Dipsiz Gibi Görünen Yere


Geçmiş İstanbul'da eski bir mahalle yaşantısı...

Bir Hazan Düşü 

Bugünün muazzam insan, bina ve araç selinden ibaret olan Şakacı Sokak’ından farklı olarak 1960’ların & 70’lerin Şakacı Sokak’ında bahçelerde gönlümüzce doyasıya koşabildiğimizi, doğru dürüst araç geçmeyen Şakacı Sokak’ın asfalt yolunun ortasında plastik topumuzla futbol maçları çevirdiğimizi, hem kendi hem komşu bahçelerde saklambaç oynadığımızı, devasa ağaçların, çalıların arkasında saklanabildiğimizi, kahkahalar arasında istop ya da yakan top oynadığımızı, meyve ağaçlarına bir kedi gibi tırmanıp oturduğumuz dallarında şakalaşarak meyveleri kemirdiğimizi, bizim için kurulan salıncaklarda doyasıya sallanabildiğimizi hatırlıyorum! Bugün izleri bile kalmayan bir mahalle hayatına şahitlik ettik... Açık seçik, belirgin bir zengin, fakir farkı hiç yoktu. Sadece çocukluk ve oyun anlayışı vardı... Kazasker’den Kozyatağı’na uzanan kıvrımlı Şakacı Sokak’ın tamamında, Oral Sokak’tan Hilmi Paşa ve Keserci’ye, Minibüs Caddesi’nden Yapıtaş’a, Şenesenevler’den Kaya Sultan Sokak’a çıkan ana ve ara yollarda oturan birçok ailenin çocukları bizim oyun arkadaşlarımızdı... 

[📷 Yaşam merkezimde, Koruköy, Saros Körfezi, (Eylül 2008).] 

Yıl 2008... 

Mehmet Rauf henüz ‘eylül’ ayında sonbaharın çıkageldiğini görür. Oysa eylül Saros’ta her zaman yazdır. Romancı belki de eylülde görmek istemiştir sonbaharı. Burada ise mevsim Ekim’de değişmeye koyulur; Körfez’de deniz büsbütün buz keser, arada bir hırçınlaştığı görülür. Bahçemizin yediverenleri goncalar sunar. Renklere bir keskinliktir gelir. O kadar sarsıcı, şaşkın yaz uğultusu da bitmek üzeredir. Artık benim havalarım başlıyor demektir. Sükûnet. Huzur. 

[📷 Yaşam merkezimde dostum Safinaz ile beraber, Koruköy, Saros Körfezi, (Eylül 2018).] 

Yıl 2018... 

On yıllık süreçte çok boşlamıştım yaşam merkezimi. 2012’de Antalya’yı terk etikten sonra oraya buraya savrulmuştum, ta ki 2018’de aradığım altın madenini bulana dek. 

Nice zamandır ki bisikletim Pire🚲 ile turladığım, dahası yeniden, yeniden belirlediğim güzergâhlara doğru yelken açmayı planladığım ve bu gezeceğim yerleri güncel bir günlük değil de geçmişin derinliklerine inerek eskiden yaşanmışları birer anı tadında bir diziye dökmek, kendi çapında klasik bir “Mazi Şakacı Sokakta Şaka Gibiydi” belgeseli oluşturmayı istiyordum. Kısmet bu sonbahara imiş. 

[📷 Pire🚲 ile Saros Turları, Saros Körfezi, (Eylül 2018).]

Ben sonbaharı daha yaz ortasında görenlerdenim. Temmuz iyice yapıştı mı yakama yaz artık gitmeli derim. Ağustosun ısırgan sıcağına dayanamaz, serinlere doğru kaçacak delik ararım. Yakıp ürperten sıcaklardan nefret ederim. Herkes yazı beklerken bile ben kışın bitmesini hiç istemem. 

Yaş alıp başını gittikçe insan değişime uğruyor, huysuzlaşıyor. Son yıllarda duygularım karman çorman. Karmakarışık yani. 

[📷 Koruköy, Saros Körfezi, (Ekim 2018).] 

