Osmanoğulları “Körler Ülkesi”nde

Kadıköy yakasının eski sakinleri...

MAZİ DÜŞLERİ 

Geçmiş bir zamanı diriltmek, onu yeniden hayata getirmek, kendi gençlik çağımı tekrar etmek gibi, tamamen olanaksız bir durum. Fakat düşünüyorum da, geçmişe özlem duyan birinin sağlam temelleri bu tekrar dirilmesine imkân olmayan geçmiş zamanlarıdır. Açık seçik, korkusuzca yazarak hatırlattığım için çeşitli tarihlerde karşıma çıkan kimi hatırat muhaliflerim beni bu projemden vazgeçirmek için çok uğraşmışlardı. Ama başaramadılar. Şimdi kendimle yalnızım ve istediğimi yazmakta hürüm. Her şey çok belli değil mi? Bu hatırat muhaliflerim ilk evvela kendi mazilerini unutturmak istiyorlar. Vicdanlarından ve hafızalarından silmek istedikleri bir geçmişleri var. Geçmiş ile yaşamak istemiyorlar. Buna saygı mı duymalıyım yani? Onlar istemiyor diye ben de mi cayacağım geçmişimden. Böyle bir şey mümkün mü? İstemiyorlarsa merak edip okumayacaklar. Okuyacaklarsa da düzeyli eleştiri yapabilirler. Ama geçmişi asla tersine çeviremezler. Yaşanmış yaşanmıştır. Doğrusu veya yanlışı ile. Olmamış, yaşanmamış gibi davranmak niye? 

Ben ve kardeşlerim o mazinin topraklarıyla, köklerimizin mahsulleri ve devamlarıyız. 

[📷 Londra Günlüklerim, Soldan sağa: Kuaför ‘Çitlembik’ Mehmet, Hayrettin ağabeyim, bendeniz ‘Uçan Martı’, Antalyalı ‘Gözlük’ Metin, Barking Park, (Nisan 1980).] 

Diğer tarafta yakın çevrem içinde büyük bir çoğunluk da geçmişine hasret duymaktadır. Herkesin kendi mazisine özlem duyması çok doğaldır. Zira bu en güzel hayat çağında, yirmi yaşlarında bulunduğum zamanı çok sevmiş ve ona duyduğum özleyiş hiç tükenmemiştir. Mazi ne de olsa en değerli zamanlarımdır. Çünkü hatıramda bu günlere kadar devam etmesiyle, en çok uzamış olan, en çok yaşamış bulunduğum zaman dilimidir. Böbürlenmek gibi bir niyetim yok; ama kendi geçmişim ayevi uzaklığı oranında sağlamdır ve ben ona hayatımı uzattığı nispette bağlı kalmayı sürdürüyorum. 

Herkesin kendi geçmişine katlanmayı istemesi en vazıh hakkıdır ve her neslin kendi gençlik zamanını geçirmiş olduğu dünyanın daha eski bir zamanına bağlanmasını zorunlu görmesi buna hiçbir mani oluşturmamaktadır. Mazi kendimizi, gücümüzü, ruhumuzu yaratmış bir zaman demektir. Elbette her nesle kendi mazisinin birtakım cazibeleri olacaktır. Zira hayat sevgisi bunlarla beraber kavranmıştır. 

[📷 Saros Körfezi, Koruköy, (Şubat 2018).] 

Karanlık geceler yıldızları ve aydınlık günler kümeler halinde dağılan bulutlarıyla; rengârenk doğa değişmeleri ve mevsimler usulcacık geçişleriyle; şu yaşadığım yerin tavlı manzarası ve Ege’yi boylamasına saran ufuk seraplarıyla mırıldanarak ve ruhuma gizli bir şeyler fısıldayarak beni yaşadığım anların içinden alıyor, ikide bir kendi derinliklerinde devam eden geçmişime daldırıyorlar. Lâyenkati tattığım bu tatlı abıhayat olmasa nasıl yaşayabilirdim, bilemiyorum? 

[📷 Londra Günlüklerim, Annem ve Hayrettin ağabeyim ile birlikte, Kew Gardens, (Ağustos 1982).] 

