Hayatın Renkleriyle Sevdalı Sokak


Şakacı Sokak (gece ışıklar altında) 

Hatıralar Arasında Şakacı Sokak 

Bir önceki makalede adını neşrettiğim, şu Kozyatağı Çeşmesi’ni geçer geçmez köşesinde Kozyatağı Karakolu’nun bayrak salladığı yöne kıvrılan dar yola saptığınızda solunuzda daha önce sözünü ettiğim, [Bakınız: “Acılara Yenik Şakacı Gülümseyişler], o meşhur geçmişten gelen cami ve onun hemen karşısında pencereleri demir parmaklıklı beton duvarlı üç beş bitişik konut yer alırdı. İlkokuldan sınıf arkadaşlarım: çıtkırıldım Tülay, nalçakan Ali İhsan ve gözlük Murat otururlardı. 

Caminin avlu girişinde kesme taştan bodur minaresi ve hatırladığım kadarıyla bir de el-ayak yıkama yeri bulunurdu. 

[📷 Kozyatağı Mehmet Çavuş & Abdulhalim camileri, Kozyatağı, (Aralık 2018).] 

[📷 Kozyatağı Çeşmesi, Şakacı Sokak, (Aralık 2018).] 

İşte Şakacı Sokağı yukarı kesimde şuracıkta başlar, Kazasker’e doğru ufak ufak yol alırdı. 

Yol boyunca sağlı sollu olmak üzere ve geniş zümrüt gibi çayırların ortasına serpiştirilmiş tek tük haneler söz konusuydu. Buralarda yaşayan herkesin bakımını üstlendiği kimi büyükbaş, kimi küçükbaş ama ağırlıklı olarak muhtelif kümes hayvanları doğaya ayrı bir bütünlük kazandırırdı. Genç bir kızın incecik kalça sallamasına benzer şekilde kıvrımlarla devam eden bu yol Kozyatağı İlkokulu’na ulaşmadan gittikçe daralır ve hemen hepsi tek katlı veya bilemediniz iki katlı evlerin sıkıştırdığı o kenetli noktaya kavuşurdu. 

[📷 Kozyatağı İlkokulu; bugün yeni adıyla “Kozyatağı Şükran Karabelli İlkokulu”, Şakacı Sokak, (Aralık 2018).] 

Tam sol omzunuzda bir okul, göbekte is yine tarihsel bir çeşme yer alırdı. Şakacı Sokak’ın o meşhur ellili yıllarında tazecik ziftlenmiş asfalt kaplaması bu göbekten Kazasker istikametine giden yolun devamıydı. 

Okulun ön cephesine komşu geniş bahçe içine yayılmış sivri, uzun ağaçların ardında birbirine bitişik üç katlı betonarme binalar yer alırdı. Bu binaların birinde de yine sınıf arkadaşlarımdan İlknur, Şener ve hem bir aralar sınıf öğretmenim (4’üncü sınıfta), hem de mandolin kursu hocam olan Faruk öğretmen otururdu. O binaların altında hepimizin sevgi beslediği tonton Sefer amcamızın bakkaliye dükkânı vardı. Kendisinden aldığımız leblebi tozu ile nice savaşlar yapardık arkadaşlar arasında. Ama benim favorim her zaman hayvan şekilleri olan bisküvilerdi. Sefer amca daha sonra (70’lerin sonlarına doğru) niyeyse faşist koroya katılmış, MHP’li muhtar adayı olarak seçimleri kazanmış, muhtarlık koltuğuna oturmuştu. İşte belki biraz da onun sayesinde Erenköy, Kozyatağı, Şenesenevler ve Küçükyalı’nın faşizan baskısına dayanamayan Şakacı Sokak o eski şakacı günlüklerinin son demlerini yaşar olmuş, Kazasker’de bile kanlı sokak terörü esmeye başlamıştı. Bunlardan birinde arkadaşımız Ayhan’ı kaybetmek acıların en büyüğü idi. Bizim eve sınırdaş komşu evlerinin balkonlu odasında babası, kardeşi ve ev sahipleri Yalçın ağabey ile iskambil oynarken şerefsiz mermilerin havada uçuştuğu o karanlık gecede, hain pusuya yatmış faşist katillerce katledilmişti. Bedeni aramızdan ayrıldığında yalnızca on altı yaşında gencecik bir fidandı. Hepimiz çok üzülmüştük ama üzüntüsünden kahrolup buna fazlasıyla kederlenen biri de yaşarken Ayhan’a en çok şaka yollu takılan; ve fakat bazen o şaka sınırlarını aşıp, eğlenme seviyesini sinir harbine döndüren yine sınırdaş komşu çocuğu arkadaşım İbrahim’di. Hatta onun bu ısrarlı ısırıcı takılgan davranışları yüzünden bir gün bisikletimle turlarken Ayhan’ın Yapıtaşlı arkadaşları tarafından önüm kesilmiş, bir araba dayak yememe ramak kalmıştı... Neyse ki araya ilkokuldan sınıf arkadaşlarım çakmak Cemal, kızılcık Ali, bakkal Mehmet ve cemali Hasan girmişti de sataşma olayı tatlıya bağlanmıştı. 

