Yazı makinemi doğduğum yıl olan 1963 öncesine, tastamam seksen yedi sene
sürecek yaşama hikâyelerinin içine taşıyorum.
Herkesin kendine özgü bir yaşamı olduğu gibi, bu kişiye
ait yaşam sadece insanın kendine önemli görülür. Her yaşamın doğum ve ölüm
arasındaki başlangıç ve bitiş noktaları ise hiç değişmez. Ne var ki herkesin
hayatı ayrıdır. Hiç kimseninki, bir diğerine benzemez. Benim yaşamım da
öyle. Bu nedenle belleğimde kaldığı
ölçülerde yaşadığım her kesiti, başımdan geçen olayları, yaşadığım yer ve
zamanları belirli bir tarihsel kronolojik çerçevede kurgulayarak roman türünde
anlatmak istiyorum. Yaşam öykümün kurgusunu böylece tarihsel nosyonu içinde
tutmaya çalışmak ve biyografik veriler ile roman tekniğini ustalıkla
birleştirmek en başta gelen hedeflerim arasındadır.
Aslına bakılacak olursa birtakım ciltlerden
oluşturulmasını planlayarak yazmaya soyunduğum anılar demetini sırf kendi
yaşamımla sınırlı tutmamaya gayret edeceğim. İçinde tarihsel değerler taşıyacak
kişi ve olaylara, toplumsal olgulara detaylı sayfalar açmayı kendime borç
saydığımı belirtmeliyim. Şeceremin önemli bir kısmını bu ciltlerin içine
sığdırmaya çalışacağım ki benden sonraki nesiller köklerini okuyarak geçmişi
anlamaya çalışsınlar, nereden, kimlerden geldiklerini öğrenebilsinler.
Yaşanılan dramları, sevinçleri ve hüzünleri görebilsinler. Ancak tüm bunları
bir şey daha tamamlayabilir: O da üzerinde yaşadığımız ülkenin hangi tarihsel
ve nesnel koşullardan geçtiğidir. Bunu da belirli bir tarihsel perspektif
çerçevesinde öyküleyerek yerine getirmeye çalışacağım. Önem verdiğim her konuya
yeterlilik ölçütünde “derinlemesine”
değineceğim.
Böylelikle yaşamıma yön vermiş olan dört şeyi daha
fazla detaylı olarak anlatmayı planladığımı görebileceksiniz.
Birincisi, mütevazı eğitim yıllarım.
İkincisi, hayatıma yön veren ideoloji ve siyasi tercihlerim.
Üçüncüsü, başarılı addettiğim çalışma hayatım.
Son olarak da, dördüncüsü, gizli ve alenî
sevdalarım.
Doğduğum kent İstanbul’u, fırsat bulup da gezip görmem
mümkün olan diyar elleri, okuduğum okulları, çalıştığım işyerlerini, yaşadığım
sınırsız aşkları, hareketli siyasal çizgimi ve tümüyle ilgili anılarımı,
bendeki etkileriyle geldiğim yerdeki sentezlerini yazmaya çalışacağım… Bunları
derinlemesine irdelemeye çalışırken, bizzat yaşadıklarımı, deneyimlerimi,
öğrendiklerimi ve dünya görüşümü kendi özgün hallerine sadık kalarak anlatmaya
çaba göstereceğim.
Yazarlığı çok sevmeme rağmen hiçbir zaman yazar olma
iddiasında olmadım. Bu yapıtlarımı da yazarlık uğruna değil, önce kendi
çocuklarıma, yakın akrabalarıma, muhlis dostlarıma ve tüm akrabalarım arasında
gelecek nesillere aktarılabilecek bir referans olabileceği umuduyla yaratmaya
koyuldum... Nihayetinde anlatılacak olan benim köklü hikâyemdir...
Yanlışlarım ve eksiklerimi de kabul ederek oluşturmaya çalışacağım bu ciltlerde
benim yaşantım ve bana hayat veren yaşam bağlarım yatıyor... Tüm sermayesi
benim yaşamımdır...
