SORULAR, SORULAR
Her şey hayatı sorgulamamla başladı. Bebekken anlaşılmaz agucuk-gugucuk
sesleriyle neler sorduğumu aile büyüklerim de dâhil kimsenin bilmesine imkân
yok ama bakışlarımla, ağlayışlarımla gülücüklerimle dünyaya mutlaka bir tepki
verdiğim gerçeğini kim yadsıyabilir ki. Emin olduğum esas soruşturmanın ve
hayatı denetlemeye kalkışmanın alfabeyi çözdükten sonra geldiği. Nasıl
unutabilirim ki? Dedemin elimden tutup Erenköy’ün
dışına gezintiye götürdüğü, dönüşte fayton tepesinde ona yanında eşlik eden yol
arkadaşının kendisine sorularla neler çektirdiğini? Her babaannemize,
anneannemize gidişlerimizde kucağında oturduğum babamı nasıl soru yağmuruna
tuttuğumu? Evdeyken oyunlarla karışık sorularımla ablama dünyasını nasıl
daralttığımı? Ufakken de öyleydi ama şimdi daha da fazla; ağabeyim benim dünya
merkezine oturtmaya çalıştığım sorgulamanın hem patronudur, hem işçisi, hem
müteahhididir, hem inşaatçısı, hem mimarıdır, hem filozofu. Sorular en çok ona
sorulur, cevaplar da en çok ondan gelir.
“Şakacı Dünya”da akla gelen karmakarışık suallerle bunaltma zamanı arkadaşlarıma
gelmiştir.
Neden geleceğe dair umutlarımız arızayı gidermekten çok arızalara maruz
kalmamıza neden olmaktadır? Niçin bazı hayallerimiz çaresizdir? Neden kalbimiz
ulaşamadığı biri için ağlamaktadır? Niçin hayatın bizlere neler öğreteceğini
görmek istemiyoruz? Neden zayıf bir ümit ışıltısı bize serap gibi görünür?
Niçin gerçekle karşılaştığımızda cesaret ihtiyacını duyarız? Neden sadece
gülümsemiyor ve yolumuza devam etmiyoruz? Niçin kendimizi acı çekerken iyi
hissettiğimizi düşünüyoruz? Neden kanatlarımızı açamıyor ve uçamıyoruz? Niçin dünyayı
kocaman kollarını bize doğru açarak çağırdığını göremiyoruz? Neden hep
yaptıklarımızın üstünü örtecek şeyleri aramakla vakit harcıyoruz? Niçin
etrafımız kılık değiştirmiş ‘iyi niyetli’ kişilerle çevrilidir? Neden giydiklerimizi çamura bulamaktan
çekiniyoruz? Niçin dünyamızı pisliklerden kurtarmak için ölmemiz gerekiyor?
Neden yaşamın renkleri böylesine taklit? Niçin sadece kendimiz için
yaşayamıyoruz? Neden üzüntü daha çok ağrıtıcıdır? Niçin gülümseyiş daha az
sürendir?
Ya siz maske takmış sınıf arkadaşlarım, haydi yağlı boyalarımızı
çıkartalım, kurallardan kural çıkartan resim hocamızın despot kurallarını
yıkalım, gökyüzünü dilediğimiz renklerde boyayalım. Görelim bakalım kim
haklıymış? Bir değil kırkın üzerinde farklı tonlarda gökyüzü çıkacaktır
meydana.
Yapın ve hayallerinizin hayatını yaşayın, sevgili arkadaşlarım!!!
Gelişigüzel Kafalama:
Şakacı Dünya’nın genç halkı olarak biz küçükken bize büyüyünce ne olmak istediğimizi
soranlara şu yanıtları verirdik: doktor, pilot, öğretmen, mühendis, anne, baba
vesaire vesaire...
Kimsenin aklına işçi olmak, köylü, çiftçi olmak gelmezdi.
Bugün bize aynı soruyu sorsalar herhalde tek cevabımız “MUTLU”
olmak olurdu.
Gelişigüzel Kafalama:
Hayattaki çoğu şeyler kaynayarak suyunu çektiğinde sadece tek bir şeyi
özetler: ÇILDIRMAK. Elbette bu canı çekmek, istemek manasında. Şakacı Dünya milleti de bu gidişata ayak uydurur çünkü ya onu ya bunu canı çeker.
Genellikle bir isteğin yerine getirilmesi mutluluğa işaret eder. Haz duyulur.
Ama mevzubahis Şakacı
Dünya olunca, onun için, bir
isteğin diğer bir isteğin başlangıcı olmasına, onun da bir diğerine ve ötekine
neden olmasına işaret eder. İsteklerin vahşi çemberi asla tükenmez. Ki bu da
sonuçta memnuniyetsizliğe kadar dayanır. Ama aklımıza yatmayan sorulacak şu
soru ile kafa bulabiliriz. Mutlu olmak için ne istediğimiz ne zaman
başlamıştır? Cevabını bilen bir Şakacı
Dünyalı varsa beri gelsin.
