Where do I begin? ~ Nereden başlamalı?


Restorasyon icabı böyle şeyler...

Değişim Şiirleri 

Yetmişli yılların en başı... Henüz yedi yaşında çırpı bacaklı, körpe bir çocuğum. Ama zayıf bedenimin tersine çevresini meraklı gözlerle tarayan ve hafızaya kazıyan korkunç bir belleğe sahibim. Sadece bu mu? Masa altlarında, divan altlarında, kuytu köşelerde kendi başıma oyunlar oynarken dahi konuşulanlara kulak kabartmakta üstüme yok. Sürekli büyükleri dinliyorum gizlice. Neler yapıyorlar, neler konuşuyorlar. Çok meraklı bir veledim yani. Üstüme yok. Ama öğreniyorum. Üstelik onları dinlemek çok hoşuma gidiyor. Onların ruh hallerini, yaşama gösterdikleri tepkileri çözümlemek ise duyduğum hazların en hası. 

[📷 Şakacı Gençlik, Büyükada, (Temmuz 1978).] 

İşte yetmişler böyle sızıyor hayatıma. Şakacı Sokak’ın bir bıçak gibi boydan boya kestiği Kazasker ve Kozyatağı semtleri hüzünlere gömülmüş. Herkeste bir telaş... Sanki sonraki yıllarda memleketi kaplayacak toz bulutunun, artan siyasi çekişme ve kavgaların yası erkenden tutuluyor. Yine de 60’lardan çıkıyor olmamızın iyimserliği hâlâ üzerimizde. Bir şeyler olacak ve her şey düzelecek... Benim beybi yüzüm böyle bakıyor büyüklerimin yüzlerine sinen nikbinliği anlayabilmek için. Telaşe ve optimizm. İkisi bir arada ne güzel. Ama hayır! O güzel şey bir türlü olmuyor. Bambaşka şeyler oluyor... 

Sanki bu bir işaret... 

[📷 Kar fotoğrafı, (Nostalji Arşivimden).] 

O yıl çok kar yağıyor. Apansız ve amansız. Şakacı Sokak ahalisinde ve çevre semtlerinde, her tarafta aynı şarkı: “Where do I begin? 

[📷 Hey Dergisi, (Nostalji Arşivimden).] 

Ablam 1970 Kasım’ında abone olacağı “Hey” dergisinden önce sağdan soldan bulduğu “Ses” magazinini takip ediyor. Ben boş durur muyum? Sakladığı dergiler her zaman merakım olmuştur. Zaten okumayı 3,5 yaşımda iken ağabeyimin kitaplarının arasına saklayarak okuduğu Teksas-Tommiks’ten öğrenmemiş miydim! Saklamak da neyin nesiymiş. Hem de benim gibi her şeyi açığa çıkarmaya hevesli haspa bir veletten... 

[📷 Ses Dergisi, (Nostalji Arşivimden).] 

[📷 Teksas-Swing-Tommiks, (Nostalji Arşivimden).] 

***…*** 

[📷 Love Story film arşivi, (Nostalji Arşivimden).] 

Love Story” filminin eşsiz ‘soundtrack’ı, “Where do I begin?” yani “Nereden başlamalı?” şarkısı magazin dergilerinin de baş tacı. Her yerde o çalıyor. Ama en fazla Bağdat Caddesi bu şarkının efsunlu tesiri altında. Şakacı Sokak’ın gizli sevdaları bu şarkıyla birlikte bahçeli evlerin kuytuluklarına, harabe yapıların izbeliklerine, Kozyatağı’nın kuytu çamlıklarına, Şenesenevler’in akasya ağaçlarının altlarına çekilirken, Bağdat Caddesi akın akın Bahariye’ye akıyor. 

[📷 Suadiye, (1970’ler).] 

