Kadıköy'ün Mitolojik Sembolleri


Kadıköy vapur iskelesi...

Kadıköy’ün Simgesi 

Kadıköy’ün simgesi nedir diye sorulsa eminim her ağızdan başka bir laf çıkacaktır. Ama öyle değil işte. Şimdi sizlerle uzun bir hikâyeyi paylaşacağım. Sabırla izlerseniz sonunda bu sembole kavuşmuş olacaksınız. Dedim ya her semtin, her sokağın mutlaka bir hikâyesi vardır... 

[📷 Kadıköy İnciburnu, Nisan 2017.] 

Yıl 1918... Ve dillerde o bilindik şarkı. Daha doğrusu kimilerini narkozla uyutmak için söylenen o tekerleme: “Birinci Dünya Savaşı’nda Almanlar yenilince biz de yenilmiş sayıldık... 

İlkokul müfredatlarının yanı sıra baştan savma başka satırlarda da sık sık karşılaştığımız bu cümle, işin özünü bilenleri bıyık altında güldürür. 

Hasta Adam” diye anılan ve ölmekte olan Osmanlı İmparatorluğu’na “sağlam adam” muamelesi yapmak, içi boş bir milliyetçilik ve eziklik duygusuyla giydirilmiş gereksiz bir fanatizmden başka bir şey anlam ifade etmez. 

Almanlar yenilince biz de yenildik! 

Efendim, zaten bitmesine ramak kalan Osmanlı İmparatorluğu, hayalperest bir milliyetçilikle süslenince, elbette ortaya hezimet çıkması kaçınılmaz olacaktır. Biliyoruz ki, 72 millet pastanın mumlarını bir an önce üflemek derdindeyken, Alman daha kurnaz bir yol izlemektedir. Bütün hesaplarını pastayı sinsice kesip daha irikıyım bir pay almak üzerine şekillendirir. 

Batının soğuk elleri, böylece oryantalizmin göğsüne birkaç kuruş sıkıştırıp kulağına üç beş tatlı söz fısıldar... 

[📷 Kadıköy, (Eski İstanbul, 1916).] 

Dansöz, şakşakçıyı bulunca yeri dar olsa da oynamayı sever. Bu şekilde kalan masalar da devrilir. Uzun lafın kısası kurnaz Alman büyük hamlesini Enver Paşa üzerinden oynar. Sırtı sıvazlanan Enver, böylece aynaya bile dönüp bakma gereği duymadan, bir aslan kesilir. Ormanların kralı olma edasıyla kükremeye başlar. 

Hayal dünyasıyla şekillendirdiği kahraman olma arzusu adına, hiçbir fedakârlıktan kaçınmaz, koca milleti felakete sürüklerken, parçalanmaya yüz tutmuş imparatorluğun da ipini çeker. 

Hırstan gözü dönmüş bir biçimde, hırstan gözü dönenlere, yuları teslim eder. 

Enver Paşa bir hesap adamı olmadığı için iki şeyi atlar: İmparatorluk, Kanuni, Yavuz ya da Fatih döneminde olmadığı gibi, kendisi de bir kurtarıcı olmayı başaracak yürek taşımıyordur. Yanlış hesap Almanya’dan döner! 

[📷 Pire🚲 ile İstanbul Turları, Ağustos 2017.] 

İşin özü teatral bir komedidir. İlk perde Enver Paşa’nın binbaşı rütbesiyle Osmanlı’nın askeri ataşesi olarak Berlin’e gönderilmesiyle başlar. 

O, henüz 28 yaşında olmasına rağmen, Osmanlı’da halk kahramanı sayılan bir ittihatçı, Abdülhamit’in baskıcı rejimine başkaldırıp dağlara çıkmış genç bir isyancıdır. Üstelik hürriyetin ilan edilmesiyle başarı kazandığı da bir gerçektir. İşte tam bu yıllarda, Alman İmparatoru II. Wilhelm, Almanya’nın etki alanlarını genişletmek için bir çözüm yolu aramaktadır. Diğer Avrupa ülkelerinin Osmanlı’dan iri kıyım parçalar koparmalarına fena halde içerlediğini hiç kimseden gizlemez. 

Fas, Cezayir ve Tunus, Fransa tarafından alınmış, Mısır İngilizlerce işgal edilmiştir. Doğu illerini ise, Rusya topraklarına katmıştır. 

