TÜM İĞRENÇ BİNALARA &
TRAFİK ANARŞİSİNE RAĞMEN,
PIRE🚲 İLE İSTANBUL TURLARI
Programda kimi gecikmeler
ve ertelemeler yaşanmış da olsa işte dünyanın en güzel ve tarihi şehirlerinden
biri olan İstanbul’da yapacağım bir dizi tur ile bu yılın bisiklet turnesine
başlıyorum. Bu ayın (Temmuz) 8’inde satın aldığım
bisikletimi evin garajında kızağa çekmiş, sırt çantalı doğada tabana kuvvet
gezilerimden dolayı bir türlü tam fırsatını yakalayamamış, kendisini iyice
dinlendirmiştim. [Bu arada “Efendim, Buyurun Sizleri
‘Pire🚲’
ile Tanıştırayım” adlı makalemde (24.07.2017) bahsettiğim gibi şahsına “Pire🚲” ismini verdim.]
E, ama bu kadar miskinlik
yeter dedim kendisine.
Önce tepeden tırnağa iyi
bir bakımdan geçirerek uyuşukluğunu giderdik. Saros’un havasından mıdır,
suyundan mıdır, yan gelip yatmaya, hasbi tembelliğe öyle alıştırmış ki
kendisini bana çaktırmadan oram ağrıyor, buram ağrıyor gibi bahaneler üretmeye
başladı. Yemedim tabii... Ama mademoiselle Pire🚲 bu. Eylemle değil sadece, lafla bile dikkat etmek
gerekiyor kendisiyle muhatap olurken. Tam beklediğim gibi, hemen bir arıza
çıkardı. Baktım ki üstelemek bana da ona da zarar verecek alttan alıp, gönlüne
göre gaz vermeye devam ettim. İstanbul’a götürüp birkaç gün daha sere serpe yatırınca
keyfi yerine geldi. Frenleri sapsağlam oldu.
Bu kez aldı beni bir
tedirginlik... Acaba mahsus mu yapıyor diye. Saros Körfezi çevresinden çok
uzaklaşmadan ‘hayırlara vesile olsun’ türünden çaktırmadan ‘o
kıyı senin bu kıyı benim’ deneme sürüşleri
yaptırdım kendisine. Haliyle yolları çok özlediğini pırıl pırıl parlayan
yeşilimtrak gözlerinin içinden anladım. Sonra kısa denemeleri uzatmanın zamanı
gelmişşşş, planlı Marmara turnelerimize bir girişeliiim bakalım diyerek
Yenikapı surlarından içeri salınarak İstanbul’a antre yaptık. Haliç’in önünden
geçerken yine o ipil ipil yeşil gözleriyle bana manalı manalı baktığını fark
ettim. Sanırım benim Nisan ayı İstanbul kaçamaklarımı kulağına kaçırmışlardı.
Dedikoducu millet işte. Sanki bir poh varmış gibi hemen yumurtluyorlar.
Gönlünü almak için buradan
başlamayı teklif ettim kendisine. Acayip heyecanlandı. Geceyi bile uyumadan
geçirdi desem yalan olmaz.
Sabah kahvaltısını yapar
yapmaz, son hazırlıklarımı da tamamlayıp yola koyuldum.
Kafamdaki güzergâh
belliydi. Ancak her zamanki gibi imalatta sürprizler olması muhtemeldi.
Ayazağa’dan Yenikapı yönüne gidecek 41Y otobüsünün hareket saati 09:30’du. Otobüs
şoförünün manidar bakışları arasında Pire🚲’yi koridora yerleştirip ben de hemen yanı başında
ayakta dikildim; halbuki otobüsün içi oldukça boş olduğundan ayakta değil
oturarak gidebilirdim. Ama ilk heyecan dürtüsü olsa gerek, bisikletimi yalnız
bırakmak istemedim.
