TV’de ECNEBİ FİLM: “SEVİMLİ CADI”
BELL, BOOK and
CANDLE [1958]
Dün Kilitli Günlüğüm’de yazdığım gibi, eski yıldan yeni yıla girerken annem durduk yerde hepimizi
şaşırtan bir operasyon başlattı. Evde değişiklik yapmanın zamanı geldiğini
söylüyor, holde duran divanı babam bir yakasından, ben diğer yakasından tutup
iki parçalı salonun beriki başucuna yerleştirmemiz direktifini veriyordu. Artık
oda kapısı olarak kullanılmayan kilitli kapının tam arkasına savaş cephelerinde
kum torbalarından oluşturulan siperlikler gibi koca bir yığınak yaparak. Konu hane
içi cumhuriyeti olunca evde annemin sözü geçer. Tüm sahne düzeni onun arzu
ettiği gibi sağlanır. Bize de laf düşmez. Dediği gibi yaptık. Şimdi derinliği olan
salonda iki kardeş divanımız oldu. Fakat annemin bu operasyonun arkasındaki
maksadı belliydi. Bunu biliyorduk. Bize yasak ettiği misafir koltuklarında
gelişi güzel yayılmamamız için tedbiri elden bırakmak istemiyordu. Buraya kadar
her şey güzel, her şey normal. Ancak annemin unuttuğu bir şey var. O da kardeş
divanlardan birinin televizyonumuzun görüş açısının dışında olması. Dolayısıyla
televizyon sehpasının tam karşısına diklemesine koyduğumuz divana beşimiz de
dolmuşa biner gibi oturmamız gerekecek. E, gerçi bu da mümkün olamayacağına
göre divanı en önce kapan iki kişi belki insafa gelir bir üçüncüye de yer
verebilir. Demek evdeki hesap bizim salona pek uymadı. Herhalde çok yakında
bahçede ağaçlar arasında oynadığımız köşe kapmaca oyununu evde de divan kapmaca
ile sürdüreceğiz. Şenlikli günler bizi bekliyor!!
Hol rahatladı, büyük yemek masasına yer açıldı. Hol memnun, masa ve
sandalyeler memnun.
Herkes, her şey bir değişiklik peşinde. Ben geri kalır mıyım, durdum
düşündüm ve aklıma gelen ilk parlak fikri uygulamaya niyet ettim. O da şu.
Bugüne kadar sinemaya aşırı düşkün biri olarak kampanyalarım hep oyunculuktan
yanaydı. Bundan böyle figüranlıktan ve yönetmenlikten çekilmeli değişik bir
şeyler yapmalıyım. Diye bir fikir tartışması yaptım kendimce. Kararımı verdim.
Bu seneden itibaren gerek televizyonda gerek sinemada izlediğim filmleri, bulunduğum
ortamların havasını da canlı başlı öyküleyerek sistemli bir şekilde yazacağım.
Böylece kendime şahane bir arşiv düzenlemiş olacağım.
İşte yeni yılımın en yeni kararı bu. Ağaç Ev’e, Kilitli Günlüğüm’e ve Kafalama’ya bir ahbap çavuş daha eklendi. Hatta dört! Zira yerli ve ecnebi
filmleri: evde televizyon karşısında izlenenler ile sinema salonunda seyredilenler
olarak ayırmayı planlıyorum.
Bu yazıya ilk konuk olana takacağım Şeref
madalyası da dün gece televizyon ekranında seyrettiğimiz muhteşem üçlünün rol
aldığı “Sevimli Cadı”ya layık oldu. Yakıştı.
Dün gece boyunca yeni divan
otelimizde yerler önceden ayırttırıldığından kimse kimseyle kavga etmedi.
Belki yılbaşının ilk günü olmasıydı buna neden. Ne de olsa annemin bazen batıl
inançları devreye girer ve bizi uyarmak vazifesini görür. Dün de şöyle dedi: “Yılın ilk günü hırlaşırsanız, bütün yıl boyunca birbirinizle kavga
edersiniz!”
