Bisikletle Gülhane Parkı’nda Güllerle Buluşmaya

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda…

Pire🚲 ile TARİHİ & KÜLTÜREL MİRASIN İZİNDE 

İstanbul bir aşktır, bir masaldır, bir fabl. İstanbul’u gören sevdasına tutulduğu aşkını ömrü buyunca unutmaz, yaşadığı sürece onu hep arar durur... #pire🚲 ile İstanbul gezileri... 

Kim ne düşünür bilemem ama, İstanbul’un bütün meydanları büyükçe birer film seti gibidir... Eminönü Meydanı da böyle... Farklı saatlerde, farklı oyuncularla ve kural dışı oyuncaklarla açılır perde! Ve işte adeta bir daire çizerek Haliç kıyılarında haysiyetle dolanıp yeniden başladığım muhite gelince Eminönü güvercinleri saygıyla eğiliyor Pire🚲’nin önünde. Şimdi bu büyük dekor, o ne muazzam atmosferdir ki, günün alelâcayip yorgunluğunu dinlemiyor, bir yatak boyu istirahat bile dilenmiyor... Terle, güneşle, tükenmek bilmeyen demli çay suyuyla, bir kahve fincanıyla, kalabalıkla, tarihsel ve kültürel mekânlarla, olaylarla süsleniyor... Sözcükler pedalların ta kendisiyle birleşince gezi bilmecesi de çözülmeye başlıyor... 

[📷 Eminönü Meydanı, (Haziran 2018).] 

Yola çıkmaya hazır bir güvercin gibi... 

Geldi dört güvercin, suda yıkanmak için. Şu mahpushane yalağındaydı. Ve güneş güvercinlerin gözünde, kanadında, kırmızı ayağındaydı. Girdi dört güvercin yıkanmak için suyun içine. Ve kederli toprakta dört insan baktı dört güvercine. 

[📷 Eminönü Meydanı, (Haziran 2018).] 

Birinci karede Galata mıntıkası ve eşsiz Galata Kulesi; ikinci karede tramvay ve otobüs duraklarının bulunduğu telaşlı kalabalıkların Eminönü İskele Meydanı... 

[📷 Eminönü Meydanı, (Haziran 2018).] 

Sarayburnu ve Sirkeci istikametine süzülen Reşadiye Caddesi... Sarayburnu’na devam eden yol Kennedy Caddesi; Sirkeci’ye dönen yol ise Ankara Caddesi adını alarak devam ediyor. 

Karşıda Üsküdar, Kadıköy ve Boğaz’a giden vapurların iskeleleri. 

T1 Kabataş-Bağcılar tramvay hattı, Karaköy istikametinden geliyor, Tarihi Yarımada gezegeninde Sirkeci, Gülhane ve Sultanahmet’ten geçip Beyazıt’a doğru devam ediyor. 

[📷 Reşadiye Caddesi, Eminönü, (Haziran 2018).] 

İşte Eminönü Meydanı’ndan ayrılıp buraya geldiğim taraf. Caddeyi bölen orta kaldırımın üstündeki kalın gövdeli ağacın berisinde görünen yapı Galata Köprüsü. Bu sabah oradan başlamıştım Haliç seferine. Günü sonlandırıp Mecidiyeköy’e dönerken de yine aynı noktadan geçeceğim. 

Bağcılar’dan gelen yakışıklı tramvay da köprünün üstünden geçip gidecek Kabataş’a... 

Ben de şimdi bu Tramvay yolunu kovalayarak Gülhane’ye tırmanacağım. 

[📷 Alemdar Caddesi, Gülhane, (Haziran 2018).] 

Sirkeci’yi geçip iki tarafı dükkânlar ve hanlarla bezeli daracık Muradiye ve Hüdavendigar caddelerinden Gülhane’ye doğru çıktığımda Topkapı Sarayı’nın dış duvarlarını takip eden ALEMDAR CADDESİ’ne geliyorum... 

Virajın tam sağında, (fotoğrafa göre solda), büyük bezemeli, çıkıntılı ahşap sayvanı rokoko üslubunda yapılmış BÂB-I ÂLİ var... Nam-ı diğer, YÜCE KAPI... 

