Saat Beş'te Sıcak Demli Bir Çay

KIŞIN RENGİ

Her yıl bana bir şeyler oluyor. Açıkçası tam da bu zaman dolaylarında. Buna niye şaşırmalıyım bilmiyorum, ama biraz şaşkın olduğumu onaylıyorum. Her yıl olduğu gibi... Bu yılım da sürprizlerle dolu. Biliyorum kendiliğinden akıp gelecek. Karşıma dikilecek. Yüzleşeceğiz. Sürpriz olması da bundan herhalde. Hiç beklenmedik bir anda sahneye çıkması ve ‘ben de varım’ demesi.

Pencereden dışarıya bakıyorum, haylaz ağabeyimin burnunun kırılmasına sebep olan yeşil küçük çalışma masasının hemen önünde, ve birdenbire ortalığı kaplayan bir renk tozu. İçi dışı rengârenk. Sarmaşık gülleri ve duvar arsızı hanımeli kırmızıya ve kirli beyaza dönüşüyor. Haftalardır izliyorum. Sık ağaçların arasındaki uzun kuru otlar iyice yayılmış çevreye. Ağaç köklerini sarmış. Gövdelerine tırmanıyor. Neredeyse bacakları bir çırpıda kesilmiş diyebileceğim dipsiz ağaçlar. Dallarında tek tük yapraklar, kimi sararmış, kimi kurumuş, kimi hâlâ maydanoz rengiyle kafa tutuyor gri günleri arka heybesinde tez bırakmış kışın beyazlığına.

Yukarıdan aşağıya dağılan bir sis tabakası. Yerde kırağı. Komşu bahçeler zar zor görünüyor. Bacalarından çıkan kara duman olmasa ev oldukları anlaşılmayacak. Kar yağsa o isi de alıp götürecek ya!

Çok yağmur yağdığı zaman da böyle kararıyor etraf. İnsan ruhunun içi gibi karışık. Dış çehresi gibi kasvetli. Oysa çocuklar ne kadar neşeli. Dünyadan bir haber. Yanaklarında ıslak ifadeler. Hep bir şey ister gibi sağa sola oynayan fırıldak gözler. Ve onların endişesiz dünyalarını paramparça etmek için doğmuş nineler, dedeler. Onlar çok yaşamış, çok görmüş olmalı. Her bir meseleden bir ders çıkartmak tüm dertleri. Çocukların çamura batmış paçalarından süzülen kara lekeler kadar endişe verici.

Islık çalan poyraz kar taneleri gibi yalıyor kuru dalları. Adıyla sanıyla kimin açtığı belli küçük uydurma havuzun bulanık suyu neredeyse donmuş görünüyor. Taşma durumunda kenarından açılmış bir kanal yoluyla bahçenin derinliklerine gitmesi gerekiyor ama üstündeki çatlak buz parçaları suyun dağılmasını engelliyor. Belki de doğanın olağan akışına engel tanımayan tek kılavuz bu. Kırağı ve buz kristalleri. Yoksa ne başı ne sonu belli aşağı derenin suyu gibi gizlenmeyen bir yerden gelir bilinmeyen bir yere giderdi.

Küçük yapay bir havuz ve başıbozuk bir dere. İkisi de insana saf gibi görünen çamurlu suyu ile ünlü. İç ve dış dünya. Bilinmeyen yolculuklarında derine indikçe saflığını kaybeden iki farklı yaşam. Bu saflık ve bulanıklık arasında sırrolan çocuklar. Umarım onlar derinlerde kaybolmazlar.

Normalde, doktorların havuzu, beyazken sarıya ve kırmızıya değişen tek havuz. Kırmızı küçük balıklar yeşil yumuşak bitkilerin arasına girdiklerinde tüm utançlarını gizleyebiliyorlar. Sarı sivri taşların arasında ise ağlamaklı ve dramatikler. Bu yapay havuzu havuz yapan içindeki yaşam temsili mi yoksa çevresinin düzenli beton bir süslemeyle kaplı oluşu mu? Merak ediyorum doğrusu. Haftalardır doktorların ortadan toz olduğu saatlerde gizli kapaklı iz sürüyorum. Her nedense kırağı o havuzun yanına uğramıyor. Üstünde de kristal buz tanecikleri de yok. Belki de zamanı henüz gelmemiştir, kim bilebilir.

