Ismarlama Yollarda Bir Ömre Bedel Hayat

 

gEZENTİ bİSİKLET ~ E-2017/049

Esinti Tarihi: Pazar, 09/07/2017 

ÜTOPYA... İçinde aşk olmayan bir hikâye, hardalsız bifteğe benzer, lezzetsiz olur... 

Geçtiğimiz hafta sonu kendi kendimi topladım, yani bizzat kendimi, kendi kurullarımı, 2017 yılı hedeflerim üzerinde çalıştık. Kamuoyuyla paylaşıp paylaşmama konusunda birbirimize girdik. Hafif basan taraf zamanı gelince paylaşırız oldu. Bisikletle Türkiye Yolculukları’nın velespitle geçmekte olduğu sürecin köşe taşlarıyla analizini, yaklaşan turneler dönemini de göz önüne alarak, programın önündeki görevleri saptamakla birleştirdik. İyi de yaptık: “2017’ye Hazırız!”... 

Bu duyuruyu yayınlanma kararıyla birlikte, bir dizi saptamanın ve hedef belirlemenin arasında, bir tanesi, üzerinde en çok durulan konu oldu. Kurul, genel rota seçimlerinde yüzde 1’lik orana denk düşen bir oy ile Avrupa’yı hedeflediğini ilan ediyordu. Bu şaşırtıcıydı. Çünkü memleket sınırlarını aşan saçma sapan bir yolculuğun olmazsa olmaz başlama noktası Avrupa değil hem saadet şehrim hem de doğum yerim İstanbul olmalıydı. Zira bir gerçekliği nasıl atlayabilirim ki! Alelade bir ‘TC’ pasaport sahibi olarak üzerimizdeki sınır ötesi baskılar o kadar yoğun ki gideceğimiz ülkelere dair vize alma işlemleri işkenceden farksız bir sahneye dönüşebiliyor. İnsanoğlunu bıktırdığı gibi gidilecek aracı da usandırıyor. Gerçi tüm Türkiş yurttaşlar, hepimiz bu yılın Ekim’inden ümitliydik güya. Derken AB’nin lağım borularından sızan Brexit patlaması yaşandı. Shengen oldu mu yengen! 

İşin tuhafı kurulun üzerindeki bu kapçık bıkkınlık yetmedi, “gEZENTİ bİSİKLET”te yapılan habere gelen abuk sabuk yorumlara da yansıdığı gibi, böyle bir oran telaffuzu, çeşitli açılardan eleştiriye maruz kaldı. Somut bir rakama işaretin neden gerektiği sorusu da doğmuştu, oy oranı olarak ifadesiyle aynı anlama gelse de, neden oy sayısının “kalabalık göstericiliği”nin yeğlenmediği de. Hem ulaşılmasının zorluğundan bahsedildi bu oranın, hem “ulaşılacak hedef diye bu kadar küçük bir rakam belirlenir mi” denildi. 

Kimileri için, Velespit Turnesi sonrası açısından, elde edilse bile bir şeyi değiştirmeyecek bir toplamdı bu, kimileri için muhtelif ittifaklarla, genel yerine yerel çalışmalarda gösterilecek belirlenmiş biniciyle (ki bu bendeniz oluyor) rotaya bir-iki alternatif ek rota sokuşturmanın yerini tutamazdı. Tabii, bütün bu görüşler, bir karşıt bakışla yanıtlanıyor, bu yanıtlar da farklı soruları öne çıkarıyordu. 

Aslında ilginç tabii, Avrupa rotası için aynı oranın, hedef olarak adlandırılamayacak küçüklükte ve ulaşılamayacak büyüklükte görülmesi. Yani, elde edilemeyecek nasılsa, bari ağzımızı büyük alıştıralım der gibi. Sanırım, Kurul, “Ekim’de açıklanacak vize çıkışıyla AB barajını aşacağız” türü bir açıklama yapsa, pek sorun olmayacaktı. Afaki kaldıkça sırta yumurta küfesi yüklemiyor bazı iddialar. Ama somut bir ifade, en azından tartışma yaratıyor, olabilirliği sorgulanıyor. 

Anlaşıldı bu yaz sonbahara değin sıcak geçmeyi sürdürecek. 

En azından bu meseleden uzaklaşıp “velespit turne” ütopyamızla sürdürelim biz hikâyemizi. 

