Şakacı Bir Dünyada Devrimci Olmak

 

[📷 Portrem, Kutun ailesinin evlerinin balkonunda, Kazasker Şakacı Sokak, (1978).]

Siyaset Bahane 

1961 Anaysası’ndan sonra gelen yıllardaki göreli özgürlük ortamı Türkiye’de de bazı evrensel fikirlerin dolaşıma girmesine sebep olmuştu. Başta Ankara Siyasal ve ODTÜ’de patlak veren fikirsel uyanış giderek İstanbul Hukuk ve İTÜ’yü de etkisi altına alıyordu ama Türkiye İşçi Partisi (TİP)’in yükselen oy oranları ve gelişen işçi hakları dışında ortada pek başka bir şey yoktu. Yine de alttan alta büyüyen dalgalar gelip Paris 68 olaylarını ateşlediğinde, bu olaylar tam zamanlı olarak İstanbul’da yankı buldu. Hemen ardından İstanbul, Paris’e dönüştü. Öğrenci olayları, nümayişler, anti-emperyalist eylemler, sosyalizm mefkûresi uğruna atılan ateşli nutuklar, üniversite işgalleri, gösteriler her yanı sarmıştı. Eğer bir avangart dalga Paris’ten geliyorsa Şakacı Sokak ve Bağdat Caddesi gençliği buna bigâne kalır mıydı? 

Asla! 

[📷 Paris Komünü, (Nostalji Arşivimden).] 

Tabi ki Sokak ile Cadde’nin farklı anlayışı ve yaklaşımı kâin idi. Sokak’a göre Paris, Tanzimat kafasından Jön Türklere, İttihatçılardan Cumhuriyetçilere, Voltaire’lerin, Montesquieu’ların, Hugo’ların aydınlanmacı fikirleri, bağımsız topraklarda eşitlikçi-özgürlük idealleri iken, Cadde’ye göre bu daha çok ‘moda’ tarzı bir isyandı... Eğer Paris ayaklanıyorsa sosyal demokratların egemen olduğu Sokak ile yüksek sosyetenin malikânesi Cadde niye uyusundu? 

[📷 Hippiler Sultanahmet’te, (Nostalji Arşivimden).] 

Gerçi Bağdat Caddesi, Şakacı Sokak’a nispeten daha netti. Duruş itibariyle demek istiyorum... Şakacı Sokak, dini ve milliyetçi duyguları çok kabarık muhafazakâr Erenköy, bağnaz Kozyatağı ve mutaassıp Küçükyalı arasında sıkışıp kalınca ancak ilerici, laik, entelektüel Bostancı ve Kadıköy sayesinde nefes alabiliyordu. Bundan dolayıdır ki her ne kadar Bağdat Caddesi ile uyuşmasa da ona sırtını dönmüyor, ona kontrastlı yüzünü çevirmiyor, bilakis her fırsatta ondan feyz almaya devam ediyordu. Çünkü Cadde gençliği tıpkı “Çiçek Çocuklar” gibi vurdumduymazdı. Kendilerine uymayan her şeye ‘isyan’ onların biyolojik damarlarında akan kandı. 

İşte tam da bu nedenle, kısa sürede, ‘sosyete solculuğu’ trend oldu. Hepsi de hali vakti yerinde ailelerin çocukları olan bütün gençler sosyalist klasikleri ve propaganda kitapları hatmetmeye başladılar. Ama her zaman olduğu gibi, bu iş de Şakacı Sokak’ta farklı, Bağdat Caddesi’nde farklı gelişti. 

[📷 68 Gençliği, (Nostalji Arşivimden).] 

Şakacı Sokak coğrafyasında, üniversite gençliğinin meydanlara, dağlara çıkması ile kendisini hissettiren 1968 isyanına, 12 Mart 1971 faşist darbenin hemen ardından Kızıldere’de Mahir Çayan ve arkadaşlarının katledilmesi ve sonrasında 6 Mayıs 1972’de, tarihe “Darağacında Üç Fidan” olarak kazınan Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın Ulucanlar Cezaevi’nde idam edilmesi ve İbrahim Kaypakkaya’nın işkencede katledilmesi olayları damgasını vuruyor, iş bu nedenle de 68 ruhu Sokak ahalisinde derin izler bırakıyordu. 

