Şakacı Sokak, Şakacı Sokak Olana Kadar

 

[📷 Muhittin amcam, eski evimizin bahçesinde, Kazasker Şakacı Sokak, (1969).]

BİR ŞAKACI RÜYASI 

Yeni yeni sevdalanan gönül bebeği, bu gece başının üstünde sarı şaşaalar serpip güya sessiz bir ninni, insanın kalbini bütün acılardan yıkayan aydınlık çiçeklerden yapılmış bir rüya şarkısı söyleyen bir ay ışığı altında ve yavaş yavaş, adeta lütufkâr bir beşik gibi sallayan denizin üstünde uykuya dalmış iken Anadolu şimendiferi lokomotifinin kustuğu cehennem gibi nefesten uyanarak sabaha kadar “anne” diye bağırmıştır... Anası, Cemile Hatun, beddua ederek: “Patla, kör ol ilâhi!” diye söylenmiştir... (*) 

(*) Ahmet Rasim, “Şehir Mektupları”; dadısı yerine babamın anası Cemile Hatun’u ben icat ettim. 

Kazasker’deki evimizin tadilatına gecikmeli de olsa başlanmıştı. Üst katın kiracıları, (ki yılların en sevdiğimiz ahbaplarındandı kendileri),  söz verdikleri tarihte evden çıkmış olsalardı annem bu kadar sıkılmayacaktı. Nasıl sıkılmasın ki, “Ustalara karşı çok mahcup olmuştuk. Adamları zor durumda bırakmıştık, gidecekleri birkaç ev daha vardı zira. Ama her şey bir tarafa mahallenin tanıdık, bildik ustalarıyla iş yapacak olmaktan dolayı çok mutluyduk. 

Yıllar sonra böyle demişti annem. Mutluydu da nedendi acaba? “Düşünebiliyor musun oğlum, geçen bunca yıldan sonra dedenin Erenköy’deki eski çırağını bile buluyor, ondan doğramaları elden geçirmesini söylüyoruz.” Kim mutlu olmazdı ki böyle durumda? 

Babam eğer gençliğinde dedemin yanında kalıp onun sanatını icra etseydi, o günlerde otobüs, kamyon ya da ambulans şoförü olarak değil, sahneye mobilyacı/doğramacı olarak çıkabilir ve şu Tarık ağabeyin yerini alabilirdi. Gerçi şimdi hakkını yememeyim babam, belki o marangozluk sanatını devam ettirmedi ama iş ev tadilat-tamirat işlerine gelince elinden her şey gelirdi. (Yıllar sonra Semizkumlar / Maviyelken’de edindiği villanın inşaatından bitimine kadar çok özel bir oyuncağıymış gibi nasıl da oynamıştı onunla!) 

Ustalar şubat ayında başladıkları onarım işlerini nisan ayının başında bitirmişti, ev yeni ruhuyla oturulacak hale gelmiş, badanacı Mustafa ağabey boya işlerini tamamlamış en son usta olarak evin anahtarlarını teslim ediyordu babama. Aşağı kattan ayrılıp üst kata taşınma vaktiydi. Eşyalar toplanıyordu. Etrafta ayak basacak yer bulmak neredeyse imkânsız hale geldiğinden ayakaltında dolaşmamam için beni sürekli bahçeye kovalıyorlardı. Hâlbuki benim de çorbada tuzum olsun aşırı isteği, kapıdan kovduklarında pencereden girmeme engel değildi. 

Bu curcuna bittiğinde, Kazasker Şakacı Sokak’a yeniden tepeden bakmak çok hoş bir duyguydu... 

***…*** 

[📷 Annem, babam & Metin ağabey (Muhittin amcamın kayınbiraderi), sıcak bir yaz akşamı sefasında, (1973).] 