Geçmişim çocukluğum ve gençliğimle birlikte gözbebeğim köklerimle (bugün pek çoğu toprak altında) buluştuğum muhteşem bir diyardır. Mazi, biraz edebiyat yapacak olursam, benim için Âdem’in yediği ‘nane’ yüzünden kovulduğunu hatırladığı cennettir. Annemin, babamın, kardeşlerimin yüzleri ve muhabbetleriyle yoğrulmuş çocukluğumun sevinçleri ve emelleriyle örülmüş bu geçmiş... ömrüme ikide bir çiçeklerini veren Kazasker Şakacı Sokak’taki Mehmet dedemin bu bahçesi... babamın malta eriği altında özenle aydınlattığı yemek sofrasının etrafına birikenlerden ikide bir ahenklerini salan bu şamatalı musiki... 

Ruhuma eski kuvvetlerinin yeni bir hamlesiyle esince duyduğum mutluluk içinde anlıyorum ki mazinin sessizliği ve sesleri de, hüznü ve zevkleri de gönlümde halin hayhuylarına ve duygularına her zaman galip gelecektir. 

[📷 Eski Hisar Kalesi’nde, Gebze, (Mayıs 1978).] 

Bundan kırk-elli yıl önce yaşadığım delifişek gençlik zamanlarımı sevmem ve mazimin böylece bana hoş görünmesi benim için vazgeçilmez bir duygudur. Zira ben o yıllarımı daima gönlümün süzgecinden geçmiş olarak hatırlıyorum ve onda ancak gönlüme göre tasfiye edilmiş bir hatıra buluyorum. Sadece o delikanlı yıllar mı? Elbette hayır. Bana göre her devrin manalı bir yaşama biçimi vardır. Ve aslında geçmişimle ilintili hangi yıl olursa olsun bu bakış açımı değiştirmiyor. Zira uzaktan gördüğüm şeyler bana öteden beri daha çok güzel görünüyor ve daha çok hoşuma gidiyor. 

Ya an’ı yaşarken öyle mi? Hiç sanmıyorum. O an’ı yaşarken bütün dikenleri gözlerimize batar. Hâlbuki mazinin bize batacak dikenleri ortada değildir. Maziden bahsetmekte şu kolaylık vardır ki hakikatin karşısında olmadığımızdan gördüğümüzün güç gelen resmini yapmaya mecbur olmayarak hatırladığımızın resmini, hatırımızda kaldığına göre çizeriz. 

İhtimal ki ben de bu geçmiş zamanları hayalimde büyüterek daha ziyade güzelleştirmiş, ihtimal ki güzelliklerini mübalağa etmişimdir. Yazılarıma da böyle aksettirmişimdir. Ve hatta bu ihtimalin bundan sonra yazacaklarıma da aynen böyle yansıyacağına kuşku duymuyorum. Zaten bu da ihtimal ki yaşadığım zamanların bir sonucudur. Ne yazık ki bu zamanlar hepimizi hep mübalağalara sevk ediyor. 

[📷 Ayaktakiler soldan sağa: Nevin Sayman, Zehra Tunadan & Yaşar İpçioğlu; Oturanlar soldan sağa: Saliha Mumcular, Menşure İpçioğlu, Eski evimizin Şakacı Sokak’a bakan ön bahçesinde, Kazasker, (1968).] 

Romantik ama kalıcı bir semt, bir sokak, bir mahalle, bir yaşam hatırat yazını namına geçmişte köklü ve güzel ne varsa hepsinin kök familyalarım tarafından sabote ve muallel edildiğini görüyorum. Gerçi bunu soyutlayarak söylüyorum. Çünkü koskoca sülalemin içinde hiç kimse benden önce cesaret edip de ne kendi ne de kendiyle ilintili soy-sop, arkadaş, dost, komşu, mahalle, çevre, kültür, tarih babında bir hatırat serisi kaleme almıştır. Ne büyük bir eksiklik! E, bu koca hisse de bana kısmetmiş. 

