Ağaç Ev: "Kayıp Bağlar"

GÖĞE YAKIN

Kendisini ilk gördüğümde dut ağacının tepesinde oturuyordum. Komşularım incir, ayva ve çağla ağaçlarıydı. Kısa anlığına da olsa ceviz ağacıyla yer değiştirmenin dondurucu havaya iyi geleceğini tasarlamıştım. Okuldan gelmiş, çantamı aynı köşeye fırlatmış, aynı kadife pantolonumu, keslerimi giymiş, aynı kapıdan bahçeye inmiştim. Boşluktaydım. Yakın ilişkilerle ne yapacağını insan bilmez, anlamaz ya, işte öyle bir şey.

Hayat tümüyle ilişkiler üzerine kurulu. Sanki Türkân hocanın modern matematiğinde saklı iki bilinmeyenli denklemi gibi. Ama güzel, hoş, eğlendirici ve canlandırıcı yakınlıklar. Dostluklar bize birbirimizle alakalı bir duygusal bağlanma hissini verir. Bizi bir araya getiren bağcıklardır. [Gözlerim keslerimin bağcıklarına kayıyor. Tuhaf bir psikoloji oluşuyor. Ya iki ayakkabıyı bağcıklarından birbirine bağlasak, ayaklarımıza oyun yapmazlar mı? İnsan nasıl ayakta durur!] Ve her nasılsa biz bu ipliklere bir isim veririz: Arkadaşlar, Sevgililer, Anne-Baba yani Ebeveynler, Eş, Hayat Arkadaşı, Dede-Nine, Ağabey, Abla... vesaire vesaire... Liste uzayıp gider; sonsuzluğa...

Durduğum yerden onu göremiyorum artık. Cevizin daha üst dallarına tırmanmam lazım. Öyle yapıyorum. İlişkiler kolay kurulmuyor. Daha üste, en üste tırmanmak gerekiyor. Hah, tamam. Bir köşe başına çömelmiş, yok dizlerinin üstünde oturmuş, coca-cola şişesini yudum yudum ağzına götürüyor. Göremiyorum ama dudaklarının kenarındaki köpükleri hayal ediyorum.

O meşrubatını içip diz çöküyor, bense dalların tepesinde oturuyordum. Akşama kadar oturabilirim. O akşama kadar diz çökmeyi sürdürebilir mi?

Günlük hayatımızda türlü rollere kuşanmayı, kılıktan kılığa giren bir oyuncu olarak yaşamımızı sürdürmeyi şaşırtıcı bulabiliriz. Bazen kendi içimizde dağılır, darmaduman oluruz. Ki zamanın pasajında bu sözünü ettiğim iplikler solar, yavaş yavaş yok olur, unutulur gider. Onlar hep vardır. Ama var olmanın yararına. Bizse onların doğruluğunu kabul etmekle çok meşgulüzdür.

Zaman geçtikçe, bu iplikler (bağlar) canlılığını, rengini ve daha önemlisi gücünü yitirir, gözden kaybolur. Tıpkı hurdaya atılacak veya kalbimizin bilinmeyen karanlık bir köşesine tıkılacak herhangi eski ve kullanışsız bir eşya gibi. Gittikçe, bir gün bu bağcıklar çekiştirildiğinde, ortaya canlı anılar ve duygu sağanağı çıkar.

Ona baktıkça Can Sinema’sında film izliyor hissine kapıldığımı fark ediyorum. Yüksekten aşağıya bulanık bakış açısı mıydı zihnimi bulandıran? Gerçekle izlediğim kaliteli ecnebi filmleri, geceleri uyumadan görmeye çalıştığım düşleri birbirine karıştırmaya başlamıştım. Bağlar birbirine giriyordu. [Gözlerim yine keslerimin kirli beyaz bağcıklarına odaklanmıştı.] İyi biriydim. Ya da öyle olduğumu düşünürdüm. Yeni bir yılda yeni bir şeylere başlamak istiyordum. Ama ceviz ağacının altında kalan muşmula ağacının kafasını kaldırıp acıyla kıvranması gibi bunun ne olacağını bilmiyordum. Her şeyi yapmak istiyordum ama aşağı inip onun yanına gidip, yanı başında diz çöküp, onun ellerinde tuttuğu köpüklü meşrubatını paylaşmaya üşeniyordum. Hayır, üşenmiyor, kendi kendimi kandırıyordum. Hayal kurmanın gerçekten daha gerçekçi geldiğinden belki. Yani ağacın tepesinde olmakla aşağıda bir köşede dizler üstünde oturmanın farkı. İnsan nedense gökyüzünde daha güzel hayal kurabiliyordu, toprak üstünde değil.

