2022 Yılının Bisikletle Yolculuk Hedefleri

Bahane değil, zorunlu sebeplerden dolayı ertelediğim 2020 & 2021 yıllarından kalma fevkalbeşer Türkiye turlarıdır bu yıl yapmayı çok arzuladığım. Hedefimde sadece bir bölge değil, birkaç bölge var. İstanbul’u ayrı bir köşeye koyarsak, Güney Trakya, Marmara, Ege, Batı Karadeniz ve Orta Anadolu bölgeleri projelerimin güzergâhları arasında... 

gEZENTİ bİSİKLET ~ E-2022/002

Esinti Tarihi: Çarşamba, 05.01.2022 

Babaeski / Kırklareli’nden hareket ederek başlatacağım bisikletli yolculuk İstanbul kentine varmamla birlikte bu yılın hedefindeki ilk turuma da kapısını açmış olacak. Baştanbaşa İstanbul gezileri dâhil 2022 projeleri, esasen benim Marmara bölgesinin en batısından en doğusuna, Türkiye’nin en kuzeyinden Orta Anadolu’ya çizilmiş “YOL haritaları” üstünde ve Trakya’nın Gelibolu ile Biga, Yalova’nın Armutlu ile Balıkesir’in Kapıdağ yarımadalarından en güneydeki yarımadalara (Dilek, Bodrum, Datça, Bozburun) doğru pedallayarak gerçekleştireceğim seyahatleri konu almaktadır. 

Bir çırpıda değil ama normalde sindire sindire, doya doya gezen bir bisiklet turisti olarak algılanmazdım, ama şimdi doğal çevren ile gerçekten uyumlu hale geldiğimi fark etmeye başladım. Ağaçların, bitkilerin çiçek açtığını, çiftçilerin hasadı beklediğini ve defalarca yolun bir yanından diğer yanına geçen büyükbaş, küçükbaş hayvanları göreceğim mevsimlerin eş zamanlı değişim sirkülasyonunda. 

Bunların hepsi zamanımı eğlenceli geçirmek için oldukça iyi bir yol gibi görünüyor. Yine de, bisiklet maceralarını okumak ve böyle bir maceraya gerçekten çıkmak tamamen farklı şeyler olabiliyor. Üstelik aradan tastamam 2 koca yıl geçmiş uzun mesafeli yolculuk yapmayışım. Sanki yeniden başa dönmüş gibiyim. Oysa başlarken bir sözüm vardı kendime. Asla durmayacak, asla dönmeyecektim. Büyük konuşmamak lazımmış. Neyse şimdi o sıfırı gördüm ya, hem de kevgir sıfırı yeniden, yine bir takım büyük laflar edebilir, yapması imkânsız gibi görünen hayallerimi gerçekleştirmeye soyunabilirim. Tabi dımdızlak kalmadan!! :)

 

1.  Yola çıkmadan önce hedeflerimi belirliyorum güzelce. 

Yolculuklarım için bir ‘başlangıç​​ve bir de ‘son’ belirlemeyi seviyorum. (Her bir proje için ayrı ayrı.) Belirli iki nokta arasındaki maceraları fazlasıyla seviyorum. Daha önce Trakya ve Marmara’da bisikletle dolaştığımda, bir kıyıdan başlayıp diğerinde bitirdiğimi biliyorum. Bir başlangıç ve bitiş noktası belirlemek insanı farklı motive edebiliyor. Tabi SON’dan kastım belli bir projenin sonu; yolculukların değil. Yoksa biri sonlanırken bir diğeri başlıyor benim hikâyemde.

 

2.  Her şey, mümkün olduğu kadar hızlı şekilde sona ulaşmakla ilgili değil. 

Benim seyahat kitabımda zaman kavramı yoktur. Yani takvimle, zamanla, günle, saatle, haftayla, ayla filan kavgam yok. Zamanım serbesttir. Bu yüzden hızla hiç alakam olmaz. Hızlı giden çabuk yorulur. Ben emekli adamım. Zaman da benim, hız da benim, yol da. Kaplumbağa misali. :) 

Tüm mesafeye odaklanmak yerine yolculuğumu bölümlere ayırmak en temel hedeflerimden biri. İşte bu nedenle bu yılın projelerini 13 ana parçaya böldüm. Ama her birinin altında kaç parça var bunu şimdi yazmaya kalkışmayacağım. Ancak o özgün turu tamamladığımda...