Uzun mesafe yol kat eden bisiklet sürücüsünün yaşamdaki en uzun günü. Ya da şöyle mi olmalıydı: Uzun mesafe yol süren bisiklet sürücüsünün en uzun gün içindeki bir hayatı? Bir kez olsun uzun seyahat zamanına girişiyorum, uzun gemi veya tren yolculuğuna çıkar gibi, her türlü yoldan çıkmayı, yamukluğu acayip ve en ince şekilde elimden düşmeyen kerrat cetveliyle hesaplayarak mesafesini çıkarıyorum. Diğer elimde gönyem ve pergelim hiç eksik değil. Tam takım çalışıyoruz. Bilmem kaç kilometre sonra bir dağ geçidinden sıyrılmak için önce epey tırmanılacak, günün parkurunu kazasız belasız tamamlamak için sonsuzluğa ihtiyaç duyulacak. Hangi nefes dayanır bu ebediyete kestirmem zor. Günün sonunda yakalayacağım kamp yerine odaklanıyorum. Bahtım yaver gidiyor, arkamdan esen güçlü rüzgâr sayesinde soluk almam rahatlıyor. Husky’lerin at koşturduğu buzullarda hareket ediyormuşum gibi yavaşlıyorum, ve uzaktan görünen ufkun göz kırpmasıyla farkına varıyorum ki neredeyse aylardır yoldayım, küp dolusu tecrübe ettiğim hayati deneyselliklerle evden kilometrelerce uzağa düşmüşüm. İşte o an, hemen oracıkta, kendimden memnun, kabiliyetli ve mağrur hissediyorum. 

Kamp yerine vardığımda kurduğum çadırıma attığım çalımı görmeliydiniz! 

Güya bisikletle yaptığım uzun yol yolculuğunla baş edeceğime dair bir karar almışım. Ne olursa olsun. Karşıma ne çıkarsa çıksın. E, çok ama çok uzun geçtiğini duyumsadığım tipik yorucu bir günün sonunda daha başka ne bekleyebilir mi? Tamam serüvenin başat heyecanına bir diyeceğim yok. Kalbim küt küt atarak geçiyorum bir sürü yerden. Her an bir yerden bir şey fırlayacakmış hissini insan omuzlarında hissetmeye gelsin. Sırt ağrıları çöküyor omuriliğe doğru. Her arkada kalan mesafede derin bir nefes alıyor insan. Gün kararmadan daha nice mesafe kat edilecek. Programa uyulacak. Ah o deli kızın türküsünü de nereden çıkarmıştım söylemeye. Neyse ki, ağaçlardan, sulardan, böceklerden ve kuşlardan başka duyan olmadı. Bohem gibi yaşam böyle bir şey mi acaba? 

Aslında hiç çarpıtmadan söyleyeyim: insan kendi belirleyerek çizdiği mütemayiz rotayla daha rahat hissediyor kendisini. 

Eğer hayat boyu çoğunlukla yalnız sürmeye alışacaksam, uzun boylu dünya turuna çıkmadan hemen önce galiba her bir şeyi bir arada toplamış aletten edinmem gerekecek, diye kara kara düşünmüyor değilim. Sonra vazgeçiyorum anında. Ben saat bile kullanmayı nicedir bıraktım. Ama günün saatini çok iyi çözümleyebilirim. Hadımköy’ün namlı şoparı Feridun kardeş gibi güneşe bakıp kafa sallayarak, kafadan sallamak gibi değil tabii. Kol saatim olmadığı gibi kum saatim, güneş saatim de yok. Beden saatim günün hemen her saatine uyarlıdır, ister inanın ister inanmayın. 

Sabahları erken kalkmak için alarm kurmama gerek yok. Ben her sabah kaçta yatarsam yatayım mutlaka saat 06.00’da uyanırım ve uyku tulumumun içinde iki üç gerinme egzersizimi yaptıktan sonra ayaklanır, eğer bir göl kenarındaysam gider sabah duşumu yaparım. Yok, cafcaflı hayattan eserler tabiatının sunulduğu en meziyetli çadır kamping tesislerindeysem banyonun yolunu tutar kuyruğa girmeden yıkanmanın tekniğini bulurum. Sıcak suyu bile çoğunlukla aramam. Her mevsimde soğuk duş almaya müsaittir yaban bedenim. Ne de olsa sıcacık suyu görünce gevşer, günüm mayışır, yola çıkmaktan vazgeçerim. Oysa soğuk su diriltir beni, yollara koyar, adamakıllı yeniden pedal basmamı sağlar. 

