DALMA
Buzdolabının hırlayan sesi kesilmiş, banyonun çeşmesinden sızan
damlaların lavaboya düştükçe tap tap çıkaran iç gıdıklayıcı sesi daha net
duyuluyordu. Suzan daha fazla dayanamadı. Gitti yarım açık bırakmış olduğu
musluğun kafasını çevirdi bütün gücüyle sıktı. Eli biraz acımıştı. Parmaklarını
ağzına götürüp ısırmak geldi içinden. Vazgeçti. Aklına dâhi bir fikir gelmiş
gibi öptü her birini; teker teker. Sonra yatak odasına geçerek teybine bir
kaset yerleştirdi. Çok yakın arkadaşı Meral’den aldığı karışık yabancı şarkılar
vardı kasetin içinde. Dalida’nın sesi
yayıldı odanın içerisine. Sesi az yükseltti. Yan komşusu meraklı Avni amcanın
bastonuyla duvara üç kez tıklamasını bekledi. Baston gürültüsü duyulmadı.
Hiçbir şekilde merak etmedi Suzan. Omuzlarını silkti, Dalida’nın sesini biraz daha yükseltti. Kendisi de mırıldanarak eşlik
etti şarkının sözlerine.
Bir oturma ve bir yatak odasından ibaret küçük dairesinde yatak odası
onun en favori odasıydı. Oturma odasında arkadaşları geldiğinde ağarlar,
gerekirse onları orada yatırırdı. Kendisi ise yatak odası diye benimsediği
mekânda hem oturur, hem yemek yer, hem çalışır, hem de yatar uyurdu. Belki de
oturma odasından daha fazla penceresi olduğu içindi. Üstelik oturma odası köhne
bir tavuk kümesinin olduğu arka bahçeye, yatak odası ise işlek sokağa
bakıyordu. Belki de Suzan’ın oda yerleştirme tercihi böyleydi. İstese arka
tarafı yatak odası yapabilirdi. Fakat seçimini bu yönde yapmış, yaşantısını
buna göre düzenlemişti.
Ufacık mutfağı sadece yemek pişirme alanıydı. Onun için tepsi içinde
aldığı kahvaltısını, yemeğini de yatak odasına götürür orada hem müzik dinler
hem de sessizce yemeğini yerdi. Canı ne zaman televizyona bakmak istese o zaman
sanki komşuya gidermiş gibi hazırlanır, arka odaya, oturma odasına geçer
televizyonun başına oturur o gecenin programını seyrederdi.
Yatak odasının duvarları önceleri gülkurusu iken portakal rengine
çevirmişti. Bu haliyle modern sanatın görüntüsü vardı duvarlara yansıyan. Bir
zamanlar kendi eliyle çizdiği ve boyadığı tabloları asmıştı her tarafa. Şimdi
sadece kurşun kalem çalışmaları yapıyordu. İşin içine yağlı boya girecekse
eğer, doğru Meral’in kapısını çalıyordu, onun laboratuvarını kullanmak için.
Yattığı yatağın kenarındaki halis çamdan imal edilmiş komodin ve karşı
duvara yaslı şifonyer beğenerek makyaj yaptığı iki en çok sevdiği eşyaydı.
Yayları biraz eskimiş olsa da demir yatağını da çok severdi; şayet üzerinde
sevdiği şilte varsa. Kırlent seçimi son derece önemliydi Suzan için. Tıpkı
kaşındırmayan yorgan, en kocamanından minderler ve ipek dokumalı çarşaflar
gibi.
Dalida’dan sonra Adamo çalmaya
başlamış, “Tombe La Neige”, ‘her yerde kar var’ şarkısı dışarıda yağan
karın yağışına karışıyor, Suzan’ı nispeten keyiflendiriyordu. Gitti iç
çamaşırlarını ve geceliklerini koyduğu çekmeceyi açtı, aradan en sevdiği
sutyenini buldu, çıkardı. Beyoğlu’nun en pahalı mağazalarından birinden satın
aldığı üzerinde siyah süslemeleri olan lacivert renkli sutyeni.