Ben de oturdum, bilmediğim zamanı bir güzel hararetle araştırdım. Şahsıma en samimi bulduklarımı heyecanla dinledim. Notlar aldım. Genel bir çerçeveyi yakaladığıma inandığımda da düş gücümü kullanmaya başladım. İşte tıpkı Şakacı Sokak dizisine ilham veren “Yaşamımdan Damıtılmış Anılarım” seçme yapıtlarındaki 63 Öncesi’nin serisi de böyle yazılmaya başlandı. Bildiğim zamanı yazmaya başlamadan önce ise gerekli taslakları oluşturdum. Bugün itibariyle yüzlerce makalem bu taslak biçimleriyle hazır. Şimdi sıra usulcacık, can sıkmadan, can çıkartmadan, aheste aheste ve fakat keyfe keyif katarak bunların edebileştirilmesinde. Hiç kuşku yok, bildiğim bir zamanı ve içindekileri oldukları gibi hatırlamak çok daha kolay. Ve ben de yazın hayatımda bunları hakkıyla derin yazıya dökmek ve övmek istiyorum. Zira onlar hiç olmazsa cidden var olmuşlardı ve bazıları bana geçmiş hakkında yüksek ve asil bir fikir vermişlerdi. Hayatıma yön vermişlerdir diye de ekleyebilirim. Onlar gerçekten yaşanmıştı. Kendilerinin merhamet, şefkat, muhabbet ve nezaketten üretildikleri ömürlerini biliyorum. Hem de sanki dünmüş gibi. Ne var ki, vaat etmeye göz aldığım akıbetin insafı ve mucizesi hakkında ne olacağını bilmek ve bu sihirli, samimi konuda bir fikir edinmek çok kolay değil. 

[📷 Saros Körfezi, Koruköy, (Ekim 2018).] 

Yaptığım bu olağanüstü işle boyuna övünmek istemiyorum. Ancak benim mazim hakikaten lezizdir. Geçmişim fevkalâde lezzetlidir. Ona geçen zaman ile bozulmadığı için itimadım sonsuzdur. Onu solmadığı için çok seviyorum. Şundan dolayı: zaman hızla geçip gidiyor, zinde kalmaya çalışsam da kuvvetim hiç eskisi gibi değil, duygularım törpüleniyor ve yıpranıyorken kendime büsbütün destek yapabileceğim mazim hiç sarsılmadan devam ediyor. Geçmişim öyle bir zamandır ki ruhumun mükemmel gezegeninde ziyan olup geçmesi mümkün değil. 

Mazi ihtiyarlayıp bunamayı, bozulup heba olmayı bilmez. Mazide gül solmayı, mehtap azalıp bitmeyi bilmez! 

Ne yalan söyleyeyim, ben maziyi yerinden oynamadığı ve kımıldamadığı için çok seviyorum. Şu nedenle: dedeler, nineler, analar, babalar ölür; sevgililer gider, el değiştirir, sevgililer geçer; beden ihtiyarlar, ruh yıpranır. Fakat yere eğilen, yere düşen adamın hafızasında ve yâdındaki mazi cennetine bir şey olmaz. Ölmüş bütün akrabalarım, hatta hayatta olmayan bazı arkadaşlarım, sönmüş bütün aşklarım, geçmiş bütün ihtiraslarım yerine bana ancak bu mazi cenneti kalıyor. Şu elinde tuttuğu hazine sandığı ile denizden çıkıp gelen define avcısının sakladığı mazi düşleri gibi... 

[📷 Bisikletle “Saros Körfezi” Yaz Turu, Bolayır, (Eylül 2018).] 

Benim geçmişim değişmez. Değiştirilemez. Onun için her bir hikâyesi yalın anlatıma tabiidir. Yalansız ve dolaysız. Mazimi artık kimse değiştiremeyeceği için de çok seviyorum. O bugün gibi değil. Bugün, hâlihazırda yaşadığım şu an, her biçimde değişebilir riski taşırken geçmiş asla değiştirilemez. Ancak sahtekârların dünyasında değişir, değiştirilir. “gEZENTİ bİSİKLETBlog’unda böyle bir şey hiç ama hiç olası değil. “gEZENTİ bİSİKLETBlogu’na istediğinizi yapabilirsiniz, işkence edebilirsiniz (ki bu en fazla sanal müdahaleler, izinsiz girişler, kopyalama-yapıştırma atraksiyonları, siber ataklar şeklinde görülmektedir); nafile. Ne yaparsanız yapın, mazime dokunamaz; onu benden alamazsınız. Eğer sıhhatimi ve belleğimi şimdiye değin koruyabildimse mazimi dünya durdukça muhafaza edeceğim ve onunla birlikte öleceğim demektir. 