Diğer tarafta Bağdat Caddesi’nde ise, Sovyet ekolüne yakın Leninist-Stalinist çizgideki sosyalist grupların söylemleri yerine, Paris’ten esen dalgalar, hatta, hatta Atlantik ötesinden gelen dalgalar yankı buluyordu. 

[📷 Mao, (Nostalji Arşivimden).] 

Avangart gençler, o sırada yükselişte olan Maoculuk ve Troçkizm’de kendilerini ifade etmeye başladılar. Bir ara Gueverist maceracılık ve devrimci romantizm de moda olur gibi olduysa da bu işin Bağdat Caddesi’nde hiçbir şansının olamayacağı kısa sürede ortaya çıktı. O rüzgârın esintisi çabuk geçti. Çünkü silahlı mücadele riskleri, dirimsel Bağdat Caddesi gençliğinin marjlarını aşıyordu. Mesela Cadde’de kimsenin dünyayı kurtarmak için kendini feda etmeye niyeti yoktu aslında. Onların tarzı böyleydi işte... 

[📷 Şakacı Sokak, Yapıtaş, (1978).] 

Bundan dolayıdır ki, riskleri en fazla yüklenenler Şakacı Sokak’ın Yapıtaşlı gençleri, Şenesenevler’in ve Bostancı’nın keskin devrimci kesimleriydi. Birkaç istisna dışında, Sokak’ın umumi CHP çizgisinin sosyal demokrat aileleri ve onların ‘anti-emperyalist’ çocukları ise tıpkı Bağdat Caddesi’ndekiler gibi olan bitenleri risk almadan paylaşmayı tercih ediyordu canla başla korudukları ‘botanik’ bahçelerinde. 

[📷 TKP, (Nostalji Arşivimden).] 

Ama yine de hem Sokak’ta hem Cadde’de moda söylem coşkuyla benimsendi. Bir müzik akımı gibi kullanıma alındı. Her nedense Cadde’deki sosyetik gençlerimiz Maoculukta avangardizm buldu. Ve bunu ucundan köşesinden Şakacı Sokak’lı tıfıl gençlere de bulaştırmayı başardı. Duvarlarda en çok “Ne Amerika Ne Rusya Tam Bağımsız Türkiye” yazılarının boyası görülmeye başlandı. Herhalde bunda Fransız entelektüellerinin o yıllarda Çin’de iyi bir şeyler olduğu vesveselisine kapılması etkili oldu. Ama kısa sürede bu rüzgâr da yerini “ileri aydınlanmaya” (?!) bıraktı; kimileri o günlerin resmi-TKP’sinin CHP kuyrukçuluğu yapmasını ve alanlardaki övgücü işbirliğini sevdi, onun gençlik örgütü İlerici Gençlik Derneği (İGD)’nin uzlaştırıcı çizgisini benimsedi ya da daha ekstremi, sol-liberallerin meydana çıkmasını canı yürekten alkışladı. Özellikle Bağdat Caddesi’nde “Birikim” rüzgârları esmeye başladı. 

[📷 Köhne Çay Bahçesi, Kalamış, (Nostalji Arşivimden).] 

Kadıköy’e “İskele”, Bostancı’ya “Kargalı”, Cadde’ye de “Köhne” yılları gelmiş çatmıştı. Kadıköy ile Bostancı’yı ileri yapraklara bırakıp şimdi Köhne’ye gidelim. 

