Kadıköy Yoğurtçu Parkı |
Nostalji, Özlem, İştiyak, Daüssıla, Arzuhal...
Zaman eskidikçe, iç dünyamızda durup dururken geçmişin derinliklerine yönelik ilginç bir özlem duymaya başlarız. Hiçbir şey yokmuşçasına, bulutsu bir heyecanla oturur ve eskinin belleğimizde kalan izlerini kaleme almaya başlarız. Ortaya çıkan ebrulî hatırat kendimizi önce şaşkına çevirir, “vay, vay, vay neler görmüşüz, neler yaşamışız” dedirtir. Hafızamızı kaşıdıkça bu güngörmüşlük, yaşamışlık bir coşku seline kapılır... Sonra bir bakarız ki bellek grafiğimiz kocaman bir harita olmuş. Koordinatları alınmış haritamızı bir yukarı, bir aşağı döndürür, sonra yanlara doğru şöyle çekeleyince uzatıp görürüz ki içinden külçe külçe dökülen fragmanların hemen hemen tamamına yakını, artık günümüzde bir daha rastlayamayacağımız ve mazide kalmış çıplak ayrıntılardır. Bir zamanların gözdesi (hit), gözbebeği olan şeyler, şimdi buğulu gözlerimize ne kadar komik ve gereksiz gelse de...
yüreğimize gömdüklerimiz: neler gördük biz neler…
Hayat belli ki anlar toplamıdır... Bizler ancak yaşayabildiklerimizi kafamıza göre anlamlandırabiliyoruz. Geçtiğimiz bu süreçte ise çoğunlukla yaşadığımız hüzün. Bazı şeyler de unutulmazlar arasında yer alıyor. Bu da kimi kez belki de geçmişe duyduğumuz aşk. Ancak o da yaşayabildiğimiz, ya da hayatın bizlere verdiği kadar. Ötesi ise kocaman bir hiçlik... Bu hiçlikse kimi zaman çok uzun sürüyor.
Geçmişe dair anı-yaşam kitaplarını, romanlarını bolca okuduğumda bunları düşünüyorum. Unutulmazları, aşkları, çocukluğa ilişkin her şeyi ve yaşadığımız topraklar gündemine bomba gibi oturan olayları... Ki zaten ben, tadıyla yaşamanın yanında anılarla hareket eden onlarca öyküleri daha önce de okumuş ve okuduğumda çok etkilenmiştim. Şimdi ise geçmişe dayanan uzun bir mesafenin olduğunu görüyorum. Ama özellikle geçmişle benim aramda güvene dayalı bir bağ kurulmakta olduğunu düşünüyorum. Bu bağ şimdilerde olanca hızıyla yüksek eğretide sürüyor. Yani ben geçmişle aramdaki dikey mesafeyi kaldırdım. Bana göre bu harikulâde bir sonuçtur. Çünkü mesafelerin, dostluğun gelişmesine engel olduğu yok.
Anladığım, geçilen zorlu sürecin de ona engel olduğu yok ki, oturup mevzun metinler hazırlama konusunda bana desteğini sürdürüyor. Ve ben de onun sayesinde geçmiş yaşantıları daha bir yaşanılır kılmak için bir yandan iki tekerlekli yoldaşım Pire🚲 ile hatıralardaki o gezegeni gezmeye öte yanda maziyi yazarak naklen huzura getirmeye soyunuyorum. Bunun için geçmiş, Pire🚲 ve ben, üç dost, buradayız ve siz okurların huzuruna öz güvenle çıkıyoruz.
Bir TV dizisini andıran “Mazi Şakacı Sokak’ta Şaka Gibiydi” serisi içerisinde yazılanlar çoğunlukla yaşamımın büyük bir bölümünü geçirdiğim semtlerde, mahallelerde temaşa ediliyor. Özellikle de çocukluğumda ve ilk gençlik yıllarımda çok sevdiğim Kazasker ve Şakacı Sokak havalisini kendime mekân seçmiş bulunuyorum. Ancak zaman zaman Kadıköy’den Bostancı’ya, Bağdat Caddesi boyunca uzanan bir geçmişi de dillendirerek...