Biz üç kardeşler hırlaşmadık, annemizin sözünü dinledik ve ilk evvela kapıyı iki defa çalan “Kaynanalar” dizisini seyretmeye
başladık. Nuri Kantar’ın yeni dümenine su taşıyan Leman Çıdamlı yine akıl küpüydü. Saftirik tombul Döndü kız hep
bildiğimiz gibi. Her sözü döndü dolaştı olay oldu. Ama ben opera ile diziyi karıştıran Tijen Hanım’ın
“Niii-niiiiii”lerini çok özledim.
Çok gülmenin faydası varmış yediklerimizi yumuşattık. Gecenin son
bölümündeki komediye geçmeden verilen arada muhteşem bir orkestra şov izledik.
İzmir televizyonuna bağlandık. İzmir’e gitmiş kadar olduk. Yaşar Güvenir
beyefendi tango söylerken annem çay demlemek için mutfağa vals yaparak gözden
kayboldu. Ablam, “Acaba ben de şu Çarlistonu becerebilir miyim?” diye bana nazik bir soru attı. Benim cevabım kısa ve yalın oldu: “Ama bu Çarliston babamın bahçeye
ektiği çarliston biberlere hiç benzemiyor.” İskender Doğan, siz bu işe Kan’ın ve Gül’ün dedi. Kıymet Unutma annemin elindeki çay tepsisini almaya kalkan ablamı görünce
Zeybek söylemeye ve efelenmeye başladı. Annem ise yan gözle baktığı Ayla Algan’a “ben, ne de olsa kadınım” diye sızlandı. Yüzüne bakamadığım sanatçının beni en çok duygulandıran
şarkısı ‘bir
sevda geldi başıma’ adlı parçası oldu.
Ağabeyim saatini kontrol etti ve Zeki
Çetin kendinden geçmişken ‘bir ihtimal daha var’ diye mırıldandı.
Artık hepimiz hazırdık. Yıllık çam ağacımız dışarıda üstüne yağacağı
pamuk gibi karları beklerken sokak lambamızın narin mum ışığı ile
aydınlanıyordu. Tek dileğimiz devletin elektrik idaresinin evimize
girmemesiydi. Ailece hep beraber filmin olmadık yerinde şaaak diye cereyanları kesmesin diye Söğütlüçeşme ‘TEK’ idaresine bildiğimiz tüm duaları ettik. Hatta
biz kendi tasarrufumuzu kendimiz yaparız niyetiyle televizyon ışığı haricinde
evin tüm lambalarını söndürdük.
İşte elinde meşalesiyle o sevimli hanımefendi ekranda göründü ve havaya
doğru saçılan parlak ışıklar ardında Columbia
Pictures yazısı “Sevimli Cadı”nın başlayacağı haberini duyurmuş oldu.
Çok beğendiğim üç karakterin buluştuğu filmin İngilizce’deki adı “Bell, Book and Candle” ve doğrusu James Stewart ile Kim Novak bu film sayesinde yeniden bir araya geliyorlar. Bu ikili
daha önce izlediğim Alfred Hitchcock’un
başyapıtı “Ölüm Korkusu”nda (İng.
Vertigo – Ş.S.) rol almışlardı. Şimdi
aralarına katılan Jack Lemmon ile
film çok hoş bir romantik güldürü olmuş. Gerçi filmi izledikten sonra ilk
edindiğim intiba şu oldu. Evet, bu film kesinlikle Ölüm Korkusu gibi bir çıngırdak,
bir kitap veya bir mum ışığı tutamaz, onun gibi bir başyapıtla boy ölçüşemez.
Ama gerek karakterlerin muhteşem oyunculuğu gerek sihirli filmin sürükleyici
olması Divan oteldeki herkesi çok
memnun etti.
