Hazır İstanbul’a bayram gelmişken bomboş kalan yolların avantajını kullanalım diyorum señorita Pire🚲’ye. Bu rotasyon fikri ağır basınca İzmit-Yalova yaylalarını bayram sonrasına erteliyor ve bir ara atladığımız, karşı yakada bulunan memleketimin son kara parçasındaki yere taarruz yapalım temennisiyle yola koyuluyoruz.
Geceyi çocuklarda misafir olarak konakladıktan sonra ertesi sabah (yani bugün, 26 Ağustos) saat 09:00’da kalkacak olan 41E’ye yetişmek için son hazırlıklarımı tamamlıyorum. Yollar sahiden boşalmış. Sanki bütün İstanbul Güney’e akmış. Bu arada bereket Yalova turumu ertelemişim. Son aldığım duyuma göre Marmara’nın Bodrum’u, ki bu nasıl bir karşılaştırma ise bendeniz bir türlü anlayamıyor, Çınarcık ve çevresi vıcık vıcık insan kaynıyormuş. Onlar hâliyle evlerine döner, yine yollar ve sahiller bütün cömertliğiyle bize kalır.
Beşiktaş Meydan’ı bile enteresan derecede tenha. Cumartesi olması bir sebep olabilir. Güzel; otobüsüm erken vardığından, 09:45 Kadıköy vapurunu rahatlıkla yakalayabileceğim. İskelede bisikletlerin özgürce geçtiği kapıdan sokuyorum içeri Pire🚲’yi. Sonra basıyorum Akbil’i, turnikenden kendim geçiyorum. Vapuru hiç bu kadar çıplak görmemiştim. Oturacağım yerin bolluğundan seçim yapmakta zorlanıyorum. Seç seç beğen, al otur...
Mola sonrası Fenerbahçe’yi bırakıp Caddebostan sahiline doğru devam ediyorum. Hafif kıvrımlı, yumuşak eğimli Atlıhan Sokak’tan ilerliyor, Fenerbahçe Orduevi’nin önünden geçiyor, sonra birden dikleşen Cephanelik Sokak’ı tırmanıyorum. Tepeye çıkınca sahil yine olanca güzelliğiyle kucağını açıyor.
Tepe deyince; doğup büyüdüğüm memleket sokaklarına, Erenköy, Suadiye, Kazasker, Kozyatağı’na rahatça tepeden bakabileceğim yüksek bir binanın damına çıkma ihtiyacım yok. Nasılsa görme imkânım olmayacak. Ama hayalini kurabilirim. Londra’dan Çinli dostum Ben’in bana kazandırdığı edimsel bir özellik, fırsat buldukça kendimi tepelere atıyorum. Ama yıllar öncesinde çocukluğumuzun en meraklı hayallerini evlerimizin damlarına tırmandığımız zaman kurardık. Hem bize özgürlük deryasını anımsattığından gökyüzünü rahatça görebilmek, hem de mahallemizden geçen çatal sesli satıcı nidalarından ve Şemsettin Günaltay’ın o her anlamda gürültülü akışından kurtulmak için.
Gürültü dediğim bunlar. Tabii artık adına ne kadar gürültü denirse! Asla bugünle kıyaslanamayacak lafügüzaf bir gidişat elbette. Ancak çocukluğumuzun yumurcak hayallerine sızan cazırtılar olduğu için böyle düşünürdük.
Bu defa tepeden baktığım yer, Caddebostan sahili. Ve görmek istediğim her şeyi, her süjeyi, her objeyi en ince ayrıntısına kadar görebiliyorum. Dahası beri tarafımda kalan o adlı sanlı uzun caddeyi, (bana göre) ta Kızıltoprak’tan başlayıp Feneryolu’na, Çiftehavuzlardan Göztepe’ye, çam kokulum Erenköy’den canım Suadiye’ye ve sevda deryam Bostancı’ya değin uzanan şöhretli Bağdat Caddesi’ni yukarılarda bir yerlerde kalmasına rağmen onu da görebiliyorum.