Gelişigüzel Kafalama:
Şakacı Dünyalı için tüyolar. Hayatınızın 3 önemli şeye ihtiyacı vardır:
1) Alın... Yolunuza çıkan her öğrenilmesi gerekeni hayatınıza katın. Her
hadisenin iyi ya da kötü mutlaka içinde saklı olanıyla bir dersi vardır.
Hatalar gelecekte nasıl kaçınmanız gerektiğiniz size öğretecektir. Başarılar
ise bir işin ardındaki sıkı çalışmayı size hatırlatacaktır.
2) Uyun... Hayatın size sunduğu değişimlere ayak uydurun, kendinizi
ortama adapte edin.
3) Heves duyun... Bir şey ortaya çıktığında can atın, talip olun.
Yaşantınızı çekip çevirecek imreneceğiniz büyük amaç içinde gizlidir.
Gelişigüzel Kafalama:
Yaşam ne zaman Şakacı
Dünyalı’nın önüne can alıcı bir sorun
koyar, meydan okursa... Rahatsız olup şöyle ah vah çekmemeli: “Of, bu da mı başıma
gelecekti? Tanrım, niçin ben?” Bilakis, ağır başlılıkla
gülümsemeli ve şöyle çıkışmalı: “Vay be!! Dene beni!!” Daha kibar bir deyişle, ‘bana
bir fırsat verebilirsin’ ya da ‘bana söyleyebilirsin’ demek oluyor bu.
Gelişigüzel Kafalama:
Hayat güzeldir ve hayatın güzelliği onun basit, gösterişsiz olmasındandır. Şakacı Dünyalı onu ne denli karmaşık hale getirmeye çalışırsa, o denli çirkinleştireceğini de bilmelidir. E, öyleyse, hatırlatmakta fayda var: Hayatı basit tut, ahbap!!! yahut Vidaları gevşet, Cevdet!!!
***…***
Şakacı Dünyalı yaşanan her şeye masaldaki gibi dokundurur...
Üzerinde yaşadığımız dünya nedir? Ufak bir çocuk
buna ‘bir top’ diyecektir. Gözü açık bir genç şöyle
mırıldanacaktır: ‘fırsatlarla dolu büyük bir
boşluk’. Yetişkin biri ise
tecrübesini konuşturacak, ‘çeşitli
teknolojilerin, bilimlerin, keşiflerin doğum yeri’ gibi uçuk bir laf edecektir. Yaşlı bir Şakacı Dünyalı, ‘hayat
deneyimlerinin bir küresi’ diye ısrar
edecekken, mahalleye yabancı biri, ‘sizin küçük dünyanızın anlayamayacağı kadar büyük bir gezegendir’ diyerek komik yürüyüşünü sürdürecektir.
Bana sorsalar yine kafa karıştırırdım herhalde...
Herkes az mutluyken çokça mutsuz. Kiminin çok parası
var, kiminin cebi delik. Kiminin işi gücü var, kimi işsiz, aylak. Kiminin aşkı
var kimi aşkı yaşamayacak kadar kör. Bazısı her şeye sahipken, bazısı her şeyi
hiçlerle doldurmaya çalışmakta. Okuduğum kitaplarda, işlediğimiz derslerde, ta
ilkokul sıralarda edindiğimiz bol resimli Hayat Bilgisi’nden beri ilkel hayatın neşeli günlerini
anımsıyorum. Nasıl da mutlular, bir taşı oyacak aleti bulduğunda, karnını
doyuracak bir avını zıpkınlayacak mızrağı el emeği ile yaptığında, çiğ etten
kurtulduğu ve ısınmak için yaktığı ateşin etrafında toplandığında. Hayat
cehaletle dolmaya, cahiller dünyayı ele geçirmeye başlayınca her şey değişmeye
başlamış. İnsanlar birlikte yaşamayı becerirken birbirlerini öldürmeyi
öğrenmişler. Hem de adına mülkiyet denilen ucube adına. E, kısa sürmüş mutluluk
tabi. Şimdi mülk sahibi olanlar şanslı ve mutlu, mülksüz olanlar zavallı ve
sorunlu. Yine de hayatı iyi anlamak lazım. Yaşamı sevmek insanı sevmekle
başlar. Ve hayat her şeye rağmen hâlâ mutluluğu bulabileceğimiz sırlarla dolu.
İnsanın gelişmesi kıskançlığı doğurdu; bu doğru.
Aynı zamanda nefreti ve Kızılderililerin dediği gibi diğer ‘kötü ruhları’. Gerçek mutluluk tüm bunların arasında kayboldu. ‘En güçlünün hayatta kalma’ ilkesi oldu ‘En zenginin yaşamasını sürdürmesi’. Napolyon’a özenenler sardı piyasayı: ‘para-para-para’. Her yerde para. Her
şeyde para. Mutlululuk, mutluluk nerede? Hiçbir yerde!
E, o halde, fısıldayın kulağıma: “Dünya
nedir ve nerededir?”
Seref Sayman
Kazasker Şakacı Sokak, İstanbul, 11.03.1977
***…***
(*) Önceki Makale: Güldestem: “Kafalama – 1”
(*) Sonraki Makale: Güldestem: “Kafalama – 3”
>>> [iÇERİKdİZİNİ]