Bu Beyoğlu acayip bir yerdi. Işıklı mağaza vitrinleri bütün şehre
yayılmış, herkesi içine çeker gibi bir hali vardı. Özellikle şık giyime önem
verenlerin baş durağıydı uzun İstiklâl Caddesi. Kesinlikle kışkırtıcıydı.
Kışkırtıcı fakat bununla beraber zevkli ve zarif. O mağaza Suzan’ı içine
çekmiş, nezih, camlı rafların önüne kadar sürüklemişti. Tezgâhın arkasında yaşı
oldukça ilerlemiş bir Beyoğlu hanımefendisi kendisine nasıl yardımcı
olabileceğini sormuştu. Aradığını bulmuş, heyecanla evine dönmüş, hızlıca
soyunmuş, aldığı parçayı vücuduna geçirmiş, aynanın karşısında saatlerce
kendisini seyretmişti. “Vay be!” diye çığlık atmıştı. Ardından, “Mükemmeeeel!!!”
Mağazada iken üstünde denememiş, uymadığı takdirde değiştirmek üzere
yeniden gelebileceğini söylemişti yaşlı kadın. Evet, ‘mükemmeeeel’ diye düşünmüştü Suzan.
Oysa mağazadaki kadın sırf satış yapsın diye tahmin yürütmüştü, eline tutuşturulan
paketi alıp dükkândan çıktığında. Oysa yaşlı kadının tatlı sempatik sesi
olduğundan fazla iyilikseverdi.
Adamo’nun gözleri bantlı, sadece titrek romantik sesi teybin hoparlöründen
duyulurken, Suzan aynı sutyeni taktı, tokalarını arkadan birbirine bağladı ve
aynanın karşısında yine aynı o sözcükle karşılık verdi: “Mükemmeeeel!!!” Sırtını aynaya doğru döndü
ve omzunun üzerinden baktı defalarca.
Gerçekten, mükemmeldi.
Şimdi bir siyah şık elbisenin içine girdi ve eteğinden yukarıya doğu
uzayan fermuarı yavaşça çekip kapattı. Elbiseyi bir sağa bir sola çekiştirdi.
Daha doğrusu kendi bedenini siyah elbisenin içinde oynattı, kalçaları dans eder
gibi sağa sola göbek attı. Elbisenin boyu dizlerinin hayli üzerinde, güzel
bacaklarını ortaya çıkarıyordu. Bir de o haliyle döne döne baktı şifonyerin
aynasına. “Sanırım kendime artık bir boy aynası almalıyım,” diye yakındı. Sonra gitti yatağının üstüne doğru eğildi, dirseklerinin
üzerinde bedenini pencereye doğru uzatarak. Hafif açık pencere aralığından
içeri giren karlı esinti tülleri oynatıyor, Christian
Adam’ın ‘Si Tu Savais Combien Je T'aime’ parçasına eşlik edercesine raks ediyorlardı.
Ve eğer şu anda biri habersiz şekilde odaya girmiş olsa, Suzan kendi
kendine söz verdi, yerinden kımıldamayacak, öyle uzandığı gibi hareketsiz
kalacak ve aşırı bir reflekste bulunmayacak, karşı koymayacaktı. Gerçi hiç
kimse onun dairesine elini kolunu sallayarak giremezdi. Kapısı kilitli olmadığı
halde. Hiç kimse pencere aralığından içeri süzülüp yerde emekleyemezdi.
Penceresi her zaman açık ve davetkâr olduğu halde.
Ama ya bir gelirlerse...
Kazasker Şakacı Sokak, İstanbul, 04.05.1977
***…***
(*) Önceki Makale: Bırak Dağınık Kalsın
(*) Sonraki Makale: Kalemin Ustası Koku Almasından
>>> [iÇERİKdİZİNİ]