Bağdat’a çıkan dikine sokaklar: Kasadar Sokak, Taşlı Çeşme, Tan Sokak, Plaj Yolu, Erenköy Cami Sokak ya da Bağdat’ın dikine inen bütün sokakları: Ethem Efendi Sokağı, Kâşâneler, Tütüncü Mehmet Efendi, Beyaz Akasya, Ayşe Çavuş, Noter, Erguvan, Vapur Yolu, Şen Sokakları ve daha nice sokak, delikanlı yıllarımın velespit mekânı. Ki 70’li yıllarda henüz bugünkü denizi doldurma usulü ile Bağdat Caddesi’ne paralel inşa edilmiş Çetin Emeç Bulvarı diye bir güzergâh hayatta değil. İşlek Bağdat Caddesi ve yine ona paralel seyreden Şemsettin Günaltay haricinde her yer olağanüstü sakin ve bisiklet turları için biçilmez kaftan rotalar. Yani aman aman öyle park içi veya ana asfalt yanında kaldırım üstlerine özel çizilmiş bisiklet yollarına ihtiyaç yok.
Caddeleri parçalarcasına geçmek varken bile biz mütevazı gençlik olanca sakinliğimizi korur, sükûnet içerisinde gezintilerimizi gerçekleştirirdik. Yani epey sonradan peyda olan zırzop gençliğin ölümcül hamleleri, şahlanmalar ve yarışçı tokuşturmalar bizim hayatımızın içinde olmayan şeylerdi.
Şimdi Suadiye’den yukarılara bakınca sırf bunları görmekle kalmıyorum, caddelerde, sokaklarda sağlı sollu barlar, kafeler, kulak ve burun delen pearcing’ciler, güzellik merkezlerinde herkesi güzelleştirenler, lazer epilasyon, botoks-dolgu, selülit tedavisi, mezoterapi ve kalıcı makyaj uzmanları, altı haftada sekiz kilo verdirenler, doğal beslenmeciler, sporculara destek ürünleri satanlar, takılar, takıcılar, vitrinlerde hepsi birbirinden farklı trend giysiler...
Burası üç farklı dünya gibi...
Bostancı kalabalığından çıkıp Küçükyalı istikametinde günübirlik turumu sürdürüyorum. Şehir Hatları’ndan sonra geçmişten beri varlıklarını koruyan sıra sıra balıkçıları geçiyorum. Tezgâhlarında balık yok. Hepsi sözleşmişler gibi aynı tabelayı dikmiş boş balık tablalarına. “Sıcak hava nedeniyle balık çeşitlerimiz buzluktadır.” Hımm... Bu bana pek hoş gelmedi. Buzhane balığı... Balık yiyeceksem balık tutmuş sandalcıyı beklerim ben. Her yerden balık almam. Taze balık(mış), deniz balığı(ymış) diye kakalayan bir kafa var bu toplumda. Balıkçı esnafın yanı başında balık evi restoranlar açılmış. Sadece balık lokantaları mı? Eskiden yol üstü, kâh minibüste, kâh karavanda, kâh basit bir tezgâhta dürüm yapanlar da işlerini büyütmüşler, restoranlaşmışlar... Öyle veya böyle, metropol hayatını benimsemiş yurdum insanına karnını doyuracak yer olsun. Boş sandalye yok gibi. Demek buralarda işler tıkırında.
Bizim ahalinin midesi ile olan huzursuzluğu doğduğu günden anne sütüne saldırmasıyla başlıyor. Büyüyünce aynı süratte devam ediyor. “Aman karnı doysun da” tekerlemesi hep analar tarafından dayatılan boş bir laflama. Ve işi gücü kesesi yerinde olanlar artık alafranga hayat tarzını benimsediğinden evinde yeme alışkanlığını dışarıda arıyor. Hep yemek istiyor adam, hep bir yerlere gitmek. Hep bir yerlerde.
Nerde, niye, kiminle?..
Mide kazıntısını kaldıracak kadar aramak aranmamak, konuşmak konuşamamak, gitmek kalmak, kalakalmak, ara sıra dünyanın aç ve sefil vatandaşlarını hatırlamak unutmak işine geldiği gibi davranmak, hırlaşmak, günün her saatinde, özellikle her gece, her zaman, bir telaşe bir telaşe, koştur koşturmaca, tedirginlik, endişe, kaygı, subliminal doyurmacalık, beslenmecilik, her daim birileriyle kavga, eşittir metropol insanı.
