Tell Me You Love Me ~ Bana Sevdiğini Söyle


Kozyatağı İlkokulumun yerinde Şükran Karabelli İlkokulu...

Ben Seninim Ya Sen? 

İnsan tavşan olsa ikamet etmek için kıymetli bir mahalle... Kayışdağı suyuna erişmek için dağa çıkmadan Kozyatağı’na yürüyerek erişmek kifayetli bir mahalle... Ya da illa Kayışdağı manzarası göreceğim diye dağa çıkmadan çepeçevre bahçe ile donatılmış iki katlı herhangi bir evin çatısına tırmanma kolaylığına sahip olmak için... 

Ne mutlu onlara ki tavşan değiller ama bu mahalle huzur sever sakinler içindir. Kavgayı adam sayan aznavur olanlara eyvah ki, onlar burada yaşamaya layık değildir. Ve ne mutlu onlara ki kükre kalbe sahip değiller ama bu mahalle şakayı kaldırabilenler içindir. Muziplikten anlamayan nefesi kısa olanlara eyvah ki onlar burada barınmaya layık değildir. Onların kalbi de nefesi de şu Şakacı sokakta tükenir, hele Kozyatağı’ndan aşağı inerken, ya da Kazasker’den dolana dolana yukarı çıkarlarsa. Kestirme olsun diye Hilmi Paşa’ya inip çıkmaya yeltenenler varsa onların arasında o da zaten tavsiyesi hepten fazla. 

Şakacı Sokak’ta yaşamak için geniş yürekli de olmalı insan, sakinlerinin nükteli gidişatına bakarken. Burada sevgi tomurcukları şakacıktan çıkar, mevsimleri bile şaşırtır, insan aklı karışır. Ama işte o vakit her hanede bir eğlence tertip edilir. Bilinir ki lodosun arkası kar olabileceği gibi nüfusun da büyümesine yol açacak bir izdivaç meselesidir. 


Merdivenköy ahalisinden namlı Ali Efendi’nin çocukları büyüyüp serpildikçe gelişmişler, çok güzel kızlar olmuştu. İki kızı, Hatice ile Nuriye’yi yıllar önce iki erkek kardeşle evlendirmiş ne var ki sadece Hatice kendisine bir torun verebilmiş, Nuriye ile kocası Ali’nin, (damat da Ali Efendi’nin isim adaşıdır), ise çocukları olamamıştı. Bu duruma bir hayli üzülen Ali Efendi ilerleyen yaşının da tesiriyle evindeki son kızının da mürüvvetini bir an evvel görmek istiyordu. 

Ama Münevver’i bir başkaydı. O ablaları gibi değildi. Hem daha çok güzel, hem daha çok sertti. Biraz da dik başlıydı. Aslında bu yaradılışıyla kendisine ne kadar çok benziyordu. Kolay kolay beğenmez, inatçılığın dukalığını yapardı. Asla bir lafın altında kalmazdı. İçi neyse dışı da oydu. Kimseden çekinmez, erkek gibi davranırdı. Ha, bir de çalışmaktan asla gocunmazdı. Evde annesinin dizlerinin dibinde oturacak kızlardan değildi. Herif ırgatlar gibi çalışır, onlar kadar ter dökerdi. Bağlıklarının hem efendisi hem de emekçisiydi. Ailenin en muntazam okuyanı, tahsillisi de bu kızı olmuştu. Her bakımdan adına yakışır şekilde davranıyordu. 

Ali efendi en küçük kızının bu kolay beğenmeyen huyunu bildiği için tanrısına her gün yakarıyordu: “Ey güzel yarabbi, bu kızımın da yüzünü güldürecek bir kısmet ver ne olur, onun da mutlu bir yuva kurduğunu ben hayattayken görebileyim. 

Görecekti de... 

Daha henüz on altı yaşındadır Münevver. Bir gün Kazasker bağlıkta bir olay cereyan eder... 

***...*** 

Eğinli Mehmet Efendi’nin tek ve genç oğlu Mustafa, Kazasker’deki bağlığın idari binasının penceresinde neftî sarığını düzelttiği gün görmüştür başındakinin rengine yakın geleceğini. Mustafa’nın ilk işe alındığı gündür. O gün yeşil ışıklar yanmış, zümrüt kapılar arkasına kadar açılmıştır ona. Günlerden Cumartesi’dir. Boydan boya emekçi kaynayan asmaların arasına daldığında, elindeki kesici aletlerle koşturup insanlara gülücükler dağıtan, neşe içinde konuşan, şakalaşan genç güzel kızı ilk o gün görmüştür. 

Ve genç yakışıklı Mustafa, henüz işe yeni başladığı o Cumartesi, her yanından geçtiğinde kendisine gülümseyerek bir şeyler söyleyen bu kızın, maddi hazinesinden çok onun manevi gönlüne tutulur. Sessiz sedasız geçen haftalar takip eder. 