[📷 İlkokul arkadaşım Davut Bulgur & ailesinin oturduğu Acar Apt., Şakacı Sokak, (Eylül 2010).] 

Bana göre mazi, bir başka anlamda, elden geçen zamanların gidip toplandıkları bir iklimdir. Benim de ruhumda böyle büyük bir kıta vardır. Efsanevi zenginliklerin haznedarı sayılırım. Hatıralarımda kırk haramilerin mağaralarındaki servetler, geçmiş günlerle gecelerim olan servetler toplanmıştır. Bu hazine bugün bir sokak, Kazasker Şakacı Sokak ve yakın çevresi için biriktirdiğim, özenle derlediğim, bütün hatıralarım ve tekmil mazimdir. Hatta yalnız seneler boyunca süren şahsi hayatımın değil, fakat hayatıma girmiş insanlarla, şecere atlasında mevcudiyetlerini koruyan köklerimin ve samimi çevremin varlıklarıdır. Bunlar en güzel safran taşlar ve madenlerden daha kıymetli, daha sağlam, daha ölümsüz, kendi hatıralarım, içimden dışarı fırlayan ve deşifre edilmiş, mahremiyeti sonlandırılmış susmayan musikilerdir. 

Yıllardır saklı odamın zenginliklerine kavuşmak için kifayetli bir Ali Baba’nın “Açıl susam, açıl!”ı gibi, unutmuş saydığım ya da unutulmuş sayıldığım, sanıldığım köşemde biraz sükûn (huzur) ve sükût (sessizlik) bulunca, ekseriyetle sevdiğim, ruhumu mest eden bir ismi mırıldanmak yetişir, mazimin tılsımlı kapıları “gEZENTİ bİSİKLET” okurları ve takipçileri için derhal açılır ve ben dâhil hepimiz bütün sevdamızla paha biçilmez hatıraların tamamını birer birer bulduğumuz şifresiz dünyaya kavuşuruz. 

(*) Yukarıdaki fotoğraftaki apartmanda Bulgur familyanın dışında kimler, kimler oturmuyordu ki? Gülşen abla & ailesi: iki oğlu, Nuri ve Nejat kardeşler çocukluk arkadaşlarım olurdu. Mahalle futbol takımımız Rekor Spor’un üyelerinden Özcan arkadaşım. Kutun ailesinin gelini Fatma ablamızın sert bakışları altında çok beyefendi bir şahsiyet olan Amcabeyi. Arkadaşım Ayhan Hınçal’ın da Suadiye Lisesi’nden arkadaşı olan devrimci kardeşimiz. Ve diğerleri...

[📷 Eski evimizin (şimdiki Mehmet Sayman Apt.) sokağa cepheli ön bahçesinde. Yolun karşısında Tümcan ailesine ait 3 katlı apartmanın yıkılıp yan parseldeki apartman sakinleriyle birleşerek yeniden yaptırdıkları ‘modern’ bina. Şakacı Sokak, (Aralık 2018).] 

Bugün günlerden yine bir Şakacı Sokak günü. Ve bu aynı zamanda diğer etkinliklerimden fırsat buldukça, uzun bir süredir anılarımla baş başa kaldığım yeni kimsesiz bir devri yaşamak benim için. Bu tafsilatta mazinin düşleri ile yolculuğa devam ediyorum. 