Sevgili velespitimi insanüstü bir anlayışla karşılıyor onu öyle konuşturuyorum. La Fontaine misali... Kafası karışıyor bu kadar değişimin içinden geçtiğinden. Nasıl oluyor da her şeyi hesaba katarak on-onbeş kilometrelik bir mesafede insanların dünyası bu kadar hızlı değişebiliyor? Değişir anacağım, değişir. Maalesef yeni trend böyle. Metropol hayatın gerçekliği. Kozmopolit(ik) yaşam tarzı. Bu park içinde öten kuşlar ve yanı başında uzayan baysal kayalıklara tüneyen martılar bile çok farklı. Caddebostan Sahili boyunca canlı kutbu yaşamıştık. Plajdaki beyaz donlular, caddede dilenen çocuklar, uyduruk oyuncaklar satan varoş delikanlıları, banklara yayılmış kapıcı sülaleleri veya işsiz güçsüz takımı, hizmetçi ve gündelikçi taifesi kapı dışarı. Onlara yasak Moda Plajı, Caddebostan Plajı, Yoğurtçubaşı Sokak, Ada Sokak, Cemil Topuzlu Caddesi ve dahi Âşıklar Çıkmazı Sokağı ve Çetin Emeç Bulvarı ve sahil yolu ve Bağdat Caddesi’nin her bir yeri.
Fatih Edirnekapı arasında uzayıp giden Fevzi Paşa Caddesi nasıl farklı bir gezegen ise Kadıköy Bostancı arasındaki Bağdat Caddesi de böyle farklı bir gezegen.
E, bu kadar sosyolojiye biraz ara verip bulunduğumuz yere el sallayarak yolumuza devam edelim, diyorum...
Kavşaktan sonra adını sanını anlayamadığım bir başka parkın içine giriyor ve bisiklet yolunu takip ediyorum. Aslında dışarıdan da gidilebilen, asfalt yola paralel kaldırımın üstünde bisiklet yolu ayrıca mevcut, fakat ben sahil boyunca gitmeyi sevdiğimden Pire🚲’nin dümenini sağa kırmayı tercih ediyorum. Ben bir yöne gidon başka bir yöne gidecek halimiz yok ya!
Varsayalım ki burası Maltepe Sahil Parkı olsun.
Abicim yapmayın be şunu, bozmayın kaliteyi! Ayıptır yahu!
Gerçekten de ayıptır, havuzlu köşkler, nervürlü konaklar, revaklar ve cumbalar çoktan yıkılmış, yerlerine en az on katlı geniş apartmanlar dikilmiş, ‘tarihi’ miras yok edilmiş. Üstelik olur olmaz her yere cami inşa edilmiş. Etsinler de mimari yoksunu, sırf yapılsın diye yapılmış bir zihniyetin kurbanı gibi durduklarından sanatsal hiçbir tasviri hak etmiyorlar. Misal Bağdat Caddesi de farksız. Caddenin en eski yapısı olsa olsa II. Abdülhamit’in 1899’da yaptırdığı Galip Paşa Camii olmalı. Tabii Bostancı’daki Huguenin (Tamara) köşkünü, şimdi raylarına ‘fatiha’ demiryolunu ve tarihi istasyonları, bir de sahildeki, uğultularla bezeli birkaç eski yalıyı saymazsak...
Geçmiş yok, tarih yok, yaşanmış pek çok zaman yok. Sözgelimi ellili yıllar karlı bir fotoğrafta kalmış, aile albümlerinde birkaç soluk resim, birkaç mahzun suret.
Tüccarbaşı’nda bir aile fotoğrafçımız vardı: Enis fotoğrafhanesi... İyi ki baba-oğul geçmişe dair semtimizin sokaklarını ellerindeki imkânlarla fotoğraflamışlar. Çoğu babanın eseri tabii. Babadan oğula geçince de devam etmiş. Bana göstermişlerdi. Ama ne yazık ki kendilerine saklıyorlar. Haklı olabilirler. Kimse de bir şey diyemez. Ancak oğul da artık bıktı ve devretti. O fotoğrafçı dükkânı hala yerinde mi, varlığını koruyor mu hiçbir fikrim yok.
Ama sanki içimden hazin bir ses onun da sevdiklerimizin yanına gittiğini söylüyor.
Erenköy ‘Çamlık’ gibi, Şenesenevler’in yazlık ‘Bahçe’si gibi, Suadiye ‘Can’, ‘Atlantik’ ve diğer birçok sinemanın yerinde yeller esiyor. Bağdat Caddesi, Şemsettin Günaltay Caddesi, Emin Ali Paşa Caddesi, Kadıköy’den Pendik’i birleştiren tüm yollar ve çevresinde her şey hızla kayboldu. Kaybolmayı sürdürüyor. Burada, bu yakada, bu parkur üzerinde... Sevinç, acı, anılar, anımsamalar...
