Ağaç Ev: "Gizli Islık Arkadaşlığı"

ISLIK SESİ

Bizim mahalle milleti tanıdığı birini yakalar yakalamaz ayaküstü sohbet etmeyi pek sever. Büyüklerimiz kâh evden eve, kâh eşik üstünde, bahçe kapısının ardında, yahut bir ortak alanda buluşup laklak etmeyi bir sosyal alışkanlık olarak sürdürmektedir. Hayat mahallede ya da bizim bahçede de geçse, fırsata çevirdikleri vakti konu komşuyla bölüşmeyi gündeliğin en somut, en sevilen olayı olarak düşlemektedirler.

Bahçe sosyalizmi!!! 😊

Kış fena bastırdı ve tipi nihayet bizim mahalleye de indi. Şubat’ın son birkaç bahar gününden sonra yağan kar her tarafı beyaza boyadı. İyi güzel de bu bizim bahçe halkları için bulunmaz bir fırsat. Dışarıda kartopu, içeride laf bolluğu. Bir odun, kömür veya gaz sobası bitişiğinde üstünde kestane ve portakal kabukları ile uzayan kış geceleri yine kolektif bir ‘sohbethane’ havasına değişmiş, serpilen komşuluk eşliğinde daha da güzelleşmiştir.     

Biz çocuklara da ucundan kıyısından bulaşmış olmalı ki bizim de bu geveze geleneği arsız bir şekilde devam ettirmemiz kaçınılmaz bir ‘devr-i âlem’.  

Bir araya gelip karşılıklı konuşmayı seviyoruz. Sıkıcı bir günmüş gibi başlayan monoton günlerimizi farklılaştırdığı ve hayatımıza renk kattığı için. Düşkünlüğümüz bundan. Bir buluşma esnasının sohbeti sadece kuru kuruya yapılan laf ebeliğiyle sınırlı değil elbet. Mutlaka yanında ona eşlik edecek kuru üzümlü çerez, bir torba çıtlatacak çekirdek, patlayan mısır, bir demlik çay, boza, salep ya da bir vermut, bira şişesi bulunur.

Ortak nokta ise kafa denkliğidir. Öyle herkes herkesle sohbet etmez. Daha doğrusu edemez. Denklik ise sadece kafada değil aynı zamanda yürektedir de. Söz gelimi benzer duyguları paylaşamayanların sohbeti de sıkıcı olur. Muhabbetin özünü laf kalabalığı değil geçekten kayda değer konuların alışverişi oluşturur. Yoksa ‘uzun lafın kısası’ denilerek sohbete nokta koyulur.

Siz hiç birbirini gerçekten seven ve inanan kişilerden dinleyenin gözlerini uzaktan da olsa seyrettiniz mi? Bizim arkadaşlığımızda böyledir. Bir konuşur ve diğerlerimiz onu dinlerken o gözler nasıl da parlar, ışıltılı bakar! Küçük yaş büyük yaş ayrımı hiç yapılmaz. Herkesin konuşmaya, bir söz söylemeye hakkı vardır. Herkes aynı derecede dinlenir. Şakalaşmalar yapılır. Espriler yapılır. Ciddiyete kuşanılır ve tartışmalar yapılır. Okumalar yapılır. Sanat konuşulur. Dünya yorumlanır. Bir dünya çamura batırılırken bir başka dünya güneşle kurtarılır.

Kurallar kendiliğinden gelişir. Aramızdaki irtibatı kuvvetlice sağlayacak buluşma çağrısı da. Eskiden pencereden pencereye seslenirdik. Ya da çat kapı giderdik. Şimdi yeni bir tertiple karşı karşıyayız. Üstelik bu da kendiliğinden ortaya çıktı ve gelişti.

Islık.

Evet, belki çok bilindik bir yöntem bu ama bizim ıslık arkadaşlığımız çok özel. Bir İtalyan filminde görmüş, melodisini belleğimize kazımış, günlerce pratik yapmıştık.

Ortaya çıkardığımız bu İtalyanvari melodik buluşma sadece bize aitti ve ıslık arkadaşlığımızın sırrıydı. Bu melodiyi çalan kimse anında karşılığını alıyor, üç beş derken toplaşmamızı sağlıyor.