Ancak bir itirafta bulunmadan edemeyeceğim. Epeydir kolektif organizasyonlardan kaçıyorum. Belki kaçınıyorum demek daha doğru olacak. Yapmak istediklerime maydanoz olunmasın, beni yolumdan çevirmesin, gezenti düşlerime engeller oluşturulmasın diye belki de.  Bu tek başına girdiğim şu insansız saatlerde bile eskiden olduğu gibi, sıcak dostlukların müstakbel manalarla zengin ve taşkın halini ben artık göremiyorum. Zira geleceğin gönençli vaatleri benim için artık parıldamıyor. Kim bilir belki bunda benim de çok hatalarım vardır. Ama hatıratlar yalnızlığı seviyor. Yalnızlığı istiyor, onu teşvik ediyor. Ve fakat günümüzün yapmacıklı dostlukları yerine eskiden gördüğüm kalpten muhatapları hatırlasam... Bir füsun dünyasında güya ben de “Açıl Susam!” desem ve sözüm tesirini göstermiş gibi bütün bir ihtişam ortamının tılsımlı kapılarını açsam ve altın hatıralar, geçmişte olduğu gibi, tekrar yarınların dolgun, taşkın manalarıyla manevileşerek yeniden harikulade kıymetlerle parıldamaya başlasa... 

Bugün gördüklerime değil, hatırımda kalan o sihirli hatıralara baksam, onların yine iri güller gibi açılmış, yerli yerinde, müşfik ve ah! o kadar muhabbetli o eski yüzleriyle parıldadıklarını görsem... 

Mazinin bir mucizesiyle, yazdıklarım bugün gördüklerim değil, ama kimi zaman yakınlarıma danışıp onlardan duyduğum (ki benden öncesine ait dönemi aktarabilmek için geçirdiğim süreçtir), kimi zaman benim hatırladığım anılar oluyor. Onlar, işte hâlâ bugüne kadar yazdıklarım gibidir! 

Bir de kaynaklardan yararlanarak derlediklerim var tabi... Kimi zaman yaşanmış hatıralara uyarladığım, kimi zaman da kurgular yaparak senaryoyu genişlettiğim. Bir de tarihsel denemeleri katkı olsun diye yazılarımın çerçevesine aldığım... Nereden bakılırsa bakılsın hepsinin bir bütüne yarar sağladığı düşüncesiyle hareket ediyorum. 

ESKİNİN SEMTLERİ 

[📷 Anadolu Yakası demiryolu hattı, Bağdat Caddesi civarında, (Nostalji Arşivimden).] 

Eski kaynaklara göre 1700’lü yıllarda Kadıköy yakasının doğusunda yer alan Göztepe ile Bostancı arasında kaçakçı ve hırsızlar kol gezmektedir. Bostancı erleri, bu soysuzlarla epeyce uğraşmışlar, sahile yakın çorak arazilerde, taşlı tarlalarda, bahçelerde onları yakalamak için sürekli pusu kurarlarmış. O dönemler, Suadiye de bu “iblislerin” mekân tuttuğu yerlerden biriymiş. Açıkçası burası yerleşme dışı, gelişmemiş bir semt. Mesela Caddebostan’da bile olsa olsa kupkuru bir iskele ile salaş bir deniz hamamı dikiliyor. Gazino mazino, pilaj milaj hak getire... ne gezer?.. Göztepe’den Erenköyü’ne (eskiler Erenköy’e böyle diyorlar) giderken demiryolu hat boyunda epeyi belli başlı köşk göze çarpıyor. 

[📷 Erenköy Kız Lisesi, bir zamanlar, (Nostalji Arşivimden).] 

Şimdiki Erenköy Lisesi yerinde, esbak (önceki) sahibi ve Osmanlı maliyecisi, aynı zamanda “Defter-i Muktesid” yazarı Süleyman Sudi Bey; Doktor Ömer Paşa; damadı Mustafa Paşa; muhasebattaki (hesap işlerindeki) Sadettin Paşa; nafia nazırı (bayındırlık vekili) Zihni Paşa köşkleri... 

[📷 Erenköy Tren İstasyonu, bir zamanlar, (Nostalji Arşivimden).] 

O zamanki Erenköy istasyonu güzergâhında evkaf nazırı (vakıflar vekili) Galip Paşa; Zühtü Bey; maliye muhasebecisi Ziya Bey; beytülmal (millet hazinesi) müdürü Hüsnü Efendi, şarapçı Ekerlin, Karl Herter’in bağları... 

