. Rahat battığı için evleniyoruz.. Evlenmek kalıcı “zekâ yetmezliğine” sebep olduğundan, rahat durmuyoruz bir de çocuk yapıyoruz.. Dünyaya getirdiğimiz çocuğun bir “yaradılış mucizesi” olduğuna dair asılsız hisler besliyoruz.. Bizden başka kimse dünyaya getirdiğimiz çocuğun bir “yaradılış mucizesi” olduğuna inanmasa da biz onu “okutmak” gibi manasız fikre kapılıyoruz.. “Yaradılış mucizesi” olarak kabul ettiğimiz çocuğun bir diplomaya sahip olmadığı takdirde hayatını sürdüremeyeceği gibi çelişkili bir fikre saplanıyoruz..

Hani çocuk yaradılış mucizesiydi, diplomayı ne yapacak?” demeyip onu eğitmek için bütün kaynaklarımızı seferber ediyoruz.. Bütün canlılar gibi insanların da üç temel güdüsü vardır.. Yaşama, beslenme ve üreme güdüleri.. Biz buna bir de “Okuyup adam olma güdüsü” ekliyoruz.. Böylece ilk hedefimiz çocuğu Harvard’a sokmak oluyor.. O olmazsa Columbia.. Saçını uzatıp atkuyruğu yapan, sakalı çeneden sarkıtan, düşük ağlı kot pantolonuyla evin içinde “Altına yapmış Rasputin” gibi dolaşan çocuğun Harvard veya Columbia’ya gidemeyeceğini anlamak biraz zaman alıyor.. “Bunlar zaten Türkleri istemezler.. Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur..” deyip rotayı içerideki üniversitelere çeviriyoruz.. Birinciye gelen yeni hedefimiz Boğaziçi Üniversitesi, o olmazsa Koç veya Sabancı Üniversiteleri oluyor..”

Doğru!

Şimdi ülkemizde tam sayısını bile tutturmakta zorlanacağım kadar çok üniversite var. Açığı, kapalısı, vâkıfı, devletlûsu.. Hepsi de bir baskıdan çıkar gibi diploma dağıtıyor. Önemli olan çocuğun yaratıcı özgür düşünmesini kazanmak değil; varsa yoksa işsiz kalmayacağının garantisi sayılan bir kâğıt parçasına mahkûm edilmeleri. Oysaki yıllar içinde tanıdığım birçok dostumun üniversite diploması kazığını yiyip işsiz kaldıklarını, zorunlu olarak meslek değiştirdiklerini bilirim. Maalesef sistem arızalı; dolayısıyla bu sistematik eğitime şartlandırılmış çocuklar da sistemin bir kurbanı... Yine S. Duman’ın son sözüyle: “Bebelerin edindiği diplomanın helva sarmaktan başka bir işe yaramadığını bile bile şartları zorluyoruz, ısrar ediyoruz, bildiğimizden şaşmıyoruz.. Yaşadıklarımıza şaşıyoruz..

Konuyu nereden nereye çekip getirdin demeyin. Aslında tema benim iskelemde bal gibi apaçık... Ben reel yaşadıklarımdan sonra kendimi şanslı kategorisinde gören bir azınlığın bir parçasıyım belki de. Eğer düşlerimi ve yeteneklerimi hayatım boyunca susturmuş olup, içime kilitleseydim yaratmak istediklerimi yaratamazdım herhalde diye tahayyül ediyorum. Ve burada sözüm düşlerini baskı altına almaktan çekinmeyenlere: Madem çağdaş bir dünyanın bir ürünü olduğunuzu kabul ediyorsunuz, o halde içinizdeki numune kalıbını yırtıp atmamız, özünüzün derinliklerine gömdüğünüz yaratıcılık deneyimini tatmaya ne dersiniz?

[📷 Çobanisa, Elmalı, Antalya, (Şubat 2008).]

Şimdi bu arka perdede, sizlerle birlikte, “Yaşamından Damıtılmış Anılar: Devamı Hayat 1963 Öncesi” birinci cildin yazım öncesinde genel anlamda başımdan geçen yaratıcılık basamaklarını paylaşmak istiyorum... Bunların aynı zamanda gelişim ve üretkenlik yeteneklerimi de artıran bir çığır olduğunu belirtmeliyim. Düşlerimdeki bu roman yazımının özelleştirilmiş türünün somut örneklerini ise sıradaki “perde arkası” makalelerinin içinde edimsel biçimde bulabileceksiniz.