İki kulağı küpeli kardeşlerim ile çıtır kızlar, kirli sakallı kardeşlerim ile türbanlı kızlar bunu mu dert edinecek şimdi?
Her daim akşamüstü piyasaya çıkanlar var ya, onlar Bağdat’ın, Caddebostan’ın, Erenköy ve Suadiye’nin pek hızlı ritmi, kedi köpek gezdirenler çok sevimli, üç yüze beş yüze bakmayıp alışveriş çantalarını dolduranlar, birer bağımlı gibi lüks mekânlardan, kafeteryalardan çıkmayanlar, Lumberjack’leri ikişer üçer alanlar, yatırım uzmanları, üst düzey yöneticiler, bankacılar, borsacılar, yeşil sermayedarlar, gösterişli aşevlerinde, bağışlayın patisserie ve restoranlarda durmadan semirip kaliteyi düşürmeyenler var. Ve ne yazık ki onlara uzaktan bakıp yalanan bir dünya da var. Ama görsel ama düşünsel. Kimi zaman canlı yaşarken, kimi zaman düşüncelere dalmış o ‘kaliteli’ hayatın hayalini kurarken. Onlar da ah ne yazık ki bu caddelere dâhil. Geceleri sahil yolunda, park içlerinde, kıyı kenarlarında, kayalıklar üstlerinde denize karşı kafa çekip şişe kırarak kavga çıkaran genç insanlar, onlar da.
Bisiklet yoluna bile kasten attıklarını düşünüyorum bu cam kırıklarını. Hazin bir hazmedemeyiş öyküsü.
Adalar iskelesinin önü ana baba günü gibi. Girenler, çıkanlar... Sanırsın herkes seferi. Vapurun biri ağzına kadar tıka basa dolmuş. Diğerleri sırada bekliyor. Büfeden su alıyorum. Kaldırım kenarlarına park etmiş araçlar otoparkı andırıyor. Ne çok esmer kadın var burada. Sarışınların sonu gelmiş gibi. Oysa Suadiye öyle miydi? Ne çok sarışın Barbie bebekler vardı orada. Ne çok babyface oğlan. Ne çok mücevher takılı hanımefendi. Yoksa süslü kokana mı demeliyim? Ne fark eder. Yakıştıran takıyor anacığım. Ardından konuşana züğürt tesellisi düşüyor. Burada ne çok mısırcı var? Ne çok ceviz işportacısı? Bilmem kaç tane alırsan 10 TL. Soyulmuş, kocaman teze cevizler. Pire🚲 sağ elimde, yürüyüp yanlarından geçerken bir tanesi koluma yapışıyor, “Abi, al bak, pişman olmazsın. Daha hızlı pedal çevirirsin.”
Yüzümde o hınzır gülümseyiş: “İyi de ben pedallamıyorum ki, bak gördüğün gibi biz yürüyüşe çıktık sevgilimle, yürüyoruz.”
Esmer tenli delikanlı şaşırıyor tabii. Yine de alsan ya der gibi acıklı bakıyor yüzüme. Teşekkür ederek ayrılıyorum yanından.
Bir aşk vardır. Koyakların birinde saklanmış ateş, illegal çayları demliyor koynunda. En sevgili gezmen yakıtını üretiyor. Tertemiz bir gezintiye layık olma hasreti... Apaçık bir sevdayı tüketip, adam gibi ve ayıpsız ayrılmak...
Beni ara, görüşmeyi sürdürelim, eşyalarını almak için kendin gel, başkasını yollama... Otuz iki diş bir gururla yaşamsamak...
Herkesler kendi dalgasında. Birbirimize not mu bıraksak ne! Çok çok gün içinde GPS’leşiriz.
Not bırakmak, bahşiş bırakmak, bırakmamak, GPS’leşmek, telefonlaşmak, telefonlaşmamak, sormak, sormamak, yarışmak, yarışmamak, geç dönmek, hiç dönmemek, insan olmak, Pire🚲 olmak, velespit olmak, hiçbir şey olmamak.
Hep çok seferi gibi sefere çıkıyoruz biz. Gündüzleri hep. Geceleri sevmiyoruz. Karanlığın dünyasına meczuplar çöküyor. Yolları daha fazla kirletiyorlar.
Aslında ne vız, ne tırıs, ama belki de başka çıkış yok...
