Bahçeli Evlerden Beton Mezarlıklara


Şakacı Sokak (Kozyatağı)

Şakacı Sokak – Büyük Dönüşüm 

Her şey kalbimizde taşıdığımız sevgi notalarıyla başlamadı mı hayatımızda? Bir sevdalı yağmurun eline tutuşturulan ilk mektup, gözlerin uzak iklimlerine dalan deniz iklimi hüzün. Beyaz yakalı ayrılıkların kimi ilk gözyaşları,  evlerimizi  kucaklayan sarmaşık bahçelerde sessiz bakışlar. Hep bunları anımsamaz mıyız yılların ardından? Bu duygular bizi yeniden doğuramaz mı, doğduğumuz mekânlarda? Kırmızı tuğla kiremitleriyle o beyaz yüzlü evler tanıklık etmediler mi savrulan bahçelik güllerin bükülen boyunlarına? Çizgili defterlerimizin kenar süsü ölüsü, hep yol göstermedi mi acılarımıza? Bunca yılın ardından hâlâ oralarda papatya topluyorsa çocukların gülümsemesi, bir bildiği vardır hepsinin... 

GÖKYÜZÜNE KAFA TUTAN GÖKDELENLER ALTINDA YILDIZLARA SIĞINAN BAHÇELİ EVLER MASALLARI 

[📷 Kozyatağı Değirmen Sokak, (Aralık 2018).] 

Geçmişe dair Kazasker ve Şakacı Sokak’tan her yöne uzayıp dağılan mahalleleri, sokakları tekrar tekrar enikonu gezdiğimde bunları düşünüyorum. Unutulmazları, aşkları, çocukluğa ilişkin her şeyi ve yıllarca yaşadığım topraklar gündemine bomba gibi oturan olayları... Ki zaten ben, tadıyla yaşamanın yanında anılarla hareket eden onlarca öyküleri daha önce defalarca dinlemiş ve her dinlediğimde de çok etkilenmiştim. Şimdi ise geçmişe dayanan uzun bir mesafenin olduğunu görüyorum. Ama özellikle bu sokağın geçmişi ile benim aramda güvene dayalı bir bağ kurulmakta olduğunu düşünüyorum. Bu bağ şimdilerde olanca hızıyla yüksek eğretide sürüyor. Yani ben Şakacı Sokağın geçmişiyle aramdaki mesafeyi kaldırdım. Bana göre bu harikulâde bir sonuçtur. Çünkü mesafelerin, dostluğun gelişmesine engel olduğu yok. Anladığım, geçilen zorlu sürecin de ona engel olduğu yok ki, oturup bu eserin hazırlanması konusunda bana desteğini sürdürüyor. Ve ben de onun sayesinde bu sokak üzerinde dağılmış mahallelerde, sokaklarda, bahçeli evlerde geçmiş yaşantıları daha bir yaşanılır kılmak için emektar bisikletim Pire🚲 ile turlarken yazmaya soyunuyorum. Bunun için geçmişteki Şakacı Sokak, ben ve Pire🚲, üç dost, buradayız ve ebedi halkının huzuruna güvenle çıkıyoruz... 

Yolun üstünde gökyüzü duruyor. Lâcivert bir gözyaşı gibi sevinçli. Eski dostlarına kavuşmanın şarabını kana kana içecek kadar yaşam var damarlarında. Akasyalar, sarmaşıklar, papatyalar akıyor bahçelere. Dizi, dizi, peş peşe belirli bir sıradüzende. Ağaçlar, çiçekler ve insanlar. İlk kez çocukluk arkadaşlarımla birlikte uzun bir seyelânın içindeyim ben de. Adı dönüş mü bunun? Avdet! 