[📷 Eskiden buraları hepten oyun sahalarımızdı, Şakacı Sokak, (Aralık 2018).] 

Şimdilerde asfaltlanarak bir caddeye çevrilen ve aşağıda Şemsettin Günaltay minibüs caddesine çıkan yolun yerinde ise uçsuz bucaksız çayırlık alan yer alırdı ki çocuklar buralarda zevk-i rüya ile karışık şampiyon futbol maçları yaparlardı. 

[📷 Şimdiki ismiyle cinsiyle: Marmara Caddesi, (Aralık 2018).] 

Kazasker’e devam eden yola paralel uzanan bu çayır aslında çukurluk bir alandı. Diğer bir deyişle yolun seviyesinden oldukça aşağıdaydı ve karlı kış günlerinde çocuklar açısından ayrı bir eğlence arenasıydı. Yaratıcı düşüncenin önderlik ettiği iptidai icatlarla yapılan kızaklar ile kayılır, kartopu savaşları yapılırdı. 

Şakacı Sokak öyle aman aman çok geniş bir sokak sayılmazdı. Başlangıçta, bahçeler içinde konuşlandırılmış meskenler, çayırlar arasında yeşile bürünmüş dev ağaçlar bir dolambaca giriyormuşçasına size dostça eşlik eder, sokağın öteki ucunu, çıkışını görebilmek için organlarınızı ne kadar zorlasanız da göremezdiniz. 

[📷 Şakacı Sokak, (Aralık 2018).] 

Bu büzgülü yol boyunca size sırt dayamaya kalkan ve arkadaş olmaya çalışan bahçeli yapıların her birinden ayrı bir aydınlık akar, dışarıya sızan ışık sokağa ayrı bir canlılık katardı. Evlerin camları sokağın parıltısına karışırdı. Biraz ilerlediğimizde Kazasker’in santrasından yansıyan ışıldaklar sizi ister güpegündüz ister kapkaranlık yakalasın, aksettirdiği ışıltı ile önünüzü aydınlatırdı. İşte bu güneç sayesinde sokağın kıvırtan kavislerini fark edebilir cansız düz ve basit bir yoldan ne kadar daha fazla renkli ve ne kadar çok canlı olduğunu ayırt edebilirdiniz. 

[📷 Hilmi Paşa dört yol kavşağı, Şakacı Sokak, (Aralık 2018).] 

Çok namlı Hilmi Paşa kavşağına ulaştığınızda ise sokağın bundan sonrasının bir cetvel düzlüğünde uzadığını kaçırmak olanaksızdır. 

O kavşaktır ki, taşıt sayısının epeyce az olduğu tarihlerde bile, korkulu dakikalara sebep olabilirdi. Aynı anda her iki yönden gelip dört yol noktasını hızla aşmak isterken ortada acı seslere karışan lastik cıyaklamaları ve burun buruna durmak zorunda kalan araç sürücülerinin külhanbeyi şamataları, bahçelerinden veya evlerinden sokağa fırlayan insan kümeleriyle dolup taşar seyirlik hoşça bir manzara münazarası müsamere edilirdi. Hatta oyunlarına dalmış çocuklar bile oyunlarını yarıda bırakır, koşturarak olay yerine ulaşır, büyüklerin çöreklendiği bu hengâmeye gönüllü katılırlardı. Bu hızlı koşuşturmaca sahnesinin salladığı ağaçlardan ve çiçeklerden yapraklar dökülür, açılıp kapanan pencerelerden veya kapılardan çığrışmalar birden dağdağalı havayı kocaman bir bulut gibi kaplardı. Ev içlerinden gelen ılık bir esinti yalardı yüzünüzü. O bulutun kapladığı perdeli sahneyi yemek kokuları sarar, Kazasker orta yuvarlağını sarmalamış küçük dükkânlar, bakkallar, berber, terzi, kunduracı, kalaycı kendini gösterirdi. Evlere şenlik bir koşuşturmaca devamlı tazelerdi kendini. Velhasıl, ondan sonra meskenlerin önüne park etmiş bu insan kalabalığının sokağı büsbütün daralttığını tahayyül edebilirsiniz. 