Bâb-ı Âli’nin tam karşısında, (fotoğrafa göre sağda), çıkıntı yapan saray duvarında büyük, çokgen bir seyir köşkü var. Burası Osmanlı âleminde Sultan’ın kafesli pencerelerin arkasından Sadrazamlığa geleni gideni izlediği ALAY KÖŞKÜ... 

[📷 Alemdar Caddesi, Gülhane, (Haziran 2018).] 

Salkımsöğüt’teki “bugünlerde akıbetinin ne olacağını tahmin edemediğim” oldukça eski tarihi bina bir zamanların Tıbbi Adli Binası, epey sonra DGM ve çocuk mahkemeleri binası; ama en ezelinden meşhur Rüştiye-i Askeriyesi’dir. Son olarak uzun bir ara İstanbul Üniversitesi’nin Siyasal Bilgiler Fakültesi Gülhane Yerleşkesi olarak kullanılmaktaydı, fakat SBF, bildiğim kadarıyla eski yerine dönmüş durumda. 

[📷 Alemdar Caddesi, Gülhane, (Haziran 2018).] 

O vakitler Gülhane Parkı yok ki, kapıları olsun. Surun önünden yukarı kıvrılınca köşe, Bab-ı Seraskeri Muhasebat Dairesi reisi Edirneli müşir Hasan Paşa’nın konağıymış bir zamanlar. Eski İstanbul’u anlatan yazılarıyla tanınmış en sevdiğim yazarlardan biri olan Sermet Muhtar’a göre, konak her fırsatta ‘yürü ya kulum’ misali hepten yukarıya doğru yürüdükçe yürümüş, genişledikçe genişlemiş; yan yana aynı boyda, aynı renkte, dört mü beş mi bölük oluvermiş. Ayrıca onun tabiriyle ve benim yorumumla: Veresesinin elinden çıkmış olarak hepsi de elan durumdan azat edilmişlerdir. 

Alay Köşkü’nün sağından saray duvarını takip edince, biraz sonra Topkapı Sarayı’nın halka açık bahçesine ve Arkeoloji Müzesi’ne giden Soğuk Çeşme Kapısı’na geleceğim... 

[📷 Gülhane Parkı, (Haziran 2018).] 

Gülhane Parkı son zamanlarda güllerle değil, daha sık lalelerle anılan bir yer oldu. Lalelerle aram pek hoş olmasa da, İstanbul’da laleler dikilmişken Gülhane Parkı’nı sıkça ziyaret ettiğim zamanlar olmuştu. Ama bu kez gelişim farklı. Güller ve dikenler peşinde romansı bir öyküye tanıklık etmek için buradayım. 

Bulunduğu konum itibariyle İstanbul’un her mevsim en kalabalık parkı kesinlikle burası. Okul gezileri ile gelen öğrenciler, yerli-ecnebi turistler ve diğer boş gezen, aylak dolaşan ziyaretçilerle hiç boş kalmayan bir park ile beraber olmanın duygusunu paylaşmak için buradayım. 

Topkapı Sarayı’nın (dış mekân) ‘has’ bahçesi olan Gülhane Parkı’nın tamamını yarım saatte turlamak mümkün. Yol kenarlarında sıra sıra dizilmiş banklardan boş birini bulabilirsem bankta oturup etrafı seyredebilir, olmadı yeşilliklere çökerek “yeşilim, yeşilim; yeşilim aman” hoşça vakit geçirebilirim. Biraz dinlenip oradan çay bahçelerinden birine de geçebilirim. (Termosumda hiç sıcak su kalmadığından böyle söylüyorum.) 

İstanbul’un en eski park alanlarından biri olan Gülhane Parkı, (minileştirilmiş tandırnamesi birazdan), Sarayburnu, Topkapı Sarayı ve çizme kapısı arasında bulunan hafif eğimli alanda yer almaktadır. Gülhane diye anılmasının sebebi, içinde Topkapı Sarayı’nın güzel, bakımlı, mis kokulu gül bahçeleri olduğundandır. 

