Cilt-1: "1876-1944" Öndeyiş

Yazı makinemi doğduğum yıl olan 1963 öncesine, tastamam seksen yedi sene sürecek yaşama hikâyelerinin içine taşıyorum.

Herkesin kendine özgü bir yaşamı olduğu gibi, bu kişiye ait yaşam sadece insanın kendine önemli görülür. Her yaşamın doğum ve ölüm arasındaki başlangıç ve bitiş noktaları ise hiç değişmez. Ne var ki herkesin hayatı ayrıdır. Hiç kimseninki, bir diğerine benzemez. Benim yaşamım da öyle.  Bu nedenle belleğimde kaldığı ölçülerde yaşadığım her kesiti, başımdan geçen olayları, yaşadığım yer ve zamanları belirli bir tarihsel kronolojik çerçevede kurgulayarak roman türünde anlatmak istiyorum. Yaşam öykümün kurgusunu böylece tarihsel nosyonu içinde tutmaya çalışmak ve biyografik veriler ile roman tekniğini ustalıkla birleştirmek en başta gelen hedeflerim arasındadır.

Aslına bakılacak olursa birtakım ciltlerden oluşturulmasını planlayarak yazmaya soyunduğum anılar demetini sırf kendi yaşamımla sınırlı tutmamaya gayret edeceğim. İçinde tarihsel değerler taşıyacak kişi ve olaylara, toplumsal olgulara detaylı sayfalar açmayı kendime borç saydığımı belirtmeliyim. Şeceremin önemli bir kısmını bu ciltlerin içine sığdırmaya çalışacağım ki benden sonraki nesiller köklerini okuyarak geçmişi anlamaya çalışsınlar, nereden, kimlerden geldiklerini öğrenebilsinler. Yaşanılan dramları, sevinçleri ve hüzünleri görebilsinler. Ancak tüm bunları bir şey daha tamamlayabilir: O da üzerinde yaşadığımız ülkenin hangi tarihsel ve nesnel koşullardan geçtiğidir. Bunu da belirli bir tarihsel perspektif çerçevesinde öyküleyerek yerine getirmeye çalışacağım. Önem verdiğim her konuya yeterlilik ölçütünde “derinlemesine” değineceğim.

Böylelikle yaşamıma yön vermiş olan dört şeyi daha fazla detaylı olarak anlatmayı planladığımı görebileceksiniz.

Birincisi, mütevazı eğitim yıllarım.

İkincisi, hayatıma yön veren ideoloji ve siyasi tercihlerim.

Üçüncüsü, başarılı addettiğim çalışma hayatım.

Son olarak da, dördüncüsü, gizli ve alenî sevdalarım.

Doğduğum kent İstanbul’u, fırsat bulup da gezip görmem mümkün olan diyar elleri, okuduğum okulları, çalıştığım işyerlerini, yaşadığım sınırsız aşkları, hareketli siyasal çizgimi ve tümüyle ilgili anılarımı, bendeki etkileriyle geldiğim yerdeki sentezlerini yazmaya çalışacağım… Bunları derinlemesine irdelemeye çalışırken, bizzat yaşadıklarımı, deneyimlerimi, öğrendiklerimi ve dünya görüşümü kendi özgün hallerine sadık kalarak anlatmaya çaba göstereceğim.

Yazarlığı çok sevmeme rağmen hiçbir zaman yazar olma iddiasında olmadım. Bu yapıtlarımı da yazarlık uğruna değil, önce kendi çocuklarıma, yakın akrabalarıma, muhlis dostlarıma ve tüm akrabalarım arasında gelecek nesillere aktarılabilecek bir referans olabileceği umuduyla yaratmaya koyuldum... Nihayetinde anlatılacak olan benim köklü hikâyemdir... Yanlışlarım ve eksiklerimi de kabul ederek oluşturmaya çalışacağım bu ciltlerde benim yaşantım ve bana hayat veren yaşam bağlarım yatıyor... Tüm sermayesi benim yaşamımdır...

