Memories, What For? ~ Anılar Ne İçin?


Erenköy'de kurulan semt pazarı...

Perde Arkası 

HERKESİN ANLATACAĞI BİR HİKÂYESİ MUTLAKA VARDIR... BU ÇOK DOĞRU... DOĞRU OLMAYAN İSE HER HİKÂYENİN YAYINLANMAYI HAK ETTİĞİ SANRISIDIR... 

Hayatım boyunca insanoğlunun çeşitli deneylerine karşı çok ilgi duymuşumdur. Aynı zamanda yazmayı da gezmek kadar çok severim. Yıllar geçtikçe bu üç sevda bir noktada birleştiler. Gezerken keşfe çıktığım lokasyonlarda hem yörenin tarihini, kültürünü, yaşam tarzlarını tanımaya, muhit insanlarını anlamaya çalışıyor ve düşüncelerimi yazıyla ifade etmeye gayret ediyorum... 

[📷 Pire🚲 Kadıköy Yakası’nda, (Temmuz 2017).] 

Bu mevzuda şimdi bir de sempatik yoldaşım var bu kültür, gezi-anı yolculuklarımda bana eşlik eden. Adı Pire🚲. 

[📷 Kütüphanemin de yer aldığı çalışma odamda, Konyaaltı, Antalya, (Ocak 2012).] 

Doğrusu kendimi on üç, on dört yaşlarından beri edebiyata ve sanata olduğu kadar, insanlık tarihine ve toplumsal siyasete de çok yakın hissediyorum. İlgi duyduğum diğer alanlar, felsefe, psikoloji, etimoloji, politik iktisat ve sosyoloji insan davranışları hakkında öğrenmem gerekenlere hem fayda sağlıyor hem düşünce sistemimin gelişmesine yardımcı oluyorlar. Bu nedenle, sanırım, yıllar içerisinde bazı hoşlanmadığım ya da sol dünya görüşüme ters geldiğini düşündüğüm ucube şeyleri es geçmeyi yeğledim. Diğer bir deyişle, öğrenmekten haz aldığım tüm şeyler bana düşünce yolculuğumda yol gösterici oldular, yeniden düşünmemi ve yazmamı sağladılar. İnsanları kavrama ve yaratıcı fikirlerimi yazın dünyasına aktarma... 

Peki, bunları pratikte uygulayabilmek adına gerçekten ne yapmam gerekiyordu? 

Evet, öncelikle hayat boyu tuttuğum kısa notlarımı, gözlemlerimi, hatırlatıcılarımı bir güzel toparlayıp şahsıma özel bir mekânda arşivlemeye başladım. Yazma işlevini edebiyatla kaynaştırmak, kimi engelleri aşabilmek için kendi çalışmalarımı –atölyelerimi- sevk ve idare etmeye koyuldum. Bütün bunun tek bir amacı vardı: çıkacağım yolda bana her daim rehberlik yapması... İşte bu rehberimi bir nevi “kendi-kendine öğrenme” kılavuzuna dönüştürüp adını: “Yaşam Hikâyesi Planının İnşası” koydum. 

[📷 Saros’daki yaşam merkezimin verandasında, (Mart 2012).] 

Keşfetmeye devam ettikçe farkına vardım ki insanın kendi anılarını yazması büyük bir aşk gibi, büyük bir romantizm, tutku gibi bir şey; tutuldunuz mu bırakamıyorsunuz. Evet, belleğinizden sildiğiniz veyahut bir işlevsiz bölgede müstafi olarak depoladığınız geçmişi tüm sihriyle hatırlama çabası nostaljinin büsbütün ruhunu oluşturmakta. Ben de bu zorlu yolculuğumu noksansız, tüm temel boyutlarıyla ele alabileyim diye dikkatimi hep iç dünyama taşıdım durdum. Sonuç olarak yarattığım ilk taslak canlı yaşam öykülerini yakın çevremdekilere okuttuğumda kendilerinde değişik bir tat duygusunun yerleşmeye başladığını görüyordum. Gözleri ışıldıyor, sanki hepsi okuduğu metinlerde kendilerinden bir şeyler bulduğunu ima ediyorlardı. Tastamam da böyle olmalıydı. Benimle birlikte hayatı paylaşmış insanlar sadece benim yazdıklarımı okumamalı, ama aynı zamanda kendilerinden de bir şeyler bulabilmeli ve okuduklarından haz alabilmeliydi. 

