Bisikletle İstanbul: Pire🚲 ile Tarihi & Kültürel Mirasın İzinde ~ Öndeyiş

 

[📷 Nostaljik bir tramvay ile nostalji hastası Pire🚲, İstiklal Caddesi girişi, Taksim, Ağustos 2018.]

Pire🚲 ile TARİHİ & KÜLTÜREL MİRASIN İZİNDE

Ve işte yepisyeni bir dizi... Bisikletle İstanbul gezileri...

İstanbul bir aşktır, bir masaldır, bir fabl. İstanbul’u gören sevdasına tutulduğu aşkını ömrü buyunca unutmaz, yaşadığı sürece onu hep arar durur... #pire🚲 ile İstanbul gezileri...

Bisiklet, Tarih ve Kültür... Tutku, Değişim ve Zarafet... Eskilerin gömleğiyle yeni kaldırımlar ve yeni yollar... İstanbullu bir bisiklet sevdalısının şehrin gönlünü bir baştan diğer başa hep yeniden fetheden yolculuk maceraları, mutlu hatıraları... Helenistik dönemin, Roma’nın, Bizans’ın, Venedikli’nin, Cenevizli’nin, Osmanlı’nın ve Cumhuriyet’in ilk yıllarının hala hatırlandığı, dünden güne damgasını vuran zalim değişimin hüznüne rağmen insanın bir mavi Boğaz kıyısında ya da yeşil bir kasr, bir koruluk ya da parkta kendini tatlı bir huzura bıraktığı gezintiler... Renkli fotoğraflarda İstanbul’u yaşayacak ve geleceğe taşıyacak ZAMANLAR... MEKANLAR... çifttekerle çizilmiş heyecanlı ROTALAR...


Yeryüzünün ayrıcalıklı kentleri vardır; doğaları, tarihleri, kültürleriyle benzersizdirler. Onlar sadece üzerinde yaşayanlara değil, bütün insanlığa aittirler...

Hiç kuşku yok ki bu ayrıcalığı hak eden kentlerin başında doğduğum, çocukluğumu ve gençliğimi yaşadığım sevgili İSTANBUL’um gelir.

Avrupa kıtasının bir kartal başı gibi denize uzandığı tarihi yarımadanın üzerinde binlerce yıldır, uygarlığın ve vahşetin gelişimine tanıklık ederek varlığını sürdürmektedir. Ama ne yazık ki son zamanlarda üzerinde yaşayan İstanbullular, doğanın gösterdiği cömertliği gösteremediler bu kente. Halen de gösterebildiklerini söyleyemem. Bırakın cömertliği, en küçük bir vefa duygusu bile uyandırmadı, uyandırmıyor bu kadim kentin görkemli güzellikleri şu insanoğlunun katı yüreklerinde. Çünkü onlara sunulan hayat gibi bu şehrin de ne kadar değerli bir armağan olduğunun farkına varamadılar, varamıyorlar... Çünkü üzerinde yaşadıkları toprağı, tarihi, kültürü hakkıyla tanımıyorlar; daha da beteri tanımak için çaba harcamayı bile gereksiz sayıyorlar,  tanımamakta ısrar ediyorlar...

Oysa bir deneseler, sadece tanımakla kalmayacak, aynı zamanda zevk de alacaklar. Her gün ekmek kavgasının peşinde koşturulan, hayhuy içinde tüketilen saatler işte o zaman bir anlam, bir güzellik kazanacak...

Benimse ara ara geldiğim bu canciğer kente sevdalı bir borcum var. En azından onu yaşatabilirsem kendimce bir mutluluğa da imza atmış olacağım. En azından aile köklerimin, büyük büyük dedelerimin hatıralarına kendi hatıralarımı ilave etmiş sayacağım...

[📷 Süleymaniye Camii & Beyazıt Kulesi, Ağustos 2018.]