İstanbul’da otobüs, metro,
metrobüs, tramvay, vapur gibi ulaşım araçlarında bisiklet taşımaya ancak
belirli saatler çerçevesinde izin veriliyordu. Bu kuramsal olarak çok hoş, çok
rahatlatıcı bir yaklaşım sayılsa da bazı bisikletçilerin hâlâ araç
kullanıcılarıyla sorun yaşadıkları ve münakaşalara girdikleri duyuluyordu.
Üstelik belediyenin çıkarmış olduğu yerel yönetmeliğe rağmen şoförlerin
bisikleti reddeden keyfi uygulamaları akıl alacak gibi değildi. Sanırım bu
tamamen ülkeye özgü bir kültür ve eğitim meselesiydi. Bugünkü bir saati aşan
bol duraklı seyahatimizde Pire🚲 ile
ilk tecrübem oldukça memnuniyet vericiydi. Şoförle hiçbir tartışma yaşamamış,
sadece binerken kendisinin manalı bakışlarına maruz kalmıştım. Eh, bundan kötüsü
bisiklet düşmanlarının başına...
İstanbul trafiğinde fazla
güçlük çekmeden 11:00 civarında Kadir Has Üniversitesi önüne geldik. Dün de
fark etmiştim, her tarafta yol çalışmaları var. Yani pek keyifli bir rota
olmayacağını anladım. Neyse artık; yeter ki Pire🚲’nin gönlünü yapalım, ben de buralardan geçtim, tarih
soludum diyebilsin falan düşüncesiyle kendisini Atatürk Köprüsü’nün hemen
dibinde yer alan Özlem Parkı’nın içine doğru götürdüm.
Hava sıcaklığı 30 dereceyi
gösteriyor. Olsun; vakti zamanında Antalya’da yaşarken, biz ne sıcaklar görmüş,
geçirmiştik. İstanbul’un nispeten bu hafif nemli sıcağı beni yormaz. Serinlemek
için atarım kendimi bir ağaç gölgesine, dinlendiririm terleyen bedenimi.
Ayağımdaki lacivert
eşofmanı çıkartırken 25 metre ötemde bir bankta oturmuş birbirileriyle sohbet
eden dört emekli kafadar birden gözlerini benim üzerime dikmez mi! Herhalde
striptiz falan yapacağımı zannettiler. Başımla hafiften selam verdim,
eşofmanımı usulca indirirken. Oralı bile olmadılar. Yuh dedim. Bari selamıma
bir selamla karşılık verseydiniz. E, yani burası İstanbul. Düttürü dünyanın işgalci
‘modern’
insanları tuhaflıklar sergilemeye pek meraklı. Hatta çocukluğumdan beri bu Avrupa
yakası benim İstanbul’umun en bozuk tarafı.
Oldum bittim Avrupa
yakasının yaşam kültürünü, hayat tarzını, insan ilişkilerini sevmem. Kimi zaman
vıcık vıcık yağa bulaşmış bir leğenin içinde banyo yapmaya benzetirim, kimi
zaman da iğrenç, dehşet verici, rizikolu, ürkütücü bulurum. Serserisi,
tinercisi, dilencisi, yankesicisi, aylağı, otlakçısı, sapığı, eşkıyası, yüksekten atan palavracısı, kabadayısı, külhanbeyi,
sokak fahişesi, cinsel tacizcisi, çocuk tacizcisi, tecavüzcüsü hiç eksik olmaz
en gözde parklardan, sokaklardan, meydanlardan.
Neyse sekiz gözlü dört
birader rahat bir soluk aldı, eşofmanımın altından çıkan şortlu kostümümü
görünce... Sürpriiiiiz!!! Ne kılık kıyafet ama, değil mi? Ama hani gizliden
gizliye sırıtmalarını görmedim sanmasınlar!
Pire🚲’yle
ufak çaplı son hazırlıklarımızı yaptık.