Şaşkınbakkal’daki Atlantik dışında ne Kadıköy’ün ne de Beyoğlu’nun sinemaları cirit atıyor burada. Çevrede yazlık sinemalar var ama onların bu pastadan pay alması o kadar kolay değil. Üstelik kışın kapıları tıpkı bol korunaklı bir kalenin çevre duvarları gibi kapalı. Caddede henüz doğru düzgün sinemaların olmadığı bir zaman dilimindeyiz. Ama önemli değil, Bahariye kurtarıcı ve kucaklayıcı misyonunu tam gaz çalıştırıyor. Bütün o masalsı yaratıklar, o yürek hoplatan güzellikteki narin ve uzun, zarif ve pür, havalı ve modern o tatlı kızlar hepsi Kadıköy yolunda. (Belki kimsecikler bilmez; o yıllarda bile dünyanın en güzel kızları Bağdat Caddesi’nde yaşardı.) 70’lerin modasına uygun kesilmiş saçları, la Nouvelle Vague, yani Fransız Yeni Dalga Filmleri’ndeki kadınları andıran görünümleri, Nathalie Wood vari “cool” görünümleriyle, bereler başlarda, pançolar üstlerde, İspanyol paça pantolonlarla Kadıköy’e aktı o güzelim yaratıklar. O filmi izlediler. 

Where do I begin?

To tell the story of how great a love can be

The sweet love story that is older than the sea

The simple truth about the love he brings to me 

Where do I start? 

Like a summer rain

That cools the pavement with a patent leather shine

He came into my life and made the living fine

And gave a meaning to this empty world of mine

He fills my heart 

***…*** 

Filmi izlediler ve... Gözyaşlarına boğularak sinemadan çıktılar. Ve büyü bozuldu! 

Her şey tastamam bitti! 

[📷 Love Story film arşivi, (Nostalji Arşivimden).] 

Çünkü filmin sürükleyici artisti Ali MacGraw öldü... Bu dayanılmaz bir acı verdi herkese. Ve Bağdat Caddesi’nin hüzünlü ama uçarı genç kızları bir daha asla bunu unutmadılar. Ya Şakacı Sokak’ın sırlı âşıkları? Onlar da filmi görmüş gibi yaşadılar. Filmin etkisini duyup da görmeye gidenler zaten Bağdat Caddesi’nin kızlar konvoyuna takılmışlardı çoktan. Göremeyenler ise anlatılanlarla yetinip hüzün bulutlarına yükselmişlerdi. Öyle veya böyle bu kızların tümü bir daha asla “Aşk hiçbir zaman pişmanlık duymamaktır!” demediler. Diyemediler. Çünkü biliyorlardı onlar. Asıl olan aşk hikâyesindeki “retorik” değildi. Daha acı işaretler geliyordu. Başka bir dünyaya evriliyorduk. Yepyeni bir dünyaya adımlar atılıyordu. 

Bense bir yanımda cennetvari bahçemiz, öte yanımda sokakların eğitici kargaşası okuduğum kitaplar, radyo temsilleri ve seyrettiğim filmlerle dünyalar yıkıyor yeni, yepisyeni dünyalar inşa ediyordum. 

Ama gerçek insanların evrildiği bu yeni dünya o dünya değildi. Masalsı günler sona eriyordu sanki. Ve bu yeni ‘hakiki’ dünya hakkındaki ilk izlenimler hiç de neşelendirici değildi... 

Ben bunu istemiyordum... ailem de... arkadaşlarım da. Hatta Şakacı Sokak’ta hiç kimse... Bağdat Caddesi mi? O da istemiyordu elbet. Biz bunu istemiyorduk. Çünkü biz böyle güzeldik... 

[📷 Bağdat Caddesi, (Aralık 2018).] 

Oysa korunaklı, güzel günler tarihe karışıyordu. Masalsı 60’lar ufak ufak sona eriyordu... Mini etekli kızların ortalığı kapladığı, gençlerin ‘Hafif Batı Müziği’ aranjmanlarıyla coştuğu, doğum günü ve ev partilerinde masumane, üst sınırı öpücükten ibaret flörtlerin edildiği, Maseratilerin, Mustangların, Chevroletlerin yarıştığı Bağdat Caddesi de hüzün kervanına katılıyordu. 70’ler zor geçecekti bu belliydi... Ama burası da Bağdat Caddesi’ydi... 

