ŞİŞEDEKİ CİN
Onları gördüğümde evimizin bir salon-salamanje büyüklüğündeki balkonunda
büzüşmüş oturuyordum. Kaçamak bakışlarla gözlerimi diktiğim çıplak hanımeli
ağacında arılar bahara kadar gelmeyeceklerdi. Bahçeye bakıp yazın asmalarla
geleceğini düşünüyordum. Hava rüzgârlı ve soğuktu. Kar henüz yoktu ama sanki
lodosun peşinden çıkıp gelecek gibiydi. Az sonra onların da elma ağacının
altında kümelendiğini fark ettim. İçim pır pır etti. Her birinin gözlerindeki
pırıltıya ortak olmak için ivedilikle merdivenleri ikişer üçer atlayarak
yanlarına ulaştım. Mutlulukları benden dolayı mıydı yoksa avucumun içine
gizlediğim anahtarın ucunu görmüş olmaları mıydı bilemiyorum ama hep birlikte
Alevi familyanın terk ettiği evimizin alt katındaki boş mekânımıza koşuşturduk.
Işıklar yanmıyordu. Bütün pencereler kapalıydı. Sokak ve bahçe bu pencerelerden
çok farklı güzellikte görünürdü. Tıpkı yıllar önce küçüklüğümde tırmanarak
kendimi yerleştirdiğim kalın gövdeli pencere kenarlıklarında dışarıyı, karlar
altındaki çam ağaçlarını ve dallarda titreyen serçeleri ve sokaktan geçen
paltolu, kaşkol sarmış insanları seyrettiğim gibi.
Tıpkı Melike Demirağ ablanın “Arkadaş” şarkısındaki gibi.
Arkadaşlar... Kimdir onlar???
Bildiğimiz biri. Sevdiğimiz biri. Hoşlandığımız biri. Güvendiğimiz,
duygusal yakınlık kurduğumuz biri. Moralimizin çöktüğü anda bize moral
aşılayacak, bizi çöktüğümüz yerden çıkartacak, kırıldığımızda bizi
toparlayacak, bizi harekete geçirecek, kaybettiğimiz anda bize meydan okuyacak,
hayatımızın paramparça olduğunu sandığımızda bize sıkıca sarılacak, okşar gibi
sözcükler kullanarak bizi yatıştıracak ve bazen yolunda iyi gitmeyen şeylerle
karşılaştığımızda bize destek verecek birisi.
Bu hızlı ve bencil dünyada ruhumuza özel bir şekilde dokunan bazı
kişilerle yolumuz kesişir ve kendileriyle tanışırız. Aynı kişi olmaktan
çıkarız. Artık istesek de aynı kişi değilizdir.
Ben işte bu özel kişileri “arkadaş” olarak tanımlarım.
Ahbap, kan-kardeş, kafadar, yakın arkadaş, dost, müttefik, sevgili, yar,
canan... hangi adla çağırmak isterseniz çağırın. Meselenin özü değişmez. Gerçek
değişmez. Dost canlının sokulganlığı, hatırşinaslığı asla tartışılmaz.
Arkadaşlık insanoğlunun edindiği en büyük armağandır. Elbette
arkadaşlıklar değişik türlerde ve ölçülerde gelir. (Kelime oyununa dikkat!) Arkadaşlık su
gibidir. Herhangi bir şekli veya biçimi alabilir ve kalbimizde serbestçe yol
bulur, şırıl şırıl akar gider. Ve arkadaşlar sevginin ve bağlılığın kanalıdır
dersek yanılmayız. Onlar hayatımızı zenginleştirir, bize güvenme, sevme, kabul
edilme, saygı görme duygusunu verir.
Giysisinin altında kemikleri sayılacak kadar zayıf görünen kısa kıvırcık
saçlı bir kızdı. Küçücük göğüsleri vardı. Sokakta herkes sağ taraftan yürürken
o soldan yürümeyi severdi. Herkes önden giderken o arkadan yürürdü. Kafa, göğüs
ve popo ölçüsüne bakıp yaşça küçük sanırlardı onu. Oysa yaşıtımdı. Yüzünü
herkesten saklasa da beni görünce sevincinden sere serpe açardı. Benim ona
güven verdiğimi söylerdi. Yürüdükçe ince kaşlarının altında küçülen gözleri,
küçük kalkık burnunun altında süzülen ufak ağzı ile içi sevgi dolu bir kız
çıkardı. O benim arkadaşımdı.
Yanınızda duran bir arkadaş ile siz “gerçek
siz” olabilir, kendiniz hakkında hükümler verilen veya
alay edilen biri olmanın korkusunu üzerinizden atabilirsiniz. Kendiniz olarak
ve arkadaşlarınızı kendileri olmaya izin vererek yepyeni bir dünya açarsınız.