 

3.  Malzeme listesine takılıp kalmam. 

Eğer pahalı bisiklet kitleri, yolculuğumu engelliyorsa, daha ucuzlarını bulmak benim işim. Söz gelimi; detaylı bir yatırım listesi yapıyorum, ihtiyacım olanları ve/veya değiştirmem gerekenleri kalem kalem yıllık bir bütçe halinde çıkartıyorum. (Bunları ilişkili hesap~kitap dosyalarında görebilirsin.) Ama ille de onlara sahip olacağım diye bir şey yok. Arzulamak başka, gerçekleştirmek ise daha başka. Her şey hazineye bağlı. Türkiye’nin mevcut devlet hazinesi gibi tamtakır bir hazineye sahip olmaktansa tedbirli hareket etmeyi daha mantıklı buluyorum. 

İşleri basit tutmak bu yılın en gerçekçi hedefi... Çadırlarda veya uyku tulumlarında ağırlık tasarrufu sağlamak konusunda bana tavsiyelerde bulunacak pek çok blog var. Maceramı bir anda aşırı karmaşık bir hâle de getirebilirim. Nihayetinde, birkaç çantayla birlikte yalnızca bisikletin üzerindeyim. Bu nedenle ağırlıklar yolculuğumu engelleyecekse, hafif bir ekipman grubuna biraz fazla para harcamaktan kaçınmam.

 

4.  Havalı bir bisiklete sahip olmak o kadar da önemli değil. 

Hibrit bisiklet, çoğu keşif gezisi için bir kumar. Bunu gördüm bunu söylerim. Yaklaşık birkaç yıl önce, bisikletin üzerine koyduğum malzemeler oldukça ticarileşmeye başladı. Çünkü her şey ağırlık ile ilgiliydi. Hafif, karbon fiber çerçeveler ve daha hafif malzemeler kullanmak önem kazandı. 

Ancak; sonuç olarak, ülkemizde enflasyon canavarı gene hortladı, döviz kurları bildiğin tavan yaptı. İthal malzemeler neredeyse tedarik edilemeyecek aşamaya sıçradı. Ve çoğumuz için her şey çok daha pahalı ve erişilemez hale geldi. İnsanlar bu şık, pahalı bisikletleri görenler, tek sahip olmaları gereken şeyin bu olduğunu düşünüyor. Gerçek ise bir spor çantasını bisiklete bantlamak ve dışarı çıkıp onunla devam etmek kadar basit olabilir. 

Efendim Vasfiye🎒 ile Azize🎒 ne güne duruyor?! İlk turlarımda bana yoldaşlık eden Azize🎒’yi nasıl çabucak unutabilirim ki?

 

5.  Kendimi çok erken zorlamaya başlamayacağım. 

Aradan iki yıl geçmiş. Üstelik bu iki yılı Corona’dan sıra geldikçe sadece kısa, günübirlik yapabilmişim. Yani uzun mesafeli yol kondisyonum eksilere inivermiş. “Hayat eve sığar” sloganıyla bizleri sığırlaştırdıkları için otur otur aşırı kilo aldım. Fitness konusunda belli bir seviyeye gelmem için bir kaç hafta gerekecek. Hele İstanbul yolcuğuna çıkacağım ilk gün 50 km bile bisiklet süreceğimi sanmıyorum; kaslarım çekilecektir ve gereğinden fazla yıpranırım, bunun farkındayım. Sanırım ancak üç günde rahat bir yolculukla İstanbul’a varmış olurum. Kime ne? Bana BEN lazım... 