Beynimin içinde bazen uğuldarcasına, karmakarışık şekillenen anı ve düşüncelerimi, her bir saniyesi aktif geçtiğine inandığım yaşamımı olduğu gibi önümdeki tencerelere koydum. Kiminde yaşamdan dramların yer aldığı acılı yemekler... Kiminde de sevecen gülüşlere sebep verebilecek tatlılar... Sonuç ne olursa olsun, burada anlatılanları okuyacak olanlar bir yanda kendilerinden karınca kararınca parçalar bulurken, öte yanda az da olsa, değişik lezzetler alabileceklerdir. Sözgelimi hem tarihsel hem yaşamsal boyutlarıyla ele alacağım İstanbul, Londra ve Antalya gibi kentlerin yansımalarını bir de benim penceremden bakarken, aşk, spor, özgürlük, aydın düşünce, eylemlilik, akıl, bilim, bilgelik, miras, hak ve hukuk gibi birçok konuda kendilerinden de örnekler bulacak, hatta hatıralarını ve bilgilerini yeniden sınayacaklardır. Bazen keyifle bazen de hüzünle etkileşim yaşayacaklardır.

Yaşamımdan Damıtılmış Anılar” elinizdeki 1. Cilt ile birlikte birbirinden ayrı sosyo-ekonomik kültürlerde yaşayan iki familyanın kökleriyle başlıyor. Tarihsel olarak da Osmanlı’nın çöküş yılları.

Yani Balkan savaşları, Rus savaşları, Birinci Dünya savaşı, Bağımsızlık Savaşı, Cumhuriyet’in konstrüksiyonu, rejimin restorasyonu, İkinci Dünya Savaşı’nın trajik perdesi, kırklı yılların cadı kazanı ve 1945 yılına kadar yaşanan olayları irdeliyor.

Ancak teslim edilecek bir hak varsa bu ellecek bir hak söz konusuhakkı teslim edelim. Bir insanın kendi doğumundan önceki olay ve olguları kaleme almak, roman kurgusu dâhilinde de yazılsa, o kadar kolay bir iş değil. İnsanın okuyarak öğrendikleri ve etkin şahsiyetlerden dinledikleri ile sınırlı kalabiliyor. İşte burada ben bir zoru başarmayı yeğliyorum ve tüm bunları yaratabilmek uğruna beynimle ve yüreğimle mücadele ediyorum. Umarım tüm bu çabalarım yersiz olmayacaktır.

Şimdi bu Birinci Cilt ile birlikte ve sonrasında devam edecek diğer tüm “Yaşamımdan Damıtılmış Anılar” ciltlerinin oluşum formasyonu hakkında biraz ayrıntı vermek istiyorum. Başlarda, son on, on üç yıldır düşünsel planladığım ama son üç yılda da üzerinde gerçekten kafa yorarak, hummalı bir biçimde çalıştığım gibi, 10 Cilt içinde toplayacağım anılar demetinin, yazım aşamasına geldiğinde çok zor olmayacağını düşünüyordum. Ancak süreç içinde gördüm ki, derin hazırlığı ciddi bir araştırmayı, taze bilgilere ulaşmayı ve tüm bunları filtreleyerek derlemeyi gerektirdiğinden uzun ve dikkatle takip edilmekte olan programatik bir sürece dayanıyor. Aylar sürecek bir okuma, bulguları araştırma ve verileri toplama ile yazılacakları derleme yoğun bir çalışmanın, derin bir kültür ürünün parçası olarak karşıma çıkıyor. Bellekten kalanları toparlamak nispeten kolay da tarihe not düşmüş olaylar üzerine yazılmış kitapları ve araştırmaları, notları yeniden okumayı gerektiriyor. Bu nedenle birkaç yılda ancak bir cilt yazarak tamamlamanın çok normal sayılabileceği bir durumu ben zorlayarak yılda bir cilt yazarak tamamlamayı ve tüm yazım işini bu zamana yaymayı düşünüyorum. Bu nasıl mı olacak? Öncelikle zaman dilimini iki periyoda ayırarak işe soyunmak gerekiyor. Yani sağlık, ekonomik ve yaşamı doğrudan etkileyecek diğer izdüşümlerin terslik yaratmadığı koşullarda her bir cildin üretimi için on iki ayın yeterli olabileceği kanısını taşımaktayım. Özetle birinci dönemde tüm hazırlıklar yapılmış olacak, ikinci dönemde de hem yazıya dökülecek hem de denetimlerden geçirilmiş koşullarda tamamlanabilecektir. Tahminlerim doğru çıkarsa son cildimi kendimi ‘şahsa özel’ reel emekli yapacağım 2020 yılının sonunda, yani 60 yaşıma ince basamaklar kala, okunmaya hazır hale getirebileceğim.