Bu birlikte yarattığınız yeni dünyada mutluluk, anlayış, rahatlık, güven
duygusu, sevgi, himaye, sıcaklık ve her halde yılmayan destek önemli yer tutar.
Her arkadaş içimizdeki dünyayı yansıtır, içimizi olabildiğince ısıtır.
Onlar olmasa böyle bir dünya ile tanışmamız da mümkün olmaz. O büyük tanışma
aynı zamanda yeni bir dünyanın doğumudur.
Hayatımızın bir noktasında, belli bir yerde, birlikteyken kendimiz
olabileceğimiz birine ihtiyaç duyarız. En derin duygularımızı, hayatımızı,
düşüncelerimizi, korkularımızı, umutlarımızı,
büyük amaçlarımızı, arzularımızı, düşlerimizi, öfkelerimizi, mutluluğu,
acıyı paylaşır, en esrarengiz sırlarımızı birbirimize dökeriz.
Arkadaşlar o sabırlı kulağı ve güvenilir bir omuzu bize borç verir. Diğer
taraftan kendimize güvenmemek her şeyi sürekli hayattan beklemeye dönüşebilir.
Dertlerle yüzleşmek sancıya dönüşebilir.
Zamanımızın çoğunu arkadaşlarla geçirmeye eğilimliyizdir. Okuldaki
arkadaşlıktan tutun da mahalledeki, hatta yaşadığınız evin en yakınındaki
arkadaşlıklar çok çeşitlidir. Bir de büyüklerin işyerinden çalışma arkadaşları,
dernek, kulüp arkadaşları, ‘gün’ arkadaşları, kek-poğaça-çay komşuları arasından seçilmişler vb. Bir de her
biçimde korumaya alınmış en “iyi arkadaş” şekli vardır. Ne olursa olsun her birinin bizde bıraktığı iz mutlaka
etkileyicidir. Kimi zaman kahkahalı anılar, eğlendirici şakalaşmalar, gözyaşı
akıtmalar, sır paylaşmalar, renkli hayaller; kimi zaman da hüzünlü hatıralar,
eşek şakaları, kırıcı ağlatmalar, öcü kılığına girip ahmakça korkutmalar, kolay
kandırmalar, sırları ifşa etme yoluyla yaratılan dargınlıklar, küsmeler...
Arkadaşlık bu ikisi arasındaki dengedir. Güven duymak bir arkadaşlığın
olmazsa olmazıdır. İki kişi arasında geçen hoş oyunun en temel kuralıdır.
Gerçek arkadaşlık zor zamanlarda destek güç olarak meydana çıkar. Sınav
zamanlarında cesaretlendirir, hatalarla yüzleşme esnasında bağışlayıcı
davranır. Güven ve sevgi koşulsuz olmalıdır. Bir arkadaşın gerçek değerini
anlamak, gerçek bir arkadaş olmak kadar kutsaldır. Nedeni çok basit. Çünkü
arkadaşlık öyle bir şeydir ki hayatımızda çoğu zaman öyle olması gerektiği gibi
olduğunu düşünme eğilimini taşırız. Bir kalpten diğerine köprü kuran bir
arkadaşlık ruhumuza kırılması asla mümkün olmayan güçlü bir bağlantıdır.
Sanırım bizim buluşma mekânımız da böyle. Önceleri ben ve arkadaşlarım,
hepimiz bir şey aradığımızı sanıyorduk. Bir odadan diğerine hiç durmadan
dolaşıp duruyorduk. Hole dönüp bir tur atıp tekrar farklı odalarda
kayboluyorduk. O zaman birbirimizi göremiyorduk. Ne zaman seçtiğimiz o tek
odada toplanmaya başladık işte o zaman birbirimizi görebildiğimizi, birbirimizi
anladığımızı fark ettik.
Bazı insanların sürüyle arkadaşı varken bazılarının sadece seçici
davranıp edindiği birkaç yakın arkadaşıyla mutlu olduğunu söylemek mümkün.
Evet, belki de yapay bir yığın arkadaşlık yerine en kafadar azınlık en muteber
olanı. Hangisi olursa olsun belirleyici olan güven ve bağlılıktır. Aritmetik
değil. Sayısal çoğunluk futbol oynadığımız tarlada da var; ama dertleştiğimiz
kafa sayısı en sıfatlı olanıdır.
Karşılıklı güven ve sadakat; tılsımlı sözcükler bunlar. Keşke Şenay’ın dediği gibi her zaman “Hayat Bayram Olsa!”
Seref Sayman
Kazasker Şakacı Sokak, İstanbul, 09.01.1977
***…***
(*) Önceki Makale: Ağaç Ev: “Kayıp Bağlar”
(*) Sonraki Makale: Ağaç Ev: “Rüyalar Bitmesin”
>>> [iÇERİKdİZİNİ]