On adım ötemde yürüyen kol kola girmiş iki ihtiyar: Bastonları boylarından uzun, üzerinde yürüdükleri sokaktan kısa. Yürürken birbirlerinden destek almak için birbirlerine dayanarak ilerliyorlar. İkisi de kocamış olmalarına rağmen traşlı ve Pe-Re-Ja kolonyaya batırdıkları yüzleriyle pek de pirüpakler. Yanlarından ağır ağır geçerken, heyecanla selamladıkları esnaf tayfasıyla şakalaşmadan geri kalmıyorlar. Ağaçlar, kırlar, çiçekler, bahçeler, kanı sıcak evler ve güçlü komşuluk bağları değil ama, sürahi gibi yapılarıyla, kel bırakılmış kırlarıyla, canım toprak parçalarının üstlerini betonlayıp açtıkları otoparklarıyla, diri bir mezarlığa çevirdikleri ve adına modern kentleşme dedikleri bu çirkin oluşumlar savurabilir onları. Hem birbirlerinden hem de yaşadıkları bu sokaktan, mahalleden, semtten... Sanırım çözülüp dağılırlarsa diye üçüncü bir arkadaş gibi taşıyorlar yanlarında bastonlarını. İhtiyarlardan daha yaşlıca olanı parmağıyla yolu kapatan mavi gökyüzünü gösterirken şöyle mırıldanıyor: “Bu sonbahar da birkaç yerinden güneşi alıp çatılardan aydınlık sızdırıyor evlerin pencerelerine. 

Diğeri de ona katılmakta gecikmiyor: “Hazanın güneşi yola kapaklanan göktense, bu sokağın güneşi de insanlarından. 

Güneş, gün, mehtap, yıldızlar ve arada sırada döktüren çisenti ya da sulusepken sağanak, neşeler ve hüzünler, şans fenerleri ve çekilen kederler, bereketlilikler ve sefillikler, karşıtların hepsi bir arada... 

Her şey karşıtını doğururcasına kimi aynı zaman dilimi, kimi birbirine yakın zaman birimi içinde nasıl buluşuverirdi? Ya gençliğimizin dirençli, inatçı benliği nasıl ışırdı bir yakınımızı gördüğümüzde. Ön bahçemizin uç başköşesine inşa edilmiş barınaklarında dişi kuşlarına beylik eden çifte çilliler daha bir sıkı öterdi güz sabahları. Kontrollü ama serbestçe gezindikleri bahçemizde kızıltı ibiklerini sağa sola sallayarak, hemhudut evlerin kırmızı çatılarına konaklamış sincaplara kanat çırpar, muştulu öterken uykuların içine eden o kart sedalarının ardında yeni umutlar, yalız aydınlıklar doğardı. 

[📷 Eski havuz başı çay bahçesinin bulunduğu yer, Kozyatağı Şakacı Sokak, (Aralık 2018).] 

Gün geldi, o umutlar, neşeli saatler yerini gümüş rengi karamsarlıklara bıraktı. İhtiyar çilli horozlarımızın ciğerleri parçalarcasına göğüslerinden öğürdükleri bakımsız, bozuk plak sesler çıt çıkarmadan yürütülen derbeder işgali haber vermeye çalıştılarsa da kimselerin umurunda olmadı. Oysa gırtlaktan tükürülen o kart seslerin içinde insanlık trajedisinin sırları gizliydi. Ama çözebilen salt birkaç insan varlığı vardı ki onlar da zaten sessiz sedasız yıllardır ölümüne bağlandıkları sardunyalı evlerden koparak uzaklaştılar; koşar adım giderlerken hayatlarının bir ömür parçası olmuş şakacı sokağa bir kez dahi bakmadan terki diyar ettiler. İşte yenileşme safsatasının sürüklediği akıntıda bir yerlere tutunmaya çalışanlar ise acılar içinde kıvranmayı sürdürdüler. Bu aynı zamanda gözlerini kamaştıran bahçeli evler masalları için acıların, kederlerin, gülünçlüklerin tarihi anıydı. 