Ciltlerin yazın formatlarından biri de devamlılık ilkesi. Tüm ciltleri tarihsel bir zaman dilimi düzleminde birbirinin devamı niteliğinde hazırlamayı öngörüyorum. Olayların akışı kafa karışıklığına meydan vermeyecek şekilde düzenlendiğinde anlamlı olabilecektir. Bu yaklaşım son derece doğrudur. Ancak affınıza sığınarak bir istisnai durumu açıklamak durumundayım. Elinizdeki “1.Cilt” köklerime dair esası oluşturmakla birlikte aslında bu cilt içinde eksik bıraktığım yerlerin daha sonraki ciltler içinde eklenmesi veya tamamlanması anlamına da gelebileceğinden burada bahsettiğim bu özgün format kuralı birkaç kereye mahsus kırılmış sayılabilecektir. Gerçi bunun da nedeni çok açık. 1.Cilt içinde doğumum öncesi başlattığım anlatım süreci neredeyse bir 68 yılı özetlemektedir. Doğal olarak 68 yıllık geçmişin izlerini bir cilde sığdırmak pek kolay bir harç olamayacağı kesindir. Kuşkusuz yeni bilgiler edinmek de kaçınılmazdır. İşte bu sebepledir ki eksik kalan taraflar sonraki Ciltlere taşınabilecek ve ancak 1.Cilt ile birlikte ele alındığında temel tarihsel bir bütünü oluşturabilecektir. Doğrusu, ciltlere damgasını vuracak zaman kavramına birazdan aşağıda değineceğim...

Günümüzün sorunlarının kökenlerinin tümünün de yakın tarihimizde olduğu kanaatiyle düşünsel birikimimi 1940’lı yılların ortasına değin bir tarih üzerine yoğunlaştırdığım bu Cilt içinde Pantürkizm’den Kemalist Türkiye’ye Türk milliyetçiliğinin stratejisini, Türkiye’de tek parti inşası ve idaresini, Anadolu Türkiye’sinin “Ata”sı Mustafa Kemal yönetiminden “Milli Şef” İsmet İnönü rejimine geçiş dönemini, Solun TKP gerçeğini ve tarihsel misyonunu, Solda ve Sağda yeni yapılanmaları veya bölünmeleri, “Demokratikleşme” sürecinde karşı devrim çabaları ve deneylerini, Sintinenin dibinden güverte tepesindekilere haykırışları konu ediyorum.

Bittabi her birinin, kendine özgün dönemin koşulları altında ve belirli sebep-sonuç ilişkileri içinde ortaya çıkmış, birbirini etkilemiş olaylarla sınırlı değil elinizdeki cilt. Sayman ve Mumcular familyalarının tarihin dik yokuşunda yukarılara doğru güçlükle ve “bedensel ağrıları” sırtlayarak tırmanırken ziyadesiyle karşılaştıkları o pek çarpıcı yaşam sanatının kesitlerinden tutun da sansür dışı hikâyelere de konuların zenginliğinde bolca değiniyor.

Elinizdeki “Köklerimden Bana Sıralananlar” XIX. Yüzyıl sonlarında, Anadolu’da ve Balkanlar’da hüküm süren Osmanlı dünyasında yaşamlarını sürdüren dört ayrı familyanın tanıtılmasıyla açılıyor. Roman dokusunu oluşturan, aynı din, aynı dil ama ayrı kültür ve soylardan dört ailenin, egemen güçlerle bunlar karşısında eşitsizliğin aşağılayıcı koşullarına katlanmaya çalışanların yaşamlarıdır. Romanın yapısını belirleyen olaylar, imparatorluğun ağır akışlı çöküntü yılları yaşamında, yarını olmayan güvensiz insanların gerçekleridir. Bu ortamda beklenti ve aldanışlar, acılar, özlemlerle geçmekte olan zaman, bir yerden bir başka yere göç ederek, yer değiştirmenin sonunda elde edilen yeni oluşumlar, birikimlerle, derinlerde değişim özlemlerini de olgunlaştırır… Benim yaptığım katkı ise geçen zamanı ciddi boyutlarıyla inceleyerek, öne veya arkaya alarak, yaşananları okuyucuya sunmaktır. Zamanı istersem ileri, istersem geri alabilirim!!