[📷 AHT Kütüphanesi, Gülhane Parkı, (Haziran 2018).] 

Kemerli taş kapıdan içeri girer girmez önce sol köşede yer alan Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müze Kütüphanesi’ne doğru yöneliyor, kitapsever Pire🚲’yi önünde park ediyorum. 

[📷 AHT Kütüphanesi, Gülhane Parkı, (Haziran 2018).] 

Ben gibi muazzam kitap aşığı olan sevdalım Pire🚲’nin burada bir fotoğrafını çektikten sonra kendisini güvenlikçi ablanın emin ellerine teslim ediyor, düzenli raflara dizilmiş çeşitli kitaplar arasında turlayıp biraz küflü yaprak kokusu solumak için müze-kütüphanenin kapısından içeri giriyorum. 

[📷 AHT Kütüphanesi, Gülhane Parkı, (Haziran 2018).] 

Dışarıdan çokgeniyle kulemsi yapısını gördüğüm görkemli Alay Köşkü’nün bugün bir kütüphaneye dönüştürülmüş olması epeyce sevindirici. 

İç mekândan hoş görüntüler... 

[📷 Gülhane Parkı, (Haziran 2018).] 

Aslında ideolojik ve eylemsel düşünüyle TKP’ye gönül vermiş biri olarak, Gülhane Parkı bende renkli güllerden, rengârenk lalelerden daha fazla Nazım’ı çağrıştırır. 

Nazım Hikmet’in komünistliğini icra etmesinin yanında tutkulu mesleğine sadakatle bağlı birisi olduğuna hiç şüphem yoktur. Her koşulda elindeki kalemi bırakmamış en güzel eserlerini bizler için dillendirmiştir. Demir parmakların berisindeki pencereden avluyu seyrederken bile Marmara denizini görür. Ranzasında uzanmış, düşüncelere dalmışken bile sokakta kavgasını veriyordur burjuvaziye karşı. Avluda volta atarken bile şiirle yatıyor, şiirle kalkıyordur. Şiirle yaşamak bir hayat mesleğidir onun için.

 

Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda,

Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.

Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda.

Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.

Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,

Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.

Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.

Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul’a.

Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.

Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul’u.

Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda.

Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında. 

[📷 Gülhane Parkı, (Haziran 2018).] 

Çok kıymetli, çok güzel bir hikâyecik, keyifli bir söylencedir. 

Burjuvazinin polisinin takipte olduğu, kendisini köşe bucak, fellik fellik aradığı, mekân ayırt etmeksizin kovalamaca oynadığı bir dönemdir. Aranıyor olmak Nazım’ı hiç mi hiç kaygılandırmaz aslında. Çünkü bir yanda aklı fikri romantik kalbinin çarpıntısına kulak veren şiirsel sevdalısı (ki o kızıl saçlı bacı mertebesinden sadakatli sevgiliye devşirme bir yarendir) Piraye vardır. 

İşte o ezeli “wanted” günlerin birinde Piraye ile Gülhane Parkı’nda meşk etmek üzere sözleşirler. İki sevdalının birbirine kavuşması an meselesidir. Ancak sevgilisini ayaküstü heyecanla beklerken, Nazım bir polisin parkın içine doğru gelmekte olduğunu görür. Komünist şair olmak zor zanaattır ve ucunda ölüm de olsa tedbiri elden bırakmamak lazımdır. Dakikasında bir ağaca tırmanır. Bu ağaç kalın gövdeli sık yeşil yapraklı bir ceviz ağacıdır. Amma ve lakin ne Piraye’si ne de kolluk kuvvetlerinden asayiş görevlisi kendisini fark edemeyecek o günkü meşk planları suya düşecektir. 

[📷 Gülhane Parkı, (Haziran 2018).] 

Enteresan olan ise bir ağaca tırmanma anekdotuyla nam kazanan bu parkta atılan bir başka tarihsel, somut demokratik adım zaman dizine adını kaydettirecektir... 