Şimdi önümüzdeki günlerde vakit buldukça makul bir kondisyon düzeyini korumaya çalışacağım, bu da yeme-içme alışkanlıklarıma dikkat etmem gerektiği anlamına geliyor. 8-10.000 kilometrelik bir bisiklet yolculuğuyla, 3.000 kilometrelik bir trene binmeye kimin vakti var? Pratik değil. 

Temel yolculuklarım söz konusu olduğunda, normal şartları hesaba kattığımda, günde 50 veya 70 kilometre ilerlemeye çalışacağım. Hızım önemli değil. Zaten bol mola verip, bol fotoğraf çeken biri için hiç de abartılı bir durum değil bu. 

Lakin gerçek eğitim maceranın ilk haftasında başlar. 

Dediğim gibi, fit olmak konusunda belli bir seviyeye gelmem için birkaç hafta gerekir. İlk gün maksimum 50 km hedefleyebilirim, ardından günde 5 ila 10 kilometrelik artışlarla devam ederek günde 90-100 km sürmeye başlarım. Vücudumun alışması için zamana ihtiyacım var. Her zaman bedenimin ince ayarlı sesine kulak veririm ben. :)

 

6.  Başıma gelebilecek problemler için önceden plan yapmayı borç bilirim. 

Yol boyunca başıma gelebileceklere hazırlıklıyımdır. Bu tip yolculuğa çıkmak fikri benim şahsen yaptığım bir seçim. Bunu asla unutmam. Zaman zaman pek çok şeyden rahatsız olacağımı ve yol boyunca boyutları birbirinden farklı aksilikler yaşayacağımı biliyorum. Misal, ben bu maceraya giriştiğimde, hiçliğin ortasında patlak lastiklerle öylece kalacağımı biliyorum. Bu yüzden gerçekleştiğinde bunun doğal bir sonuç olduğunu düşünürüm; bu büyük bir şok olmaz, olmamalı da zaten. 

Olmadan çok önce, olasılıklar dâhilinde neler yaşayabileceğimi güzelce listelerim. Başıma bir durum geldiğinde, ne yapacağımı düşünmektense, bununla ilgili bir planım olsun isterim. Acil önlem planını uygulamak böyle bir hareket tarzıdır.

 

7.  Vücudu dinlemek lazım. 

Bir ağrı veya acı mı hissediyorum? Devam etmek yerine durur ve sorunu çözmeye çalışırım. 

Günde 8-10 saat bisiklet sürmek bana günlük yaşamda asla gerçekten ulaşamayacağım bir uyum sağlama şansı veriyor. Normalde asla hissetmeyeceğim şekilde tüm eklem ve kaslarımda ağrı ve sızı hissetmeye başlıyorum. Özellikle popom çok rahatsız oluyor. Bel ve sırt ağrılarını da ekleyebilirim buna. Vücudumu dinlemek zorundayım. Belimde veya sırtımda gerçekten bir ağrı varsa bisikletten iner ve selenin, pedalların konumuna bakarım. Mutlaka bir yanlış vardır. Bu aşamada sorunu görmezden gelmek ancak daha da kötüleşmesini sağlar.

 

8.  İnsan kendisini nasıl ödüllendirebilir? 

Bisiklette geçen uzun bir günün ardından yemek harika bir ödüldür. Kamp yapmaya bayılırım. En büyük ödül kamp hayatıdır. Açıkçası ben turlarımda kendimi zorlamayı pek sevmem; fakat yine de bir zorunluluk neticesinde zorlamışsam eğer, haftada bir, bilemedin iki gün mutlaka dinlenmeye çalışırım. Hele bir de lokasyon muhteşem ise. 

Mümkün olduğunca fazla kalori almaya çalışıyorum. Sakinleşip, bisikletten iniyorum. Kendimi tekrar yollara vurmadan önce kaslarıma dinlenme şansı veriyorum. Bu molalar çok sıkça yaptığım bir şey. Su, yiyecek, ağaçlara, tarlalara dalma... Çay, kahve yudumlama veya yolda karşılaştığım herhangi biriyle renkli sohbete dalma... Ama gelgelelim esas hikâyeye... Genellikle, o günün sonunda bisiklete geri dönmek için can atıyorum...