Dedelerimin Şakacı Sokak’a neden ve kimlerle olduğu kadar nasıl geldiklerini hep merak etmişimdir. Hatta sonraki mirasyedilerin geldikleri dönemde dahi ne gibi taşıtlar geçiyordu bu sokaktan acaba? Bu da ayrı bir merak konusu kuşkusuz. Hem sonra neden babam, dedemin kendisini defalarca sert biçimde azarlamalarına rağmen amcam gibi terk etmemişti Şakacı Sokak’ı da, annemi de koluna takıp Çilingir Köyü’nden çıkartmış, çeyiz bohçasıyla bu sokağa zamklamıştı? Ya lacivert gözlü annem 50’lerin tam ortasında nasıl inmişti bu sokağın cüsseli çamlı bahçesine? Vapur, tren? Özel araba? Fayton? Ya özel eşyası? Nasıl gelmişti acaba? 

Neyse şimdi karıştırmayalım burasını, ona daha çok sıra var. Fakat öncelik köklerde... Onlar için biraz akıl yürütmenin vakti. 

[📷 Fayton, bir zamanlar, (Nostalji Arşivimden).] 

Çocukluğumda bile vardı bu faytonlar. Erenköy İstasyonu’nun önünde park ederler ve bölgeye dağılırlardı. Ancak dedelerimin zamanı daha bir başka olmalı. Zira bindiklerinde atların nal seslerinden başka ses yoktur etrafta. Fayton önce ağır aksak yol alır Merdivenköy sınırlarında. 

Peki, daha sonra, hangi yol takip edilmiş olabilirdi acaba? Hafızayı çok da zorlamamak gerekiyor. Ama buraları iyi bilen bir ‘Sayman-zade’ olarak en uygununun Göztepe’nin hemen üst tarafından, doğuya uzanan Kozyatağı çayırları arasında açılmış yolu takip etmeleri ve oradan Şakacı Sokak’a çıkmış olmaları en mantıklısı gibi geliyor bana; tabii şimdiki minibüs caddesinin bulunduğu yol da o vakitler artık ne haldeyse o da olabilir. Toprak mı, şose mi? Ha, belki de arada sırada sahil havası almak istemiş olabilirler ve o çok eski yıllarda ‘allahlık’ olan Bağdat Caddesi’nden Ayşe Çavuş’a ve zaten o yıllarda İbak Köşkü’ne kadar mülk sahibi oldukları kimi yerlere de uğrayarak Ayşe Kadın’dan bugünkü Oral Sokak’a gelip oradaki bağlarına bahçelerine bakmışlardır. 

[📷 Kozyatağı silueti, (Nostalji Arşivimden).] 

Babamın Münevver ninesinin Merdivenköylü ailesi böyle yolculuklar yapmış olabilir. Ne var ki şundan emin olabiliriz. Üzüm bağlarının, bahçelerin ve hatta tenha tarlaların arasından geçmeleri kolay olmayacağından kondisyonları her ne kadar berbat olsa da mutlaka ana yolları takip etmişlerdir. 

Gelelim babamın büyük dedesine... yani benim dedem olan Mehmet dedemin adaşı olan dedesi büyük büyük Mehmet dede ve onun çekirdek ailesine... Onlar zaten çok uzun bir aradır Şakacı Sokak’ın hemen dibinde yerleşik olduklarından, yani Kaya Sultan Sokak ile kesişen Can Sokak’ın köşesinde ikamet ettikleri andan beri Şakacı Sokak’lı sayılabilirler ve eminim sahip oldukları at arabaları ile ya da yayan kat etmişlerdir bütün çevreyi. 

[📷 Geçmiş zamanda faytonlar, (Nostalji Arşivimden).] 

Hey gidi günler hey... 

Atlar, mandalar, öküzler nasıl da zorlanmıştır bu yollarda, kim bilir? 

[📷 Hayrünisa ablamın da katıldığı bir yürüyüşte, Ayşe Kadın’dan Suadiye’ye inen Ayşe Çavuş Caddesi, az ileride görünen kavşak: Emin Ali Paşa Cad., (Aralık 2018).] 