Mustafa Reşit Paşa, hazırladığı fermanı henüz 17 yaşında olan Abdülmecit’e imzalatınca, hiç vakit kaybetmez, 3 Kasım 1839 yılının Pazar günü Gülhane Parkı’ndaki kürsüye çıkıverir. (O tarihlerde Gülhane Parkı kürsüsü, Hyde Park’ın meşhur “Speakers’ Corner” köşe başı gibidir.) 

Paşa’nın coşkuyla okuduğu bildiri, Tanzimat Fermanı ya da Gülhane Hattı Hümayun’u olarak bilinir. 

Tanzimat Fermanı, Osmanlı halkına, din, dil ayrımı gözetmeden can ve mal güvenliği getirdiği, rüşveti yasakladığı, mahkeme kararı olmadan mahkûmiyeti reddettiği ve vergide adaleti sağladığı için “Hayırlı Ferman” olarak da anılacaktır. 

Nitekim, Fransız Devrimi’nin etkisinde Batılılaşma izinde giden heyecanlı Osmanlı aydınları, Tanzimat-ı Hayriye ile Avrupa’ya bir adım daha yaklaşmayı, onun yaşam tarzına ayak uydurmayı gaye edinmektedir. 

[📷 Gülhane Parkı, (Haziran 2018).] 

Ve fakat ilklerin sonu değil, devamı gelecektir... 

Mustafa Reşit Paşa’nın kürsü konuşmasından tam beş yıl sonra, burada İstanbul’un halka ait ilk gözbebeği olacak parkın popüler açılışı yapılacak, toplum mefkûre hayallerinde yaşattığı güller ve laleler arasında denizin ve yeşilliklerin havasını özgürce ve keyifle soluyabilecektir. 

[📷 Gülhane Parkı, (Haziran 2018).] 

Tepetaklak gitmekte olan imparatorluğun son felaket dönemi her şeye gebedir. Gerçek hayatta Topkapı Sarayı’na ait bir has bahçe olarak kullanılan Gülhane, bakımsızlıktan harap bir hale dönüşünce, Cemil Paşa bu bahçeyi halkın kullanımına açmak için girişimde bulunur. 1912 yılında şehremini vazifesini sürdüren paşa, V. Mehmet Reşat’ın karşısına dikilip, eğilip bükülerek adeta ona yalvarır. Osmanlı Sultanı bu eğilip bükülmeye vicdan yapar, yakarışa kulak verir ve paşanın arzu endamını kabul eyler. Saray bahçesindeki lüzumsuz ne kadar ağaç, çiçek, böcek varsa halka bağışlanır. (Kim bilir belki de Sultan bahşettiği bu hibe sayesinde İslam’ın beşinci şartı olan zekâtı yerine getirmekten memnuniyet duymuştur.) 

[📷 Gülhane Parkı, (Haziran 2018).] 

Yüz dönüme yakın büyüklükteki bu arazi bir güzel temizlenir, ağaçlar ve çiçeklerle donatılır. Böcekler mi? Onlar zaten özgür doğanın parçası olmaktan her daim sevinçlidirler. 

[📷 Gülhane Parkı, (Haziran 2018).] 

Çok çalıştığını zanneden İstanbul halkı böylece yorgunluklarını atabilecekleri bir mekâna kavuşmuşlar, doğal ortamda nefes alma olanağına sahip olmuşlardır. 

Yoksulluk mu? Peeeh!

Gelecek kaygısı mı? Peeeh!

Sürekli devam eden savaş bunalımı mı? Peeeh! 

İstanbullu halkın artık bir Gülhane Parkı vardır. Hayatın (ve tabii biat ettikleri sultanlığın) kaderinden bunalan halk kendisini bu parka atacak yüreklerini ferahlatacaktır. Padişah bu ferahlayan yüreklere katkı yapmakta gecikmez, imparatorluğun bando takımı olan Ertuğrul ve Darülaceze Müzikaları’nın da burada ‘caz’ konserleri vermesine önayak olur. 

[📷 Gülhane Parkı, (Haziran 2018).] 