İlk adım: Kendime olan güvenim

Her insan gibi ben de yaratmak için doğduğumu biliyordum. Başlarken bu yaratma gücünün asla tanrısal bir vergi olmadığını, ancak şartlar dâhilinde henüz doğum yapmamış, içimde her daim gizli bir armağan olarak varlığını sürdüren bir beklenti olduğunu düşünüyordum. İlk geçen günlerde kendimi çoğu zaman denizin üzerinde ilerleyen bir yelkenliye benzettim. Eğer kendimi serbest bıraksaydım, rüzgâr ne yana eserse beni oraya doğru sürükleyecekti. Ama bir karar verdim: dümeni nereye çevirirsem aldığım enerjiyle o yöne doğru ilerleyebilirim düşüncesiyle dümenin kontrolünü elime aldım. Yaratıcı yeteneklerim hususunda asla şüpheye düşmemiştim.

İkinci adım: Yeteneklerimi konuşturma aşaması

Marifetli kişi genellikle yeteneklerini yeterli seviyede pratiğe döktüğüne inanan kişidir. Beceriler uygulama ile gelişim gösterir. Ben de bu işte yaratıcı olmak için sürekli pratik yapmanın gerekliliğine inandım. İlk başlarda tüm bu çabalarım bana engebeli göründü ve yere basmadan yürümek için kullanılan ortası basamaklı sırıklar üstünde yürüdüğüm duygusuna kapıldım. Ancak pratiği alışkanlık haline getirerek iyi sonuçlar almaya başladığımı hissetim. Bu kendimde daha önce geliştirdiğim meziyetlere çok benziyordu. Örneğin, mandolin, gitar öğrendiğim, tiyatro oynadığım, koroda şarkı söylediğim zamanlar, dikiş makinesinde dikim yaptığım, daktilo kullanıp okul gazetesi çıkardığım, bilgisayarda programlar ürettiğim emektar günlerim aklımdan geçiyor da...

Üçüncü adım: Yeni fikirler üretme

Hani o çok sevinçle taptığımız kavram yok mu: “beyin fırtınası”; evet, bu aşamayı beyin fırtınasına dönüştürdüğüm bir platform olarak adlandırabilirim. Bunun için ihtiyacım olan basit bir not defteri/ajanda bulmakla işe başladım. Aklıma düşen bütün fikirleri bu defter içine not ettim, bir araya getirdim, zaman zaman oraya buraya çekiştirdim, filtreden geçirerek süzdüm [Vardığım bu özel sonuçtan dolayı yaşanmış anılarıma “damıtılmış” yaftasını yakıştırdım.] Bu arada size bir sırrımı da vereyim. Akla gelen değerli, değersiz, yaşadığınız o an için önemli veya önemsiz, herhangi bir şeyi eğer zamanında not etmezseniz bir süre sonra uçup gittiğini, yitirdiğinizi fark ediyorsunuz ve bin pişmanlık bir fayda sağlamıyor. Giden geri gelmiyor. Ben bunu yaşayarak öğrendim. Ki hafızama çok güvenen bir kişi olarak, kafamda uçuşan sayısız fikirlerin barındığı yerde emniyette olduklarını düşünürdüm. Yanılmışım. Hatalar öğreticidir. Bu sebeple belleğime güvenmemeye başladım. Sağ olsun, gönlümdeki düş hazinesi o kadar tıka basa dolu ki fikir zenginliği tükenmek bilmiyor. Bu sağlıklı ortamı sınırlamam söz konusu olamazdı. Özgür fikirler doluştukça, işimin nasıl kolaylaştığını hayretler içinde izledim. Aklımdan ilk geçenler çoğu kere aşırı duygusaldı. Beyin fırtınası eylemim sayesinde zamanla yerli yerine oturdu. Ve hacimli yük arasından gönlümü fetheden bir tanesinde karar kılarak nice sözcükler, bu sözcüklerden cümleler, o cümlelerden de paragraflar oluşturabileceğimi gördüm.