Kalamış’taki salaş çay bahçesi bütün ilerici gençlerin buluşma noktası olmuştu ve her gece her masada ay ışığına, yakamozlara ve kotralara karşı hararetli ideolojik tartışmalar yapılıyordu. Ayağı kırık her tahta masada bir fraksiyon kuruluyor, ertesi haftaya varmadan o fraksiyonlar da ikiye, üçe bölünüyordu. Türkiye gençliği Marx, Engels, Lenin, Stalin, Mao, Tito, Enver Hoxha kitapları okuyup o retorikle meşgulken, Kalamış Köhne’de Menşeviklerden, Narodniklerden ve hatta Nihilistlerden başlanarak kuramsal meseleler tartışılıyordu. Mortovlar, Martinovlar, Axelrodlar, Lunaçarskiler, Plekhanoflardan giriliyor, Gramsciler, Dimitrovlar, Troçkiler, Althousserlerden çıkılıyordu. Her kuram masaya yatırılıyor, enine boyuna irdeleniyor, ancak bir felsefe fakültesinde olabilecek kadar manasız bir ciddiyetle analiz ediliyordu. Kitaplardan ezbere alıntılar okunuyor, ateşli tartışmalarla parti kongreleri mahkûm ediliyordu. En sofistike alıntıları yapanlar en havalı duruşları sergiliyor, diğerlerini şöyle bir ezmenin gururuyla devrimci ajitatörlüğün o kahredici cezbesini, süksesini yaşıyordu. 

Burada durulmuyor, Mayakovsky’den, Pablo Neruda’dan şiirler okunuyor, Rosa Luxemburg için gözyaşı dökülüyor, Germinal romanından fragmanlar, Nazım’dan dizeler dile getiriliyor ve denize uzanan küçük tahta iskeleye çıkılıp gruptan biraz uzaklaşıldığında şiir gibi, incecik, sarışın, 18’lik kızlara kalpler açılıyor, ilan-ı aşklar ediliyordu. Dokunmak içten geliyordu ama bu “devrimci etik”e sığmadığı için erteleniyor, bir başka gece, bir ev buluşmasında daha yakın dostlar arasındaki derin ideolojik tartışmalar, Yves Montad şarkıları ile bölündüğü sırada öpücükler devreye sokuluyordu. Derken gençlik ateşi ve ev partilerinde The Beatles ve Bee Gees ile sabahlara kadar süren sevişmeler... Devrimin unutuluşu... Yerini daha soft bir muhalif (!?) müziğin alışı: “Simon and Garfunkel”... 

[📷 Simon & Garfunkel, (Nostalji Arşivimden).] 

Hello darkness, my old friend

I've come to talk with you again

Because a vision softly creeping

Left its seeds while I was sleeping

And the vision that was planted in my brain

Still remains

Within the sound of silence 

***…*** 

İşte Bağdat Caddesi’nde devrimcilik, aykırılık, muhaliflik buraya kadardı... Simon & Garfunkel’e kadar yani... Ahh, ilahi o yıllar... Köhne’ye ve Cadde’ye dair entelektüel dekadans anlatmakla bitmez. 

[📷 Bağdat Caddesi, (Nostalji Arşivimden).] 

70’lerin sonuna doğru kızışan sol tartışmalar Kadıköy, Göztepe ve Kartal’ın yanında Bostancı ve Şakacı Sokak’ın büyük bir bölümüne kilitlenince, kısa süre içinde, Bağdat Caddesi gençliği Türk solu içinde marjinalize oldu ve kovuldu. Araya kalın halatlar çekildi. Onlar da zaten Türk solunu tüm benlikleriyle yadsıdılar. Kovulmaktan dolayı memnun oldular. 

Kimilerinin beklediği, kimilerininse apışıp kaldığı 1980 faşist darbesi vasıl olduğunda Bağdat Caddesi solculuk meseleleri hakkındaki ununu elemiş, eleğini çoktan duvara asmıştı. O nedenle birkaç yıl öncesinin anarşizan gençleri yeni monetarist düzene şevkle ve süratle ayak uydurdular. Yaşasın Friedman (!?), Yaşasın Thatcher (!?), Yaşasın Reagan (!?) ve ilahi Yaşasın Özal (!?)... 

Artık eskinin sosyalist sempatizanı burjuva çocukları, bileşik faiz, libor, kur, arbitraj, sıcak para söylemine doğru bebe adımları atmaya hazırdı. 

