DOĞUMLA ÖLÜM KARŞI KARŞIYA


James Dean 'Asi Gençlik' filminde (Rebel Without a Cause)

Bu bir süreç...

Doğar doğmaz başlayan ve o son noktaya kadar ilerleyen... 

Peki, oğul, sen bu sürecin neresine yetiştin? Ya şimdi neresindesin? 

14 Şubat 1963’te Zeynep Kâmil’de doğdun. Üstelik ağabeyin ve ablandan da farklı olarak. Bugün “tarih dahi” 14 Şubat 2023 olsaydı tam altmış yaşında olurdun. Üç eksi; elli yedi yaşındasın. Doğru hep Kazasker’de, Şakacı Sokak’ta değildin. Ama bir bakıma hep oradaydın. 

Çekip gittiğin zamanlar bile hep oradaydın. Yitirdikçe bulduğunu anladın her seferinde. Şakacı Sokağı’nı yitirdikçe buluyordun. Buldukça da yitiriyordun.  

[📷 Kazasker Şakacı Sokak’tan ölümsüz Portreler, İstanbul (Şakacı Koleksiyonu).] 

Şakacı Sokağı’nın beş bin yedi yüz yılının (yaklaşık diyelim) elliyedisisin. Altı bin yıl da olabilir, altmışında. Belki yedi bin yıl, yetmişinde... Şakacı’nın coğrafi, yurtlandırma ve sosyal dokusu perdelik kumaş değil, Anadolu Yakası dokusu. Kazasker’den Kozyatağı’na, ya da Kozyatağı’ndan Kazasker’e mahalleler dokusu. Peki, oğul, sen o insan dokusunun tam olarak neresindeydin? 

Sen burada doğdun,” demişti babam, Zeynep Kâmil doğum hastanesini göstererek. “Ama, bak, karşısında da dünyanın en güzel mezarlıklarından biri, Karacaahmet. 

Ya, baba, mezarlık hiç güzel olur mu?

Hem neden güzel ki, baba?

Neden olacak, ağacı güzel, otu çiçeği güzel, börtü böceği güzel... Kuşları güzel... Sessizliği güzel... 

O geçmiş ıssız günlerde şehir içre bir orman yavrusu... 

Ama bir mezarlığın ‘güzelliğini’ bu denli överek dile getirmek niye? Sanki doğada başka güzellikler yokmuş gibi. Ne oldu Kozyatağı çayırlarına, bütün itirazlı çığırmalara rağmen kuş kapanlarının kurulduğu bodur çalılıklara, Ankara Asfaltı’na paralel üstleri fıstık kozalaklarıyla dolu çamlıklara... Ne oldu Kozyatağı çayırlarından Bostancı fidanlıklarına inen dere yataklarına... 

Ama bak, geceleri hâlâ bülbül duyan taşları, kitabeleri güzel... Sonra, yalnız güzel değil önemli. Mezar taşları heykeller gibi. Bir gün gezeriz, görürsün. 

Yok, baba, ben almiiiim. 

Hem, bak, bir at mezarlığı da vardı buralarda, oğul. 

Eski ve yeni Şakacı Sokaklılar psikolojisinde farklı boyutta bir ölüm sosyolojisi. (Hani heykel dikmek yasaktı!) 

Peki, sen niye uzaklardasın, baba? Bak annemi de yalnız başına bırakmışsın. (Aslında pek yalnız sayılmaz, ya. O şimdi senden daha fazla kalabalıklar içinde. Bir sülale boyu.) 

Zeynep Kâmil ile Karacaahmet... İki farklı dünya. Bir yanda doğum, öte yanda ölüm.

Doğumlar ile ölümler de karşı karşıya duruyor. 

Bir yerde, Zeynep Kâmil’de bebeler, ilk kez ağlıyor. Karşısında ise ölümün ağlatıları var. 

Mezarlıkları oldum bittim sevmedim, sevemedim.

Babamın tüm yaşam sonrası güzellemelerine rağmen.

Yoo, korktuğumdan değil.

Hiç korkmam. (Mezarlığın yakınında çadır kurmuşluğum bile vardır.)

Ölümün kendisi değil, etrafında birikmiş çığrışmalar ürkütür beni. Dayanamam.

Ta ki gözyaşları dininceye kadar... 

Öte yanda; aslında marjinal heyecanlar duyulduğu kadar kolay değildir doğumlar. Yani yaşama başlamak hiç kolay değil. Ölmek kolay mıdır, sanki? 

Ya, Şakacı Sokak, sen şimdi nerelerdesin?  

[📷 Baba-Oğul, Londra, 1983 (Şakacı Koleksiyonu).] 

***…*** 

Seref Sayman

Saros Körfezi, Ekim 2018, Mart 2019   

(*) Önceki Makale: BAŞLAMAK ZORDUR EY TORUN!

(*) Sonraki Makale: ŞAKACI SOKAK ya da “Sevdiğim Sokak Adları Gibi” 

***…*** 

 [ÖNCEKİ] << [ŞAKACI SOKAK] >> [SONRAKİ] 

>>> [İçerikDizini] 

***…***