Bu mevsimlere de böyle yansıyor... Ekim sonunu gördüm ya, pastırma yazı sürsün, hem de kasım sonuna kadar sürsün istiyorum. Uzun, ama çok uzun bir pastırma yazı. Nedeni o yazın, diğer yazdan farklı olması. Güneş var, ısıtıyor, ancak hava serinliği ne temmuza ne de ağustos ortasına benziyor. Güzel, serin bir sıcaklık! 

Ve şu pastırma yazı, ne hoş bir sözdür, iyi ki Türkçe’mize dâhil edilmiştir. Kim icat ettiyse alnından öperim! 

Saros körfezinde 2018 sonbaharın eylül ayı terki diyar ederken gelişine handiyse adım adım tanıklık ettim. Çok hoştu. Hep bir roman adı geçti aklımın ucundan. Kütüphanemi taradım. Adında “Sonbahar” geçen ne kadar kitap varsa önüme yığdım: Dört Mevsim Sonbahar; Sonbahar Yaprakları; Sonbahar Kokusu; Bir Kadının Sonbaharı; Sonuncu Sonbahar; Sonbahar Kokusu; Bir Uzun Sonbahar; Elveda Sonbahar; Mevsim Hep Sonbahar; Sonbahar Gülleri... vesaire... vesaire... 

[📷 Saros Körfezi’nde Gün Batımı, (Eylül 2018).] 

Sonbahar; romanlarda, öykülerde, filmlerde, şarkılarda hep bir hüzün mevsimi olarak geçer... 

[📷 Kazasker Şakacı Sokak, (Eylül 2010).] 

Hüzünden tat alan biri olarak, sonbahara yakışan bir şey yapma fikrine kapılınca aklıma hemen “Şakacı Sokak” geldi. Doğduğum, büyüdüğüm, çocukluğum, delikanlılığım filan... Hüzünlendim. Günlerce, her akşamüstü, verandada değil de, bir rakı eşliğinde denizi yakından seyredip, batan güneşi yakalayabileyim diye üst katın balkonunda oturup düşüncelere daldım. Her gece, ay ışığı ile birlikte verandaya çıktım. Bahçemizi, kışlık evlerine çekildiklerinden artık yalnızlaşan komşu bahçeleri mehtabın yansımasında ve sonbahar gecesi karanlığında izlemeye çalıştım. 

[📷 Gün batımında yaşam merkezimin üst balkonunda demlenirken, Saros Körfezi, (Eylül 2018).] 

Yağmursuz gecelerde bazen ayışığına büründü bahçeler, bazen ay bulutlara sarındı. 

Sarmaşıkların huş rengiydi beni en çok etkileyen: Yeşertileri usul usul kızardı, kıpkızıl kesildi. Bakmaya doyamadım, içine girip sarınmak istedim adeta. Sonra sarı, kahverengi, boz... Alaca bulaca... Öyle oldu ki birkaç gün, bu sarmaşıklar hem yeşil hem ateş rengi, hem limon sarısı, hem kıraç, hem kestaneydi. Direnen o yeşil yapraklara baktıkça nice hazan öyküleri geçti kafamın içinden. Nasıl hatırlamam; her biri ayrı hüzün parçası. 

Bir ağacımız var, adını bilmiyorum, ekim gelince birdenbire bütün yaprakları, yoksa çiçek mi açıyor, kırmızı boncuklar beliriyor, yılbaşı çiçeği gibi kıpkızıl kesiyor. Aniden çıka gelen mevsim yağmurları tozpembe, kırmızı yediveren gülleri, beyaza çalan filbahrileri, o güzelim narin çiçekleri paldır küldür döktü. Kasımla birlikte lal boncuklu ağaç hariç diğerleri dımdızlak kaldı. Herhalde bahara kadar böyle. 

[📷 Bıyıklı patigillerden dostlarımız: Hepsinaz ve Hayri Pıtırcık duvar tepesinde, pisicik Safinaz ise masamın altında güvende, Saros Körfezi, (Ekim 2018).] 