Dördüncü adım: Şaheserimi dizayn ettiğim aşama 

Bu basamakta ön planlamanın ne kadar kullanışlı olduğunu tecrübe ettim. Mesleğim gereği zaten çok kaliteli proje planlamaları yapma yeteneğine sahip biriyimdir. Bunun faydasını birinci cildin tasarımında köklü olarak yaşadım. Öncelikle hedeflerimi belirledim ve bu hedeflere ulaşabileceğim bir yol haritasını çıkardım. Bu eserin sonunda elde etmek istediğim amacı, beklediğim o son vurguyu ajandamın ilk boş sayfasına kalın harflerle not düştüm.

Şimdi sıra seçkin yaratıcılık hünerlerimle edebiyat sanatını konuşturmaya ve temiz, anlaşılabilir bir dil ile beslemeye gelmişti. Kısa bir not olarak şunu da ifade etmeliyim: Planlama aşamasında hiçbir şekilde sabırsızca davranış içinde olmadım. Gayet soğukkanlı ve sakin bir tutum izleyerek programda ne varsa onu uygulamaya çaba gösterdim.

Beşinci adım: Tasarının gerçekleştirilmesi aşaması 

Yazın eyleminin realiteye yaklaştığını sinyal veren bu basamakta her şeyi çok iyi düzenlemek gerekiyordu. Doğal olarak meyvesini verecek düşüncelerin son aşamaya getirildiği bu dönemde fikir üretimi ve tasarım eylemleri artık arka koltuklarda oturup izlemeye hazırdılar. Ne yapılması gerekiyorsa yapılacaktı. Sıra yaratıcı, orijinal kuramları, düşünceleri planlandığı gibi yazıya dökme sırasıydı. Kararlılık ve motive olmak, hedefe odaklanmak, zamanı, düşünceleri, malzeme ve teknik donanımı, yazın ortamını, kullanılacak kaynakları çok iyi organize etmek gerekiyordu. İşte böylece dinamik itici gücün çalıştırdığı düşler yavaş yavaş gerçekleşiyordu.

Altıncı adım: Analiz ve rafine etme 

Mükemmeliyet hiçbir şekilde kendiliğinden ve şipşak gelen bir şey değil. Bu işin temelinde revizyon (düzeltme) disiplininin yattığını biliyordum. Ama eser yazılırken paragraflar arasında git-gel’ler yapmak yerine düzeltmeleri bölüm sonlarına bırakmayı tercih edenlerdenim. Bunun da nedeni bütün bir eseri bitirmeyi beklemeden, fırsat varken yapmam gereken değişikliklere sakin kafayla yoğunlaştığım bir okuma seansında müdahale etmek fikridir. Arkama yaslanıp yazılanlara odaklanmak yeniden fikir tazelemek belki de farklı bir perspektifi yakalayıp yazıyı değiştirmek veya geliştirmek... Nasıl olsa eser tamamlandığında, kendimin belirleyeceği bir kurul/okuyucu grubu da yapıtın bütünlüğüne düzeltme katkısında bulunacak ve eser son şekline getirilecektir.

Yedinci adım: “Suya İndirme” ve ilerleme 

Bu nihai aşama geldiğinde bilirim ki tez canlılıkla beklenen an işte o andır… Bebeğin dünyaya “merhaba” diyeceği limandır... Zaman bebeğin elden ele dolaştırılarak, pembe yanaklarına öpücükler kondurulması, orasını burasını mıncıklayarak okşanması ve öte yanda bebeğin yaratıcısını bu emeğinin başarısından dolayı samimiyetle kutlanması zamanıdır... O an parti anıdır; şereflendirmenin hasıdır... Gelgelelim bu da baldudak bir esintiyle geçer ve sıra serinin ikinci cildi için makaranın başa sarıldığı, imalâthane kapısının anahtarını çevirmeye gelir... 

***...*** 

2 Ocak 2008’de yazdığım bu yazıyı zamanı geldiğinde aynen Şakacı Sokak dizime de uyarlayabilirim. Nihayetinde bu sokak ve çevresi ile ilgili yazacağım öykülerin toplamı da kendine özgün bir roman olacaktır. 

Seref Sayman

Antalya, 2 Ocak 2008 


[📷 Günlerden bir gün Yaşam Merkezimde, Antalya, (Eylül 2007).] 

(*) Önceki Makale: Cilt-1 "BELGELER & VERİLER": Tanıtım Yazısı

(*) Sonraki Makale: Tekniğin Örgüsü ile Dilin Kemiği 

***…*** 

[ÖNCEKİ] << [ANILARIM] >> [SONRAKİ] 

>>> [İçerikDizini] 

***…***