Kar yağıyor, bülbüller ötüyor. Yakında güller açacak. Çağlalar olacak, can erikleri fışkıracak. Mevsimler değişecek ama bizim ıslık arkadaşlığımız hep ebedi kalacak. Sonsuza değin. Islığımızın sesinde heceleri bölen duygusallıklarla, uzak ufuklara kaçışların iniltileriyle, bir yalnızlığın bölüşülemez ortamını korkulardan sıyrılmış olmanın saflığı içinde hep yaşayacak ve yaşatacağız.

Bütün umudumuz bir masaldadır bir de gizli ıslık arkadaşlığımızda. Tadını çıkartmak kendi dudaklarımızın arasında...

Günlerden neyse ne. Saat kaçsa kaç. Zamanın ne önemi var. İhtiyaç duyduğum anda yanımda olmasını isteyeceğim arkadaş her türden bir arkadaş değildir. O özeldir. Gizli ıslığımızın korumaya aldığı mekânımızın bir üyesidir.

Gizli ıslık arkadaşları kimdir, kimlerden oluşmaktadır? Kendi sözcüklerimle ifade edecek olursam, bu zaman kavramı olmadan kendisini çağırabileceğimiz ve ne düşüneceğini endişe etmeden, meçhul bir ıslık sesiyle karşılıksız, beklentisiz bir şekilde yanımızda biteceğini bildiğimiz kişidir, kişilerdir. Biliyorum şimdi aklınızdan geçecek olan şu olacaktır. Mesela, böyle bir arkadaş sabahın köründe çağrınıza cevap verir mi?

Birinci görüş, bu pek derin bir tartışma konusu olabilir. Nasıl sabahın körü gibi gecenin yarısı da zamansız, uygunsuz sayılabilirse, hafta içi, hafta sonu, ay başı, ay sonu, bayram günleri vesaire de yersiz sayılabilir. Ne var ki ben bir ıslık arkadaşımla yargısız, sualsiz kafamdakileri, duygularımı ve heyecanımı ikirciksiz paylaşabilirim. Yani dilimi, yüreğimi dökeceğim, deşarj olacağım, beni dinleyecek arkadaşım bilirim ki ne kol saatine bakar ne de buluşma yerinin can yakınlığına. Kar, yağmur, çamur, çiğ, kırağı, sis, güneş, mehtap hiç fark etmez. Gözyaşı döktüğümde bir mendil teklif edeceğini bildiğim, dertliysem sarılıp bana moral vermeye kalkacağına inandığım, mutluysam kahkahamı paylaşacağına, içimizdeki coşkuyu yükselteceğine kanaat getirdiğim arkadaşımın zamanla, mekânla işi olmaz. Hatta “sana ihtiyacım var arkadaşım” diye açık açık söylenmesine bile gerek duyulmaz. Çünkü ıslık arkadaşım ‘panik’ çağrının ne olduğunu ıslığın tonundan bilir. Anlayışlı olmak bizim dengemizde vardır. Onu kimsenin yok etmesi mümkün değildir.

İkinci görüş, böyle arkadaşlarım gerçekten var mı? Yoksa kendimle dalga geçer gibi hayal mi kuruyorum? Hayır, hayal değil. EVET böyle ıslık arkadaşlarım var!!

Üçüncü görüş, peki bu gizli ıslık arkadaşlığı bünyesinde ben böyle bir arkadaş mıyım? Bunu ben yazarsam yanlı olur. En iyisi bu konuda arkadaşlarımı dürüstçe dinlemek olacaktır. Ama biliyorum ki hepsi ağız birliği yapmışçasına bırakın “anlık ihtiyaç” arkadaşı olmamı, benim yılın 365 günü, haftanın yedi günü, günün 24 saati onlara bağımlı arkadaşları olduğumu bile iddia edeceklerdir.                 

Gün bana mı doğuyor, onlara mı sizler karar verin!!!

Seref Sayman

Kazasker Şakacı Sokak, İstanbul, 06.03.1977 

***…*** 

(*) Önceki Makale: Ağaç Ev: “Alfabetik Cümleler”

(*) Sonraki Makale: Ağaç Ev: “Mendirek Sulara Çarpınca” 

>>> [iÇERİKdİZİNİ]