Güneşli akşamüstleri kimselere sormadan sahiplendiğimiz sahipsiz kediler, Safinaz, Hepsinaz ve Hayri Pıtırcık yine kıvrılıp uyuyorlardı. Üçü de şimdi bahçeden bahçeye acele acele, bir telaşe memurluğu zihninde gidiyorlar, duvardan duvara atlıyorlar, derken ortadan kayboluyorlar. 

Serçelerin ötüşmeleri bülbüllerinkine karışıyor. O edalı orkestra hâlâ yerli yerinde. Onlar sonbahar gelmemiş, gelip geçmemiş gibi davranıyorlar. 

Bilirim çoğu yerde balkon faslı kapanır bu mevsimde. Bizim dört yanı açık cihannüma dört mevsim de açık. Yağmurda kimleri içeri kaçar, sığınır bir perde arkasına, dışarıyı kaçamak seyreder. Bense o su damlalarının çıkardığı toprak kokusuna dayanamam. Veranda gönlünü açar bana. İyice serinlik mi çöktü? Şöyle bir çıkıp bakmak da neyin nesi, alıyorum mangalı yanı başıma, korlaşmış kömürlerin kızıltısında denizin değişen rengine girip girip dalıyorum! Sarmaşıklar inatla yaprak dökmüyor. Huş rengi yaprakları giden sonbahara el sallıyor. Armudun yanındaki ıhlamur her rüzgâr esişinde sararmış yapraklarını savuruyor, tarlaların kenarındaki iğne yapraklı çamlar kendi içlerine kapandılar. 

Bu sene epeyce hazırlıksız yakalandım. Ama seneye verandayı da çiçeklendireceğim. Hazan gelip giderken dahi, mesela fesleğen beyaz çiçeklerini açacak, beyaz çiçekler ölümüdür fesleğenin, ama olsun bir el yordamıyla karıştırınca o havaya karışan baharatlı aroması yok mu, dünyaya yeter. Sonra açelyalar kıpkırmızı çiçekli. Sardunyaların her ne kadar yaprakları sararsa da fasulye sırığı gibi uzamaya koyulmalarını gözetlemeye doyamam. 

Uçup giden sonbaharı belleğimde canlandırıyorum. Yaprakların çılgın alacalarını, ay ışıklı ya da yıldızlı geceleri, açık pencereleri, Çingene pembesi çiçekleri. Bir de yaz kısadır derler. Nasıl da geçip gitti. Gökyüzünde bulutlar geçit töreni yapmaya kalkışınca kayboldular. Hepsi kısacık sürdü. 

Sonbahar bitmeseydi keşke… Hiç olmazsa kış azıcık daha uzun sürsün bari... 

Şu zaman makinesi ne acayip bir şey. Bu ne hız! Şaşkınım! Yeminle; bir acayip şu makine!!! Daha merhaba der demez, hop 10 sene geriye atıyor, hani tanışmadan önce sarılıp öpüşmek gibi bir şey, hatta daha da ileri! Baktın ki orada yerin yok artık, atla makineye uç bu zamana, sevdalanmadan önce sevişmeyi becermek gibi... Vay be, bu makineli hayatın son icadı mı? Pardon! Teknoloji... Zaman olan hep mazi mi? Yarını yok mu ki bunun? Ne diyelim? Hayırlı işler, bol güneşler... 

Şimdi zaman makinemize atlıyor, o yeni yıla ışınlanıyoruz... 

Yani 2019’a... 

[📷 Yaşam merkezimin verandasında, Koruköy, Saros Körfezi, (Eylül 2019).] 

Dönüp dönüp bakıyorum. Yan yana geçmiş, sürgülü bir çift veranda kapısı, bu kez el yordamıyla açılıyor. İtme gücü, itiş yüklü, ittirmece... Hem de bu elle kim bilir kaçıncı defa. 