[📷 Kazasker’e doğru, Şakacı Sokak, (Aralık 2018).] 

Hiç beklenmedik bir anda gökten yeryüzüne düşen bir apartman sevdasıdır aldı yürüdü. Yüksek topuklu yeni bitmeler dağdan gelip bağdakini kovar gibi kendinden alçak olanları hakir görmeye başladı. Niyet belliydi. Ortalığı düzmek. Ortalık düzen bu canavarlar tam bir hançere. Hançerlerin en sivrisi, en keskini, en can acıtacak olanı. Renk, ırk, dil, din farkı gözetmeyen, aş, katık, derdi himaye etmeyen taşyürekli bir ejderha, apartman. İhtiyar, orijinal, yerli filan demeden, kibar, nazik, nazenin, çekici, cazibeli demeden, hele gönüldeş, duygudaş hiç demeden yuttu her şeyi... ve tüm kırmızı ibikli çilli horozları!!! 

Sahici dostluklar, samimi gönüller rafa kalktı biladere. Nasılsa bir horoz kenara çekilir, meydanı bir başka horoza devrederdi. O horozlar ki barbar insanlığın en acımasız tarihinden alıyordu güçlerini. Zamanı devşirmiş, yitik horozlar sahneden çekilir, zamanın adabı muaşeretine uygun ferdiyetçi horozlar sahnede yerlerini alırdı. E, zamansız ötenin kellesi gider; değil mi ama? 

Ama başta söylemeye çalıştığım gibi; diyalektiğin yasasına uygun her şey karşıtını doğuruyordu... Zıtların birliği... Zamanlı ötenlerin yani yeni zamana uygun sahneye inen tek tük, çarpık çurpuk apartmanların yerine de bir zaman sonra uydulu siteleri konduruvermediler mi! Hayat böyle bir şeydi; yutan yutana... Zaman insan varlığını, insan mekânları: sokakları, mahalleleri, barındığı evleri yarattı. Sonra yaratılan zaman içinde büyüyen semt hakladı kendini yaratanı. Tüm zamanların külhanbeyi al kepezlileriyle cümbür cemaat... 

[📷 Şakacı Sokak, (Aralık 2018).] 

Şakacı Sokak’ın dansözvari kıvrılarak yol alan kaldırım kenarlarında mevsimler boyu durmaksızın gözyaşı döken hayatta kalmış tek tük ağaçlar huzursuz şimdi. Kendilerini renk renk, ışık ışık, dallarıyla saran, içlerini sevgiyle ısıtan akasyaların dostluklarından yoksun kalmanın sıkıntısını yaşamaktalar. Tıpkı şu koca şehrin birçok diğer sokakları ve İstanbul’un bizzat kendisi gibi. Hayatta kalanlar hâlâ yaşayabildiklerine sevinmeli mi? Ya kendi yarattıklarını yine kendi elleriyle yok edenlere ne demeli? Onlar da mucizevi şekilde ömür sürebilmenin şansını ellerinde mi tutmaktalar? Yoksa yeşilin her tonundan uzak soğuk beton kazıkların üstünde yükseklerde havasız oturmanın keyfini mi sürmekteler? Ne yazık ki, hemen hepsi eski dostların yaşama veda edişinin derin sessizliğine gömülmüş durumda. Hepsi gözyaşı döküyor sessiz sedasız yıllardır... 

[📷 İki birader; eski bahçemizde, yani şimdiki Mehmet Sayman Apartmanı, (Aralık 2018).] 

Seref Sayman

Saros Körfezi, Ekim 2018, Mart 2019

 

(*) Önceki Makale: Where do I begin? ~ Nereden başlamalı?

(*) Sonraki Makale: Ha ha hayt, Komünizm o Kış da Gelmedi be ya! 

***…*** 

 [ÖNCEKİ] << [ŞAKACI SOKAK] >> [SONRAKİ] 

>>> [İçerikDizini] 

***…***