Daha doğrusu ben yaptım. O hep
seyretti. Bir hızla ayakkabılarımı da değiştirdim, havadar olsun diye
sandaletleri geçirdim ayaklarıma. Pire🚲 oralı bile değil. O gök mavisi Haliç’i seyre dalmış,
kim bilir ne düşler âleminde dolaşıyor.
Pire🚲
harikalar diyarında! (ha-ha-ha!)
Parkur başlangıcı fena
değil gibi. Hafiften basıyorum pedallara. A, o da ne, birisi “Dayı, dayı...”
diye sesleniyor.
Hayır, bu taraflarda
bildiğim bir yeğenim yok. Kim ola ki? Dönüp bakıyorum, gencin biri yerdeki
tekstil imalatlarını işaret ederek, “Dayı,
eldivenlerini ektin,” diye seslenmeyi
sürdürüyor. Olacak iş değil. Nasıl düşmüş onlar? Hay Allah. Varan biiiir...
İstanbul heyecanı işte...
Delikanlıya teşekkür
ediyorum ve beton zemine ektiklerimi (bir çift mavi renkli kısa
parmak bisiklet eldivenimi) alıp Pire🚲’yle yolumuza devam ediyoruz. Haliç sahilinden
yavaşçacık ilerliyoruz. Velespit ruh hali. Kıs kıs gülüyor. Acayip unutkan
oldun sen diyor. Hııı. Bu kıza da malzeme verme! Hemen üste çıkmasını biliyor.
Yolumuz hem sakin hem
manzaralı. Kıyı kıyı yol alıyoruz ve canımız istediği yerde fotoğraf
çekiliyoruz.
[📷 Pire🚲 son zamanlarda olmadığı kadar musmutlu.]
[📷 Sahil boyunca devam eden park içi yolu Pire🚲’nin neşesini yerine
getirmiş gibi.]
[📷 Pire🚲, “Gel canısı, bir de beraber çekilelim” diyor.]
O kadar oyalana oyalana
gidiyoruz ki hepi topu bir buçuk kilometre yapmışız. Karşımıza çıkan Fener İskelesi’ni görünce ilk gözüme
çarpan vapur seferlerinin yeniden başladığı haberini duyuran pankart oluyor.
Çok seviniyorum. Vapurlar, vapurlar... Bu şehre hayat veren tek nostaljik
ulaşım aracı.
Aaa, o da nesi! Ben ve Pire🚲’den başka canlı varlık yok iskelede. Bomboş. Ne gelen
var, ne giden. Ne de bekleyen.
Ne yapalım biz de
fotoğraflarımızı çeker bir sonraki iskeleye, Balat İskelesi’ne gideriz.
Ama önce İBB Haliç Şair Nedim Parkı’ndaki hareketliliği ya
da daha doğru bir deyişle olağanüstü sakinliği gözlemliyoruz.
Parkın sonuna gelirken Pire🚲 zınk diye duruyor! Sessizce yol kenarına gidiyor ve
kendisinin havalı bir fotoğrafını çekmemi rica ediyor. Sesi az biraz sitemkâr.
Halinden çok iyi anlıyorum tabii. Kendisini iç mahallelere sokmayacağım için en
azından şu Meteroloji Kilisesi’nin
görünen parçasının önünde bir hatıram olsun diyor. E, haklı. Ancak bu kadarıyla
yetinmek zorunda. Bu sıcakta o yokuşları tırmanmak pek işime gelmiyor doğrusu.
Hem sonra Haliç sahilinin nesi var. Mis gibi manzara. Sürekli püfür püfür bir
esinti. (Desem
de inanmayın, sırf Pire’yi yatıştırmak için demagoji yapıyorum.)
Bu parktan ayrılıp Balat Parkı’na kadar kısa bir süreliğine
trafik canavarlarının kapattığı ana caddeden, Ayvansaray Caddesi’nde,
ilerleyeceğiz. Camhane’yi, Bulgar Kilisesi’ni geçtikten sonra
tekrar yeşilliklerle, Haliç’in doğal rengiyle buluşmanın sevincini tadıyoruz
bir kez daha.