Ama iyimser dindar Osmanlı halkı arasında tıpkı bugün olduğu meczuplar fink atmaktadır. Bu kafasız yobaz takım İstanbul’da Batı’dan kopya edilmiş bir park açılmasına ve bu parkta kadınların da serbestçe dolaşmasına kafayı takarlar. Kısa bir süre sonra, bahçedeki evliya mezarlarının ve türbelerin tahrip edildiği kuyruklu yalanına sarılan softalar ayaklanır, Gülhane Parkı’nın kapatılmasını isterler. Bununla da yetinmezler daha uzun bir kuyruklu yalan türetirler. Neymiş efendim, park bir fuhuş yuvasıymış, derhal kapatılmalıymış. Halka açık Gülhane Parkı’nın adını geneleve, Cemil Paşa’nın lakabı da genelev idarecisine çıkarırlar. 

İşte bu malum yobaz takımının uydurmaları yüzünden canım Gülhane parkı yıllarca Cemil Paşa’nın kerhanesi olarak anılacaktır. (Günümüzde de bu olgu ne kadar tanıdık geliyor kulağa, değil mi?) Yobazlar, softalar, meczuplar tarihin her döneminde bağnazdır, bağnaz kalmayı sürdürecektir. Garip mutaassıp din anlayışı laik yaşam tarzı ile asla bağdaşamayacaktır. 

[📷 Gülhane Parkı, (Haziran 2018).] 

İlklerin mekânı Gülhane Parkı, yeni kurulmuş Cumhuriyet’e de bir selam çakmaktan geri kalmaz... 

Taptaze düzenin ilk anıtı da buraya dikilecektir... 

[📷 Gülhane Parkı, (Haziran 2018).] 

Mustafa Kemal, 9 Ağustos 1928’de Sarayburnu’na gelir ve sahildeki gazinoya kurulan kuru kara tahta başında, Türkçe’nin Latin harflerle nasıl yazılacağını halka o etkileyici diliyle anlatır. O enstantanedir ki, o günden bugüne ışıl ışıl parlayan aydınlık bir fotoğraftır. Parkın yazgısı işte böyledir. İlklere imza atar ve zulümden beter eski Türkçe tarihin çöplüğüne gömülürken yeni Türkçe kalpleri fethederek Türkiye toplumunun hayatına girer. 

[📷 Gülhane Parkı, (Haziran 2018).] 

Yobazlar mı? Ha, onlar o gün nasılsa, bugün de geri durmayacak, güzelim Türkçeye sahip çıkmayacaklar, oldum bittim Arap aşkıyla yanıp tutuştukları için eski Türkçeye sadık kalacaklardır. 

Varsın olsunlar... Biz yolumuza bakalım... 

[📷 Gülhane Parkı, (Haziran 2018).] 

Atatürk’ten sonra softaların aşkla tutunacakları bir diğer dalın doğacağı günler ise uzak değildir. Türkiye’nin siyasi tarihinde ilk gerçek, büyük kitlesel ve fakat karşı devrimci muhafazakâr parti türediğinde, efsanevi Gülhane Parkı’nın da başına gelmeyecek kalamayacaktır. 

Gelenekçi başbakan Adnan Menderes’in önderliğindeki Demokrat Parti, Gülhane’nin tam ortasından bir yol geçirir. Park muz gibi ikiye bölünür. Hem Atatürk’ün büstü, hem de Atatürk’ün eline tebeşir alarak kara tahtada harf devrimini anlattığı gazinonun bulunduğu nokta, Sarayburnu tarafında kalır. 

[📷 Gülhane Parkı, (Haziran 2018).] 

Topkapı Sarayı’nın has bahçesi belli bir süre de hayvanlar âlemine ev sahipliği yapar. Ancak bu gerçekten içler acısı bir dönemdir. Şehrin ortasındaki bir parka hapsedilen hayvanlar yıllarca sefalet ve bakımsızlıktan kırılırlar. 