Bu bir terapistin tedavi yöntemine benzer bir durumdu. Gerçekten de tedavi uzmanının muayenehanesinde böyle olmuyor muydu? (Nedense şapadanak aklıma Peter Sellers’ın oynadığı 1965 Fransız-Amerikan ortak yapımı olan “What's New Pussycat?” –Evlenmekten Korkuyorum– adlı Woody Allen filmi geldi!) Neyse. Hadi şimdi gelin bir dakikalığına hayal edelim. Herhangi bir terapi seansında insanlar güvenilir bir biçimde hayatlarını ortaya sererler, terapist ile konuşurlar, paylaşırlar ve bu rehabilitasyon şekli onların kendi kendilerini anlamasına yardımcı olur. 

[📷 Kazasker Şakacı Sokak, (Aralık 2018).] 

Ben de böyle düşünüyorum. Bireysel tedavinin ötesine geçip Şakacı Sokak öykülerimi ve onu fırdolayı saran yaşam anılarıma konu olabilecek herkesi derinlemesine yazayım istiyorum. Onun, bunun, bu sokaktan, bu mahalleden, bu semtten geçmiş hepimizin hayatlarından detaylı yaşam öyküleri... 

Bu fikirleri oluşturmak ve geliştirmek için, oturdum ve belleğimde sakladığım anıları peş peşe notlar halinde kâğıtlara aktardım, listeledim. Sonra farklı yıllara göre ayıkladım. Aradan zaman geçiyor, aklıma yenileri geliyor, ilaveler... ilaveler... ilaveler... Hepsinin ayrı ayrı bir anlamı vardı ve dahası farklı bir yapısı. Her biri aslında bana iki şeyi öğretiyordu: Bir, o kişi olmak nasıl bir şeydi? İki, o hayat yolculuğunu bir hikâyeye dönüştürmek ne gibi bir şeydi? Dersler akıyordu ve ben yaşam hikâyemin planlarını anı yazmanın metodolojisi üzerine kurguluyor ve yaratıcı fikirlerimi kompozisyonlara serpeliyordum. Tükenmez bir edebiyat dünyasında biyografileri ve otobiyografileri okuma, hayatın içinden anılar yazma hakkında gözlemler ve bilumum çalışmalar... Fakat daha fazla bizzat hatıralarıma dayanak oluşturan şahsi tecrübelerime refere ederek. Yazmanın diğer türlerinde yaptığım gibi hatıralarımı yazmaya koyulmak da bende birçok şeyin tohum vermesini sağladı. Yetenek tarzında bazı şeyleri büyüttü, gelişmeme önayak oldu. Ve gel zaman, git zaman, hayat bana harikulade yaşamsal bir projeyi dayattı. 

İşte bu projemi gerçekleştirmek nedeniyle toplu yapıtlar tadında böyle bir derleme imalatı çok önemliydi. 

[📷 Gölbaşı Restoran, Karacaören Barajı, Antalya, (Nisan 2010).] 

Nostaljiyi beğenir misiniz? 

Geçmiş anıların ortaya çıkartılması sizi rahatlatır mı? 

İnsan belleğinin sağlığı açısından bir faydası olduğuna inanır mısınız? 

Kendi edindiğim deneyimlerden sonra şu kadarını söyleyeyim; bütün olan bitenden sonra nostalji hiç de fena bir fikir değil. Yani bana aptalca gelmiyor. Tabi, bazı çıkarcılar var. Bu tiplerin çoğu, kendilerince uydurmalar kurgulayarak, yalan yanlış yazarak, yönlendirmeler yaparak, olmayan şeyleri olmuş gibi göstermeye çalışarak yazdıkları eserleri bastırmak ve para kazanmak gibi dertleri var. Bana göre aptalca olan budur. İnsanları kazıklayarak ne elde edebilirsiniz ki, paradan başka. O yaklaşımın da bu dünyada olan biten diğer haksız kazançlardan ne farkı var? 

Bana göre insanları böyle kandırmaya çalışmak çok yanlış. Ve bu yorumum aynı nedenden dolayı internet üzerinde yayınlanan birçok benzer bloglar için de geçerli. 

Ama kime ne? Herkes bir yol tutturmuş gidiyor işte... Nihayetinde herkesin anlatabileceği bir hikâyesi mutlaka vardır. Öyle değil mi? 

Kim bilir, burada konuk olduğunuza göre, belki farklı bir anlayışı yaşamak için beni takip ediyorsunuz. Kendinizi bulduğunuz metinler size yalan dolan olmadığını ispat edecektir de... Benim ne böyle bir ikna etme amacım var, ne de kimseye bir hayat borcum... 