Balat İskelesi’ne
vardığımızda çepeçevre tadilat işlerinin sürdüğü göze çarpıyor. Futbol
sahasında gençler top oynuyor. Onlar da biz gibi sıcak mıcak dinlemiyorlar.
İskele önüne park ettiğimizde burasının da cansız olduğu hemen fark ediliyor.
İskele açık ve çalışıyor, ama ortalıkta insansı bir varlık yok. Sanırım hafta
içi bir gün olması nedeniyle böyle bir görüntü çıkıyor. Gerçi ben bu
dinginlikten fazlasıyla hoşnudum. Sakin bir günü seçmekle pek iyi etmişiz diye
iç geçiriyorum.
[📷 Pire🚲, ille de gel birlikte
çekilelim diye ısrar edince...]
Balat Hastanesi,
Balat Parkı ile Ayvansaray Cemil Meriç Görme Özürlüler Parkı’nı ayıran bir
lokasyonda yer alıyor. Mesafe ise fazla değil. 250 metre civarında bir yürüme
aralığı. Pire🚲’nin
tepesine binmeye tenezzül etmiyorum. İtekleyerek götürmek daha çok işime
geliyor sanki.
Park içi yolundan Ayvansaray İskelesi’ne doğru yol
alıyorum. Burada parkur yolunda şişeleri kırıp yola atmış bazı hayvanlar.
Açıkçası tüm parkur boyunca bunu gözlemliyorum. Nerde karşının parkları nerde
buranın hal-i pür melali. Bunun zenginlik, yoksulluk ile ilgisi hiç yok.
Tamamen eğitim... anlayış... İnsanın insana, insanın doğaya olan saygısı ile
ölçülebilir bir değer olması.
Açıkçası etraftaki çöpleri
göstermek istemiyorum ve tarihi dokusuna, kıyılar ötesi güzel, kıpırtısız
manzarasına söyleyecek bir sözüm olamaz ama bisikletli turcular için pek
keyifli bir gezinti parkuru değil Haliç Sahili.
[📷 Deniz, hava ve kara taşıtları bir arada...]
Ayvansaray İskelesi’nin
Fener ve Balat’tan hiç farkı yok. O da demir parmaklıklar arasında yolcusunu
bekliyor. Bol bol fotoğraf çekiyorum. Bu yolun sonuna kadar gidecek sonra da
bir ağaç altında mola vereceğim.
[📷 Ayvansaray hatırası...]
Sahile bağlı teknelerin
orada kimi çocuklar denize girip serinliyorlar. Harika!
“Su nasıl çocuklar?” diye soruyorum.
Biri, şahane abi, diye
cevap verirken, bir diğeri, sen de gelsene amca diye sesleniyor.
Bayılıyorum bu çocuklara...
Aynı yaşlarda olmalarına rağmen kimilerinin abisi, kimilerinin amcası, hatta
kimilerinin de dayısı oluyorum...
Yine takılmadan edemiyor;
pek burada girmeyin isterseniz, diye bir öneride bulunuyorum. Malum tekneler
var. Sintine sindirim, iç boşaltma falan filan. Az ileride girseniz daha iyi
olur diyorum. İşte çene tutamamak buna denir. Ama beni olumlayan genç sesi
duyunca hafiften içime ılık bir su akıyor. “Abi
haklı, hadi şurda yüzelim.” Parmağıyla iskele
tarafını gösteriyor.
Yuh olsun be! Ruhum hâlâ
duygusallıkları çekiyor be! Nasıl bir ruh bu anlamadım yahu! İstanbul’uma geri
gelmişim. Uzuvlu eleştirel bakış açısını terki dünya etmiştim güya. Aklım bir
tarafa hâlâ Şakacı Sokak’taki çocukluğumun inadıyla dolaşmakta ruhum! Pes bu
kadar nostaljiye. Ah be bu duygusallık, bu nostalji ağrısı her gittiğim
İstanbul köşesinde de başıma bela!