 

9.  Gideceğim tüm yolun uzunluğunu düşünüp stres yapmam. 

Sabah toparlandıktan sonra kahvaltımı yaparken bir yandan da kendime “o gün gideceğim yolu ve mesafeyi” hatırlatıyorum. Ama o kadar. O da güzergâhımı yeniden gözden geçirmek için. Ana yollar mı, köy yolları mı falan filan diye. Uğrayacağım bir tarihi yer, antik kent, kale, müze, sergi salonu, sanat merkezi, festival, düğün dernek filan var mı diye. 

Demek istediğim, sürekli büyük resmi aklıma getirmek gibi bir hedefim olmaz. Bütün gün bu bisikletin üzerinde oturmaya hazırsam, kilometreler kendi kendine azalacaktır zaten. Sabah 08:00 akşam 17:00 bir işyeri mesaisi gibi düşünürüm. Bunu yapmaya devam ettiğimde bilirim ki er geç günün sonuna ulaşırım.

 

10.      Bu esrarengiz maceraya, onlarca zorlukla karşılaşacağımı bilerek başlıyorum... 

Büyük bir şey denemeden önce suyu test etmek yararlı olabilir!! 

Küçük küçük başlayacak ve bisiklet üzerinde uzun bir gün, derken uzun bir hafta sonu geçireceğim. Tecrübeyle sabittir; İstanbul bu sebeple biçilmiş kaftan. Daha önce turcular tarafından yapılmış kimi rotalardan esinlenerek çok güzel rotalar çıkardım. 

Sonrasında, İstanbul çıkışı ve fırdolayı Çanakkale. Bu da doğduğum kent benzeri bir deneyim olacaktır. Çünkü en iyi bildiğim bölgede pedallayacağım. Konaklamada çoğunlukla yaşam merkezimden faydalanacağım. (Veya arada sırada şöyle bir uğrayacağım. Malum bahar ve yaz ayları site sakinlerinin istilasına uğruyor; ve ben kalabalıklardan nefret ediyorum.) 

Turlarım boyunca bisikletime bindiğim gibi dümdüz bisiklet sürecek, uyuyacak ve yemeğimi pişireceğim. Aslında kulağa hoş gelen bu fikirlerden hoşlanıyorum ama yorgun ve aç olma, bir süre boyunca sıcak duş alamama ve neredeyse bütün gün yağmur yağan bir çadırda yatmış olma gerçeği pek de hoş görünmüyor. 

Projemdeki rotaların günlük mesafelerini planladım ama onlara uymama gibi bir alışkanlığım var. Yani günde maksimum 25 km de gidebilirim 50, ya da istersem 70 km de. Hatta kendimi dinç hisseder 100-120 km de yapabilirim. Canım nasıl isterse öyle. 

Hedefim bir proje bittiğinde, onun sayısal verilerini hesaplarken, ne çok kilometre yaptığımla ne de kaç gün harcadığımla kendimi ödüllendirmek değil. Önemli olan sağlıkla gezmek, keşfetmek, bilgilenmek, yöreden yöreye değişen kültür farklılıklarına ve şive değişikliklerine şahit olmak, insan hikâyelerini dinlemek ve turdan keyif almak. 

Şimdi misafir olduğum bu şirin ilçede, Babaeski’de, kasabanın dört bir köşesine gidecek ve bisikletimle vakit geçirmeye alışacağım. 

Bir sonraki esintide görüşmek üzere...

Mürekkebe banmış esintili Sevgilerimle,

Gezenti Bisiklet   

***…*** 

(*) Önceki Makale: Bu Yılın Kendi Kendine Yeten Bisiklet Gezilerimin Planlaması

(*) Sonraki Makale: Serde Umut Var: Nerede Kalmıştık? 

***…*** 

[ÖNCEKİ] << [ESİNTİLER] >> [SONRAKİ] 

>>> [iÇERİKdİZİNİ] 

***…***