Beynimin içinde bazen uğuldarcasına, karmakarışık
şekillenen anı ve düşüncelerimi, her bir saniyesi aktif geçtiğine inandığım
yaşamımı olduğu gibi önümdeki tencerelere koydum. Kiminde yaşamdan dramların
yer aldığı acılı yemekler... Kiminde de sevecen gülüşlere sebep verebilecek
tatlılar... Sonuç ne olursa olsun, burada anlatılanları okuyacak olanlar bir
yanda kendilerinden karınca kararınca parçalar bulurken, öte yanda az da olsa,
değişik lezzetler alabileceklerdir. Sözgelimi hem tarihsel hem yaşamsal
boyutlarıyla ele alacağım İstanbul, Londra ve Antalya gibi kentlerin
yansımalarını bir de benim penceremden bakarken, aşk, spor, özgürlük, aydın
düşünce, eylemlilik, akıl, bilim, bilgelik, miras, hak ve hukuk gibi birçok
konuda kendilerinden de örnekler bulacak, hatta hatıralarını ve bilgilerini
yeniden sınayacaklardır. Bazen keyifle bazen de hüzünle etkileşim
yaşayacaklardır.
“Yaşamımdan Damıtılmış Anılar” elinizdeki 1. Cilt ile birlikte birbirinden
ayrı sosyo-ekonomik kültürlerde yaşayan iki familyanın kökleriyle başlıyor.
Tarihsel olarak da Osmanlı’nın çöküş yılları.
Yani Balkan savaşları, Rus savaşları, Birinci Dünya
savaşı, Bağımsızlık Savaşı, Cumhuriyet’in konstrüksiyonu, rejimin restorasyonu,
İkinci Dünya Savaşı’nın trajik perdesi, kırklı yılların cadı kazanı ve 1945
yılına kadar yaşanan olayları irdeliyor.
Ancak teslim edilecek bir hak varsa bu
Şimdi bu Birinci Cilt ile birlikte ve
sonrasında devam edecek diğer tüm “Yaşamımdan Damıtılmış Anılar” ciltlerinin oluşum formasyonu hakkında biraz ayrıntı
vermek istiyorum. Başlarda, son on, on üç yıldır düşünsel planladığım ama son
üç yılda da üzerinde gerçekten kafa yorarak, hummalı bir biçimde çalıştığım
gibi, 10 Cilt içinde toplayacağım anılar demetinin, yazım aşamasına
geldiğinde çok zor olmayacağını düşünüyordum. Ancak süreç içinde gördüm ki,
derin hazırlığı ciddi bir araştırmayı, taze bilgilere ulaşmayı ve tüm bunları
filtreleyerek derlemeyi gerektirdiğinden uzun ve dikkatle takip edilmekte olan
programatik bir sürece dayanıyor. Aylar sürecek bir okuma, bulguları araştırma
ve verileri toplama ile yazılacakları derleme yoğun bir çalışmanın, derin bir
kültür ürünün parçası olarak karşıma çıkıyor. Bellekten kalanları toparlamak
nispeten kolay da tarihe not düşmüş olaylar üzerine yazılmış kitapları ve
araştırmaları, notları yeniden okumayı gerektiriyor. Bu nedenle birkaç yılda
ancak bir cilt yazarak tamamlamanın çok normal sayılabileceği bir durumu ben
zorlayarak yılda bir cilt yazarak tamamlamayı ve tüm yazım işini bu zamana
yaymayı düşünüyorum. Bu nasıl mı olacak? Öncelikle zaman dilimini iki periyoda
ayırarak işe soyunmak gerekiyor. Yani sağlık, ekonomik ve yaşamı doğrudan
etkileyecek diğer izdüşümlerin terslik yaratmadığı koşullarda her bir cildin üretimi
için on iki ayın yeterli olabileceği kanısını taşımaktayım. Özetle birinci
dönemde tüm hazırlıklar yapılmış olacak, ikinci dönemde de hem yazıya dökülecek
hem de denetimlerden geçirilmiş koşullarda tamamlanabilecektir. Tahminlerim
doğru çıkarsa son cildimi kendimi ‘şahsa özel’ reel
emekli yapacağım 2020 yılının sonunda, yani 60 yaşıma ince basamaklar kala,
okunmaya hazır hale getirebileceğim.