Bu kez bir verandaya sıkıştırdığım yazın hayatımın beklediğimden fazla heyecan verici olacağına hüküm veriyorum. Tıpkı eski Erenköy’ün köşkleri gibi, yaz-kış kullanıma kapılarını açmış evin verandasını, göz çatlatan manzarayı röntgenleyen bir çalışma odasına çevirmişim. Verandanın bittiği yerde neredeyse yüz elli metrekarelik bazen daralan ama çokça bir avlu gibi genişleyen bir bahçeye açıldığı güverte burası. Tam başköşede çalışma mekânı artı yeri geldiğinde sırtüstü yatıp kitap okumalık bir somya, yenilerin çekyat dediği, benimse çekemiyorsan at diye adlandırdığım, ser yat, sanki kuzeniymiş gibi yemek masasının sırtına düşüyor. Dört tarafta bahçeler, kimi evli, kimi evsiz, ama hep bahçe hizasında pencereleri olan, her birinin mutlaka yan bahçeye müşfik baktığı. Bana çoook eski Şakacı Sokak’ımı anımsatıyor. Bahçeli evler. Netice itibariyle bu yufka yürekliliği çok önemsiyorum. Tanrım, edebiyata düşkün biri için ne sevinçli bir yer! Bahçeye açılan yasemin kokulu veranda, verandanın içinden geçtiği manolyalı, açelyalı, sarmaşık güllü bahçe. Bir ikiz ruh gibi. Gece vaktinde bile aydınlatma ihtiyacının olmadığı apaçık. Çepeçevre rengârenk çiçeklerle donatmışım. Hepsi elimin altında. Belki de tek uzak olan şey, içeri girip ahşap merdivenlerden bir kat tırmanıp camekânlı vitrinlerin içindeki dünyaya ulaşmak... 

[📷 Koruköy, Saros Körfezi, (Ekim 2019).] 

Verandamdan önümde serilen bahçelere bakarak kışı günü gününe izliyorum. Şubat bu yıl bana her zamankinden daha yakın geliyor. Bununla birlikte sonbaharın geçip gittiğine bir türlü inanamıyorum. Sanki avucumdan kayıp gitti sonbahar. 

Sadece Sonbahar mı? Oysa ne planlar yapmıştım 2018 için. Koca bir Türkiye Turu yapacaktım. Yalan oldu. Başlangıç noktası, Trakya ile sınırlı kaldı. Bir şeyi ertelemeye gelmiyor. Pufff... Sönüp uzaklaşıyor senden. Yaptığınla kalıyorsun. Ne Marmara’nın yaylalarını, ne Karadeniz’in dağlarını, ne Doğu Anadolu’nun bozkırlarını, ne İç Anadolu’nun göllerini, ne Ege’nin tarihini, ne de Akdeniz’in akarsularını, çağlayanlarını görebildim. Dingin öğle saatlerinde yoğurtçunun çıngırakları gibi uğuldayıp geçti gitti. Yalnız bir rüyaydı hepsi. 

Zaten bunları ya filmlerde görmüştüm, ya da başkalarının yaptığı anılar dizisinde. İmrenmiştim... Çıngıraklı yoğurtçuları ise, ya romanlarda okumuştum; o çıngırak sesi ya da çocukluğumda kalmamış mıydı? 

Yalnız yolculukları hayatım boyunca sevmedim. Sevemedim. Varsa yoksa bir kafalık ekip olmalıydı yanı başımda. Ama öyle zırt diye tanışıp yol aldığım yeni kafalar değil. Gruplara katılmak filan hiç değil. Derinlerden gelen muhlis dostluklar, en yakınımdaki “anı-roman” kahramanları falan. Yoksa, yoksa, ikna edilebilecek kimsem yok mu bu bisikletli macerada? 

[📷 Yaşayan bir komşu bahçe; biraz bakımsız kalmış ama hâlâ beton gökdelenlere dirençli bir tavır sergiliyor, Kazasker Şakacı Sokak, (Aralık 2018).] 

İyi ki Şakacı Sokak mazisi var; bu tarihsel yolculukları yaparken kimselere ihtiyacım yok. Anıların yoldaşlık ruhu yeter. Kim bilir belki o kapıdan çıkınca buluşurum Türkiye hülyasıyla. 

Gözlerim iyice bozuldu. Artık uzağı da seçemez gibiyim. Hülyalar ne kadar uzak, birader! 