Kozyatağı’nda defterdar Emin Ali Bey, maliye ser veznedar (baş vezneci) Malik Bey, maliye nazırı Reşat Paşa; daha uzaklarda Alasonya kumandanı Ethem Paşa; Yenişehirliler; şarapçı Thomson, Bostancı’da donanma mütehassısı Sadi Bey köşkleri... Sadi Bey İstanbul’a ilk hava tulumbasını getirmiş olan şahsiyettir. Anadolu şimendiferleri (trenler) direktörü Hügnen de İstiklal Caddesi’nin Lebon’unda şampanyasını bitirir bitirmez soluğu Bostancı’daki köşkünde alırmış... 

[📷 Kurbağalıdere’de eski bir Köşk, bir zamanlar, (Nostalji Arşivimden).] 

Osmanlı şehzadeleri, yaklaşık 250 yıl Topkapı Sarayı’nın “kafes” adı verilen ve dört tarafı bir avluya bakan Şehzadeler Dairesi’nde tam bir mahpus hayatı yaşadıktan sonra tarihlerinde ilk kez Kadıköy’e çıkartma yaparlar ve Kurbağalıdere Köşkü’nde saf ve özgür havayı temsil ederler... 1861’de padişah olan Abdülaziz, Kurbağalıdere Köşkü’nü veliahdı ve yeğeni Murat Efendi’ye (geleceğin V. Murat’ı) tahsis eder. Ancak Murad Efendi bu köşkte fazla oturmaz. Fikirtepesi civarındaki, uzun süre kendi adıyla anılacak köşke yerleşir. (Sultan Murat Köşkü diye anılan bu malikânenin yerinde, dedesi Hacı Hüseyin Paşa’nın köşkü varmış. Sultan Abdülaziz burasının av köşkü olarak yeğenine verilmesini isteyince, Hüseyin Paşa mülkünü Saray’a bağışlamış.) 

1876’da tahttan indirilen Abdülaziz’in yerine padişah olan V. Murat bir akıl hastalığına tutulduğundan tahttan uzaklaştırılır ve yerine geçen kardeşi II. Abdülhamit tarafından Çırağan Sarayı’na kapatılır. Bu Saray’da 28 yıl mahpus kalır. Fikirtepesi Köşkü, Sultan Murat’ın perişan dimağında artık bir hayalden ibarettir... 1908 Meşrutiyet’inden sonra V. Murat’ın tek oğlu Selâhattin Efendi ve ailesinin oturduğu tarihi köşk, Cumhuriyet’ten sonra giderek harap olur... 

[📷 Şehzade Ziyaeddin Efendi Köşkü, bir zamanlar, (Nostalji Arşivimden).] 

İşin doğrusu, Osmanlı Şehzadeleri, ancak 1908 Meşrutiyet’inden sonra kendi istekleriyle Kadıköy ve banliyösüne yerleşebilmişlerdir. Hanedan’a ait saray yavrusu diyebileceğimiz iki köşkten birincisi Sultan Murat’ın köşkü, ikincisi de V. Mehmet Reşat’ın büyük oğlu Şehzade Ziyaeddin Efendi’nin İbrahimağa’daki köşküdür. 

Tanzimat öncesi baskı döneminde ise padişah kızları şehzadelerden daha şanslı yaşama imkânına sahiptir. Sultan evlendikten sonra, İstanbul şehri sınırları içindeki konak, köşk ve yalısında özgürce yaşayabilmektedir. Tanzimat’tan sonra Kadıköy’e rağbet başlayınca, önce Abdülmecit’in kızı ve Mahmut Celalettin Paşa’nın eşi Cemile Sultan, Erenköy’de bir köşke sahip olur. 

[📷 Demiryolu hattını havadan kuşatmış çirkin çimento ordusu, Erenköy Köprüsü, (Aralık 2018).] 

Erenköy’ün şimdiki vaziyet planına göre, Tellikavak Sokağı ile Şemsettin Günaltay Caddesi arasında, 40-50 dönümlük bir arazi içinde bulunan bu köşk ve müştemilatının yerinde bugün yeni adalar ve apartmanlar vardır. 