Hele o serin, huzurlu şafaklar yok mu, dünyayı kısa bir süreliğine sahiplenmeyi ve kendime o emsalsiz zaman dilimini ayırmayı ne kadar çok seviyorum, anlatamam. 

Ama şimdi yine bir önceki paragrafa döndüm; nasıl da yanlış anlaşabileceğime karar verdim. Ben öyle hababam pedal basma meraklısı düttürülerden değilim. İşim olmaz. Ben hayatın tadını çıkarmak için yollardayım. Hadiii aldım soğuk duşu hadiii bas bakalım 1000 kilometre daha, değil yani. Doğanın nimetlerinden faydalanmadan bir gıdım ilerlemem valla. Arkadaş, koş koş nereye kadar? Hep koşmadık mı zaten. Devrim yapacağız dedik binlerce kilometreyi yüz kilometrede koştuk. Eğitim dedik, üniversite dedik kapısından gireceğiz diye koştuk, sonra devir geldi kapısından çıkacağız diye koştuk, ama hep aralıksız koştuk. Kariyer dedik, iş güç, profesyonel bilmemnecilik dedik boyuna koşturduk. Kız peşinde koştuk, top peşinde koştuk, misket peşinde koştuk, sanat peşinde koştuk, kültür peşinde koştuk. Evlencez dedik, koşturduk, çocuk yapçaz dedik koşturduk, çocuklar büyüsün de adam olsun dedik koşturduk. O hergele iş senin, bu hergele iş benim diye sahiplendik hababam koşturduk. E, bari bırakın emekliliğimizde emekleyelim az biraz. 

Ya bir de şu bizim kurulun aldığı saçma sapan %1 Avrupa şıkkı kafama takılmasa, iyiydi, ben şimdi bu uzun yoldan nasıl çıkarım. Yok, kardeşim, benim İskandinavya’yı fethetmem lazım. 90’larda tam gezememiştim. İzlanda’ya gidip soyadımı bile ‘son’ eklemesiyle değiştirmeyi canım fena çekiyor. 

Şimdi durduk yerde nereden çıktı bu telaş? Niye bu kez böyle bir rakam atıldı ortaya? Eyvallah bu rota çalışmaları ciddi bir müessese, bunu anlıyoruz. DPT bile yayan kalır bizim kurulun mesailerinde. Ama paniğe gerek yok. Sakin olmamız lazım. 

Birincisi, çok basitçe söylersem, eğer “gEZENTİ bİSİKLET” gibi ciddi bir oluşum, böyle bir hedef belirlemişse, bunun mümkünlüğünü gördüğündendir. Bu olmasa, herhalde bir orandan söz etmezdi, genel (kurusıkı) bir dil kullanırdı. Sanıldığı gibi, kurul üyelerini ve en başta da direksiyonun başındaki zat olarak bendenizi alternatif rotalar çalışmaya sevk etmek amacı taşısaydı sadece, hedefi daha da büyütürdü. Ama böyle bir şeyi hiç yapmadı, ayağı yere basmayan söylemlere tevessül etmedi. İkincisi, bu sadece bir oluşumun kendisine dünya turu yelpazesinde bir rota orantısı biçmesi değil, Kapıkule’nin, İpsala’nın, Dereköy’ün önündeki seçeneksizlikten çıkış ihtiyacının geldiği noktanın belirlenmesiydi. 

Peki, küçük bir oran mıdır yüzde 1? 

Biraz dolaylı çağrışımla, Lenin’in o malum sözü geliyor akla hemen. Hani, ilk bakışta, üç sayısının ikiden çok olduğu gerçeği gibi tartışma götürmez gibi görünen şeyleri yineleyenlere kızıp da söylediği gibi: Siyaset, aritmetikten çok cebire benzer, ilkel matematikten çok yüksek matematiğe benzer... 