[📷 Mola için güzel bir ağaç altı buluyorum.
Kanepeleri andıran banklara uzanmak fikri yapışıyor sol beynime aniden.]
[📷 Ama gözüm yerde, yeşil zeminde...]
[📷 İşte aynen dediğim gibi... Çökmüşüm çimenlere...]
[📷 Çayımı yudumlarken Haliç’ten geçen motorları
seyrediyorum.]
Mola sonrası yolumuzu
Saraçhane’ye çeviriyor, Atatürk Bulvarı’nı tırmanmaya başlıyoruz.
Ancak sıcak o kadar etkili
ki Pire🚲 illa beni biraz dinlendir diye bağırıyor.
[📷 Doğrusu, azıcık soluklanma ona da bana da iyi geliyor.]
Birazdan su kemerlerinin
altından geçip Yenikapı’ya ulaşacağız. Minnacık turumuz buraya kadar.
Marmara turnelerine
İstanbul’un Haliç’inden başlamak İstanbul burjuvazisine, Bağdat Caddesi,
Nişantaşı, Bebek sosyetesine inat bir girişim değildi elbet, hem Pire🚲’nin gücenmiş gönlünü almak hem de tarihi dokuyu
Haliç’in kenarından izlemek keyfiydi yalnızca.
TUR ile
İLGİLİ DETAYLAR
|
Rota: Haliç Sahil Turu |
Tur Tarihi: 24.07.2017;
Pazartesi
ROTA: Unkapanı >> Fener >> Balat >> Ayvansaray >> Yenikapı
Güzergâh Seyri: Kadir Has Üniversitesi >>
Özlem Park >> Park İçi Bisiklet
Yolu >> Fener İskelesi >> Şair Nedim Parkı >> Park
İçi Bisiklet Yolu >> Balat İskelesi >> Ayvansaray Cemil Meriç
Parkı >>
Park İçi Bisiklet Yolu >>
Ayvansaray İskelesi >> Haliç Parkı >> Unkapanı ~ Atatürk Köprüsü (D) >> Atatürk Bulvarı >> Vefa >> İBB Saraçhane >> Aksaray >> Yenikapı...
Turun Niteliği: “Marmara Turnesi” ~ Beton Mezarlığı ve Trafik
Anarşisine İnat İstanbul ve Yakın Çevresi Turları
Toplam Kat Edilen Tur Mesafesi: 55 km
Toplam Kat Edilen Bisiklet Mesafesi: 10 km
Toplam Kat Edilen Araç Mesafesi: 45 km
Turda Kullanılan Ulaşım Aracı: İETT Otobüs
Toplam Tur Zamanı: 6 saat 30 dakika (09:30~16:00)
Toplam Bisiklet Zamanı: 2 saat 30 dakika
Hava Sıcaklığı: 30°C (aşırı sıcak)
Ortalama Hız: 6,10 km
Maksimum Hız: 11,00 km
YAPILAN HARCAMALARIN DETAYI
Ulaşım: 5,20 TL
Yeme-içme: Kişisel “Beslenme
Sepeti”
Diğer: 0,00 TL
Toplam Masraf: 5,20 TL
***…***
(*) Önceki
Makale: “Günübirlik” İstanbul Turlarım [2017]
(*) Sonraki
Makale: Pire🚲 ile Doğduğum Yere Turu
Bir sonraki “Kazasker Şakacı Sokak” serüveninde görüşmek üzere; sevgiyle kalın,
Gezenti Bisiklet
***…***
[ÖNCEKİ] << [🚲TURNE] >> [SONRAKİ]
>>> [iÇERİKdİZİNİ]
***…***