Yavru kediye benzeyen bir kaplanımsı şey... kalemtıraştan taze çıkmış kurşun kalem ucu gibi olmuş bir kirpimsi şey... ağırlığından ayakta duramayan ve boyundan büyük durduğu her halinden belli olan kulaklarının yerde süründüğü bir filimsi şey... hüznüne yenik düşüp bir avuç fındık fıstığı avuçlarına bile alacak kudreti kendinde göremeyen bir maymunsu şey ve diğerleri... Acıklı bir tablodur ve dünyada çok az görülmüş bir şeydir... 

Hareket edebilmeleri olanaksız, kapalı, saklanabilecekleri yerleri olmayan dar beton kafesler içinde hayvanlar... 

Yani stres altındaydı hepsi. 

Ancak bu dönemde ben gibi çocuk yaşta olanlar bu rezilliği görür. 

Neyse ki akıllı idareciler olaya el atmış, hayvanat bahçesi kapatılarak tarihe karışması sağlanmıştır. 

Zaten bu  ‘hayvanat bahçesi’ düşüncesi artık rağbet görmemekte. İnsanları, özellikle de çocukları, eğlendireceğim veya üstlerinden turistik amaçlı ekonomik kazanç sağlayacağım diye işletilseler de hayvan-sever insanların çoğu pek sıcak bakmıyor bu bahçelere. 

Aslında bunların birer hayvan hapishanesi olduğuna ve hepsinin kapatılmaları gerektiğine inanılıyor.  

1978’de UNESCO tarafından ilan edilen ‘Hayvan Hakları Evrensel Bildirisi’ne göre tüm hayvanlar yaşam hakkına sahiptirler. Zorunluluk olmaksızın bir hayvanın öldürülmesi yaşama karşı suçtur. Hiç bir hayvana kötü davranılamaz, acımasız ve zalimce eylem yapılamaz. Bir hayvanın öldürülmesi zorunlu olursa, bu bir anda, acı çektirmeden ve korkutmadan yapılmalıdır. Hayvanlar üzerinde acı çektiren deneyler yapmak da hayvan haklarına aykırıdır. 

[📷 Gülhane Parkı, (Haziran 2018).] 

Bizans döneminde askeri depoların ve kışlaların bulunduğu Gülhane’ye daha sonra mangana sarayı yapılmıştır. Aynı zamanda bu çevrede Hagios Georgies manastırı ve Panagia Hodegetria Ayazması’nın bulunması nedeniyle bu bölge kutsal sayılırdı. 

İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet Sarayburnu’nu surlarla çevirerek Çinili Köşk’ü yaptırdı. Burada güreş, cirit gibi eğlence ve gösteriler yapılırdı. Yapılan önemli gösterilerin anısına Gülhane’ye birçok nişantaşı dikildi. 

Sadrazam Sinan Paşa, huzurlu eğlenceyi pek seven III. Murat için buraya ünlü İncili Köşk’ü yaptırdı. Gülhane’deki bahçelerin ve sarayların temizliği için Bostancı Ocağı’ndan “Gülhane Ocağı” denen bir bölük ayrılmıştır. 

Gülhane Parkı bugün ceviz ağaçlarının gölgesinde büyümeye devam etmektedir. Günün yeni modası “Lale Devri” yaratmak olduğundan bahar ve yaz ayları lalelerle donatılarak renk cümbüşü yaşatılmaktadır. 

En azından her yeşili rant unsuru bir betona dönüştürmeyi çok seven sağcı iktidarlara inat bu parkın da henüz bir rezidansa ya da otoparka dönüşmediğine sevinebilir, lalelerin hakkını Lale Devri’ne teslim edebilir, dönüş öncesi yolumu hızla bir diğer film platosu olan Sultanahmet’e çevirebilirim. 

Maksat, akşamüstü yemeği olarak tarihi mekânda köfte yemek olsun... 

[📷 Sultanahmet Meydanı, (Haziran 2018).] 

Bir çırpıda geldiğim Sultanahmet’te: Ayasofya Meydanı’nı, At Meydanı’nı ve çevresini turluyorum bir çırpıda... 

[📷 Sultanahmet Meydanı, (Haziran 2018).] 

Meydandan çeşitli kareler... 

[📷 Sultanahmet Meydanı, (Haziran 2018).] 