Dünyanın 2700 yıldır menopoza girmeyen tek dişisi İSTANBUL, hala üretken ve canlı olduğu için ilham konusunda oldukça çok cömert bir şehirdir. Hani yazmak için insan ne ararsa fazlasıyla var: Tarih, hem de antik çağdan başlayan tarih, coğrafya, çok kültürlülük, aşk, entrika, saltanat, yemek kültürü, sanat, göç, edebiyat, kaos, huzur ve huzursuzluk, coşku ve kuşku, her şey mevcut... Yahya Kemal’in dediği gibi, “Sade bir semtini sevmeye (ve yazmaya) bir ömrün yetmeyeceği” kadar kadim, hem onunla yaşaması çok zor hem de meydan okuyucu güzellikte bir şehir İSTANBUL...

[📷 Karaköy Rıhtım’dan Sarayburnu, Ağustos 2018.]

Sonradan büyük bir şehir haline gelecek olan ilk yerleşimin SARAYBURNU’ndaki akropoliste MÖ yedinci yüzyılda kurulduğu söylenir, ancak buraya çok daha önce yerleşildiğini gösteren kanıtlar da mevcuttur. Bizantion şehrinin efsanevi kurucusu Megaralı Byzas MÖ 667’de akropoliste bir koloni oluşturur. Söylenceye göre Byzas Delfi’deki kahine danışır ve kahin ona “körler diyarının karşısına” yerleşmesini öğütler. Kastettiği, birkaç yıl önce karşı kıyıda kurulmuş olan Yunan kolonisi Halkedon’un sakinleridir. Halkedonlular Byzas tarafından seçilen yerin çok önemli artılarını göremediklerine göre, kör olmalıydılar!!!💩🙊

[📷 Sarayburnu, Ağustos 2018.]

Bir zamanlar “Kentlerin Kraliçesi” olarak anılan bu benzersiz kentin kalbine yaptığım ve fırsat buldukça hep yapacağım bir dizi yolculuk silsilesi... Kalbine dediğime bakmayın, aslında bizatihi kendisine yolculuk. Çünkü gerçek İstanbul, kanserli bir hücre gibi her geçen gün büyüyen bu beton, plastik ve çelik yığının oluşturduğu sınırlar değildir. Gerçek İstanbul, II. Theodosius’un surlarla kaplattığı, Fatih Sultan Mehmet’in fethettiği kadim kenttir. Yedi tepesiyle birlikte tarihi yarımadadaki çok sesli, çok renkli, çok kültürlü uygarlığı simgelemektedir...

[📷 Kumkapı, Ağustos 2018.]

Bu kentin, Byzantion, Augusta Antonina, Nova Roma, Konstantinopolis, Konstantiniyye, İstanbul gibi değişik dönemlerde pek çok ismi olmuş, ama Pire🚲 ile birlikte gezilerimiz boyunca ben dönem gözetmeksizin genellikle “İstanbul” ismini kullanacağım. 

Mırıldar gibi “İSTANBUL” diye slogan atarken de salt tarihi yarımada olarak bilinen Suriçi İstanbul’dan bahsetmeyeceğim. Kimilerine göre Tarihi Yarımada’dan başka İstanbul olmayabilir. Benim için öyle değil. Karşı kıyıda koskoca Kadıköy’üm var bana benliğimi kazandıran... Sonra Pera var, Galata, Üsküdar var... Adalar ve karşı kıyıları var... Var oğli var... J 

İstanbul sadece sur içinde yer alan bir yarımadadan, yani Fatih ilçesinden ibaret olsaydı benim ne bir türlü doyamadığım Boğazı ve iki kıyısının kendine has güzellikleri ne de sevdiceğim vapurları olurdu. Hele aşkla tutunduğum doğduğum mahalleye ve komşu semtlerine değmesem kendilerine büyük bir ihanet etmiş olurdum...

[📷 Yedikule, Ağustos 2018.]

1000 yıldan fazla Bizans, neredeyse 500 yüzyıl da Osmanlılar için önem taşımış olan, haşmetli geçmişinin üzerinde oturup, kendimi özgün bir İstanbullu saymama rağmen yeterince tanımadığımı ortaya çıkarttığım güzel kentimi bisikletle gezeyim, “of nasıl da kaçırmışım bunu, hayret ya, buraya neden daha önce gelmemişim, abi” gibisinden defalarca şaşkaloza düştüğüm yerleri yeniden keşfedip tanımak istiyorum. 

