MEKTUPLARIM

 YÜKLÜYÜM MEKTUPLARDAN YANA

MEKTUPLARIM
DÜNYANIN UĞULTUSUNU BOŞVER, UMUDUN KANATLARINA TUTUN BİRİCİK YÜREĞİM

ÇİVİ ÇİVİYİ SÖKER


Bir davetkâr satırın kırk yıl hatırı var.. Kırk yıllık unuttuklarımızın acaba nesi var?.. Ah, mavi mürekkebini özenle doldurup elime aldığım dolma kalemimle şu nameler döktürdüğüm mektuplar yok muydu! Onlar ki benim yazıya egemen hayatımın çoğu zaman konsantresi yüksek ve tabii ki şiirli, çoğu zaman da stresli ve riskli veya amiyane birer öğesiydi… Şimdilerde bunların da yerini, hızına diyecek bir sözüm yok ama, duygunun kudretini öldürdüğünü düşündüğüm elektronik mektuplar veya hiç ama hiç tasvip edemediğim cep telefonları üzerinden gerçekleştirilen abuk sabuk kısa mesajlar aldı…

Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar. Ama ister kabul edelim ister etmeyelim dünyamız sanal bir yapıya doğru hızla kayıyor. Öyle bir geçer zamanki diye tebessümle hatırladığımız devrin köklü tutum ve davranışları da bu sanal dünyanın içinde önemli değişimlere uğruyor. Elde bir dizüstü bilgisayar ile şahsa özel “” mekânları oluşturuluyor. Bu durum haliyle bütün insani ilişkileri zorluyor ve ikili münasebetleri derinden etkiliyor. Geçmişte daha fazla kullanılan sohbet ortamlarının yerini “chat” odaları alıyor. Yoğun duygusallık yaşanmış eski aşklar bile değişiyor.

Değişimin tamamen karşısında olmayan biri olarak, benim itirazım duyguların baskı altına alınması hadisesidir. Soyut ilişkilerin zorlanmasınadır. Abstre alışkanlıklarla çevremde hızla büyüyüp gelişmekte olan kavrayışsızlıklaradır. Peki, şimdi benim nereye sığınmam gerekecek. Tavşana kaç, tazıya tut diyemem. 

Kurnazlık, işbilirlilik, üçkâğıtçılık, köşe dönücülük ve yağmacılıktan zerre çakmam. Çaksam da yanlarına yaklaşmam. İlkelerim gereği bireyleri ve toplumu, dolayısıyla yaşadığımız çevreyi yok edenlere göz yumamam. Öyleyse kafamı ve yüreğimi kullanmaya devam. Benim sığınaklarım bellidir: aklım ve duygularım...

Burada yer alan mektuplar dizini bir tarihte gerçekten mürekkeple yazılmış el emeği, akıl eri ve duygu seli nameli satırlardır. Daha sonra günümüze uzanan çağdaşımız bilgisayar vasıtasıyla alışveriş yaptığım düşünsel, doktriner ve haber nitelikli mektuplar da yer almaktadır. Mektuplarım serisinin spesiyal belgisi: “Sepet sepet yumurta, sakın beni unutma”…