E, ne yapayım şimdi, bir Dostoyevski’m yok ki, tüm detaylarıyla anlatsın bütün olanları.
Yakacık kavşağını görünce anılar canlanıyor gözümde, es geçemiyorum haliyle. Sonuçlarına dair mutlu değilsem de umutlu olmaya mecbur yaşamak. Ve öyle bir mutlu zamanın konuğuyum ki, Adem’in yediği elmanın kilosu bilmem kaç kuruş pazarda.
Vay vay vay... Küçük dilimi yutabilir miyim?
Pendik yeni bir Bağdat Caddesi’ne aday mı yoksa?
Şimdi şu bariz mahallenin güzide Zen Diamond’unun camekânında pırlantalar ışıldıyor ya. Görmeden bakıyorum señorita Pire🚲 ile. Tırnak protezcileri, bio ritimciler, aerobik’e, pilates’e gidenler... bakıyor görmüyoruz. Düşler âleminin London, Paris, New York’lu markaları, Uzak Doğu Lokantaları, sofistike dekorasyonlar... Aslında ne bakıyoruz, ne görüyoruz... Cafe Crown’da kahvelerini yudumlayanlar, Diesel’deki o zipsiz pantolon harika, Mid Point dolup taşmakta, hani bizim yıllardır emek verip doket doket hanımefendi ceketi, manto vesaire imal ettiğimiz Top Shop ile Dorotohy Perkins, eminim onlar da arkadan gelecektir, Jews koalisyonu Marks & Spencer ile C&A gelmemiş miydi onlar da gelir, içerideki kızlar solaryum yanığı, (bir de kendime bakıyorum amele yanığı olmuşum, yalnızca kollarım ve bacaklarım ten değiştirmiş gibiler), emlak borsaları, yatırım şirketleri, doları unutmuş avro yatırımlar...
Ne çok inşaat şirketleri, mangırlar, mangırlar...
Kitabevleri ne kadar az, kültür merkezleri keza öyle, yazlık sinema, tiyatro, sanat galerisi hiç sanmıyorum...
İyi daha fazla suyunu çıkartmayalım...
Bir an evvel şu Pendik Marina’ya, sonra da Aydınbey Yarımadası’na ulaşmalıyım...
Tastamam 35 kilometre yol kat etmişim. Şimdi gerisin geriye yine aynı güzergâhtan. Kimi yerde değişiklik olsun diye karşı caddeye atlayıp diğer parkların içlerine girerek. Ama yolum basbayağı uzun...
Saatimin ekranı 14:00 civarı.
Kadıköy-Pendik deyip gittik geldik bir tur yapıyoruz Pire🚲 ile. Neredeyse bütün günümüzü alan. Hiç şikâyetimiz yok. Anılarımızı yazmaya kalksak bu yazılanların üstüne iki kat daha karalarız, okuyucuyu sıkarız. Bu kadarla kalsın şimdilik. Zira yolların serüveni hiç bitmiyor. Burger King gençliğini aratmayan bir sosyoloji yaparak kapatalım...
Of, bu rota, bu caddeler, bu parklar envaı çeşit parfümler, sarışın çıtırlar, esmer güzelleri, bira ve püro kokuyor. Evrenin biri böyle. Hemen yanı başında bir başka dünya, kahve, ızgara et ve denizden henüz karaya çıkmış çiğ balık kokuyor. Giyim kuşam da değişiyor. Bikinilisi de var, uzun paçalı donlusu da. Çeşitli desenlerde deniz havlusunu beline sarmışlar da var, bembeyaz banyo havlusunu sırtına atmış olanlar da. El ele yürüyen de var, bir ağaç altında kimselere aldırmadan öpüşenler de. Ve ne çok şaşırtıcı belki. En fazla da giyim kuşamıyla muhafazakâr kimliği öne çıkan sevgililer birbirlerine sarılıp koklaşanlar. Türbanlı kızları öyle gören modern aileler garipsiyor, acayip acayip bakıyorlar, farkındayım. Ben tabii çok sevindirici ve çok hoş buluyorum. Zira mahallelerinde bu tür davranışlarda bulunmaları herhalde çok gereksiz bir linç sebebi olabilir. Herkes kafasına göre burada, bu yakada, herkes özgür, her şey eğlenceli.