Şimdi bile Kozyatağı’nın yolları, Emin Ali Paşa Caddesi, Turşucu Dere, Ayşe Çavuş, Ayşe Kadın ve hatta Şakacı Sokak düz bir hat çizmez, inişli çıkışlıdır. Söz gelimi Hilmi Paşa’dan Şakacı Sokak’a beşik sallaması gibi inmek kolaydır da, Kozyatağı çeşmesinden su doldurmak için bilyeli ahşap araba ile o yokuşu karda kışta tırmanmak zordur. Hele bir de benim gibi özel bir şahsiyet içinde başköşeye kurulmuş, ağabeyim kızağın başında iplere var gücüyle asılmış su arabasını çekelemeye çalışırken o karlı manzarayı birkaç kelime ile ifade etmek kolay değildir. 

Bazen mevsimlerin oynaması gibi Kozyatağı’ndaki havuz başındaki çeşme başı o kadar kalabalıktır ki (!?) muzır ağabeyim dümeni Böcekli çeşmesine kırmaktan geri kalmaz. Yol boyunca tek tük ahşap köşkler, kâgir evler, tarlalar, bağlar, bahçeler, çiçekler ve ağaçlar arasında bilyelerin sesi duyulur. 

[📷 Kadıköy’ün faytonları, (Nostalji Arşivimden).] 

Bir de bu yollarda faytonla krallar gibi seyahat etmek vardır. Eve varınca, faytoncu dizginleri çektiğinde kimsenin inesi yoktur. Beygirler yol boyunca insanın burnunun direğini kıracak kadar boklamış, kokusu çevreye sinmiş ne gam ne tasa. Şimdilerde hayali bile güzel. 

Dedelerimin bu topraklarda kaynaştığı zamanlarda etraf elbette çok daha ıssızdır. Ne in vardır ortalıkla, ne de cin. Kafayı mı yemişler, ne işleri vardır burada? Yer mi kalmamıştı bu koca İstanbul’da da buralar mesken tutulmuştu. Hadi bıraktım Tarihi Yarımada’ya yerleşmelerini, neden gitmezler ki Kadıköy’ün, Üsküdar’ın ‘gelişmiş’ merkezine, Çengelköy’ün ya da Kuzguncuk’un içlerine, ya da ne bileyim Kızıltoprak’tan, Feneryolu’ndan Suadiye’ye, Bostancı’ya uzanan sahil bandına?? Hatta benim bildiğim eskiler hep söylerdi, çok ucuza kapatabilirlermiş Bağdat Caddesi’nin sahil kesimlerini. Ama istememişler. Yaptıkları işlere uygun görmemişler. Bugünkü rantı hayal etselerdi herhalde oraları da mesken edinirlerdi. Pek vizyon sahibi değillermiş. :))) 

Ya da başka gerekçeler vardı; vardıysa da ben bilmiyorum, duymadım işitmedim... Nedense Kozyatağı havalisi onlara daha çok cazip gelmiş. 

***…*** 

[📷 Erenköy, (Nostalji Arşivimden).] 

Cemile babaannemin Mehmet dedemle olan izdivacı sonrasında edindiği yakınmalar boşuna değildi... Muhtemelen Şakacı Sokak’a kadar taşıyordu... 

Senelerden 1929... 

Etraf alabildiğine tarla, bağ, bahçe, doğru düzgün yol yok. Altyapı desen sıfıra sıfır elde var sıfır. Yok ki, her tarafı bok götürüyor. Ne su, ne elektrik. Yağmur yağdı mı vay haline. Karlı kış günlerini saymıyorum bile. Oysa ‘baba evi’ Kadıköy’ün Söğütlüçeşme’sinde hayat vardır. Altıyol’un, Bahariye’nin, Kadıköy çarşısının, rıhtımın hareketli, canlı halini görüyorlar. Onun Şakacı Sokak’a duyduğu ıpıssız hoşnutsuzluğu, annesi Şerife Hatun’un kızının vardığı koca, yani Mehmet dedem, hakkında bitmek tükenmez lakırdıları bir tarafta, sonunda babaannem “Tamam artık,” diyor arkasına bakmadan buraları terk ediyor, bir altı diğer on iki yaşlarında iki küçük evladını da geride bırakarak... 