Köşkleri deviren ‘modern’ (?!) beton mezarlıklar... 

[📷 Yorumsuz (!?.......), Erenköy, (Aralık 2018).] 

Köşklerin dramı, yalnız yanıp yıkılmasını değil, içindekilerin de dünya acılarını kapsar. Kadıköy yakasının köşklerine, konaklarına ileride tafsilatlı değineceğim ama şimdi Suadiye cephesinden yani o yıllarda ismi, cismi olmayan, gözün aldığı kadar bakınca, kırdan bayırdan, çayırdan fundalıktan, bağdan üzüm salkımlarından başka bir şey görünmeyen, ecnebilerin top oynadığı çayırlara doğru, yani Şakacı Sokak istikametine doğru çıkıyoruz. 

[📷 Bağdat Caddesi, bir zamanlar, (Nostalji Arşivimden).] 

Bunu yaparken, bu yakada yaşamış diğer edebiyatçılar yanında kendisinden en fazla faydalandığım Sermet Muhtar Alus’un eserlerinin olduğunu belirtmeliyim. Üstadın İstanbul manzaralarına dair aktardıkları gerçekten ilgiye değer şeyler. Örneğin, Suadiye ile ilgili şunları söyler: 

Bağdat Caddesi denilen şimdiki asfalt yolun hali de allahlıktı. Caddenin fecaatine öküz arabaları bile tahammül edemez, sapacak kestirme yol arardı. Güzergâh yukarı doğru biraz daha takip edilince, şimdi Şaşkınbakkal denilen, hâlbuki o zamanki ismi ‘Bolderos’ olan ağaçlıklı mahalleye ayak basılırdı. Burası, yerli Hıristiyanların göz bebeği bir yerdi. Ağaçların altındaki kuytu kahvede laterna sesi eksik olmaz, beş kişi bir araya toplanınca kasap oyunu da nihayet bulmazdı... Suadiye civarına Domuzdamı denildiği iyice hatırımdadır... Vaktiyle burada cins-i hınzır (domuz cinsi), kesretle (çok) üretilir ve yağlı olduklarından, Galata’da, Domuz Sokağı’ndaki kasaplar, en evvel buraya başvurularmış. Havali o zaman, aksa-yi bait (uygarlıktan uzak) ve eski tabirle, arazi-i vasia (geniş arazi). Ne in vardı ne cin! Ne hayvan geçerdi, ne kervan! Hala yerinde duran ebenin köşkü dedikleri bina göze çarpar. Gazeteci Mihran çatanasıyla gelip gider. Şimendifer direktörü Hügnen’in malikânesi ise daha meydanlarda yok. Sadi Bey’in meşhur  âlim ve dillere destan donanma geceleri müstesna, bu caniplere gerek yayan gerek araba ile ayak basılmaz, baharlarda avcılar dolaşır, Tanrı’nın günü tütün kaçakçılarıyla mekik dokurdu. 

Ancak Sermet Muhtar Alus’un sözünü ettiği dönemlerden öncesinin de mazisi vardır; 19. yüzyıl sonlarında Avrupa yakasıyla Anadolu yakası sosyal ve ekonomik olarak zaten kaynaşmaya başlamıştı. 

Ve elbet bu kaynaşma en nihayetinde bizim oraları da etkileyecekti, ister istemez. 

Ama hangi ara? 

Şimdi biraz da buna temas edeyim... 

[📷 Yaşam Merkezimde: birazdan kafa dağıtmak için özgür maviliklerin kıyılarında turlayacağım, Saros Körfezi, Koruköy, (Eylül 2019).] 

Seref Sayman

Saros Körfezi, Ekim 2018, Eylül 2019

 

(*) Önceki Makale: Trace Back to Past ~ Geçmişe Doğru

(*) Sonraki Makale: Tren Gelir Çuf Çuf, Vapur Gelir Dumanı Tüte Tüte 

***…*** 

 [ÖNCEKİ] << [ŞAKACI SOKAK] >> [SONRAKİ] 

>>> [İçerikDizini] 

***…***