Gerçi burada siyaset yaptığım filan yok da EURO kapısı ne ayak? Hemen hemen her bastığın Garp toprağında öyle bir “Duuuur” çekiyorlar ki sormayın. Gelin de siyaset yapmayın. “gEZENTİ bİSİKLET” duyurusunda da vardı, yüzde 1, psikolojik bir eşiktir. “Küsurattan” çıkıp, bir dilim talep etmektir. Binde 1 ile yüzde 1 arasındaki sayısal fark ne kadar küçük olursa olsun, bir lig sıçrayışı demektir. Elbette, buradaki psikolojik faktör, bir mağaza vitrininde 10 TL olarak belirlenmiş fiyata oranla, 9,99 TL yazan yerdekinin daha ucuz olduğunu düşündürten klasik yöntemdeki kadar basit değildir, burada mesele başkadır. Yüzde 1, nereden bakarsanız bakın, Avrupa’ya çıkacak yolların oranının birkaç kat artırması demektir. Dış siyaset, yüksek matematiğe benzerse, dünya turu projesi de yüksek dizemli kardiyovaskülere benzer. Burada nicel sıçrama yapmış, niteliğini söylemeye gerek olmayan oy sayısı, kurulun laf kalabalıklarına net bir alternatif anlamı taşır. Yüzde 1, sadece psikolojik değil, sayısal anlamda da bir eşiktir. Eminim bu kötünün iyisi gibi bir şey. Bu güz dananın kuyruğu kopacak gibi. Hâlbuki Ekim 2016’dan sonraki gelişmelerin sıçramalı olacağı görülecektir. Bir güven duygusu eşiğidir de yüzde 1, umut tazeleyici de. Bu açıdan bakıldığında, sayısal karşılığının ötesinde bir büyüklüktür. 

Peki, olur da sonuç aleyhte sonuçlanır ve şu memleket sitti sene Shengen’den yengen edilirse (yani sistem dışında kalması doğrulanırsa) dünya turum böylesi güç koşullarda hâlâ gerçekleştirilebilir hayaliyle yanıp tutuşabilir mi? 

Tek sözcükle: Evet... 

Gerçi bir hedefin gerçekçiliği, elde edilmişliği anlamı taşımıyor. O yüzden, bütün tartışmaları bir tarafa bırakıp, buna ulaşmanın yolları üzerinde durulmalı. Denilecektir ki, zaten olabildiğince çok toprağa ulaşmak ve ihtiyacımız olan tur vizesine ikna etmek için çabalamak birincil işimiz, o zaman, böyle bir hedef koymanın yaratacağı farklılık ne? Şöyle yanıtlayabilirim: Belirlenmiş bir taahhütteki “mütevazılığın”, her dönem için geçerli bir “azamilik” belirsizliğinin gevşeticiliğini kırması. “Avrupa’ya kolay kolay çıkamazsınız” reelliğine, bunun tramplenine çıkmanın önemiyle yanıt verme. 

Çok uzak değil ama çok yakında kurulumun burnumuza dayatılan sorunu çözmesi anlamında en önemli meselesi şu olacaktır: Bu sözel olguyu, sayısala dönüştürmesinin önündeki engel, tümüyle, işgal ettiği oy gücü oranında yatmaktadır. Sayısal ikna için sayısal güç. Paradoks gibi mi? İşte bu paradoksu aşmanın moral gücü olarak saptanmış bir rakamdır yüzde 1. 

Avrupa’sız bir dünya turu planlanabilir mi? 

Hayır, e, o zaman, pamuk eller masaya. Geleceğe konsantre olalım ve başlayalım çalışmaya. 

En azından benim yaşlı kıta hakkındaki hayallerimin içine edilmesini istemem doğrusu. 

Konsantre dedim de diş fırçalamadaki konsantrasyonla ne kadar benzeşiyor. Hiçbir şey düşünmeden salt dişlere odaklanmak. 