Ciltlerin yazın formatlarından biri de devamlılık
ilkesi. Tüm ciltleri tarihsel bir zaman dilimi düzleminde birbirinin devamı
niteliğinde hazırlamayı öngörüyorum. Olayların akışı kafa karışıklığına meydan
vermeyecek şekilde düzenlendiğinde anlamlı olabilecektir. Bu yaklaşım son
derece doğrudur. Ancak affınıza sığınarak bir istisnai durumu açıklamak
durumundayım. Elinizdeki “1.Cilt” köklerime dair esası oluşturmakla birlikte aslında bu
cilt içinde eksik bıraktığım yerlerin daha sonraki ciltler içinde eklenmesi
veya tamamlanması anlamına da gelebileceğinden burada bahsettiğim bu özgün
format kuralı birkaç kereye mahsus kırılmış sayılabilecektir. Gerçi bunun da
nedeni çok açık. 1.Cilt içinde doğumum öncesi başlattığım anlatım süreci
neredeyse bir 68 yılı özetlemektedir. Doğal olarak 68 yıllık geçmişin izlerini
bir cilde sığdırmak pek kolay bir harç olamayacağı kesindir. Kuşkusuz yeni bilgiler
edinmek de kaçınılmazdır. İşte bu sebepledir ki eksik kalan taraflar sonraki
Ciltlere taşınabilecek ve ancak 1.Cilt ile birlikte ele alındığında
temel tarihsel bir bütünü oluşturabilecektir. Doğrusu, ciltlere damgasını
vuracak zaman kavramına birazdan aşağıda değineceğim...
Günümüzün sorunlarının kökenlerinin tümünün de yakın
tarihimizde olduğu kanaatiyle düşünsel birikimimi 1940’lı yılların ortasına
değin bir tarih üzerine yoğunlaştırdığım bu Cilt içinde
Pantürkizm’den Kemalist Türkiye’ye Türk milliyetçiliğinin stratejisini,
Türkiye’de tek parti inşası ve idaresini, Anadolu Türkiye’sinin “Ata”sı
Mustafa Kemal yönetiminden “Milli Şef” İsmet İnönü rejimine geçiş dönemini, Solun TKP
gerçeğini ve tarihsel misyonunu, Solda ve Sağda yeni yapılanmaları veya
bölünmeleri, “Demokratikleşme”
sürecinde karşı devrim çabaları ve deneylerini, Sintinenin dibinden güverte
tepesindekilere haykırışları konu ediyorum.
Bittabi her birinin, kendine özgün dönemin koşulları
altında ve belirli sebep-sonuç ilişkileri içinde ortaya çıkmış, birbirini
etkilemiş olaylarla sınırlı değil elinizdeki cilt. Sayman ve Mumcular
familyalarının tarihin dik yokuşunda yukarılara doğru güçlükle ve “bedensel ağrıları”
sırtlayarak tırmanırken ziyadesiyle karşılaştıkları o pek çarpıcı yaşam
sanatının kesitlerinden tutun da sansür dışı hikâyelere de konuların
zenginliğinde bolca değiniyor.
Elinizdeki “Köklerimden Bana Sıralananlar” XIX.
Yüzyıl sonlarında, Anadolu’da ve Balkanlar’da hüküm süren Osmanlı dünyasında
yaşamlarını sürdüren dört ayrı familyanın tanıtılmasıyla açılıyor. Roman
dokusunu oluşturan, aynı din, aynı dil ama ayrı kültür ve soylardan dört
ailenin, egemen güçlerle bunlar karşısında eşitsizliğin aşağılayıcı koşullarına
katlanmaya çalışanların yaşamlarıdır. Romanın yapısını belirleyen olaylar,
imparatorluğun ağır akışlı çöküntü yılları yaşamında, yarını olmayan güvensiz
insanların gerçekleridir. Bu ortamda beklenti ve aldanışlar, acılar, özlemlerle
geçmekte olan zaman, bir yerden bir başka yere göç ederek, yer değiştirmenin
sonunda elde edilen yeni oluşumlar, birikimlerle, derinlerde değişim
özlemlerini de olgunlaştırır… Benim yaptığım katkı ise geçen zamanı ciddi boyutlarıyla
inceleyerek, öne veya arkaya alarak, yaşananları okuyucuya sunmaktır. Zamanı
istersem ileri, istersem geri alabilirim!!