Ancak paylaşım bir türlü bitmek bilmez. Açgözlü İtalyanların gözü de Osmanlı topraklarındadır. Haris Ruslar boğazlara inerek, tabakta kalan kremayı sıyırmak niyetinde olduklarını yüksek sesten haykırırlar. 

Elbette obur emperyalistlerden Almanlar da boş durmak niyetinde değildir. “Drang nach Osten” olarak anılan “Doğu’ya Doğru” projeleriyle, dünyaya hükmetmek istemektedirler. 

Bir çıkar yol gözlemekte, onları amaçlarına götürecek birini aramaktadırlar. Keşif uzun sürmeyecektir ama. 

Enver’i böylece bulurlar. 

Son derece güçlü olduğu kesin olan bu subay, Almanların açmak istediği kapının anahtarı olacaktır. İmparator Wilhelm böylece Enver’i kilide sokar. 

Enver Paşa, bir akşam, Wilhem tarafından yemeğe davet edilince Osmanlı’da “sonun da sonu” perdesine geçilmiş olunur... 

Alman İmparatoru II. Wilhelm, Enver’i yanına oturtup alabildiğince kibrini okşar. Genç subay bunu kaldırabilecek meziyette değildir. Egosu patlayacak kadar genişlerken, adeta kalıbına sığmaz. Bunu gören imparator daha da ileriye gidip genç paşayı, Osmanlı’nın müstakbel imparatoru olarak takdim eder. 

İşte Enver’in Almanlara duyduğu yüksek hayranlık böyle başlar. Ne yazık ki bu, tamamen kişiseldir! 

[📷 Bostancı Sahil, Ağustos 2017.] 

Almanlar kibrinden yakaladığı Enver’i sonuna kadar kullanmak için oyunu sürdürürler. Onu, kimi zaman “Napolyon” kimi zaman da “Musa Peygamber”e benzeterek çizdikleri afişleri basıp çoğaltırlar. Hatta Osmanlı’ya giden trenlere “Enverland’a gider” yazacak kadar cüretkâr davranırlar. 

Gerisi çorap söküğüdür! 

Artık Enver Paşa’nın, Almanlara layık olmak için, ülkeyi cepheye sürmek de dâhil elinden gelen her şeyi yapacağı kesindir. 1909 yılında attığı zokayla Enver’i yakalayan II. Wilhelm, iğneyi 28 Temmuz 1914’te başlayan Birinci Dünya Savaşı’na kadar sahneye çıkarmaz. 

Enver Bey, “tuğgeneral” rütbesiyle, Harbiye Nezareti’ne tayin olunca, her şey daha da kolaylaşır. Bu sırada 33 yaşında olan paşa, ihtirasının ve gücünün doruğundadır. Üstelik bu gücü, Vahdettin’in kız kardeşi Naciye Sultan’la, Damat Ferit’in konağında yapılan nikâh töreniyle katmerler. 

Abdülhamit döneminde başkaldıran Enver, işler değişince, saray adamı olmaktan çekinmez... 

Bardağın taşmak üzere olduğu kesindir. Sürahide kalan birkaç damla yine Enver tarafından dökülür. 

Osmanlı ordusu kara kuvvetlerini ıslah etmek için, Alman subaylarından oluşan bir heyet getirilir. Böylece, donanmanın kumanda kademesi de hiç tereddüt edilmeden Almanlara teslim edilir. Artık Almanların istediği bütün koşullar olgunlaşmıştır. İki milyona yakın insan kaybedilecek, büyük topraklar verilecektir. Bunların hiç önemi yoktur. Her şeyden önemlisi, her koşulda Almanlarla dostluğu ispat etmektir. 

Enver Paşa, “22 Ekim 1914”te tam anlamıyla düğmeye basar ve bir bildiriyle, hançeri hiç çekinmeden koca ulusun kalbine saplar: “Genel Karargâh, İstanbul / Donanma Kumandanına / Amiral Souchen... Donanma-yı Hümayun, Karadeniz’de, hakimiyet-i bahriyeyi kazanacaktır. Bunun için Rus Donanması’nı nerede bulursanız, ilan-ı harp etmeden ona hücum ediniz! 