Sonra o uzun yolculuğun verdiği haz, günün geri kalan rutini oldukça standarttır. Misal bir, iki saat yol alırım, sonra durur mola veririm, birkaç dakika nefeslenirim, karnım acıktıysa midemi bastırmak için çerez, kuru yemiş atıştırırım, sonra hop yeniden atlarım velespitimin selesine, koyulurum yola. Gün batımına kadar nereye kadar varabilirsem. Görmek istediğim ilgi çekici yerler çıkarsa karşıma, bu tasarruftan kaçınmam, mutlaka ziyaret eder, araştırmasını yapar,  fotoğraf ve vidosunu çekerim. Eğer birilerine rastlarsam kırk yıllık dostmuşuz gibi oturur sohbet ederim. On beş dakikada hayat hikâyemi anlatabilirim sıkılmazsa eğer. O anlatırsa onu da dinlerim zevkle. Yol anılarımı paylaşırım alaka duyarsa. Hatta işi büyütür, geceyi konaklamam için davet ederse, evinde bir uzo, tekila, votka, viski, bira filan da içer sohbete kaldığımız yerden devam edebilirim. Çay ya da kahve de olabilir elbette. Hatta çiftlikte yapılacak işler varsa yardım elimi bile uzatırım. Ama bir fabrikada çalışıyorlarsa, ben de fabrika ayarlarıma geri dönerim. 

Yolda bir akarsu, göl görürsem eğer, mutlaka kıyısına yanaşır ‘koli basili’ gibi yabancı maddelerin pek duyulmadığı yöresel suyun tadını almak için yüzmek isterim. Şayet market, benzinci ve benzeri yerler yanından geçersem tabiatıyla park eder, stokumu tazelerim. 

Açıkçası dünya turunda gezginliğim yarış pistindeki yarışçılar gibi değildir. Yarışmayı artık sevmiyorum. 

İşte görüldüğü gibi kompleksli bir hayat tarzım yok. Lüzumundan fazla mütevazı yapımla bol miktarda hayallere dalarım. Lojistik ile ilgili planlarımı revize ederim. Hayat serüvenimi süsleyen renkli rüyalar görmeye bayılırım. Gündüzleri daha enerjik kalkmamı sağlarlar. 

Her şeyimi kayıt altına alırım. Yazacağım bülten için kısa özlü notlar alırım, tıfıl seyir defterime. Sonra gece bunları biraz daha uzatırım. Öyle uzatırım ki bazen, yanımda ah keşke bir de uzunçalarım olsaydı diye çaresiz hayıflanırım. Vardığım konforlu mekânlarda “gEZENTİ bİSİKLET” için ve onun fACEBOOK köşesinde paylaşacağım yazılarımı hazırlar, internet varsa bunları bir dizi halinde yayımlarım. 

Yolculuk esnasında ezbere bildiğim şiirleri, şarkıları ve türküleri yüksek sesli okumaya başlarım. Hatta içimden geldiği zaman rüzgârla birlikte söyler, yol sapıkları, sapkınları, gerzek şoförlere söverek bağırırım. Lirik (poetika) sövmenin muhtelif güzellikleri oluyor. Sanırım her dilde anlaşılabileceğinden dünyanın bütün ineklerini birleşmeye çağırır onlara kocaman bir mö-öööö çekerim. Çocuklarsa benim için zenginlik kaynağıdır. Mutluluk kaynağıdır. Onlarsız bu dünya gerçekten çekilmez olurdu. Onlara el sallar gülücük dağıtmalarını sağlarım. Eskiden sıkça yapardım. Şimdi de yaparım. İki elimi bırakır bisikletim bizzat yolunu bulur. Evimi özlemez, her gezdiğim yeni yeri evim kabul ederim. 

Güneş gökyüzünde ufaktan batmaya başlayınca uyumak için en uygun yerleşkeyi ararım. Yol üstündeyse hep söylendiği gibi benzin istasyonlarını tercih ederim. Kırsal alan, ormanlık alan, deniz veya göl kenarı, dağ zirvesi ise ‘vahşi doğa’nın keyfini çıkartırım. Eğer bir kamping alanı çıkarsa önüme hiç kaçırmaz mutlaka birkaç gece dinlenmeyi yeğlerim. Büyük kentlerde uygun pansiyonları (Bed & Breakfast) tercih ederim. Şahsımı evlerine davet eden konuksever insanlar çıkarsa onları kıracağıma kafamı kırarım daha iyi. Yabancılarla yabancı gibi olmam şipşak onlardan biri gibi olur, umudun çiçekleri aklıma düşer, ah o eski günler neydi be diyerek nostaljik duygular yaşarım. 