Bisikletle dediğime bakmayın gezilerimin %40’ı tavanbay... Bu yüzden “bike & hike” (🚲&🚶) benim bisikletli hayatımın önemli bir parçası... 

İstanbul’u tam anlamıyla bilmeyen aslında ne çok yaşayan İstanbullu var. Mesela bu güzel şehrin çok uzun bir tarihi olduğunu biliyorduk, ama Marmaray metro kazılarından öğrendik ki, meğerse bildiğimizden daha ihtiyar bir kentimiz varmış. Rant uğruna kendinden geçmiş canavar insanoğlu İstanbul’un geçmişini habire silmeye çalışırken karşımıza sürpriz bir bilgi çıkmış oldu. Biz yeni sürprizlerle doğum sancıları çekmeye devam ede duralım, bu kent, “Durun bakalım, bende daha ne gizler, ne gizemler var” diyerek suratımıza pis pis sırıtıyor.

[📷 Cankurtaran, Ağustos 2018.]

Hep hoşça tekrarladığım bir lakırdı var: Bir şehri keşfetmenin en iyi aracı bisiklettir... (Yalan da değil, hani!)

[📷 Haliç, Ağustos 2018.]

Bizim, İstanbul dâhil bütün Türkiye’de “Müslüman olmayan atalarımızı” bütün genetik realiteye rağmen hala çocuksu biçimde reddedip kültürümüzün her alanına dipten karışmış olan Bizans, Rum, Ermeni, Yahudi özelliklerimizi yokmuş gibi yapıp İstanbul’un tarihi ve doğal dokusunu yok edişimiz, şehrimizi ve ülkemizi üçüncü lige doğru aşağıya itmektedir... 

Cahilliğin cesareti ve taklitçi tembelliğiyle İstanbul’umuzun yüzeyini makyajlamakla kimi kandırıyoruz ki? 

İstanbulluların kendi şehirlerine karşı kıyıcı ve sevgisiz tavrına çok üzülen Pire🚲’ye bir teselli gelsin. 😊

[📷 İstanbul yağlı boya tuvali, Nostalji Albümümden.]

İstanbul için sözü edilen 7 TEPE konusunu da biraz açayım; çünkü gezmeye ilk tepeden başlayacağım... 

Bugün İstanbul’un 7777 tepesine birden “İstanbul” dense de, hani o eski metinlerde bahsi geçen 7 tepesi de ilk gezi alanım olan Suriçi İstanbul’da, Fatih ilçesinde yer alıyor. Ancak tarihi yarımada pek çok “talancı” yatırımcının hedefinde. Bu gidişle gökdelenler arasında kaybolması an meselesi... 

Tepelere gelince: 

1) Topkapı Sarayı, Ayasofya’nın bulunduğu tepe

2) Çemberlitaş ve Nur-u Osmaniye Camisi’nin bulunduğu tepe

3) Beyazıt Camisi, üniversite ve Süleymaniye’nin bulunduğu tepe

4) Fatih Camisi’nin bulunduğu tepe

5) Yavuz Sultan Selim Camisi’nin bulunduğu, Haliç’e bakan tepe

6) Edirnekapı, Mihrimah Sultan Camisi’nin bulunduğu tepe

7) Kocamustafapaşa semtinin bulunduğu tepe...

[📷 İstiklal Caddesi yağlı boya tuvali, Nostalji Albümümden.]

İstanbul hem büyüleyici bir gezi dünyası hem de unutulması imkânsız bir nostaljidir.

[📷 Arnavutköy, Ağustos 2017.]

Yunan Mitolojisi’nde İSTANBUL BOĞAZI karşımıza Çarpışan Mavi Kayalar olarak çıkmaktadır. 