[📷 Şakacı Sokak, (1976).] 

Vay “Akın var güneşe akın, güneşin zaptı yakın”lar... Vay hele “Onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar; korkak, cesur, câhil, hakîm ve çocukturlar”... 

Hepsi birer sonbahar yaprağıymış meğer... 

Genç soluk borularına çektikleri sigara dumanından herhalde, bu boğuk sesli gençlerin söylediği yakıcı Ruhi Su, Rahmi Saltuk türküleri... Piyanosunun gerisinde bir uzun hava gibi emekçileri ayağa şahlandıran Timur Selçuk, gitarlarıyla ‘rock’ yapıp meydanları sallayan Cem Karaca, Erkin Koray, kadife gibi sesiyle Edip Akbayram, hafif meşrepten Melike Demirağ, onu kollarından tutup çekeleyen Selda Bağcan... 

Şakacı Sokak’lılar anlamdaş Kadıköy, Göztepe ve Kartal benzeri Bostancı’nın da tökezlemesiyle sokakta yapayalnız, Yapıtaş sahasında, Hilmi Paşa çayırlarının karşısında, Kazasker’in bahçeli evlerinin pencerelerinin kıyısında mahzun, dükkânların kapı önlerinde oturan tecrübeli esnaf kokusuna rağmen hareketsiz... Kaç yıl önce, kaç yıl sonra Erenköy, Kozyatağı ve Küçükyalı aşırı sağcılarının kuşatması altında hâlâ sokağa uzak, hâlâ “Hatırla Sevgili”nin Dargeçit’inde şakacılar... 

Şakacı Sokak... Bağdat Caddesi’nin raylarından kopan göçmen beyazı hızlı genç devrimciler... Ne zamandır eli ayağı iş tutmayan yaşlı köstebekler, üzgün bir takım nonoşlar, yoksa homo mu demeliydim (!?), kendine mecnun bir kadın, yine kendilerinden başkasına zarar veremeyecek kadar masum bir çift akıllı bıdık divane, tasını tarağını toplamış kıdemli eskiler, kim bilir bağını nereden koparıp gelmiş mahallenin ak sütünü bozan ‘yeni’ sakinler, ‘taze’ yetmeler, vay lele’ler, oy çırpınırdı karadenizler, sokağın adresini soranlara alesta... Elinde bir çakısıyla bir suratı bozuk dalgın... O vakitler henüz tiner koklamak, kumar oynamak, fuhuş yapmak yaygın değil Şakacı Sokak’ta. Sadece elde beraat etmiş bir çakı veya tornavida ile bizim Sütçülerin evinin köşesini gece gündüz mekân tutan paryalar, 9 kardeşten mütevellit hırsız tayfası... Mehmet dedemden kardeşine, yani İhsan amcamıza bulaşan ahşap doğrama sanatına bile kafa tutamayacak kadar benzersiz çürük yapılar. O işin ehli insanlar ne yazık ki kalmadılar. 

Tamam, yetmişler günleri tüketirken tekinsizdi her yer. Şehir öfkeydi, hınçtı, kanla kuşatılmıştı şehir. Öldürülenler yüzlerine çekilen parçalı gazete kâğıtlarının altında, onlar da tekinsizdi. Silahlar çekildiğinde bakmıyorlardı arkalarına çünkü. Karanlık yüzlerin kurduğu kahpe pusular oynanan oyunun (!?) en can alıcı kuralıydı. Şaka gibi. Evlerine sinenler de bakmıyorlardı dışarı, çekiveriyorlardı hemen perdeleri. Korkuysa, Şakacı Sokak da korkuyordu. Hem de çok. Lakin O mu istemişti gerici tayfalardan ibaret Erenköy’ün, faşist komandoları yetiştiren Güneş Koleji’nin muhacim dokuz ışığını? Sıvışmaksa tam zamanıydı. Sıvışmalı. Evet, evet, “Faşizme Geçit Yok” nakaratıyla sıvışmalı... 