Vahşi doğada kamp yapacaksam güneş tam manasıyla batmadan önce en doğru noktayı bulmak için hızlı hareket eder ve bulur bulmaz kamp malzemelerimi atarım. Vahşi doğada konaklamanın sanatı uzun mesafe bisiklet sürücüleri için hayati önem taşıyan bilgileri yaşayarak öğrenmekten geçer. Doğada konaklama bir uzun yol bisiklet turcusunun olmazsa olmazıdır. Eğlencelidir. Özgür ve bağımsızdır. Hürriyet yüzde yüz konaklayan kişinindir. Mühim olan kurulacak kampın yol güzergâhının dışında, evlerden uzakta ve az biraz düz arazide olmasıdır. Eğer şanslıysam otluk alan olmasını tercih ederim. Eğer daha da şanslıysam bir su kaynağına yakınımdır. Sabah-akşam duşumu alabilecek bir nehir, bir göl tercihimdir. Her akşam güneş yavaş yavaş kaybolurken, gün batımını izlemeye doyamam. Ardından çıkan yıldızları, çimlere uzanmış seyrederken şarkılar mırıldanmayı, pişirdiğim makarnaya kaşık çalarken Nazım’dan, Arif’ten, Atilla’dan dizeler döktürmeyi pek severim. El fenerimin ya da mumların ışığında günlüğümü yazarken sevinçli sayfalara muziplikler nakletmeye bayılırım. Bazen kitap okur, bazen müzik dinlerim. Bazen aldığım gazete olursa onu akşam bitirir, sabaha tuvalet kâğıdı olarak kullanacağım şekilde katlar bir kenara kaldırırım. Artık sıra rüyalara dalmaya gelmiştir. Göz kapaklarımı indirir, uyku tulumuna sarılırım. 

Ve bilirim ki ertesi gün yine benzer şeyler yaşamaya devam edeceğim. İşte ben ne zaman bunları birkaç yüz bin defa tekrarlarsam dünyanın çevresinde iyi bir turlama yapmakta olduğumu fark ediyor olacağım... 

Benim gibi bisikletiyle dünya turu yapmanın ütopyası kuran birinin eylemlerinde yakinen sınanmışlıktan gelen güven kuşkusuz çok önemlidir. Ama bendeniz, bunun örneklerini çoğaltmalıdır. Bu denli uzun ve yorucu bir gezi programını kendi gündemine taşıyan, turun her zaman yolunda gitmeyecek bir takım elzem sonuçlara yol açan durumların sürgitliği yüksek iradeden beklenemese de, buradan çıkacak derslerin ışığında ilerlenmelidir. Ben ve velespitim, küçüktür büyüktür demeden, nerede bir sorunla karşılaşırsak, orada olur, çözüm üretiriz. “Arıza” yapan durumlara karşı, ne yapmamız gerektiğini kendi kendimize istediğimiz kadar doğru sözlerle anlatmakla yetinmediğimiz gibi, yolumuzun üzerindeki bir güzergâhın kanalizasyon patlağına da, “komün” tarz-ı hayat üzerine söylevle yaklaşmayız. Öyle olursak, mutlaka beğenilir, doğru söylüyor denir, ama donumuzdaki hatıra dolu tozla veya çamurla o kanalizasyona girmedikçe rota seçimimizde yaptığımız oyunu hakkıyla alamayız. 

Alt tarafı bir kanalizasyon sorunu! Bulaşık iki ayaklılardan tutun da bulanık gözlü dört ayaklılara kadar bir yığın tehditle baş etmek durumuyla karşı karşıya kalıyor insan. Bir de buna teknik arızaları, doğal musibetleri ekleyince sorunlar kat be kat katlanabiliyor. Başarı örneğinin küçüğü büyüğü olmaz... Makro turlarda analizlerimin genel olarak doğruluğu, burnuma sızan kanalizasyon kokusundan kırılma noktasına gelmeden oyun bitti diyemem. Tur ilerledikçe pratikte kazanılan güven, her sorunumda problem çözmeye ayarlı bir anahtar gibidir... 

Peki, ısmarlama yollarda bir ömre bedel hayat ortaya konuyorsa ben bu işi neden yapıyorum gerçekten? 

İşte size bir turda başıma gelebilecekleri de çağrıştıracak şekilde kaleme aldığım “Niçin dünya turuna çıkmak istiyorum?” sorusuna cevaben kocaman bir listeyi sunmaktan şeref duyuyorum:

 

ü  Niçin olmasın?

 

ü  Eğlenceli, en azından bir bittiğinde diğeri başlamadan bende bırakacağı eğlenceli izlenimler.