Bu mekânlarda Arnavut kaldırımlı sokaklar, şose veya toprak yollar, başlarını derde ya da sevince yaslamış evler, eski ile yeni arasında derin bir uçurum ve hüzün kokan insan kolektifi var... Paket taşlı sokaklar, ahşap evler, hanımeli ile akasya, iğde kokulu sokaklar var... Her biri biraz da geçmişe duyulan özlemin etkisi ile siz okuyucuda, daha doğrusu siz okuyucunun damağında tarifsiz tatlar bırakması için kaleme alınıyor.
Geçmiş ile dostluğa gelince, hiç vazgeçilmez bir olgu olarak nerdeyse bu serinin bütününe külliyetiyle sinmiş bir duygu olarak ortaya çıktı, çıkıyor ve çıkmaya devam edecek. Çocukluksa benim vazgeçilmezim olarak, çocukluğun o sınır tanımazlığı içerisinde bile, neredeyse tüm yazılanlara damgasını vuruyor. Sırf bu sebeple bile olsa kendi yaşantımdan ve yakın çevremin yaşadıklarından kesitler sunmayı spesiyalite edinmiş durumdayım. Ne bileyim okudukça belki de ansızın bir kedinin peşinden koşturacak sanısına kapılabilirsiniz. Benden söylemesi...
Evet, aynen üzerinde sıkça durduğum gibi, bir de bu hassas konuların merkezinde hayatı koklatmak isteyen bir çocuk olarak, benim çocukluğum, hatta gençliğim, delikanlı yıllarım var tabii. Zira ben kendimi bu hatıratlar arasında kendisine bir tutam yer bulacak nesnelere ve kahramanlara benzetirken; nesnelerin ve kahramanların da bana benzediğini duyumsuyorum. Ne de olsa bu nostaljiyi tasarlayan, sonra hazırlayan, derleyen ve yazan biri olarak bir anlamda kendi yaşamımdan da bir şeyler katıyorum yazdıklarıma.
İnsan gövdesine dokunmak: sonsuzun gidişine
ve gözkapaklarına belleğin
sözcüklerin yerine bir boşluk koymak
hiçliği görmek: mumları söndürmek
karanlıkta bakışmak karanlıkta
Sırat Köprüsünden geçerken
Köşeyi dön, uçurumsuz atlayış
gövdenin içindeki gövde
kırılan sırça... şamdanın sesi
Susamam onu, ne sözcüklerle
susamam onu, ne de sessizlikle,
konuşamam onu konuşmamla
Bir 'O' var sende ve bende
baştan çıkartıp onu bir şey yapacağım
çölün duvarsız gecesinde
Susamam onu, susturamam onu
ne sözcüklerle sözcüklerin içinde,
ne de sessizlikle sessizlikte
Meczup sayfaların arasında
pervane olup dönen isyankar dervişler
önce yaşamak ve sonra yaşamak için
sesim kağıt gibi yayılırken mürekkebe. (*)
(*) Özdemir İnce, “Gözlem”.
Bu satırları sabırla okuduğunuza göre geçmişe pek merak salan bir kişiliğiniz var. Kazasker Şakacı Sokak ve yakın semtler çevresinde “BUNLARI GÖRMÜŞTÜK” gerçekten geçmişin sınırlarını biraz olsun zorluyor. Bugünü yaşarken de zorlayacağa benziyor. Sanıyorum yaşamın içinden çıkmış konular geçmiş hayat tarzına, kültürüne ilgi duyan bir kişi olarak sizi adeta sarıp sarmalayacaktır.
Ve bunları okurken eminim yazdıklarımı çok ‘sahici’ bulacaksınız. (Doğru ben de yalan yoktur. Ancak ender de olsa bazı konularda senaryo gereği kurguya kaçabiliyorum. Edebiyatın hoş sırrı da burada olsa gerek.) Sanki uzanıp tutacakmışsınız ya da hani karşıki sokaktan ansızın, karşınıza bir kahraman çıkacakmış gibi...
Seref Sayman
Saros
Körfezi, Ekim 2018, Mart 2019
(*) Önceki Makale: Bağdat Caddesi Şakacı Sokak’a
Çıkar
(*) Sonraki Makale: Witches of the City ~ Cadılar Şehri
***…***
[ÖNCEKİ] << [ŞAKACI SOKAK] >> [SONRAKİ]
>>> [İçerikDizini]
***…***