“Sevimli Cadı”nın olay örgüsü 1950’lerin Manhattan’ında büyücülüğe tiyatrolu bir bakış
açısıyla gülüp geçiyor. James Stewart bir kitap yayıncısı olarak, Shep Henderson portresiyle karşımıza
çıkıyor. Yeni taşındığı dairesi sıradışı sanat koleksiyonu satan bir dükkânının
üzerinde. Tabi, bu acayip dükkânın sahibesi bizim seksi Kim Novak’tan başkası
değil. Yerine geçtiği Gillian Holyroyd,
Shep’e sadece komşu değil, o aynı
zamanda büyücülüğü icra eden sevimli bir cadı. Komşusunu görür görmez âşık olan
cinslerden.
Aklım hemen bizim Şakacı Dünya’ya
takılıyor. Bizim dünyada da böyle komşu kızlarına şıp diye âşık olan nice
delikanlılar var. Hatta mutlulukla evlilik yapanların sayısı iki elin
parmaklarından fazla. Her biri ayrı ayrı gözümde canlanıyor.
Fakat bu kez sahne tepetaklak oluyor. Kızın peşinde koşan delikanlıya
değil, delikanlının peşindeki bir kıza tanıklık ediyoruz. Gillian ilk bakışta komşusuna kanı kaynıyor, ondan elektrik alıyor
ve hayatında öyle birisinin olmasını ne kadar çok istiyor bilemezsiniz.
Kuşkusuz bizim gibi filmin karşısına geçmiş milyonlar bunu biliyor. Ama işler
biraz karışık. Öyle şıp diye bir tanışma olması lazım ki o elektrik kofraya
kontak yaptırmadan, birilerinin sigortalarını attırmadan akım sağlasın. İşte ne
zaman Gillian, Shep’in çok kısa bir vakit içerisinde evleneceği kızın eskiden
kolejdeyken tanıdığı rakibi Merle
Kittridge olduğunu öğreniyor, olanlar oluyor. Shep’i başka bir cadının hezimetinden kurtarmak için
adamın üzerinde etki bırakıyor. Bu züppe kızı canlandıran Janice Rule zor anlar
yaşıyor. Ve Shep’in aklı bir anda
karışıyor, Gillian’a âşık oluyor.
Ancak gittikçe durum daha fazla karmakarışık bir hâl almaya başlayınca sevgili
cadımız Kim Novak, ona gerçeği söylemeye karar veriyor. Tabii Shep’in ona neden ve nasıl âşık olduğunu
da.
Peki, benim adamım Jack Lemmon bu tiyatronun neresinde? O Gillian’ın erkek kardeşi sihirbaz Nicky rolünde bir gece kulübünde tamtam
çalıyor. Ayrıca her işe burnunu sokan bir teyzeleri var. Bu üşütük teyze Quennie’yi Elsa Lanchester oynuyor.
Ancak filmdeki sevimli cadı bildiğimiz tatlı cadı Samantha’ya hiç benzemiyor. Hatta çocukken masallarda okuduğumuz
sevimsiz, çocukları yemek isteyen, süpürgeli cadılardan da değil. Büyü TRT’nin
üzerine bir kara çarşaf gibi çökmüyor. Kanımca renklere ait bir şey var bu
filmde. Böyle hissediyorum. Benim fikrim bu filmi büyüleyen şey renk tonları
olmalı ama biz her şeyi siyah ve beyaz olarak izleyebiliyoruz. Oysa cazibeli Novak
durmadan üstünü değiştiriyor.
Üstelik film bir roman gibi desem, değil. Roman gibi ilerlemiyor. Sonunda
ne olacak diye merak uyandıran bir zahmete girmiyoruz. Sonu ne olacak şimdiden
belli diyerek izliyoruz. Bizim Türk filmlerinde de böyle ilerliyor hikâyeler.
Herhalde filmlerde hep gördüğümüz çok güzel, alımlı kızlar kendilerine abayı
yakmış herifleri baştan çıkarabilecek büyüye baştan sahipler. Bizler seyirciler
olarak işin başından farkındayız yani.