Yine meydandan çeşitli kareler... 

[📷 Sultanahmet Meydanı, (Haziran 2018).] 

Nasılsa burayı, yani şöhretli Tarihi Yarımada’yı ayrı bir program çerçevesinde doya doya gezeceğim; o zaman detaylarıyla anlatacağım her bir köşesini... 

[📷 Tarihi Sultanahmet Köftecisi, Divan Yolu, (Haziran 2018).] 

E, sanıyorum artık Tom Braks’ın sevimli köftehor Tonton’u gibi ben de 5 porsiyon cızbız köfteyi mideye gömebilirim. Çok iyi bir tur yaptım. Çok acayip, güzel yerler gezdim. Çok keyif aldım. Arada bir göbeği de şenlendirmek lazım... 

[📷 Eminönü, (Haziran 2018).] 

Şimdi tekrar Eminönü’ndeyim... Yol boyunca mideye indirdiğim protein + karbonhidrat + vitaminlere bonus oyuncak bir Pire🚲... Aklı fikri balıkta da olsa... 

[📷 Eminönü, (Haziran 2018).] 

Altın Boynuz” kıyıları gezisine eklemlenmiş bu şölenimsi Gülhane Parkı turunu burada sonlandırıyor dönüş yoluna geçiyorum... 

Biraz farklılık yaratmak adına Haliç turum boyunca gezmeye doyamadığım Kâğıthane’ye yeniden, ama bu kez hızlıca geçip Okmeydanı üstünden gideceğim Şişli’ye... 

[📷 Haliç Metro Köprüsü, Eğri Kapı, (Haziran 2018).] 

Galata Köprüsü’nden karşı tarafa, Karaköy’e geçiyor, geldiğim yoldan Azap Kapı’ya çıkıyorum. Şişhane, Eğri Kapı’nın oradan Haliç köprüsüne son bir bakış... Artık bundan sonra fotoğraf çekmeyecek, gözlerim sadece yolda pedal çevireceğim çocukların evine kadar... Akşam trafiği de kafasına göre coşmaya başladı bile bir yandan; azami dikkat icap etmekte... 

Karaköy ile Kâğıthane arası 10 km bir uzaklık. Yaklaşık 1 saat 15 dakikamı alıyor. 

Zaten Kâğıthane’den Okmeydanı doğrultusunda ilerlediğimde, geçmişten kalan çok şey göremiyorum. Sanayi mahallesi kalıntısı gibi her yer. Etraf topuklu ama varoşumsu apartmanlardan geçilmiyor. Üstüne üstlük bir yığın sanayi dükkânıyla dolu caddenin tamamı. Buraları, daha 1960’lara kadar açıklık ve yeşillik alanlarken, sonraki hızlı şehirleşme süreci içinde hızla apartmanlaşmış bölgelerdir. 

Ok atmak, askeri disiplinle yetişmiş Osmanlı İmparatorluğu’nun önemli bir uğraşısıydı. Şehrin kuzeyindeki bu boş alan okçuluk için ideal bir yerdi. Okun askeri önemi azaldıktan sonra da spor olarak devam ettiğini biliyorum. Sert yayları gererek oku mümkün olduğu kadar uzağa göndermek bu sporda girişilen başlıca yarışlardan biriydi. Kırılan rekorları gösteren ve ebedileştiren nişan taşları konurdu. Okmeydanı, bu dehşet rekorları kıran güçlü kemankeşlerin nişan taşlarıyla doluydu; şimdi bunlar, yukarı doğru yönelme rekorları kıran yeni gökdelenlerin temel taşları arasında yatıyor olabilir. 

Okmeydanı için söylenecek orijinal bir husus meteorolojiyle ilgili: İstanbul’un birçok yerinden, havanın bozacağı, Okmeydanı üstüne bakarak anlaşılır; o yönden kara bulutlar geliyorsa, şemsiyeyi çantada keklik yedeğe almakta fayda vardır. 