Böyle bir böbürlenme yaşamıyorum elbette; çünkü romanı
ölçüp biçerek, eksiksiz bir tanrısal bilinçle tasarlayıp kuramıyor insan. Bir
şeye tutuluyorsun, etkisine giriyorsun; içine düştüğün ağdan akılla sıyrılıp
çıkman gerek. Yoksa duygularının tutsağı oluyorsun. Ben özellikle Saymanlar ve
Mumcular’ın yaşam mücadelelerine hayretle baktığımı saklayamam, bu nedenle
ister istemez Eğin’in ve Deliorman’ın kutsal topraklarında buldum kendimi.
Elbette sonradan vatan edindikleri Erenköy ve Çilingir topraklarında da... Ama
“durun bakalım!” diyerek kendime bir serinlik verdim. Dikkat etmem
gerekirdi, çünkü bu asilzadelerin hayatını anlatanın diline onların dili siner,
tarihi roman yazanların kasıla kasıla ettiği her tumturaklı laf retorik
şişinmeye dönüşür, o tarihi kişilerin dili romancıyı
tutsak eder. Açıkçası, roman yazarı tarihi kişilerin hayatını kışkırtırken,
tarihi kişiler de romancının dilini ele geçirir. Benim dikkat ettiğim husus
budur. Başka hayatları yağmalayıp üstüne ahkâm oluşturmak benim işim olamaz.
Benim amacım tarihi zemin üzerinde zamanın değişik etkileriyle boğuşan gerçek
köklerime ulaşmaktır.
Bu Öndeyiş’in
girişinde ve ciltlerin roman dilinde yazım formatına ve tekniğine değinirken zaman
kavramına dikkatinizi çekmiştim... Tüm bu serinin üç boyutlu uzay-zaman ve
mekân kıskacında ele alacağım olaylar silsilesini genellikle geçmiş zamandan
bugüne ve dolayısıyla geleceğe doğru akan bir nehrin akıntısı gibi
sıralayacağım. Dolayısıyla geçmişten günümüze doğru akan olayların “şimdi” ekseninde toparlanması yoluyla oluşturulacak bu
eylemin zihnimizi düz çizgisel bir anlam bütününde hizalayacağı bir gerçektir.
Oysa ben, geçmişin ve bugünün, hatta geleceğin sürekli açıklandığı bir
geçmiş-şimdiki ve gelecek zaman romanlarını oluşturmaya girişiyorum. Kısaca,
ciltlerin oluşturduğu “Yaşamımdan Damıtılmış Anılar”da zaman, benim. Tabii ömrüm yettiğince...
İnsan ömrü herhangi evcil bir hayvan türünün ömründen
çok daha uzundur. Hatıratlar da uzun ömürlü olabilir. Ama bir şartla. Yazıyla
arşivlendiği sürece. Dilden dile aktarılanları ise küçümsemiyorum ama dilin
orijini yok olduğunda, yani sahibinin ölüp de bu yaşamsal dünyayı terk
ettiğinde aktardığı şeylerin sonraki kişilerin yorumunda değişime uğramasının
tehlikesini hiçbir zaman ortadan kaldıramayacaktır. Ömürden bir şey bırakıldığı
yer ancak arşivde yerini alıyorsa anlam kazanacaktır. Benim de omuzlarıma yük
değil görev bilinci olarak algıladığım doğumum öncesi yaşanmış ömürlük
hatıratların da “Yaşamımdan Damıtılmış Anılar” içerisinde teker teker konuk edilmeleri bir
sıradışılığı ifade etmiyor. Belki de diyorum, ben bu dönemlere “misafir” olarak uğradığımda, ruhsal akrabalarıma, Anadolu’nun
ya da Rumeli’nin topraklarına ve oraların yetiştirdiği mücadeleci ruhuna tek
tek ulaşmaya başlıyorum.
Sesleri kulaklarımda çınlarken, kokularını
duyumsayabilirken ama anıları belleğimde olmasa da bu şahsiyetlerin yüreğimde
oluşturduğum organik dünyalarına geri dönmenin de zamanı değil midir?