 

ü  Orada bir yerlerde kocaman bir dünya var ve ben hayat tecrübelerimi bugüne kadar edindiğim profesyonel bilgilerle ve eğitimle bir köşeye sıkıştırmak istemiyorum.

 

ü  Doğuştan gezginim aslında.

 

ü  Belki de bana maceralar sunabilecek başka mecralar bulamadığım içindir.

 

ü  Herhalde bu yaşımdan sonra bundan daha iyi yapabileceğim bir şeyler olmadığını düşündüğümdendir.

 

ü  Çünkü yapabilirim.

 

ü  Kendimi test ediyorum desem.

 

ü  Hayatta olmak, hayata bağlanmak için.

 

ü  Doğanın nimetlerinden faydalanmak için.

 

ü  Orda burda yaşamış köklerim var. Nasıl bir yerlerde yaşamışlar merak ettiğim için.

 

ü  Hiç bisikletler dağlarda, vadilerde, sularda, çölde, buzullarda dolaşmamıştım. Niye olmasın?

 

ü  Kötü ruhların başıma kakmaya çalıştığı takıntıları kendilerine iade etmek için.

 

ü  Enternasyonalizm ülküsü için.

 

ü  Farklı kültürleri yakından yaşayabilmek ve hayatı ikirciksiz paylaşabilmek kültür anlayışıma zenginlik katabilir.

 

ü  Ne kadar bilim varsa gözlerimle misafir olabilirim. Sanat, felsefe ve tarih de bunun içinde.

 

ü  Bisikletle uzun yollar gidebileceğimi en yakınımdakilere kanıtlayabilmek sevdası nasıl bir şeymiş tadına bakmak için.

 

ü  Gezi yazarlığı da ne menem şeymiş, yapabilir miyim merakını yenebilirim belki. Yıllardır Atlas dergilerinden okuyordum, şimdi bu özel alanda yazma sanatını konuşturacağım. Desem de inanmayın. Benimkiler hatırat babında olacağından kimseye ne faydası dokunur bilemem.

 

ü  Belki iki sadık dilcağızım Türkçe ve İngilizcemin yanında iyi kötü birkaç dil konuşmayı da becerebilirim.

 

ü  Kazı yapma imkânım olur mu? Evrim teorisine katkıda bulunmak isterim doğrusu.

 

ü  Belgesel filmlere altyapı oluşturabilirim mesela. Oğlum sen duyma, kızım sen anla.

 

ü  Yeni yüzlerle tanışmak, yerel halkın evlatlarıyla kaynaşmak, farklı türlerin arasına karışmak en büyük idealimdir. Tek millet, tek devlet ve tek bayrağı oldum bittim sevmem.

 

ü  Sinemacı kızıma yaklaşamam ama fotoğraf çekimleri benim de basbayağı özel ilgi alanımdır. Ne çok fotoğraf albümü hazırlarım ama.

 

ü  Macera... macera... macera...

 

ü  Çocukluğuma, gençliğime dönüş; harikulade...

 

ü  Sevdiğim birkaç yer olursa yatırım yapmak için... Bak şimdi şaka yaptım işte. Bu olmaz da; belki seversem kalıcı bir takım çevreler edinebilirim. (Yapı anlamında değil, insan figürleri anlamında.)

 

ü  Duatlon bazılarına uymaz ama benim en sevdiğim şekildir. Mesela dik yokuşlarda ben kimseye benzemem. Herkesler gibi ne ayaklarımı ne de pedallarımı zorlamam. Alırım elime velespitimi yürüyerek çıkarım. Kime ne?

 

ü  Asfalt leşleri görmek isteyebileceğim en son şeydir ama kaçınılmaz.

 

ü  Kim bilir hangi tanıdık yüzlerle karşılaşacağım?

 

ü  Yeri gelince ağlayacağımı biliyorum.

 

ü  Yeri gelince iç çekerek, hıçkırarak ağlayacağımı da biliyorum.

 

ü  Ama ne! Gülmek en iyisidir deyip kahkaha patlatacağımı da çok iyi biliyorum.

 

ü  Hayatımdan endişe duyacağım anlar olmayacak mı? Hiç olmaz olur mu?

 

ü  Parmak ısırtacak güzellikte gün batımlarını ve her tan vaktinde güneşin doğuşunu izleyebileceğim.