[📷 Oral Sokak girişi, Şemsettin Günaltay Caddesi, (Aralık 2018).] 

Ancak böylece bizim adımıza popüler olan bu sokağımızın, alt komşusu pek işlek minibüs caddesine benzer bir yol haline getirildiği tasavvur edilebilir. 

[📷 Şakacı Sokak, (Şubat 2009).] 

Hilmi Paşa Kavşağı ile Kazasker Meydanı arasında yürüyüşünüzü sürdürdüğünüzde her önünden geçtiğiniz bahçe ve her penceresinden dışarı aydınlık taşıran o evler birer kartpostal görünümünde karşılardı sizi. Ve emin olun, işte o zaman bu sokağın yayan yolcusu olan siz, güçlü bir olasılıkla dönüp bu sokağa bir kez daha bakmak, havasını bir kere daha solumak isterdiniz. 

O zaman tarihe geri döner ve bu sokağın ne gündüz ne gece hiçbir zaman karanlık olmadığına şahit olabilirdiniz. En kısıtlı sokak lambalarının olduğu tarihten bahsediyorum. Elektrik direğinin bulunduğu bir evin önünden başlardı geniş çayırlıklar, hacimli bostanlar ve oylumlu top sahaları... Oturulan her evin penceresinden veya en azından çatısından bakıldığında, bu çayırlar, bostanlar, top sahaları alabildiğine bir boşlukta görülebilirdi. Her evin arkasında irili ufaklı bir bahçesi muhakkak bulunurdu. 

Işıltılar buralardan yansır, evlerin her odasını, odasının her köşesini doldurur, karşılıklı olarak camlardan Şakacı Sokağı içine vururdu. Hiç kuşku yok, hep aydınlık oluşu bundandı. Engin bahçelikler, uçsuz bucaksız çayırlar, sebzelikler gökyüzünü sokağın üstüne sevinçle yayardı. Gözyuvarı alabildiğine uzanırdı. 

[📷 Bizim bahçede; şimdiki Mehmet Sayman Apartmanı, Şakacı Sokak, (Aralık 1983 & Aralık 2018).] 

Heyhat şimdi ne bostanı ne çayırı

Ne bahçesi ne de çiçekli meskeni

Beton bloklar doldurmuş ciğerini

Gökyüzünü örtmüş sis perdesi

Şakacı Sokağı’mız artık rahmetli

Dilim varmıyor söylemeye

Adeta bir kıvrımlı karanlıklar prensesi

Sokağımızın karanlığı bundan

Ya bostandan kalan bir avuç toprak

Ya da bahçelikten geriye ne kaldıysa

Her bir boşluk değerlendirilmiş

Oluvermiş bir otopark

Havamız artık O iki’li deği CO ikili

Zehir zemberek kokuyor gıdası

Geceleriyse bir tel flüoresan ne yapsın?

Sokağı aydınlatacak ne boşluk,

Oturulacak ne mesken,

Kopartılacak ne gül kaldıysa

Ne canlı insan sureti,

Ne de övünç kaynağı

Hiçbirinden eser kalmadıysa

Ay’ı görmek de zordur, yıldızları da

Sızan ışıkları boşuna aramayınız

Varlığına hiç şüphe yok

Siz sadece asfaltlamaya devam ediniz... 

[📷 Kazasker Camisi, Şakacı Sokak, Kazasker, (Aralık 2018).] 

Kazasker orta yuvarlağına dönersek... 

Haline bakarak üzüldüğümüz yalnız bu meydan mı? Şakacı Sokak’ın hangi yönünden bakarsanız bakın bir yığın ecdat yadigârı müstakil mülkiyetler Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun deyişiyle “genç yaşta sündü kuruyan anılar gibi”... Misal, aksakallı hoca, Kazasker camisinden ürkerek kafasını dışarı çıkartmaya cesaret edemiyorsa kendisini çok üzen bu meydanın yeni görüntüsü karşısında şunu mırıldanarak feryat etmesi boşuna değildir: “Yarabbi, hiç mi bunların cezası yoktur?” ... Çocukluğumun aşağı yukarı on altı senesini geçirdiğim Kazasker Şakacı Sokak mahallesinden bugün tek ayakta kalıp da tarihe meydan okuyan Kazasker Camisi... 

Babamın babası, Mehmet dedemin elimden tutarak götürdüğü, keyifle içtiği çay veya kahvenin kesme şekerini ikram ettiği, sade bir gazozu hak ettiğimi düşünerek bir cam şişe içinde ısmarladığı, caminin yanındaki şirin küçük kahvehane de çoktan maziye karıştı...