Darülaceze, bir zamanlar, şehirden ve gürültüden uzak olduğu için burada inşa edilmişti. Ama günümüzde şehir ve gürültü, yaşlıların kendilerinden uzaklaşmasına dayanamadılar. (Darülaceze’de cami, Ortodoks ve Ermeni kiliseleriyle bir de sinagog yapılmış olması, Osmanlı çok kültürlü geleneğinin güzel bir örneğidir.) 

Darülaceze'nin yanındaki, şimdi gerici-dinci Türkiye Gazetesi’nin hastanesi olan bina, eskiden Bulgar Hastanesi’ydi. 

Karşıdaki Hürriyet Anıtı (Abidei Hürriyet) Türkiye’de yapılmış ilk ulusal anıttır. 1909’da bunun yapılması için yarışma açılmış, katılan çeşitli ünlü mimarlar arasından Muzaffer Bey’in projesi kazanmıştı. Anıt, 31 Mart’ta ölenler için yaptırıldı. Ayrıca Mahmut Şevket Paşa ile yanında can veren iki yaverinin, Mithat Paşa’nın ve Nazizm’in iktidar olduğu o haşin faşizm yıllarında kemikleri Berlin’den getirilen Talat Paşa’nın mezarları buradadır. 

Anıtın altı da üçgen biçiminde bir cami olarak yapılmıştır. 

Maalesef İstanbul son dönemde Karadeniz kıyısına doğru büyüyor. Bu gidişle boş orman, su havzası, koruluk, kırsal doğa kalmayacak gibi. 1950’lerde yeni, bahçeli ve oldukça insancıl bir yerleşim alanı olarak Levent açılmıştı. O zamanki nüfus artışı çerçevesinde yeni yerleşim alanlarını bu mütevazı ölçüler içinde planlamak mümkündü. Ama 1960’tan sonra her şey değişti. 

Çok uzun yıllar boyunca sosyetik Cemile babaannemin yaşam merkezi olan Mecidiyeköy o sıralarda hâlâ “köy”e yakınken kısa zamanda bir iş merkezi oldu ve karakteri tamamen değişti. Yeni “Levent”ler oluştu ve yerleşim konut alanları Etiler’e varıp hızla daha ilerilere yöneldi. 

Ancak bir yandan da gecekondulaşma aynı hızla yürüdü. Gültepe, Kuştepe gibi yoksul yerler önce gecekondularla örtüldü, sonra bunlar da rantiye-şantiyeden haz alarak süratle apartmanlaştı. 

Açıkçası bu tuhaf bölgeler üzerinde hiç duramayacağım. Aslında, koca İstanbul’un her köşe bucağında ilginç şeyler var; örneğin evlatların da bir zaman kalıp öğrencilik hayatlarını sürdürdüğü Ayazağa’daki ziyaretlerimde, Abdülaziz’in yaptırdığı av kasırları (İstinye yolu üstünde “Maslak Kasırları” adıyla yönleri gösteriliyor) görmeyi çok istediğim yerlerdendi. Yapamadım, başaramadım... Bildiğim kadarıyla bunlar onarım gördüğü halde yeniden haraplaşmaya başlamış. 

Diğer taraftan önü havuzlu, tek odadan oluşan Çinili Köşk (Müzik Pavyonu) ya da Zincirlikuyu’da İlhan Koman’ın “Akdeniz Heykeli” gerçekten önemli sanat eserleri. 

Ama söz konusu bölgede bu gibi yapılar hayli dağınık ve bir ne yazık ki “gezinme” mantığı içinde yan yana gelemiyor. 

***…*** 

(*) Önceki Makale: Haliç; İstanbul Boğazı ile Buluşan Doğal Deniz Girintisi

(*) Sonraki Makale: Bisikletle İstanbul: Pire🚲 ile Tarihi & Kültürel Mirasın İzinde ~ Öndeyiş  

Bir sonraki “Öndeyiş” betimlemesinde görüşmek üzere; sevgiyle kalın,

Gezenti Bisiklet  

***…*** 

[ÖNCEKİ] << [🚲TURNE] >> [SONRAKİ] 

>>> [iÇERİKdİZİNİ 

***…***