Sevgili NOSTALJİK duygudaşlar,

İsmi lazım değil, milyonları taşırmış, nüfus patlaması yapmış, bin bir türlü eğlenceli bir yerde araya taraya birbirinizi buluşunuza doğrusu pes! Demek o, “Işıltı Belde”si dedikleri koca mekânda birbirinden başka sevecek eş bulamadınız… Buna akan sular durur. Demek sizin o mekânda birbirinize yaptığınız nazlar, istiğnalar sizi anlamaya çalışanlara karşı bir komedya imiş… Zavallı Çöpçatan Hanım da şunları baş göz edemedim diye kendi kendini yiyip bitiriyordu. Ne gaflet!.. Sizin gönüllerinizi söyletmek için Jigolo Bey’inin sefahathanelerini, Hayyam’ın dizelerini, Yeşilçam’ın artistlerini, bin bir köşedeki elektriklenmeleri, hovarda ekibini görmek lazımmış. Kız, sen ne marifetli kızmışsın ki burada iki çarpık barın çatılarına sığınan oyuncu bozuntuları karşısında mest olan koca Külhanbey’i, un ufak yetmişlik Yankee milyonerleri baştan çıkaran, on sekizlik delikanlıları çürük sünger haline getiren Metropol kızlarının elinden kurtarıp, ağzına ayağına kilit vurdun. Bravo sana! Ya sen, futbol fanatiği birader? Derby dostluğu adına nasıl rakibin ile can ciğer kuzu sarması oldun? Bu tuzağa nasıl düştün? Sen de o eski akıl kalsaydı, düşeceğin yer ya harp sonrası mayın darbesiyle açılmış kirli bir çukur, yahut üzerinde gelip geçenin kurdunu döktüğü bir mezbele olacaktı, sen akıldakiler için burnunu beladan kurtarmak, sağlam bir aile yuvası kurmakla kabildir…

Oracıkta gördüğün çalışma hayatı bana ders oldu, diyorsun. Bu hayat, dikkat edecek olsaydın uzay da bile vardı…

Her cemiyette bir küçük sınıf vardır ki; sıkı ve samimi aile hayatından ayrı yaşarlar. Bunlar medeniyetin posasıdır. Hani ince iş çıkaran fabrikaların kırpıntı, fire, bozuk, tortu diye kullanmayıp döktükleri artıklar vardır. İşte bunlar da cemiyetin, medeniyetin firesidir, artığıdır. Onlar hiçbir işe yaramaz. Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla! Eski sevgilime de bir nasihat… Seni şıradan şarap haline geçmeden ele geçirmelerine müsaade etme. Zaten gönlüm isterdi ki sen böyle iğreti, çürük, nasıl diyeyim, tortu halindeki insanlardan olmayasın. Duru ve el toz değmemiş duyu organlarınla anılasın. Bir de isterim ki nerede olursam olayım beni asla unutmayasın, beni hep sevesin; benim o kor gönlüne meylettiğim gibi. Unutmayasın ki, teveccühün temelini ne noter kâğıdı ne belediye sicili ne de mahkeme ahitnamesi kurabilir. Asıl temel sevgidir. O da yüreğimizin derinliklerindedir.

Oğlum, Sürgün, bundan sonrasını sen yalnız oku. Bu sana yaptığım ilk ve son çözülmemdir. Bu güne kadar epey çapkınlık ettim, çok cevizler kırdım. Eğer gönül verdiğim kadınların defterini tutsaydım mübadele meselesi kadar bir sicil dosyam olurdu. Her cins, her çeşit kadının zevkini tattım. Fakat sana bir şey söyleyeyim, bu Afroditler gökteki yıldızlar gibi ne sayılır, ne tutulur. Biri batar, biri çıkar. Ama biri vardır ki, işte o ne batar ne çıkar. O oturduğu yerden kâinatı seyretmeye bayılır. İşte o ölümsüz kutsal aşkının adıdır. Ha! Sen sen ol, olur da babana çekip, çapkınlığın daniskasını kopya edeceksen, ara sıra çaktırmadan kaçamak yapacaksan, kimseler duymasın, bu düzleşen hayatına, zararsız, mayhoş bir lezzet verecektir… 

Ve, fakat, her şeyden evvel, anlayışı kuvvetli tüm müzmin duygudaşlarıma tavsiyem, bir güzel eğlenin, gezin ve gönlünüz, gözünüz tok olarak buraya gelin. Hiç olmazsa bir müddet etrafınıza toklukla bakarsınız. Ben böyle dedim, ya, bu bölümün kapı dinleyicileri sevincinden çıldırıyor. Şimdiden ne hazırlıklar yapıyor bir bilseniz!..

Gözlerinizden öperim, sevgiler, saadetler dilerim, canciğerlerim…

***...***









***...***