Efsaneye göre Argonautlar Seferi’nin kahramanı Iason, bu seferdeyken gemisiyle İstanbul Boğazı’ndan Karadeniz’e geçmek zorunda kalmış. Fakat boğazın her iki tarafındaki kayalar, aralarından herhangi bir şey geçtiğinde, birbirleriyle çarpışarak geçen şeyi paramparça edermiş. Iason, Çarpışan Mavi Kayalar’dan geçmeden önce bir güvercin uçurtmuş. Güvercinin kuyruğundaki birkaç tüyünü kaybederek geçmesi üzerine, Iason Çarpışan Mavi Kayalar’dan geçmeye karar vermiş. Iason gemisinin arkasında meydana gelen hafif bir hasarla Boğaz’dan geçmeyi başarmış. Bundan sonra Çarpışan Mavi Kayalar çarpışmaya son vermiş ve yerlerine oturmuşlar. 

Bu efsanenin İstanbul Boğazı’ndaki şiddetli akıntılar ve kuzey rüzgârlarından kaynaklandığı sanılmaktadır. Ayrıca, buharlı gemiler döneminden önceki gemilerin, şiddetli kuzey rüzgârlarından dolayı haftalarca Haliç’te bekledikleri bilinmektedir.

[📷 Milyon Taşı, Ağustos 2018.]

Bugün Sultanahmet Meydanı adıyla bildiğimiz çevre, yani tarihi yarımadanın batı ucu İstanbul'un en eski bölgesidir. 

Efsanevi Byzas’ın şehrini burada kurduğu anlaşılıyor. Pagan İstanbul’un Akropolis’i bugün Topkapı Sarayı’nın kapladığı yumuşak yükselti üstüne yapılmıştı. O Akropolis’ten bugüne hiçbir iz kalmadı. İstanbul oldukça eski zamanlardan beri geniş bir imparatorluğun başkenti olduğu için, şehrin bu bölgesi de yalnız onun değil, aynı zamanda bütün imparatorluğun merkezi olarak tasarlanmıştı. Bunu en iyi anlatan anıt, şimdi Ayasofya’nın karşısındaki köşede, su terazisinin yanında, mütevazı bir şekilde duran MILYON TAŞI'dır... 

Burası Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkentinde, dünyanın başladığı yer, dünyanın “sıfır noktası” olarak kabul edilmişti. Mese, yani bugünkü Divan Yolu Caddesi, buradan başlar, belirli meydanlarda çatallarla ayrılarak sur kapılarına varır, oradan da dünyanın dört bucağına yayılırdı. Bu çatallar tıpkı “Y” harfine benzer...

[📷 Milyon Taşı, Ağustos 2018.]

Sultanahmet’te, Ayasofya Müzesi’nin karşısında bulunan anıt taş: MILION TAŞI... 

Bütün yollar Roma’ya (yani Yeni Roma ~ İstanbul) çıkar sözü de Milyon Taşı’ndan ileri gelmektedir... 

Dünyadaki bazı şehirlerin Milyon Taşı’na uzaklıkları: Lefkoşa - 1846 km; Bakü - 1756 km; Moskova - 1757 km; Berlin - 1740 km; Amsterdam - 2214 km; Roma - 1377 km; Paris - 2258 km; Şam - 1488 km; Tokyo - 8954 km; Londra - 2502 km... 

Günümüzde Sultanahmet’te bir başına ‘gariban’ bir taş olarak yerini korumaya çalışan bu efsanevi anıt vakti zamanında dört sütunlu ve pek güzel tasvirlerle süslü imiş. Ama gelin görün ki şimdi kırık bir sütunu ile Ayasofya Müzesi'ne yan gözle bakmaktadır... 😨 

...***... 

Artık efsanevi turlarıma başlayabilirim...

[📷 Tepebaşı’ndan İstanbul, Ağustos 2018.] 

***…*** 

(*) Önceki Makale: Haliç; İstanbul Boğazı ile Buluşan Doğal Deniz Girintisi

(*) Sonraki Makale: Pedallar Birinci Tepe'yi Keşif İçin Çevriliyor 

Bir sonraki “Birinci Tepe” serüveninde görüşmek üzere; sevgiyle kalın,

Gezenti Bisiklet  

***…*** 

[ÖNCEKİ] << [🚲TURNE] >> [SONRAKİ] 

>>> [iÇERİKdİZİNİ] 

***…***