27 Ekim’de, isimleri Yavuz ve Midilli olarak değiştirilen iki gemi Karadeniz’e açılır. İki gün sonra Rusların Sivastopol Limanı, top ateşine tutulur. 

[📷 Fenerbahçe, Ağustos 2017.] 

Gerisi malum bir teferruattır. Kurtuluş Savaşı’na doğru uzan ve çileli bir yol uzanır... 

Ancak Enver Paşa’nın da tüm bu hesaplardan muştulu bir kazancı olacaktır(!) 

Bu bizzat II. Wilhelm tarafından kendisine armağan edilen “Boğa” heykelidir... 

[Enver’in övündüğü bu heykel elbette işin trajikomik yanıdır.] 

Boğa heykeli, Avrupa’da milliyetçilik akımının başladığı dönemde Fransızların gücünü Almanlara göstermek üzere Paris’te yapılır. Ne var ki, Almanlar Fransızları mağlup edince, heykeli Paris’ten söküp Almanya’ya götürürler. Açıkçası, Parisli heykeltıraş, Isodore Bonhevr tarafından 1864 yılında yapılan heykel memlekete sığmamıştır. Boğa, Almanlar tarafından Birinci Dünya Savaşı sırasında bir güç sembolü olarak Enver Paşa’ya hediye edilir. Amma ve lakin İstanbul’a getirilen boğanın çilesi bitmemiştir. Yerleşik hayata geçebilmesi hiç de kolay olmaz. İstanbul’da sütçü beygiri misali ya da tam anlamıyla dönmedolap havasında pek çok kez yer değiştirir. 

Boğa heykeli, geldiği yıl olan 1917’de, Beylerbeyi Sarayı’nın bahçesine yerleştirilir. 

1953 yılında ise, yeni yapılmakta olan Hilton Hotel’in bahçesine dikilir. 

Ancak boğanın yerini beğenmesi öyle zordur ki! 1969 yılında Avrupa yakasından Asya yakasına geçirilerek, eski kaymakamlık binasına konulur. Burada da ancak yirmi yıl kadar barınabilmiştir. 

Son olarak 1987 yılında bugünkü yeri olan Altıyol kavşağının tam göbeğine yerleştirilir... (Eskiden bu noktada trafik polisinin bir zıvanası vardı. O metal varilcik içinde ayakta duran polis, ağzında düdüğü, el kol hareketleriyle hiç de kalabalık olmayan trafiğe yön vermeye çalışırdı.) 

[📷 Kadıköy Altıyol, Internet Arşiv.] 

Bilindiği üzere, Byzans, halkıyla birlikte, Sarayburnu’na gelip karşı kıyılara baktığı zaman, üzerine bastığı bereketli topraklarda değil de karşıda bir ülke olmasına çok şaşırmıştır. 

Ancak kâhinin söyledikleri aklını başına getirir: “Ülkeni körler ülkesinin karşısına kur! 

Artık Kalkhedonluların kör olduklarından çok emindir. 

Ne var ki, Kalkhedonlular kör olsalar da güce büyük önem vermektedirler. İşin ilginç tarafı, büyük önem verdikleri gücü, boğa figürleriyle öne çıkarmaktadırlar. Eski paraları inceleyen bilim dalıyla uğraşanlar, MÖ 450 yılında Kalkhedon’da basıldığı düşünülen paralarda “boğa” simgelerinin kullanıldığını tespit etmişlerdir. 

Bu durum, boğa heykelinin neden Kadıköy’de olduğunu soranlara hiç beklemedikleri bir yanıt olabilir. Rastlantı da olsa, “boğa” yerine tam anlamıyla oturmuştur. Körlerin sahip olduğu bir güç... 

Sağanak altında Kadıköy & Haydarpaşa

[
Öyküleri paylaşmak için gizemli bir yerlerde buluşmak gerekiyor. Yağmurlu bir günün akşamüzeri Kadıköy’deki boğanın yanı başı uygun mu?] 

Seref Sayman

Saros Körfezi, Ekim 2018, Mart 2019

 

(*) Önceki Makale: Bisikletin Payitahtı Kadıköy

(*) Sonraki Makale: Bağdat Caddesi Şakacı Sokak’a Çıkar 

***…*** 

 [ÖNCEKİ] << [ŞAKACI SOKAK] >> [SONRAKİ] 

>>> [İçerikDizini] 

***…***