Aradan huzurlu-huzursuz geçen ne 14 yıl uyum sağlamaya yetmiştir, ne de ufaktan ufaktan gelmeye başlayan altyapı-üstyapı hizmetleri değiştirebilmiştir babaannemin kararını. Gidiş o gidiş... Kalan sağlar bizimdir!!! 

Oysaki onun sevincini anlatamam. Gidiyordu bu Allah’ın kırından, bağından... Ve vardığı o modern ülküden “Sosyete Şalvarlıoğlu” doğacaktı şehrin bağrından... 

Gidenler sadece Cemile babaannemden ibaret değildi elbet. Daha çok öncesinde babamın Münevver ninesinin babası (Ali dede) ve onun varisleri olan diğer kızları (Münevver ninenin ablaları: Hatice & Nuriye), ve o iki kız kardeşin (tesadüfe bakın ki yine birbiriyle kardeş olan!J) kocaları (Hasan & Ali) da satmıştı Şakacı Sokak’ı. Ama ne satış! Hepsine cüzi taksitlerle kira öder gibi vermişlerdi. Ya da çerez parasına... Neredeyse bağış yapar gibi elden çıkarılmıştı çoğu araziler... Hatta bazıları hediye bile edilmişti... 

Ama Mehmet dedem hayatından son derece mutludur. Küçük kardeşi İhsan da. Onlar, bu mahalleyi, bu havaliyi, Şakacı Sokak’ı çok severler; Kazasker ile Hilmi Paşa arasında kalan son parçalara yaptıkları tek ve iki katlı, bahçeli kâgir, dış cepheleri kanyon rengini andıran evlere kurulurlar ve bu hayattan göçüp gidene kadar buradan hiç ayrılmazlar. 

Şakacı Sokak! 

[📷 Yukarılardan eski evimizin ön bahçesine kuş bakışı (şimdiki Mehmet Sayman Apt.), Şakacı Sokak, (Aralık 2018).] 

Havası, toprağı, suyu güzel... Yakın semtler üçgenindeki mahalleleri, sokakları, arsaları; koş koşabildiğin kadar, tüket tüketebildiğin kadar enerjini... Baharı bir başka, yazı, kışı bir başka. Mehmet dedemden bizlere kadar devam eden, ancak bir gün adına ‘apartman’ denilen ucube ile yerle bir edilen bahçeli bir ev; dört bir yanında ağaçlar, çam fıstığı, ceviz, dut, incir, erik, çağla, muşmula, hurma, manolya, malta, leylak, akasya, fındık, armut... Bir sebze bahçesi var ki... Özenle düzenlenmiş çiçek bahçesiyse güllük gülistanlık... İki de kocaman ev; biri ön bahçenin ortasında, diğeri arka bahçenin. Öndekinin kocaman balkonu, arkadakinin terası ve cevizlere, çamlara kadar tırmanan. Karşısında inci gibi dizilmiş Prens adaları: Kınalı, Burgaz, Heybeliada, Büyükada ve o ufak tefek kaşık adalar... Erenköy’den Suadiye’ye, Bostancı’dan Küçükyalı’ya şerit çekmiş kıyılar... İstediğim vakitlerde, o arzuladığım hallerde sanki Kalamış ve Moda iskelelerini, Sarayburnu’nu da görür gibi oluyorum... Çevreye dağılmış bahçe içinde kâgir evler, ahşap köşkler ve ustaca inşa edilmiş tahta yapılar... 

Kısa şortlar içinde bir çocuk başka ne isteyebilir ki! 

Seref Sayman

Saros Körfezi, Ekim 2018, Eylül 2020

 

(*) Önceki Makale: Tren Gelir Çuf Çuf, Vapur Gelir Dumanı Tüte Tüte

(*) Sonraki Makale: I Rake up The Past ~ Eski Defterleri Açıyorum 

***…*** 

 [ÖNCEKİ] << [ŞAKACI SOKAK] >> [SONRAKİ] 

>>> [İçerikDizini] 

***…***