Ama işte şimdi buradasınız (belki de hep kalmaya devam edeceksiniz) ve hayatın gerçekleriyle karşı karşıyasınız. Hatıratlar içinde daldan dala sıçrarken biliyorum kimi zaman kederlenecek, hüzünlenecek, belki de öfkelenecek, bana çok kızacak, kimi zaman da eğlenecek, keyiften dört köşe olacaksınız. Sonuç ne olursa olsun unutmayın, yaşanmış gerçekleri değiştiremezsiniz. Birer sır olarak tuttuğunuzu düşündüğünüz hatıralarınızı sadece ölüm anınıza kadar saklayabilir, saklandığını varsayarsınız. Ama birileri çıkar o sırların ne kadar anlamsız olduğunu size anlatmaya çalışır. 

[📷 Saros’daki yaşam merkezimin bahçesinde, (Ekim 2019).] 

Görüldüğü üzere; bahçe işlerinin sırtıma yüklediği küfelik yoğunluk bile Şakacı Sokak anılarını yazmaya engel değil... 

Siluetler Arasında Ödünç Bir Yaşam Yontusu 

Bir cambazhane düşünün. Yönetmeninden senaristine, ışıkçısından ses teknik elemanına, set işçisinden oyunun karakterlerine kadar bir bütünün önemli parçalarıdır. 

[📷 Saros’daki yaşam merkezimin verandasında, (Mart 2012).] 

 Şakacı Sokakserisinin yazılmasını da böyle bir cambazhaneye benzetiyorum. Yazım serüveninin perde arkasından söz ediyorum yani. Fikirler nasıl ve ne zaman doğmaktadır, nasıl biçimlendirilmektedir, kimlere görevler biçilmektedir, yazım aşamasına başlamadan ne tür araştırmaların içine girilecektir, kimlerle konuşulacaktır, kimler dinlenecektir, hangi olayların ve mekânların seçimi yapılacaktır, yaşam-anı-makale kurgusu nasıl oluşturulacaktır, hikâyelerin yazımı için ne kadar süreye ihtiyaç olacaktır, yazarken nelere uyulması gerekecektir, kaç sayfa yazılması planlanmaktadır, makalelerin geçtiği zamanları ve mekânları belirlerken nelere dikkat edilecektir, yazılanların düzeltmeleri için nasıl bir yöntem izlenecektir gibi konuların süreç içindeki oluşumuna yer veren bir alandır Şakacı Sokak perde arkası platformu. 

Bende yazınsal fikirlerin oluşması genelde gece uykumun arasında baş göstermektedir. Ya aniden, o anda etkilendiğim bir düşten uyanmışımdır, ya da uykumu bir şekilde kaçıran düşünce yumağına sarınmışımdır. Hangi ortam söz konusu olursa olsun kafamdakileri unutmamak adına ve sabaha ertelememek pahasına her daim yastığımın başucunda bulunan not defterim ile kalemime sarılır ve ilgili küçük, kısa notlarımı peş peşe düşerim. Bunları yapar yapmaz hiçbir şey yaşanmamış gibi tekrar uykuma kaldığım yerden devam ederim. Ve o sabah yatağımdan kalktığımda kendimi ne kadar iyi hissettiğimi sanırım uzun uzun anlatmaya gerek duymuyorum. 

[📷 Albatros Sahili, Büyükçekmece, (Ağustos 1987).] 

Açıkçası, Şakacı Sokak ile ilgili ilk anı yazılarını yazma görevine soyunduğumda öyle aman aman ilham perilerine ihtiyacım yoktu. Bir gece vakti, ya da sabaha karşı yine Düşler Yönetmeni’m şöyle emretti: “Şeref’ciğim, sen ve ekibin işinizi bilirsiniz; hadi bakalım, bulun, yaratın ve yapın!! 

Düşümdeki cambazhanenin set emekçisi, set teknisyeni, senaristi, sette yer almak için kıyasıya rekabet halinde bulunan program sanatçıları, yani karakterleri, kafa ve kol emeğini birleştirecek bendenizle birlikte, kısaca hiç birimiz itiraz etmez, Düşler Yönetmeni’mize üstünkörü kafa tutmaz, yok diyemeyiz. Yeteneğimizde ne varsa ortaya döker, buluruz, yaratırız ve yaparız. Elimiz mahkûmdur. Mütenasip olmazsa olmaz olanakların peşinden sürüklenmeyiz. Hatta imkânlarımızın son derece kısıtlı olduğunu bile bile, koşullara yenik düşmeyiz, güle oynaya paylaşımımızı sürdürürüz. İşin doğrusu, düşlerimdeki set ekibim öyle işin ehli karakterlerden oluşmaktadır ki, hayal dünyaları da epeyce geniş olduğundan işler tıkır tıkır yürümektedir. Maazallah, bir de tersini düşünsenize; hayallerimiz kısıtlı olsaydı öksürüğümüz tıksırığımıza karışır her şeyi yüzümüze gözümüze bulaştırırdık. Benim ekibim yoktan var edenler ekibidir!!! 