Her zaman hayatın bir bölümüne aymazca yaklaşma marjını ruhunun bir köşesinde taşıyan meydan okuyucu, masum ve saf küçük burjuvalar, çılgın insanlar diyarı... 

[📷 Bağdat Caddesi, (Aralık 2018).] 

Hiç kuşku yok, Türkiye’nin kan ağlayacağı sonraki yıllarda Bağdat Caddesi’nin söyleyecekleri olacaktı. Hem de genlerinden gelen o aykırı mecradan... 

Bu kimilerine göre bir tür vurdumduymazlık olarak gözükebilir ya da başkalarına burjuva egosantrizmi veyahut da Bağdat Caddesi insanlarına özgü düzeysizlik... Ama bana ve benim gibi düşünen birçoğuna göre bu, başka bir tür “meydan okuma”, başka bir tür “hayatta kalma” tarzıydı... Ve bunu anlamak içinse kâhin olmak gerekmiyordu... 

Çünkü çok sonra gelecek olan ölümcül dalgalı ‘neo-liberal’ yıllarda ülkeyi ayakta tutacak olan, yabancı sermaye gruplarına karşı göze göz, dişe diş rekabet edecek, elde bond çanta yedi kıtada ihracat ve taahhüt peşinde koşacak olan yerel bıçkın burjuvazi işte bu “survivor” taktiği ile hayatta kalmayı deniyordu şimdilik... 

[📷 Şakacı Sokak, (Aralık 2018).] 

Hem de ardından bizim ‘good oldŞakacı Sokak’ı da sürükleyerek... En dirençli, en devrimci, en ilerici demokrat Bostancı ve Kadıköy’ün de tabiatını değiştirerek... Kozyatağı’nın, Erenköy’ün, Küçükyalı’nın ve hatta Anadolu Yakası’nın az biraz uzak semtleri Maltepe ile Kartal’ın teslim oluşlarını bir yere kadar anlayabilirim, çünkü gevşek muhafazakâr doğalarında vardır, ama Şakacı Sokak, ey sen Şakacı Sokak nelere kadirmişsin de anlayamamışım seni! 

[📷 Bostancı, (Aralık 2018).] 

Gerçi hem Bostancı hem de Kadıköy bile düştükten sonra sana diyecek bir lafım olamaz ya her neyse... 

Alaşağı edilmek böyle dehşet bir kabus olmalı... 

[📷 Kadıköy, (Aralık 2018).] 

Hayatta kalan Bağdat Caddesi’nin ‘survivor’ takımının oyuncuları nasıl ayakta kaldı sorusunun cevabı pek bir basit. Kendine özgü sosyetik gettolarını, kapalı yaşam alanlarını kurarak... Ve her şeye rağmen etliye sütlüye karışmadan pesimizmden uzak durmaya çalışarak... 

Tahkim olarak... 

Restorasyon icabı böyle şeyler... 

[📷 Bağdat Caddesi, (Aralık 2018).] 

Tıpkı Oktay Akbal’ın ünlü hikâyesi, “Önce Ekmekler Kokuştu, Sonra Her Şey” gibi oluverdi her şey. Bu sosyal değişim hem Şakacı Sokak’ta hem de yakın semtler üçgeninde külliyen benzer bir şekilde devam etti. Gözümün önüne beş yaşındaki bir Şeref ile on beş yaşındaki bir Şeref geliverdi birden... ve Şakacı Sokak’ın bahçeli evlerinde bekleyen o kalabalık nüfuzlu aileler... 

[📷 Suadiye Tren İstasyonu Köprüsü, Bağdat Caddesi yönü, (Aralık 2018).] 

Seref Sayman

Saros Körfezi, Ekim 2018, Mart 2019

 

(*) Önceki Makale: Gökyüzü Neden Başımıza Düşmüyor?

(*) Sonraki Makale: Bahçeli Evlerden Beton Mezarlıklara 

***…*** 

 [ÖNCEKİ] << [ŞAKACI SOKAK] >> [SONRAKİ] 

>>> [İçerikDizini] 

***…***