Komşu bahçelerden birinde sarmaşık gülünü andırır, kıpkırmızı çiçekli, yaprakları yemyeşil o tuhaf sarmaşık, kirli beyaz kireç badanası çoktan pul pul kabarmış duvardan sarkar durur. Önce onun kıpkırmızı çiçekleri... Yemyeşil yapraklar arasından fışkıran tomurcuk çiçekler seyreldi. Çiçekleri oldum bittim adlarıyla bilmem. Bildiklerim ise sayılı. Bundan dolayı onu da bir türlü seçemiyorum. Sarmaşık mı, yediveren gülü mü, gözlerin bozukluğu mu? 

Yağmurlar bütün şiddetiyle yağdıktan sonra kıpkırmızı çiçekler büsbütün yok oldu. Huş rengi yapraklara sarı ve kahverengi yürüyor. Kırlangıçlar toplaşıyor. Baykuşlar çatı aralarında zula. Buranın müdavimi onlar. Baykuşlar yaz kış konaklıyorlar da kırlangıçlar acaba diğer göçmen sürüye katılıyor mu? Haritasını çıkarmak için çaba göstereceğim. 

[📷 Eski evimizin arka bahçesinde (bugünün Mehmet Sayman Apt.), yandaki komşu parsel bir zamanlar İhsan amcamıza ait bahçe (bugünün Sayman Apt.), Kazasker Şakacı Sokak, (Şubat 2009).] 

Şakacı Sokak’taki evimizin bahçesine kışları en fazla serçeler ve bülbüller konuk olurdu. Bir öykü bile yazmıştım. Adını da “Bülbül, Elek ve Korkuluk” koymuştum. İleride paylaşırım belki. Ayrılık saati gelip çatıncaya kadar olup biteni hiç fark etmiyor insan. Ekimde, kasımda telaşlı telaşlı döneniyorlar, birbirlerine haber veriyorlar, ağaçların dallarına konup konup tekrar uçuyorlardı. Bir keresinde kıpırdamadan izlemiştim. Bir saat kadar sürmüştü toplaşmaları. Küçük bir kafileydi; sıraya girdiler; “sokak tiyatrocusu” Orhan ağabeyimin oyunlarındaki gibi saçılıp gittiler. 

Kuşlar dağılırken kendimi Çehov’un “Vişne Bahçesi”nin uşağına benzettim. Arka bahçedeki vişnelere bakakaldım. Gittiler, gittiler, hepsi gitti... diye fısıldadım. Ama hayatın... hayatımın da geçip gittiğini anmak istemedim... 

[📷 Koruköy, Saros Körfezi, (Ekim 2019).] 

Bu sabah titreyerek kalktım. İlk defa kulağı kesik ayazı hissettim. Veranda kapısını açıp havayı kokladım ve çürümüş yaprak kokusuna gitgide yaklaşan kokuyu hissettim. Yaprak dökümü ne güzeldi. Takvim yapraklarının az berisinde. Verandaya çıkınca, şaşırdım kaldım: İşte kar kapıda! 

Bahçemizin üç kafadarı Safinaz, Hepsinaz ve Hayri kediler şimdi daha kaygılı, duvar kenarlarına yahut sofanın arkasına büzüşüyorlar. Yazların şenliği, sonbaharın hüznü pek kalmadı. Oysa önceki aylarda şimdi hırlaşıp, şimdi koklaşırlardı. 

Serinlik sabahın erken saatlerinde ve akşamüstlerinde iyice bastırıyor. Öğle saatlerinin aldatıcı güneşine vurgun kuşlar şurda burda güneşleniyorlar. Kış gelince hayvanların çoğu yeraltına çekiliyorlar. 

Kar mı dedim? 

[📷 Koruköy, Saros Körfezi, (Ekim 2019).] 

Seref Sayman

Saros Körfezi, Ekim 2018, Eylül 2020

 

(*) Önceki Makale: Hangi Ara Yazmaya Karar Verdim?

(*) Sonraki Makale: Karalar Bağlamak Değil Derdim 

***…*** 

 [ÖNCEKİ] << [ŞAKACI SOKAK] >> [SONRAKİ] 

>>> [İçerikDizini] 

***…***