Velhasıl, Düşler Yönetmeni’min sözünü dinleyip ekibi topladım. Hemen birlikte kafamızda şematik bir resim oluşturmaya başladık. Hikâyemizi baştan sona sahne sahne, enikonu kurguladık. Öncelikli olarak teferruatlı bir taslağını çıkarttık. Sonra bu sözünü ettiğim her bir sahneyi tek tek ele alıp geliştirmek üzere parçalara ayırdık. Yaşam-Anıları’mızın elbette bir başı ve bir de sonu olacaktı. Sabahlara kadar oturduk, semaverde demli çaylar, değirmenden geçirdiğimiz filtre kahveler içtik, sinemacı kardeşlerimizin adına “sinopsis” verdikleri türden cildimizin hacimli bir özetini döşendik. Hayata hep farklı bir yerlerden bakma meziyetine sahip ekibimle birlikte böylece anı-makale (ki buna bir nebze anı-roman da denilebilir) yazma yolculuğum da başlamış oldu. 

[📷 Şakacı Sokaklılar, (Muhittin amcam & Semra yengemin Albümünden).] 

Sıra geldi karakterlere... 

Bu ilk periyot için, yani 1963 Öncesi: 1876-1944 dizisi içinde konu edilecek tüm karakterleri liste halinde sıraladık. Her biri hakkında derin araştırma yapılması gerektiğinden aramızda görev dağılımı da yaptık. Bu iş için gerektiğinde harici kaynakları da kullanmaya karar verdik. Kimden faydalanabilirizlerin listesini yaptık. Kimiyle yazışmaya, kimiyle yakın markaj röportaj yapmaya, kimiyle de çilingir sofrası etrafında söyleşmeye giriştik. Bir zaman sonra baktık ki ele avuca sığmaz bilgilerle donanmışız. Karakterlerimizi yeterince tanımışız. E, o halde arka fonda hince sırıtan ilham perisi ne yapacaktı? Hiç kuşku yok, o da kurguya destek verecekti. Bir süre sonra geriye baktık ki, tüm ekip olarak iyi bir iş çıkartmışız. Bu hazırlık aşamalarından sonra artık yük tamamen benim sırtımdaydı... Görev yazıya dökme zamanıydı!!! 

Bir sokağa, bir mahalleye, bir semte; ve hatta çoğullaştırabilirim, Şakacı Sokak yakasında sokaklara, mahallelere, semtlere dair “Anı-Roman” makaleleri yazmanın ilhamdan öte ciddi teknik bir iş olduğu bilincini taşıyan biri olarak, çalışma ortamımın düzenini şekilsel ve kendine haiz oturaklı kurarak kollarımı sıvadım. Sadece Digitürk platformunun ya balıklı ya da odun ateşiyle ısıttığı Standards, International, Blues veya Jazz ezgilere tune-in yani ayar yapıp aydınlık ve ışığı bol köşeye yerleştirdiğim masamın üzerini olması gereken renkli kalemler, post-itler, fiber renklendiriciler, blok notlar, ajanda gibi ihtiyaçlarla donattım. 

[📷 Erenköy’de bir Sokak, (Aralık 2018).] 

Çok geçmeden, benim hayatımın çok öncesine dayanan bir dönemde yaşamış köklerimin ve yakınlarının, bireysel ve çevresel döngülerin yer aldığı o tarihsel zaman ve mekânlarda soluk almaya başlamıştım bile. Sır değil, epey uzun süreceği aşikâr olacak “ŞAKACI SOKAK” serisinin yazma serüveni böylece başlamış oldu. Eh, artık bundan sonrasını da ilerleyen zamanda yer alacak makaleler içinde bulabileceksiniz demeye getiriyorum. 

[📷 Pire🚲 ile İstanbul Turları, Kumkapı, (Ağustos 2018).] 

Seref Sayman

Saros Körfezi, Ekim 2018, Eylül 2020

 

(*) Önceki Makale: Karalar Bağlamak Değil Derdim

(*) Sonraki Makale: Düşlerle Yürüyorum Üstelik her Mevsimde 

***…*** 

 [ÖNCEKİ] << [ŞAKACI SOKAK] >> [SONRAKİ] 

>>> [İçerikDizini] 

***…***