Böyle bir böbürlenme yaşamıyorum elbette; çünkü romanı ölçüp biçerek, eksiksiz bir tanrısal bilinçle tasarlayıp kuramıyor insan. Bir şeye tutuluyorsun, etkisine giriyorsun; içine düştüğün ağdan akılla sıyrılıp çıkman gerek. Yoksa duygularının tutsağı oluyorsun. Ben özellikle Saymanlar ve Mumcular’ın yaşam mücadelelerine hayretle baktığımı saklayamam, bu nedenle ister istemez Eğin’in ve Deliorman’ın kutsal topraklarında buldum kendimi. Elbette sonradan vatan edindikleri Erenköy ve Çilingir topraklarında da... Ama “durun bakalım!” diyerek kendime bir serinlik verdim. Dikkat etmem gerekirdi, çünkü bu asilzadelerin hayatını anlatanın diline onların dili siner, tarihi roman yazanların kasıla kasıla ettiği her tumturaklı laf retorik şişinmeye dönüşür, o tarihi kişilerin dili romancıyı tutsak eder. Açıkçası, roman yazarı tarihi kişilerin hayatını kışkırtırken, tarihi kişiler de romancının dilini ele geçirir. Benim dikkat ettiğim husus budur. Başka hayatları yağmalayıp üstüne ahkâm oluşturmak benim işim olamaz. Benim amacım tarihi zemin üzerinde zamanın değişik etkileriyle boğuşan gerçek köklerime ulaşmaktır.

Bu Öndeyiş’in girişinde ve ciltlerin roman dilinde yazım formatına ve tekniğine değinirken zaman kavramına dikkatinizi çekmiştim... Tüm bu serinin üç boyutlu uzay-zaman ve mekân kıskacında ele alacağım olaylar silsilesini genellikle geçmiş zamandan bugüne ve dolayısıyla geleceğe doğru akan bir nehrin akıntısı gibi sıralayacağım. Dolayısıyla geçmişten günümüze doğru akan olayların “şimdi” ekseninde toparlanması yoluyla oluşturulacak bu eylemin zihnimizi düz çizgisel bir anlam bütününde hizalayacağı bir gerçektir. Oysa ben, geçmişin ve bugünün, hatta geleceğin sürekli açıklandığı bir geçmiş-şimdiki ve gelecek zaman romanlarını oluşturmaya girişiyorum. Kısaca, ciltlerin oluşturduğu “Yaşamımdan Damıtılmış Anılar”da zaman, benim. Tabii ömrüm yettiğince...

İnsan ömrü herhangi evcil bir hayvan türünün ömründen çok daha uzundur. Hatıratlar da uzun ömürlü olabilir. Ama bir şartla. Yazıyla arşivlendiği sürece. Dilden dile aktarılanları ise küçümsemiyorum ama dilin orijini yok olduğunda, yani sahibinin ölüp de bu yaşamsal dünyayı terk ettiğinde aktardığı şeylerin sonraki kişilerin yorumunda değişime uğramasının tehlikesini hiçbir zaman ortadan kaldıramayacaktır. Ömürden bir şey bırakıldığı yer ancak arşivde yerini alıyorsa anlam kazanacaktır. Benim de omuzlarıma yük değil görev bilinci olarak algıladığım doğumum öncesi yaşanmış ömürlük hatıratların da “Yaşamımdan Damıtılmış Anılar” içerisinde teker teker konuk edilmeleri bir sıradışılığı ifade etmiyor. Belki de diyorum, ben bu dönemlere “misafir” olarak uğradığımda, ruhsal akrabalarıma, Anadolu’nun ya da Rumeli’nin topraklarına ve oraların yetiştirdiği mücadeleci ruhuna tek tek ulaşmaya başlıyorum.

Sesleri kulaklarımda çınlarken, kokularını duyumsayabilirken ama anıları belleğimde olmasa da bu şahsiyetlerin yüreğimde oluşturduğum organik dünyalarına geri dönmenin de zamanı değil midir?