17:45 vapurunu tam zamanında yakaladığımda, Kadıköy’üme bir kez daha bakıyorum özlemle... Nerede sabahki iskele, nerede şimdiki? Dışarıya kadar taşmış durumda kalabalık. Aralardan sıyrılıp içeri gireceğim. Görevli abi eliyle durduruyor. Az bekle diyor. İyi, bekleriz. Vapura doluşmalar başlayınca bana da yer açılıyor. Önce Pire🚲 kendisine açılan hürmetli kapıdan, sonra ben turnikeden. Valla kıskanıyorum bu kızı. Çifte muamele her yerde geçerli.
Kalabalıkların sebebini anlıyorum. Meğer Beşiktaş’ın maçı varmış. Dolmabahçe’ye giden taraftar yoğunluğu. Olsun bu da eğlenceli bir yön. Her zamanki gibi vapurun kıç tarafında boş bir yer görüyor Pire🚲 ile oraya yerleşiyoruz. Yanımdaki genç Beşiktaşlılar yol boyunca süzüyorlar onu. Ama ne onlar bir şey soruyorlar, ne de ben de konuşacak otorite kalmamış. Esintiye karşı önlem olarak rüzgârlığımı giyiyorum. Ardından dinlenmek maksadıyla başımı hafiften öne salıp gözlerimi yumuyorum.
Kadıköy geride kalıyor. Ne çok seviyorum bu ilçeyi... Hep gelmek, hep gelmek istiyorum. Pire🚲 de çok sevdi bu yakanın nezih, güvenilir, civanmert yaşantısını. Bir dahaki sefere Bandırma’dan direkt geçelim diye feveranda bulunuyor.
Ne gün ama!
Bu akşam yine çocuklardanım...
Bakalım biralama, fıçılama yapar, günün yorgunluğunu atarken bugünkü turumun çatışmalı, eğlendirici serüvenlerine kulak misafiri olacak hevesli bir dinleyici topluluğu bulabilecek miyim?
Kadıköy Pendik Gittik Geldik |
Rota: Kadıköy~Pendik Turu
Tur Tarihi: 26.08.2017; Cumartesi
ROTA: Kadıköy >> Bostancı >> Kartal >> PENDİK >> Kadıköy (D) >> Beşiktaş >> Maslak >> Ayazağa (V)
Güzergâh Seyri: Beşiktaş >> {Beşiktaş ~ Kadıköy ŞH Vapur} >> Kadıköy >> Kadıköy ~ Moda Sahil Yolu >> Moda Parkı >> Moda ~ Fenerbahçe Sahil Yolu >> Fenerbahçe >> Caddebostan Plajı >> Dalyan Parkı >> Bostancı >> Küçükyalı >> İdealtepe Sahil Parkı >> Orhangazi Parkı >> Maltepe >> Marina Dragos >> Kartal >> Kartal Halk Plajı >> PENDİK >> Aydınbey Yarımadası >> Kadıköy (D) >> {Kadıköy ~ Beşiktaş ŞH Vapur} >> Barbaros Bulvarı >> Balmumcu >> Büyükdere Cad. >> Zincirlikuyu >> Maslak >> AYAZAĞA (V)...
Turun Niteliği: “Marmara Turnesi” ~ Beton Mezarlığı ve Trafik Anarşisine İnat İstanbul ve Yakın Çevresi Turları
Toplam Tur Mesafesi: 106 km
Toplam Bisiklet Mesafesi: 81 km
Toplam Araç Mesafesi: 25 km
Kullanılan Ulaşım Aracı: İETT Otobüs & ŞH Vapur
Toplam Tur Zamanı: 11 saat 30 dakika (09.00~20:30)
Toplam Bisiklet Zamanı: 7 saat 30 dakika (1- 10:15~17:30 & 2- 18:15~20:30) Molalar: 2 saat
Hava Sıcaklığı: 26°C
Ortalama Hız: 12,78 km
Maksimum Hız: 41,94 km
YAPILAN
HARCAMALARIN DETAYI
Ulaşım: 7,10 TL
Konaklama: 0,00 TL
Yeme-içme: 10,00 TL
Diğer: 2,00 TL
Toplam Masraf: 19,10 TL
***…***
(*) Önceki
Makale: Pierre Loti Tepesi Turu
(*) Sonraki Makale: Sarıyer Muhallebicisi'ne Kazandibi Yemeye
Bir sonraki “Sarıyer” serüveninde görüşmek üzere; sevgiyle kalın,
Gezenti Bisiklet
***…***
[ÖNCEKİ] << [🚲TURNE] >> [SONRAKİ]
>>> [iÇERİKdİZİNİ]
***…***