***...*** 

Bu sessiz, ve fakat hareketli yakınlaşma, ta ki bir gün Münevver Hanım ayağı takılıp da yere, düşene, boylu boyunca toprakta uzanırken bir elin onun yerden kalkmasına yardım ettiği, çamura batmış kirli pantolonunun cebinden çıkardığı temiz mendille düşmeden mütevellit kesilen parmağını sardığı o ana kadar böyle sürüp gider... 

Ah şu ilk aşk ilk heyecan!!! 

On altısında bir Münevver, yirmi altısında bir Mustafa... Sonra gizli buluşmalara kadar varan bir kara sevda... Sosyal sınıf farklılığı yanı sıra, eğitim, kültür, hayat tarzı farklılıkları bu aşkı baltalamaya çalışsa da sonucu değiştiremez. İki gencin arasındaki sevda daha da büyür. Merdivenköylüler hop oturur hop kalkar, kızlarına türlü yasaklar koyarlar. 

Ta ki Ali Efendi’nin eline kan kardeşi Reşat Efendi’den bir mektup geçinceye değin... Reşat Efendi yıllar öncesinde Avrupa’ya kaçmış, Paris’te Jön Türklerin yanına sığınmıştır. Burada Ahmet Rıza Bey ile Meşveret gazetesinin çıkartılmasında görev almıştır. Tesadüf bu ya, aynı matbaada yine bir istibdat kaçağı olan Salih ile birlikte bu vazifeyi paylaşmaktadır. Salih ise Kozyatağı’ndan Mustafa’nın en candan, samimi Rumelili arkadaşıdır. 

İşte iki gencin, Münevver Hanım ile Mustafa Bey’in, kaderlerini bağlayan düğümü bu Abdülhamit’e başkaldırmış, ecnebi ülkeye sığınmış, iki siyaset yoldaşı çözecektir. 

Ha, bir de şu efsanevi, şöhretli çalçene, çöpçatan komşuyu, Kozyatağılı Gül Hanım’ı unutmamak elzem. Onun bu gülsuyu aromalı izdivaç kararının alınmasında rolü çok daha büyük. Ailece tanıştığı Merdivenköylüleri ikna etmek biraz da ona düşüyor. 

Ve... mutlu son! 

Ali Ağa ile Şefika Hatun sadede geliyorlar ve kızlarının evliliğine yeşil ışık çakıyorlar. Kızı istemeye Fatma Hatun, Mehmet Efendi, Gül Hatun, kocası Ahmet Bey, genç Mustafa birlikte gidiyorlar. Sene itibariyle 1902’dir. 

Bu yılın ertesinde Ali Ağa eline ikinci torununu alacaktır. 

***...*** 

Mehmet (1903), Mustafa ile Münevver’in ilk erkek çocuklarıdır. “Mehmet” adını dedesinden alır. Çünkü dedesi o henüz doğduğunda ağır hastadır ve kısa bir süre sonra da 53 yaşında (1903) bu hayattan göçüp gidecektir. Mustafa ise kendi babasının hürmetini yaşatmak isteyecek ve oğluna onun adını koyacaktır. Bu hususta Münevver ile tam bir uyum içindedir. 

***...*** 

[📷 Pire🚲 ile “Doğduğum Yere Turu”, Kurbağalıdere, (Temmuz 2017).] 

Dünler Hayal Kırıklıklarımızın Toplamıdır 

Mustafa, babamın dedesi, Münevver de haminnesidir. Oğul Mehmet ise babamın babası, yani benim bu kök-sülale içinde en sevdiğim kıymetli dedemdir. Ne yazık ki kendisini ben henüz 8 yaşında iken kaybettik. Biraz daha uzun yaşasaydı eminim kendisiyle birlikte şahane şeylere imza atardık. 

[📷 Charlie, Scar ile birlikte, Saros Körfezi, (Kasım 2019).] 

Şimdi sonbaharın son günleri. Deniz mevsimi kapandı. Saros’un mavi sularına bakınca aklıma Suadiye’nin, Bostancı’nın, Caddebostan’ın birbirinden güzel plajları geliyor. Ve hatta Kartal’dan öte büyüleyici kumsalların: İçmeler, Kurtkiremit ve Güzelyalı... Gerçi Kadıköy yakasının bu eski edalı sahilleri, plajları, koyları ranta yenik düşüp yitip gitti. Arada yenilerini yapmışlar ama tanışıklığım yok. Zaten o eski havayı bulmak mümkün değil. Hatırladığım Kadıköy yakasının plajlarını ilerleyen safhalarda tekrar yazacağım. Zamanı var. 

Fakat geçen gün kütüphanemde kitapların arasında dolaşırken elime Ahmet Rasim’in “Şehir Mektupları” geçti. Sayfalar arasında dalıp giderken denizi ve deniz gidenleri tasvir eden yazılarına rastladım. Nicedir böyle güzel tasvirlere hasret kalmışım. Geçmiş zamanın denizleri burnumda sızladı. 