Öndeyişi bitirirken son sözlerim: Bu anıların yolculuğunda isimlerini hatırlayamadığım, unuttuğum nice kimseler var. Çünkü hiçbir zaman öyle gün be gün tuttuğum bir gündeliğim olmadı. Tek dayanağım ise zamanında arşivlediğim kaynaklar ile zengin kütüphanemdir. Bilgi sonsuzdur. Bilgiye erişebildiğim her “artezyen kuyusu”nu ellerimle kazıdım. Ve kaynağına ulaştığım her “memba” suyunu doya doya içtim. Göreceksiniz; literatür yeteneğini itinayla kaynaştırdığım romanlarımda tarihi geçmişi derinlemesine irdeleyen bir repertuar buketine tanık olunmaktadır. Sırf bu nedenle olmasa da bu ciltlerin akışında ayrıca tarihe ilgi duyanlar için derlediğim EK’leri cildin son bölümünde bulabileceksiniz. Tüm bunlardan çok faydalandığımı saklayamam. Esasında isimleri yazılı olsun veya olmasın, bu ciltleri oluşturan, varsıllaştıran can akrabalarım ve arkadaştan da öte saydığım dostlarımdır.

Yaşamıma tatlı veya acı, dramatik veya trajikomik, nasıl şekilde girmiş olursa olsun, beni yetkinleştirmeye götüren, benimle bir şeylerini paylaşan, yaşama şevki veren, kadın-erkek, büyük-küçük, dost-düşman, yaşayan-yaşamayan tüm insanların anılarını saygıyla yâd ediyor, eserimi okuyanlar da dâhil herkese sonsuz sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Ayrıca bu ciltli yaşam eserlerimin hazırlanmasında, beni teşvik eden, her konuda anlayış göstererek yardımlarını esirgemeyen, hatta editörlük gibi ustalık isteyen bir görevi üstlenen değerli ağabeyim Hayrettin Sayman’a, sevgili validemizden kalan bir miras yükü ile yaşayan akrabalarımızın içinde daha fazla görünen ablam Hayrünisa Özgen’e, onca eziyetime katlanarak katkılarını ikirciksiz yapan başta teyzem Zehra Tunadan’a, hasta yatağına düşene kadar zengin bir bilgi birikimine sahip kültür hazinesi amcam Muhittin Sayman’a, baba tarafımda en detaylı bilgilere sahip yaşayan en değerli varlık addettiğim yengem Semra Sayman’a ve yine bu eserleri yaratmak için koyulduğum hummalı çalışmanın ta başından beri benim yaşam evindeki sessiz gölgeme, varla yok arasındaki sessizliğime uzun aylar boyunca katlanan ve evliliğimizden bugüne yaşanmış hikâyelerde düşüncelerini benimle paylaşmaktan kaçınmayan eşim Emel Sayman’a; ve son olarak da her nerede olurlarsa olsunlar katkılarını esirgemeyen diğer yakın akrabalarıma, çocukluk arkadaşlarıma, Kazasker Şakacı Sokak sakinlerine, mahalleli dostlarımıza sonsuz teşekkürler ederim.

Yazılarımda gerçeklerden sapmama düşüncesiyle hareket noktamı belirlediğimden istemeyerek de olsa kalbini kırdığım ve üzdüğüm kişilerden ise özür dilemeyi borç bilirim.

...***      ***         ***...

NOT: Hatıratlar ile ilgili bölümlerde ve alt kategorilerde yayımlanan makalelerin tümü kronolojik bir sıraya göre hazırlanmıştır. Her bir makalelerin sonunda yer alan yönlendirmeyi takip ederek bir sonraki makaleye geçiş yapmanızı ve okumayı sürdürmenizi ÖNERİRİM.

YDA ciltlerinde yer alan dönemin “Olay ve Olgular” anlatıları ile bunlara ilave sunulan Belgeler ve Veriler anı-öykülerin akışını bozmamak adına bu bölümden itibaren bağımsız olarak izlenebilecektir.

***...*** 

Seref Sayman

Lara /Antalya, 1 Ocak 2008  

(*) Önceki Makale: YDA Ciltlerinin Kısa Tanıtımı

(*) Sonraki Makale: Cilt-1 “PERDE ARKASI”: Tanıtım Yazısı 

***…*** 

[ÖNCEKİ] << [ANILARIM] >> [SONRAKİ] 

>>> [İçerik Dizini]