Arada bir akraba eş dost ziyaret amacıyla gittiğim mahallede, adımlarımı sokak kapısından içeriye yuvarlarken gözlerimin dolduğu doğup büyüdüğüm sarman gönül bahçemiz ve evimiz ise yirmili yaşlarımın ortasına kadar ayaktaydı. O da yıkıldı gitti. Kompostolu ve salçalı bahçeden ise geriye birkaç kuru dallarıyla yaşam mücadelesi veren tek tük meyve ağacı kaldı. 

[📷 Hayrettin ağabeyim bizim eski arka bahçede; (şimdiki Mehmet Sayman Apartmanı), Şakacı Sokak, (Aralık 2018).] 

Hiç unutmam. Bu sokağımızda bazen sonbaharlar o kadar uzun sürerdi. Ki, değişen bağbozumu renkleri izlemek fazlaca bir ayrıcalıktı. Bense bu değişimi bazı zamanlar ön bahçemizden kimi zaman da arka bahçemizden izlerdim. Sararan ve kurudukça dökülen yapraklar, grileşen bulutlar ve ardından gelen yağmurlar. Hep böyle olurdu. Yaz geçer geçmez Şakacı Sokak birden zağlı renklerle, yaldızlı elvanlarla örtünürdü. Yapraklar elbette sadece sarıdan ibaret değildi. Yeşilden kahverengiye, huş renginde kırmızıdan pas rengine ve çamur birikintisinde lekelenmiş yapraklar. Bu arada maviye çalan gökyüzü iyiden iyiye lacivertleşir, pamuk bulutlar hafiften grileşerek birbirlerini kovalamaya çalışırdı. Etkileyici renk değişimi telli turnayı çaldı mı, dokunaklı kış hazırlıkları oracıkta ufak ufak yer almaya başlardı. 

Bu yaprak dökümü hızında girişilen hazırlıklar sokağımıza hareketlilik bereketini de beraberinde getirirdi. Sobalar kurulur, soba boruları evin köşesindeki baca yerlerine monte edilirdi. 

Ben bir çatıdan göğe yükselen gri dumanın tüttüğünü gördüm mü artık kışa girdik derdim. Derken başlardı sızım sızım damlalar. Ardından sokağımızı boylu boyunca yıkayan sağanak yağmurlar. Birden bir fırtına çıkar o sonbahar yaprakları kaybolmaya başlardı... Ve işte beklediğimiz hep o an. Ufuktan alçalarak görünürdü kar taneleri. Selim İleri’nin dediği gibi “yıldızdan yelpazeye, elmas kesimine kar taneleri”...  

O yıllar uzun süren kış mevsimiydi. Kar taneleri öyle bir gelip pir gitmezdi. Örttüğü yerden kalkmaya gönlü el vermezdi. Şakacı Sokağın bir ucundan öteki ucuna kar lapa lapa yağar, etraf beyazla sarmaş dolaşırdı. Bazen tipi azar ama buna meydan okuyan olur, sokaktan şapkalı ve uzun paltolu adamlar geçerdi. 

[📷 Turan & Tahsin Eligül biraderler Kazasker santradan evlerine dönerken, Şakacı Sokak, (1960’ların sonu).] 

Kar asla çocuğu ürkütmezdi. Ama o çocuk büyüdükçe lapa lapa yağan kar unutulur, zarafetle dinen tipi unutulur, hatta eriyen kar unutulur ve kar hiçbir zaman yağmaz olur. Tıpkı yollar aşındığı gibi kartopu oyunları da zamanın dimağlı belleğine karışır gider. Kim bilir? Belki kırk yıl sonra, belki elli yıl sonra, belki de altmış yıl sonra kar tekrar yağar. Evet, evet, bir gün mutlaka yine yağar! Yalnızca kartopu oynanmaz, kızak kayılmaz, kardan adam yapılmaz... Aynı eskiyip giden yol yerine gelmediği gibi... 

Şakacı Sokak da böyle: bundan böyle o damarı yakalamak gerçekten çok meşakkatli...

[📷 Bizim bahçe; şimdiki Mehmet Sayman Apartmanı, Şakacı Sokak, (Aralık 2018).]

[📷 Pire🚲 ile “Kadıköy Pendik Gittik Geldik” Turu; Suadiye, (Ağustos 2017).] 

Seref Sayman

Babaeski, Ekim 2018 -Eylül 2020   

[📷 Yurttan sesler; Babaeski, (Ocak 2020).] 

(*) Önceki Makale: Uzaklara Giden Saltanatlı Yol

(*) Sonraki Makale: Take Your Love Give I to Me ~ Al Aşkını Ver Beni 

***…*** 

 [ÖNCEKİ] << [ŞAKACI SOKAK] >> [SONRAKİ] 

>>> [İçerikDizini] 

***…***