Bir de deniz manzarası resmedilmiş tablolar var. Ben suluboya ile dekore edilmiş resimleri de seviyorum, yağlı boya fırçasından imal edilmiş olanları da. Hepsi renkli. Adeta bir renk cümbüşü içinde yüzüyormuş gibi olursunuz, o maviliklerin soluğunu ciğerlerinizde hissederken. Balıkçı kayıkları, paçaları sıvanmış bıçkın delikanlıları, güneşe yatmış güzel kadınları görürsünüz. Hatta öyle eskiler vardır ki ne keten gömlek, açık renk ceket, ne renkli çorap... Denize alafranga dalıyorlar, sanırım midye, istiridye toplayıp geçimlerini bulacaklar... 


Vapurlara, martılara, uzakta gölgesi görünen Prens adalarına diyecek bir lafım dahi yok. 

İstanbul, Saymanlara tohum vermiş Mustafa dedem ile Münevver ninem zamanında Abdülhamit’i devirmiş bir kocaman mavilik deryası iken büyük değişim geçirir. Onlar denize girer miydi, yüzme bilirler miydi, kumsalda yalın ayak yürürler miydi bilemem ama o zamandan bugüne bir kültür gömleğini değiştirecek yeniye, yeniliğe varılacak günlerin geleceğine hiçbir zaman umutlarını yitirmemişlerdir. Bunu en azından Mehmet dedemin varlığında görmüş ve duyumsamıştım. O gırtlağa kadar hissedilen umut biz torunların da her daim benliği oldu. Olmaya da devam ediyor. 


Mehmet dedem istemeden bir masal sahibi olmuş kişidir. İyi ki de bugünün beton dünyası arz-ı endam etmeden toprak altına göç etmiştir. Yoksa, eyvah, o eşsiz masalcının hikayeleri de korku romanlarını aratmayacak cinsten olurdu. 

[📷 Eski Kooperatif Evleri, Yapıtaş, Şakacı Sokak, (Aralık 2018).] 

Şakacı Sokak ve çevresine bugün gelince, pe çok küçük bir muhit dışında, yıkılan ve talan edilen mallar, mülkler tarihin mezarlığına çoktan gömüldü. Yanlış hatırlamıyorsam 70’lerin sonlarında süratle başlayan insana, bahçeli evlere, koruluklara, çiçeklere ve böceklere duyulan sevgisizlik furyası, 80’lerde tavan yaptı. İlk kuşaklar birer birer bu hayattan ebediyete göçünce yaşayan ‘yeni’ kuşak sakinler suskun kaldı. Kıyasıya sürecek yıkıcı miras kavgaları başladı. Şakacı Sokak da, kendi bildiklerine fazla inananların elinde bir kez daha çehre değiştirdi. Çapsız, suratsız, çirkin gökdelenler türedi. Bir karış toprak parçaları bile otopark kudretine betona teslim edildi. Hiç görmediğim kadar yol bağlantıları inşa edildi. Büyük ana caddeye eklemlenen ucube sokaklar bir mızrak gibi deldi geçti o güzelim bahçeleri. İç içe bir yaşam tarzı benimsendi ve benim çocukluğuma, gençliğime, delikanlılığıma özgü bağımsız yapılaşma, göz açıp kapayıncaya kadar yok edildi. 

[📷 Bir zamanların top sahaları apartmanlaştı, Şakacı Sokak, (Aralık 2018).] 

Geçmiş yılların İstanbul, Kadıköy ve bilhassa Kadıköy yakasının hatırşinas semtlerinin tasvirlerini okuyun önemli edebiyatçı kalemlerden. Ve tabi burada yazdıklarıma da konuk olabilirsiniz. Geçmiş zamanın Şakacı Sokak ve çevresinin fotoğraflarına göz atın. Dönemin resimlerinden, peyzajlarından yola çıkın; dünkü ŞAKACI SOKAK’tan pek az iz bulabilirsiniz. Bu sokak, bu sokağın evresindeki mahalleler sanki fark etmişçesine, çoğu kez, bir sonbaharın şiirselliğini yansılar... 

Seref Sayman

Saros Körfezi, Ekim 2018 -Eylül 2020   

[📷 Charlie, Scar ve ben Sonbaharın son günlerinde, Saros Körfezi, (Kasım 2019).] 

(*) Önceki Makale: Eyvah, Jön Türkler Merdivenköy’de!

(*) Sonraki Makale: Such Time Rolling On ~ Öyle Bir Geçer Zaman ki 

(**) Bir sonraki makaleye geçmeden önce “ANILARIM” sayfasında yer alan, “1876-1899 Yılları ~ [1888-1889]” ile başlayan ve hemen akabinde “Düğün Olur İki Kişiye, Tasası Düşer Tüm Mahalleliye-1” ile devam edip, “Düğün Olur İki Kişiye, Tasası Düşer Tüm Mahalleliye-7” ile sonlanan 16 makaleyi okumanızı tavsiye ederim. 

***…*** 

 [ÖNCEKİ] << [ŞAKACI SOKAK] >> [SONRAKİ] 

>>> [İçerikDizini] 

***…***