Ağaç Ev: "Hayaller Bitmesin"

UZAK DÜŞLER

Hayır, bir şey aramıyordum, arıyordumsa da bu evin içinde değildi. Kendi kendime konuşuyordum. (Delilik de kibirliliktir!) Alt mı, üst mü, her ikisi de mi, birbirine yapışık, kurumuş dudaklarımın kıpırdadığını belli belirsiz hissedebiliyordum. Arada bir sol yumruğumu havaya kaldırıp karşımda laf anlatması zor biri varmış gibi elimden yardım alıyordum, sağ elimde dolma kalem, masanın üzerinde 5 ortalı çizgisiz sayfalardan oluşan yazı defterim vardı. Arada dolma kalemin mürekkebini yoklarken konuşmamın hızını kesmiyordum; annemin dediğine göre, belli ki bunu uzun zamandır yapıyordum, ustalaşmıştım.

Oysa biliyordum ki renkli HAYAL DÜNYA’ma girdiğimde bir tek boyu 100 metre olan bir bahçeyi arşınlayıp dönmüyordum. Paylaşılan ve Darrin abinin yokluğunda Samantha Stephens’in burnunu oynatmasıyla sabahları oturma, akşamları yatak odasına dönüştürülen odaya, küvetsiz banyoya, dedemden kalma el değiştirmemiş mutfağa ağır ve aheste adımlarla girip çıkıyordum. Ağabeyimin ustalıkla montajladığı kanarya zillerine benzer biçimde kafamın içinde montajladığım her bir hayal sanki gözümün önünde oluyormuş gibi, bir dede hatırası bu evin rüya bahçesi, taş duvarı, açık hava balkonu, demir kapısıymışım gibi görüyordum. Arada bir loş hole girip sık aralıklarla annemce yasaklanan büyük salona döndüğüm zaman boyca uzuyordum. Bu arada Altıyol Kuşdili Caddesi’nin Orhan amcasından zar zor taksitle alınmış buzdolabından ele avuca sığacak kadar küçük şişeye sığdırılmış bir Çamlıca gazozu aldığımı, titreyen ellerimle kapağını açtığımı, kurumuş dudaklarımı ıslattığımı hayal ediyordum.

Kaç yıl oldu hatırlamıyorum. Yok, hatırlıyorum da şimdi rakamsal ifadeyle hatırlamak istemiyorum. Gönlümü kaptırmıştım. Ondan daha güzelleri olmasına rağmen ben elâ gözlerimi ondan alamıyordum. (Yanlış tutku!) Bir saplantı olarak o her ne diyorsa beni ilgilendiriyordu, belki de bana beni anlatmaya çalışıyordu. Seneler sonra o gün de böyle oldu. Aynı sınıfta olmamızın avantajıyla yine karşıma çıktı. Hayatımla ne yapmam gerektiğini söylüyordu, bilmem kaç yaşımda nasıl biri olacaktım, biraz daha mantıklı, daha çok savaşkan biri belki, hepsini söylüyordu, ben duymuyordum.

Aşağıda nümayiş vardı. Kara giysili, zebani ruhlu faşistler, Suadiye Lisesi’ni ablukaya almış bir tuhaf şarkı dillendiriyorlardı. Yoksa Karadeniz havasından bir horon mu çekiyorlardı? Hâlbuki biz ortaokullular için tek bildiğimiz Ziya Uşaklıgil’in adına flüt dediği kavaldı. Ben alkış tutmuştum. O tuttuğum alkışın onlara gittiğini sanmıştı. Aynı daracık pencereye sığdırdığımız iki bedenimizle bana kafa tutmaya kalkışmıştı. Yok, bayağı fırça atmaya kalkışmıştı. “Vay ben faşist miymişim?

Gelgelelim benim hayallerim vardı. Gerçekler acıtıcıydı. Hayaller ise tatlı su gibi sarardı; beni, onu, hepimizi. Böylece, ne kadar bilmiyorum, ona baktım... baktım... baktım... Tek bir laf etmeden ona yapışık bedenimi ondan alarak pencereyi terk ettim.

Şimdi bahçemize bakan pencere önünde, gazoz almaya kalktığım an’ı onunla denk getirmeye çalıştım, ondan felsefe dinlemek istemiyordum. Bana ağabeyimin sosyalist felsefesi fazlasıyla yeterdi. Biliyordum. Hissediyordum. Onda bana ait bir şey vardı. Artık benimle paylaşılması gereken bir şey. Bir anda her şeyi apaçık görmek gibi.

İşte bu da benim hayalim...

İyi ki beni anlayan bir defterim var. Sessizce dinleyen. Durup dururken, anlamadan etmeden karşısındakini fırçalamayan. Hata yaptığını anlayınca özür dilemesini bilen.

İyi ki bu dolma kalemin mürekkebi ona hayat veriyor. Ya da tam tersi. Madem öyle 10 maddeyle taçlandırmak bu kalemin hakkı. Gülümse!!!

1.  Sözleri nereden gelirse gelsin arkadaşlarının yanında yer al. Kâh sert ve kalın, kâh yumuşak ve ince. Bazı şeyler yanlış gittiğinde bil ki, sadece onlar senin için orada olacaktır ve sana olumlu tarafı bulmana yardım edecektir. 