Öndeyişi bitirirken
son sözlerim: Bu anıların yolculuğunda isimlerini hatırlayamadığım,
unuttuğum nice kimseler var. Çünkü hiçbir zaman öyle gün be gün tuttuğum bir
gündeliğim olmadı. Tek dayanağım ise zamanında arşivlediğim kaynaklar ile
zengin kütüphanemdir. Bilgi sonsuzdur. Bilgiye erişebildiğim her “artezyen kuyusu”nu ellerimle kazıdım. Ve
kaynağına ulaştığım her “memba”
suyunu doya doya içtim. Göreceksiniz; literatür yeteneğini itinayla
kaynaştırdığım romanlarımda tarihi geçmişi derinlemesine irdeleyen bir
repertuar buketine tanık olunmaktadır. Sırf bu nedenle olmasa da bu ciltlerin
akışında ayrıca tarihe ilgi duyanlar için derlediğim EK’leri cildin son
bölümünde bulabileceksiniz. Tüm bunlardan çok faydalandığımı saklayamam.
Esasında isimleri yazılı olsun veya olmasın, bu ciltleri oluşturan,
varsıllaştıran can akrabalarım ve arkadaştan da öte saydığım dostlarımdır.
Yaşamıma tatlı veya acı, dramatik veya trajikomik,
nasıl şekilde girmiş olursa olsun, beni yetkinleştirmeye götüren, benimle bir
şeylerini paylaşan, yaşama şevki veren, kadın-erkek, büyük-küçük, dost-düşman,
yaşayan-yaşamayan tüm insanların anılarını saygıyla yâd ediyor, eserimi
okuyanlar da dâhil herkese sonsuz sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Ayrıca bu ciltli yaşam eserlerimin hazırlanmasında,
beni teşvik eden, her konuda anlayış göstererek yardımlarını esirgemeyen, hatta
editörlük gibi ustalık isteyen bir görevi üstlenen değerli ağabeyim Hayrettin
Sayman’a, sevgili validemizden kalan bir miras yükü ile yaşayan akrabalarımızın
içinde daha fazla görünen ablam Hayrünisa Özgen’e, onca eziyetime katlanarak
katkılarını ikirciksiz yapan başta teyzem Zehra Tunadan’a, hasta yatağına
düşene kadar zengin bir bilgi birikimine sahip kültür hazinesi amcam Muhittin
Sayman’a, baba tarafımda en detaylı bilgilere sahip yaşayan en değerli varlık
addettiğim yengem Semra Sayman’a ve yine bu eserleri yaratmak için koyulduğum
hummalı çalışmanın ta başından beri benim yaşam evindeki sessiz gölgeme, varla
yok arasındaki sessizliğime uzun aylar boyunca katlanan ve evliliğimizden
bugüne yaşanmış hikâyelerde düşüncelerini benimle paylaşmaktan kaçınmayan eşim
Emel Sayman’a; ve son olarak da her nerede olurlarsa olsunlar katkılarını
esirgemeyen diğer yakın akrabalarıma, çocukluk arkadaşlarıma, Kazasker Şakacı
Sokak sakinlerine, mahalleli dostlarımıza sonsuz teşekkürler ederim.
Yazılarımda gerçeklerden sapmama düşüncesiyle hareket
noktamı belirlediğimden istemeyerek de olsa kalbini kırdığım ve üzdüğüm
kişilerden ise özür dilemeyi borç bilirim.
...*** *** ***...
NOT: Hatıratlar ile ilgili bölümlerde
ve alt kategorilerde yayımlanan makalelerin tümü kronolojik bir sıraya göre
hazırlanmıştır. Her bir makalelerin sonunda yer alan yönlendirmeyi takip ederek
bir sonraki makaleye geçiş yapmanızı ve okumayı sürdürmenizi ÖNERİRİM.
YDA ciltlerinde yer alan dönemin “Olay
ve Olgular” anlatıları ile bunlara ilave sunulan Belgeler ve Veriler
anı-öykülerin akışını bozmamak adına bu bölümden itibaren bağımsız olarak
izlenebilecektir.
***...***
Seref Sayman
Lara /Antalya,
1 Ocak 2008
(*) Önceki Makale: YDA
Ciltlerinin Kısa Tanıtımı
(*) Sonraki Makale: Cilt-1 “PERDE ARKASI”: Tanıtım Yazısı
***…***
[ÖNCEKİ] << [ANILARIM] >> [SONRAKİ]
>>> [İçerik Dizini]