Penceremin içinde büyüyen üç dev ağaç var: ceviz, dut ve çam. Aralarında serpiştirilmiş incirleri, ayvaları, çağla ve muşmula ve kızılcık gibi bekçileri saymıyorum. Hayatın tüm canları ve renkleri burada var. Siyah ve kahverengi renklerini oldum olası sevmem. Ama resimlerimde geceyi beyaza boyadığımda öğretmenimden sürekli fırça yemiştim. Niçin, beyaz geceler de olamaz mı yani! Tamam, kahverengi, aslanağzında olunca bir hoş oluyor, kızların burunlarını koparıyor. Çamlarsa kara kozalaklarını döktüklerinde, elime bulaştırdıkları fıstıkların kömür gibi boyası ardında bir güzel tatlı dünya.

Şimdi çalı süpürgesi gibi bir beyaz fırtına çıksa. Tipi. Evet, evet, tipi. Tüm renkleri bir anda silip süpürse. Her yeri kırmızıdan, sarıdan, turuncudan, griden, siyahtan ve kahverengiden alsa. Hatta, hatta maviliği bile. Bembeyaz bir dünya. İçi saf, dışı saf. Kirsiz. Mikropsuz. Hastalıksız. Kocakarılar pek sevmez tipileri. Onun için ad koymuşlar: ‘kocakarı soğukları’.  Ama olsun. Yılda birkaç kere mutlaka olmalı. Saflığın en güzel örneğini yaşatmalı bize; hepimize.

Çocuklar da oynayabilmeli, gülebilmeli. Çamur yok, çamura batmak yok. Varsın eller, ayaklar donsun. Yılda bir kez belki. Şu penceremin görebileceği en mükemmel kışın tören geçidi olurdu. Bayram olurdu karlı bir fırtınanın düştüğü Ocak penceresi. Damlardaki isler de beyaza boyun eğer, birer birer düşerlerdi bu renk savaşında.

Sonra gelirdi yeşilin tonları. Sarımsı yeşil, fıstık yeşili, çağla yeşili, koyu yeşil, küflü limon renginde bir yeşil, yeşil zeytin renginde bir yeşil, daha koyu bir yeşil, tıpkı incir yaprağı gibi. Sonra açardı sümbüller, leylaklar, erikler, bademler. Güller sarıya, beyaza ve kırmızıya boyanırdı. Havada bir mavilik. Beyaz bulutlar bazen alçakta, bazen damların da ötesinde. Havuzun suyu da yenilendikçe çamurunu atan, saflaşan, berrak, billur gibi. Yolunu bulan suyun renkli bir doğaya karışması gibi. Pencereme sığmayan renkler patlıyor gözlerimin önünde.

Birkaç gün önce karmaşık bulutların getirdiği kuru bir ayaz vardı; hafif grimsi bir hava çökmüştü. Dün beyazlığı ilk kez bu kadar yakınımda hissettim. Nerede o sonbaharın hafif kırmızımsı turuncu renkleri. Yeniden yaşamak için dokuz ay halı sermemiz gerekecek caddeye.

Yağmurlar kara dönüşecek, biliyorum. Sulu kar diyeceğiz önce. Nesi suluysa. Biz insanlar daha suluyuz onun saflığı yanında. Ve ne çok yağacak o kar. Tipi de yapacak. Üşüyeceğiz. Belki de donacağız. Keşke kışlar hiç olmasa diyen zavallılar da çıkacak aramızdan.

Ama her özlemin sırrı burada değil mi?

Güneşi hasretle özleyeceğiz, domatesi, biberi, çileği, eriği, kirazı, karpuzu, marulu özlediğimiz gibi. Pencereme doğduğu zamanki yaşadığım sevinçlerden biri daha olacak o renkli ışıltılar odamızın içine yansıdığında. 

Bugün, sert, serin, buz gibi keskin, kıvamında bir beyazlık gökyüzünde. Beklenen kar düştü düşecek, yol göründü, geliyor.

Şimdi ise sıcak demli bir çay vakti.

Seref Sayman

Kazasker Şakacı Sokak, İstanbul, 04.01.1977 

***…*** 

(*) Önceki Makale: DÜZYAZILARIM: “BEŞ ÇAYI” (Tanıtım Yazısı)

(*) Sonraki Makale: Hangi Sözcükle Yarışmak İsterdiniz? 

>>> [iÇERİKdİZİNİ]