Bu yüzden rol yapan karakterler bir yana, birilerinin eserine dayanılarak
yapılmış bu filmin numarası, doğuştan büyüye sahip bir kadının ıvır zıvır
marifetleri gerçekten budalaca ve oldukça sıradan. Herhalde birçok filmini
beğenerek izlediğim gururlu rejisör Richard Quine de bunun farkında olmalı.
Kim Novak’ın yay gibi esneyen kaşlarının altındaki büyüleyici gözler ile çekici
dudaklar onu da zıplatmış olmalı. Sanırım bunun için sigara dumanına bulanmış
bir gece kulübüne ihtiyaç da yok. Ama şahsen benim bayıldığım nokta Gillian’ın hem ev hem de dükkân olarak
kullandığı evin dekorasyonu ve Pyewacket adlı yılışık kedinin insanı hipnotize
eden gözleriydi.
Yine de üçlüye oyunculuk sanatı açısından teşekkür edebiliriz. İyi ki bu
filmde birlikteydiler. İyi ki sinsice hareket eden ve karşısındaki adamı tahrik
eden sevimli cadı Kim Novak’tı. İyi
ki baştan çıkarılan cilalı adamın ta kendisi James Stewart ve sokak lambalarını ‘puflayarak’ söndüren ve papyonunu bir saniye olsun gömleğinden ayırmayan neşeli
adam Jack Lemmon’dı.
Merak ettiğim kabarık saçlı yazarı oynayan Ernie Kovacs bu filmde Gorky’i
nereye oturturdu acaba?
Merak ettiğim bir diğer konu da film genellikle gece ve karanlığın
bastığı akşam saatlerinde geçiyor ama nedense sahnelerin hepsi parlak, şehir
ışıklarının aydınlattığı sokaklar veya kalabalık mekânlar. Cadılar, büyücüler,
sihirbazlar, hepsi topluma uymadan yaşamayı seçenler. Sorumsuzlar ve
kaygısızlar. Sahip oldukları ölümsüzlük mü böyle yapıyor onları diye
sorgulayıcı bir laf atıyorum ortaya.
Annem ile ablam filme fena kaptırmışlar. “Hişşşşş” diyerek susturuyorlar
beni. Ne yapayım, benim huyum bu. Seyrederken sesli düşünmek. Sinema
salonlarında da bir dayak yemediğim kalıyor.
Ama akıllı kadın bu Gillian. Shep’i kendisine âşık etmekle kalmıyor
yalnız, bu adam için her şeyinden, yani cadılığından bile, vaz geçecek noktaya
geliyor. İşte ben buna büyülü aşk derim ancak. Çok güçlü, çooook. Her türlü
sonuca katlanacağını belli ediyor. Kim istemez böyle bir sevgiliyi?
Her şey bir tarafa, tuhaflık şurada ki, Shep’i oynayan James Stewart
ilk kez evlenecek biri için çok yaşlı, ellisinde var gibi duruyor. E, ben de
çok gencim. Ha, mesela ağabeyim olabilir. Ama O, Kim Novak’ı istemez ki. Onun Şenesenevler’de gizli orkidesi var.
Mükemmel, evet, fakat kasvetli ve bir romantik komedi için kısıtlayıcı
güldürüler söz konusu. Ben açıkçası filmi seyretmeden önce Kaynanalar dizisindeki gibi çok güleceğimizi zannetmiştim. Yanıldım. Yer yer
sevimli espriler ve esprili sahneler var elbet. Mesela filmin hemen başında
meraklı taze Teyze Queenie, Shep’in dairesine gizlice girer ve
ortalığı kolaçan eder. Telefona aşınmış bir bozuk para sesine benzer bir ses
büyüsü yapar ve Shep’in kendi
telefonunu değil, Gillian’ın
dükkânındaki telefonu kullanmasını sağlar. Bana göre bunlar az komiktir. Kız bu
fırsatı kaçırmaz ve Noel akşamı için Shep’i
‘Zodiac Club’ adındaki gece
kulübüne davet eder. Kulüp de ama ne kulüp! Orada nişanlı Merle’nin başına gelenler daha az komiktir. Her şeye rağmen
sevimlidir. Bize kahkaha attırmaz, fakat tebessüm ettirmeyi becerir. Dudaklarımız
yanaklarımıza doğru yayılır.