[📷 Londra’da bir protesto yürüyüşü, (Nostalji Arşivimden).] 

İleri Demokratik Halk Devrimi”nin tüyen evlatları... 

[📷 Tutsaklar, Ressam İrfan Ertel, (Nostalji Arşivimden).] 

12 Eylül’de en fazla bedeli ödeyenler bu yüzden de sıvışamayanlar oldu... Vaktini yeğ tutup tüyemeyenler yani. 

Köprünün altından azgın sular akıyor, tarih kusursuz çarklarını döndürüyordu. Zaten parkalar çoktan rafa kaldırılmış, kayak takımları da saklandıkları yerlerden çıkarılmıştı. Artık Kızıl Ordu’nun Beyaz Ordu’ya karşı cenk verdiği, Çarcı Kolçak ve Danikin’in orduları lanetlendiği o aymaz karlı platolar tarihe karışıyordu. Rusya steplerindeki beyaz dünyanın sonsuz sınırsız büyüsü sona eriyordu. 

Kar artık suyun kaynağı hem tatlı hem güzel Kayışdağı’ndan iniyor, Uludağ’ın taçlı sosyetik otellerinde, kaçak viski ve uzun Marlboro eşliğinde şömine başında idrak edilmeye başlanacaktı... 

Şakacı Sokak hiç boş durur mu? Orijinal yerlilerinin belki Uludağ’a tırmanacak kadar çuvalları dolu değildi ama onların yapacak daha mühim işleri vardı. Bahçelere kibrit suyu dökmek... 

Evet, evet, zaman biçare bahçeleri alaşağı etmeye gelmişti. Devran döneme ayak bağı olmak değil, ona uyum sağlama dönemiydi. Koca koca ağaçlar ağlıyordu her birinin kellesi gidiyorken. Güzelim fidanlar bir daha çıkmamacasına toprağın altına gömülüyor, üstleri çimento sıhhatinde otoparklar inşa ediliyordu. 

[📷 Şakacı Sokak, Aralık 2018.] 

Her güllük gülistanlık bahçede artık bir ağaç değil bir beton dikiliyordu. Yazıtları eksik dikilitaşlardan farksız. Araziler vereseler tarafından ya satılıyor ya da uzun süren pazarlıklar sonrası bir beton-mezarlığı yüklenicisi ile anlaşmaya gidiliyordu. İlk sahiplerinden evlatlarına, hadi en fazla torunlarına diyelim, öyle aman aman araya fazla nesil girmemişti henüz. Değişik dönemlerde kısmen farklı işlevsellikte kullanılan parsellerde apartmanlar yapılmaya, ana caddelere de bağlantılar kolaylaşsın diye uyduruk sokaklar üretilmeye başlanıyordu. Velhasıl, betonyerler (mikserler) geldi, inşaat malzemeleri yığıldı, ‘asırlık’ ağaçlar kesildi. Yaz kış bir kuş cenneti olan koruluklar, çalılıklar, çayırlar yok oldu, tıpkı eskinin fundalıkları, bağlıkları, bostanları gibi. Dozerler büyük gürültülerle toprağı karıştırıp derin çukurlar açtı. Buralarda kalabalık insan topluluklarının oturacağı beton binalar yükselmeye başladı. Bütün bunlar akıl almaz bir süratle gerçekleşti. 

Şakacı Sokak’ta yenilen sadece devrimciler değildi... Bir sokak daha yenilmiş, kasvetli yeni dalgaya esir olmuştu... 

[📷 Annem, kucağında kuzenim Ayhan ile eski evimizin ön bahçesinde (1977).] 

Seref Sayman

Saros Körfezi, Ekim 2018, Mart 2019

 

(*) Önceki Makale: Şakacı Sokak’tan İnsan Portreleri

(*) Sonraki Makale: Şakacı Sokak’a Sevdalı Hümanizma Tipolojisi 

***…*** 

 [ÖNCEKİ] << [ŞAKACI SOKAK] >> [SONRAKİ] 

>>> [İçerikDizini] 

***…***