 

ü  Saçımı belki de benzincilerin musluklarında yıkama olanağı bulabileceğim.

 

ü  Günlerdir duş almadan sürmenin zevkine ereceğim.

 

ü  Bir sabah vakti gözlerimi açtığımda etrafım kelebeklerle çevrilecek birlikte güne uyanacağız, çocukluğumdan beri hasım olduğum saldırgan arılarla nihayet dost olmanın yollarını öğrenebileceğim.

 

ü  Saldırgan köpeklerle baş etmenin püf noktalarını en ince noktasına kadar inceleyecek, bu konuda sapına kadar uzmanlaşacağım.

 

ü  Kim bilir hangi merdiven altlarında uykuya dalacağım?

 

ü  Belki de hiç tanımadığım birilerinin evinde misafir olup derin bir uyku çekeceğim.

 

ü  Gecelemek pekâlâ bir kapı önündeki paspası evin eniğiyle de paylaştığım bir alaca karanlığa denk düşecektir.

 

ü  Fahrenhayt babaya göre üç basamaklı ısıda sürebileceğim kimlerin aklına gelebilir?

 

ü  Kim düşünebilir ki konuk olacağım köyün birinde keçiden süt sağacağım diye?

 

ü  Yolda karşıdan karşıya kıvrılarak ilerleyen sürüngenlerden hile ile kurtulacağım.

 

ü  Arkadan sarkan uzun saçlarıma aldanıp ıslık çalan düttürülere orta parmağımı göstersem mi acep?

 

ü  Dünyanın uluslararası çapta iyilikleri yüzlerine vurmuş, en iyi kalpli, arkadaşlarını edineceğime yüzde yüz garanti veririm.

 

ü  Ellilerden kalan bir filmi velespitimle birlikte seyredeceğim açık hava sinemasını nasılsa bulacağım.

 

ü  Bazı dik yokuşlarda, yamaçlarda elimden tutarak beni yukarı çekecek velespitimin keyfine diyecek olmayacak.

 

ü  Bir şehrin parkında biriken gezgin bisikletlilerle tesadüfen bir arada olacağız.

 

ü  Benimle yarışmaya kalkan veletlere çaktırmadan önden epey biraz avans vereceğim.

 

ü  Şalterlerimin atacağı bir anda galiba en iyisi gidip bir opera bileti almak olacaktır.

 

ü  33. paralelden kim bilir kaçıncı kez geçmiş olacağım? Meridyen hesaplamalarına daha henüz gelemedim.

 

ü  Amerika’nın kuzey-güney iç savaşından kalma bir tahta kulübede uyumanın tadına varacağım. Tom amcamı layıkıyla anacağım.

 

ü  Latin Amerika’da en çok dondurma tüketen ben olacağım.

 

ü  Tüm yolların en fazla fıstık ezmesi tüketicisi olarak çiftteker tarihime bir rekor daha ekleyebileceğim.

 

ü  Tıbbi ihtiyaç duyduğum bir anda nasıl olsa birileri gelip bakacaktır diye tasa etmeden bekleyecek ve bu bekleme süresinde kendi kendimle beş taş oynayacağım.

 

ü  Bir serüven biterken hilafsız üzülecek bir yenisi başlarken haliyle çok sevineceğim.

 

ü  Evimi hiç özlemeyeceğim. 

ÜTOPYA’da ütopik esintiler yazmanın sonu gelmez. Cümlelerin seyri biraz düştü, ama hayal âlemi yerli yerinde Hele bir de gerçekten ne yaşanır onları da gerçekleştiğinde yazmaya kalkarım. Hepsi böyle yukarıdan aşağıya bir kerede listelendi mi çok banal görüntü veriyor. Bu kez bana kalan, tarih ve hedef ben ve velespitimden önemlidir olsun. Adanmışlık olsun. 

Yoksa ben yine de kendi memleketimin yollarına kader taşları mı döşemeye devam etsem?.. 

Bir sonraki esintiye kadar kalın sağlıcakla...

Mürekkebe banmış esintili Sevgilerimle,

Gezenti Bisiklet  

***…*** 

[ÖNCEKİ] << [ESİNTİLER] >> [SONRAKİ] 

>>> [iÇERİKdİZİNİ] 

***…***