Ağabeyim de tıpkı benim gibi sesini çıkarmak ister. Ama onun derdi
felsefe yapmaktır. Filmdeki kültürün altyapısından girmeye kalkar, üst yapıya
dayanmak ister. Ama bir “Hişşşş” de o yer annemden ve ablamdan. Ben işitme
organımı ona götürürüm, “Kulağıma fısılda,” derim. Filmdeki
karakterlerin McCarthy Amerika’sında gizli örgüt gibi çalışan ve faaliyetlerini
gizleyen komünistleri temsil ettiğinden filan dem vurur. Enteresan bir
benzetmedir. Annem ile ablam duymaması için kulağıma daha fazla eğilir ve şunu
da eklemekten kaçınmaz. “Hâliyle bunlar yeraltında gizlenen homoseksüeller de olabilir.”
Ve istem dışı da olsa ben kahkahayı basınca ikimiz de “Hişşşşt”i biraz hiddetli yedik.
Güldüğümüz homoseksüellerin kendileri değil onların devlete karşı gizli
örgütlenmeleri ve sihirli illegal yaşantılarıydı.
Benim hiç böyle bir şey aklıma gelmezdi. Çünkü normal hayatın dışındaki
film karakterlerimiz bana daha çok Sultanahmet’teki hippileri, asi gençliği
anımsatıyordu. Sırf bu nedenden dolayı olsa gerek sokak lambalarını üfleyerek
söndürmek Jack Lemmon’ın Nicky
karakterini kesmiyordu.
Ve bittabi bu filmde beni en çok güldüren ise bol kıllı Siyam kediciği
Pyewacket idi. Çünkü Shep’i acayip
kıl ediyordu.
İlave etmem gerekirse, “Sevimli Cadı”nın nasıl sonuçlanacağı, umrumda bile değildi. Can sıkıntısını
oyalayacak bir film mi diye sorsam kendime aynen bu cevabı da verebilirim. Yani
filmin sonunda seksi Kim Novak ile şık
giyimli James Stewart birlikte
oluyorlar mı, muratlarına eriyorlar mı önemsemiyorum. Önemsediğim ise üç
beğendiğim karakteri bir arada görmek ve izleme zevkini tatmak.
Zaten filmin başında cadıların asla ağlayamayacağını veya utanıp domates
gibi kızaramayacağını ve eğer birine âşık olurlarsa büyü yapma yeteneklerini
kaybedeceklerini öğreniyoruz. Filmin sonlarına doğru Gillian aşkın oyununa düşüyor ve güçlerini kaybetmeye başlıyor. Ve
yakışıklı Shep, karşısında ağlayan ve
yüzü kızaran güzel Gillian’ın kendisini
gerçekten sevdiğini fark ediyor. Sadece bu mu? Giyindiği buz gibi alımlı
elbiselerin içinde işlettiği dükkânında soğukkanlı tavırlar sergileyen Gillian, sihir güçlerini kaybetmeye
başlayınca kolsuz, askılı yazlık elbise giyiniyor ve sanat koleksiyonu olan
dükkânını çiçekçi dükkânına çeviriyor. Siyam kediciği Pyewacket, Gillian’ın
büyü yaparken kullandığı en sevgili arkadaşı. Ne zaman Gillian cadılığı terk ediyor, Pyewacket
da onu. Gidiyor Teyze Queenie’nin
yanına taşınıyor.
Aşkın doğal gücü böyle bir şey olmalı!!!
yaşam boyunca bağrımıza basmaya ne dersiniz?
Seref Sayman
Kazasker Şakacı Sokak, İstanbul, 02.01.1977
***…***
(*) Önceki Makale: “ECNEBİ ŞERİT” (Tanıtım Yazısı)
(*) Sonraki Makale: TV’de Ecnebi Film: “Sarı Kartal”
>>> [iÇERİKdİZİNİ]
***…***