2.  Ne olduğunla ve kim olduğunla gurur duy. Başını dik tut. Derin bir nefes al ve güneşin ışınlarına doğru adım at. Sen ne isen O’sun. İyi düşünmek kadar iyi giyinmek de hakkınız. Yakışıklı görünün, güzel görünün ve herkesin yapmaya çalıştığı gibi dünyadaki tüm nitelikli şeyleri hak edin. E, öyleyse, daha neyi bekliyorsunuz??? 

3.  Her şey ailenizi sevmekle ve onu korumakla başlar. Nihayetinde aile başınız sıkıştığınızda koşturacağınız ilk açık kapı, birilerinin “Acaba ne düşünürler?” sorusuna kibirli yaklaşmaksızın size kucak açacağı tek yerdir. Sizi ne olduğunuzla ne için olduğunuzu kendiniz olarak kabul eden yuvadır aileniz.   

4.  Ölüm sözcüğü hoş değil. Mümkün olduğunca hiç kullanmayın. Ne olursa olsun davranışınızın kaybolmasına izin vermeyin. Bir hayalde çuvallamak, ortadan ikiye ayrılmış bir ilişki, en iyi arkadaşınızla anlamsız bir kavga, ailenizden biri ile sert bir kavga, başa çıkılmaz sınıf arkadaşları, çok şey isteyen anne, titiz baba, mantık iddialısı ağabey, değişken duygularda abla, gerçek dışı akrabalar, hayali komşular... bütün bunların hepsi hayatınızın uzun mükemmel yolculuğunda sadece bazı tümseklerdir. Ki hemen hepsi bir zaman gelecek tarih olacaklar ve hanenizde yalnızca uzak bir anı olarak kalacaklar. 

5.  Hayal kurmaya devam edin... çünkü hayaller yarınınız için en güzel güvencedir. Güzel bir yarını hayal etmekten kendinizi alıkoymayın. Asla alıkoymayın. Asla, hiçbir şekilde yani. İçinizde Küçük Ev’in Charles Ingalls’ı gibi bir “Bay Mükemmel” karakteri yaratın. Uzun boylu, uzun saçlı, çok güzel bacaklı, enteresan şekilde açık renk gözlü biri size deli gibi âşık olacak. Evet, inanın, siz de hayal dünyanızda yeteneklerinizi çılgınca geliştirebilirsiniz. Ne kadar gerçek dışı (hayali) olursa olsun, hayallerinizi durdurmayın, can ciğerlerim!!! 

6.  Kafanıza en iyi yatan şeyi severek yapın. Kimsenin etkisi altında kalmayın. Ne lüzumu var! Gidilecek yol budur... yalnızca yapmak istediğiniz her şeye yüzde yüz enerji verin, çaba sarf edin ve yaptıklarınızdan keyif alın, mutlu olun. 

7.  İnsanların sizin hakkınızda ne düşündüğünü boş verin. Sizinle ilgili fikir yürütmelerine izin vermeyin, müsamaha göstermeyin. Hele bu bir okul, sınıf ahalisi, hocalar güruhu ise kendinizden asla şaşmayın. Onların sizin hakkınızda ne düşündüğü hiç önemli değil. Yeter ki sizi düşünsünler!!! 

8.  Kusurlu olmayı mükemmelleştirin. Yaptığınız bir eylemde hantal, sakar, beceriksiz, acemi, görgüsüz, tembel olmanız gayet normal. Hatta ‘kusursuzca’ demek daha hoştur. Zira kusursuzluğun ötesinde alay konusu bile edilemeyecek kadar büyük korkusuz bir dünya bulunmaktadır. Kendinize verdiğiniz değeri koruyun, yüceltin; size benzer, benzemez önemli değil ama sizin öz kendiniz gibi yüzde yüz biri asla olamaz. 

9.  Kendinizi sevin. Henüz yapmadıysanız bunu yapmayı öğrenin. Kendinizi şımartın. Yetmez, pohpohlayın. Kendinize bir dediğinizi iki etmeyin. Kendinizi özel hissedebileceğiniz birine dönüştürün. Gerekirse şahsınıza mektup yazın ve altına bir not ekleyin: “Ben özelim!” E, o zaman, niçin birinin şu özel muameleyi sahiplenmesini bekleyesiniz ki. 

10.      Yaşam güzeldir. İçinde barındırdığı her türlü kötülüğe, barbar olaylara, korkunç insanlara ve muhtelif kafa karışıklıklarına rağmen hayat hâlâ basit sevinçlerle mutlu olabileceğiniz kadar güzeldir.         

Listeyi o kadar uzatabilirim ki bu defterimin yapraklarına sığmaz.

Kısaca sevgili biriciklerim hayatınızı yaşayın ve ölmek için değil yaşamak için yaşayın. Hayata izin verin. Kolay olan ölümdür. Zor olan ise yaşamaktır. Üstelik sizi yanlış anlayan kimselerden uzak durup, ‘adam’ gibi yaşamak!!!

Seref Sayman

Kazasker Şakacı Sokak, İstanbul, 23.01.1977 

***…*** 

(*) Önceki Makale: Ağaç Ev: “Rüyalar Bitmesin”

(*) Sonraki Makale: Ağaç Ev: “Dondurma” 

>>> [iÇERİKdİZİNİ]