Şimdi hayatta olmayan dedemize ait eskimiş, yırtık pırtık bir bahçıvan tulumu, ninemize ait uzun kollu bir elbise, üstümüze alınan pahalı bayramlıklardan neden daha özeldir hiç düşündünüz mü? Çünkü sevgi ve duygusal yakınlık bizim için güzel hatıralar biçimini alır da ondan.

Çünkü o elbiselerle onları hatırlar, ne kadar kısa sürerse sürsün, sevincimizi katlarız. Bazen onları kendimize doğru çekmek de koruma hissine neden olur.

İlişkiler böyledir işte. Eskidikçe güçleniyor. Geçmiş bir zamanda harcanmış olan anıları depreştiriyor. İnsan mizacı. Huy olarak eskiye dair olana daha fazla değer veriyoruz. Yeni bir arkadaşın eski çocukluk arkadaşın yerini tutamayacağı gibi. Hatta o ikisini birbirine tanıştırma ihtiyacı doğduğunda şöyle sözcükler sarf ederiz: “Biz çok eski arkadaşız.” Bunu derken de en fazla eski’ye vurgu yaparız.

Bir anlamda eski denenmiş ve test edilmiş olanı simgeler. [Sembol meraklısı matematik hocam Türkan Hanım’ın kulakları çınlasın!!] Cemile babaannemin dediği gibi, “akrabalıklar dağılma karşısında durur ve aynı yerden daha kuvvetlice yeniden ortaya çıkar”. Galiba böyle bir şeydi. Ya da ona yakın bir şeydi yüzüme mırıl mırıl mırıldandığı. Akrabalık yerine herhangi bir ilişki türünü koyabiliriz mesela: arkadaşlık, sevgili, dostluk vs...

Çocukluk hayatımızın oyuncaklarını, eski hediyeleri ve uzun seneler tanıdığımız herkesi el üstünde tutarız. Çünkü her biri bizi birbirimize bağlayan en güzel ilişkiyi temsil eder. Onları sadece izlemek, yakından tutmak bizi hoş zamanların yaşandığı maziye götürür ve işte o an şöyle yakınırız: “Ah keşke zaman oracıkta dursaydı!

Bu insanlar inci gibidir. Ki birbirine bağlandığında havalı bir kolye biçiminde görünür. Hayatımız olarak bildiğimiz inci kolyeye. Zincirdeki herhangi hatalı bir taş bütün parçayı bozmakla kalmaz, aklımızı çelme gücünü de kaybeder. Bu nedenle doğru kişileri seçerken dikkatli olmalıyız. Ne yazık ki sadece sevdiklerimizle iyi bağlar kurabilir, dost kalabiliriz. Ama bu ilişkilerin devamlılığı da olabildiğince dürüst kalmaya ve zaman geçtikçe bağlılık sürecini arılaştırmayı sürdürmeye bağlıdır. İyi ve güçlü bir ilişki ancak sevgi, destek, güven ve umursama temelinde inşa edilebilir.

Günümüzde yaşam temposu öyle hal almış görünüyor ki yakın bağlar nedense önemsediğimiz listemizin en alt sıralarında yer alıyor. Neden böyle olduğu ortada da, yapılacak iş kaybettiğimizi zannettiğimiz bağları bir şekilde tamir etmekten geçiyor.

Beğenelim, beğenmeyelim, ilişkiler hayatımızın merkezi unsurudur. Hem de parayla, zenginlikle ölçülemeyecek kadar önemlidir.

Gece ay doğdu, o hâlâ aynı köşede diz çökmüş oturuyordu. Bense yorgundum. Yukarıya, ceviz ağacına, ne anlatmaya çalıştıysa da bana pek yardımı olmamıştı. Belki havada görülecek bir şey yoktu. Aşağı inip onun yanına oturmak ve köpüklere dalmak vardı. Olan buydu.

Hayat gerçekten çok güzel ve böylesine mükemmel ilişkilerle bu sıkıntıya girmeye değer. Dahası onlara sımsıkı sarılmaya ve yaşam boyunca bağrımıza basmaya ne dersiniz?

Seref Sayman

Kazasker Şakacı Sokak, İstanbul, 02.01.1977 

***…*** 

(*) Önceki Makale: DÜZYAZILARIM: “SABAH KAHVESİ” (Tanıtım Yazısı)

(*) Sonraki Makale: Ağaç Ev: “Sihirli Arkadaşlıklar” 

>>> [iÇERİKdİZİNİ]