**KAMP~2017-003**
Bisikletimle bir zamanlar çocukluğumun en güzel mendireklerinden birine sahip Bostancı sahilinden Şakacı Sokak’a doğru gidonumu çevirmiş pedal çevirirken hiçbir planım yoktu. Yaz esintisi yüzümü arsız bir şekilde fakat tatlı tatlı yalıyordu.
Bir süredir başıboş biriydim, okul tatiline yüz bin defa teşekkürler, aylaklık ruhuma iyi gelmişti, yetiştirecek bir işim yoktu. Otoyol olabildiğince öfkeli bir yerdi, sürücülerde ise ne kendilerine, ne başkalarına ne de bisikletçilere tahammül hiç yoktu. Araçlar ne kadar çoğalıyorsa öfke de o nispette büyüyordu. Kazasker’deki mahalleme dönmem akıllıca olurdu ama bendeki akıl geri dönmeme yetmedi, bastım pedallara...
Neredeydim tam olarak bilmiyordum, sanırım süs bitkileriyle bezenmiş bahçelere sahip süslü püslü evlerin olduğu, birkaçının sanki bana acır gibi baktığını hissettiğim bir yokuştaydım. Yoksa büyük hayranlık duydukları bir sevgi gösterisi miydi pek çıkartamadım. Muhtemelen yokuşun beynimi sulandırdığı düşünce kaosuydu. Her neyse. Hava gerçekten çok sıcaktı ve az ileride küçük bir bahçesi olan pastaneyi gördüm. Mekân daha çok âşıkların gizlice burada sözleşip buluştukları ya da buradan geçerken uğrayıp sinsice flört ettikleri bir yere benziyordu. İçeriye doğru göz gezdirdim. Ben de burada mola verip bir bardak buz gibi limonata içebilirdim. Şansa bak! Veyahut şansımın içine edeyim! Pastanede benden başka hiç müşteri yoktu. İhtiyar bir adam tezgâhın arkasında bir şeylerle uğraşıyordu. Kuru pasta tepsilerini mi düzenliyordu, yoksa sinilerden alttan alta tırtıklıyor muydu, bilemedim. Dışarıda kaldırımlardan vızır vızır güvercinler geçiyordu. Bisikletimi merdivenin korkuluklarına dayarken pastanenin bende uyandırdığı ilk izlenimin ne kadar hatalı olduğu düşüncesi daha ağır basmaya başladı ve evrimsel bir dönüşüme tekabül etti. Evet, evet, kimsenin uğradığı, uğrayabileceği bir yer değildi sanki, asırlar evvel de buradaymış da şu şatafatlı evlerin arasında unutulmuş gibiydi.
Sahibi olduğu her halinden belli olan ihtiyar adam, tek müşteri olmama rağmen varlığımı zerre umursamamıştı. Limonata istediğimi söyleyince, yüzünde pelte gibi bir gülümsemeyle koca bir bardağa buz gibi limonatayı doldurup getirdi. Sohbet başlatma amacıyla, İngilizlere taş çıkartacak feylesof bir edayla, “Bugün hava bisiklet sürmek için aşırı sıcak,” dedim, mıymıntı yüzüyle gülümsemekle yetindi sadece, belli ki konuşmaya pek niyeti yoktu. “İşler nasıl?” diye sordum bu defa. “Çok kötü zamanlardan geçiyoruz, evlat,” demekle yetindi.
Ne demek istemişti “kötü zamanlar” diyerek? Kendisine de ufak bir bardağa limonata doldurup yanıma geldi, bir sandalyeyi çekip oturdu. “Karşılıklı bir korku iklimi var. İktidar giderse başlarına geleceklerden korkanlarla, iktidardan korkanlar. Bir de sadece ekmeğinin peşinde olanların korkusu var ki, onlar belirleyecek gidişatı.” İhtişamlı evlerin arkasında birer gölge gibi yükselen gökdelenleri göstererek, “Ama bunları ne yapacağız bilmiyorum,” dedi. Pastanenin bahçesinden arka fonda yükselen evlere bakıp sustuk bir süre. Sanki ilk defa gökdelen görüyormuş gibi uzun uzun inceledik, şehri işgal etmiş devasa uzaylı gemilerine benziyorlardı. Kötü zamanlar... Zor zamanlar... Sıkıntılı zamanlar... Mutsuz zamanlar... Ne demek istediğini anlamıştım. Gazeteler her gün boy boy siyasi cinayetlerin soluk resimleri ve manşetleriyle doluydu. Daha geçen gün Arif amcamızın Suadiye’deki kırtasiye dükkânını patlatmışlardı faşolar. Devrimciler ile kara gömlekli faşistler savaş meydanında. Kentte kahpe ölüm kol geziyordu adeta.
Göz göze sessizce oturduk bir müddet. Sonra yine o sessizliği bozan hırıltılı sesiyle konuşmaya başladı: “Dediğim gibi... Karşılıklı bir korku hâkim, evlat. Mahalleler bölünüyor. İnsanlar saflaşıyor. Herkes birbirine düşman oldu. Korku karşı caddeden, bir parkın içinden, bakkaldan, kasaptan, camiden, adını sen söyle, her yerden çıkıp geliyor işte... Bir tarafta katliamlar. Diğer tarafta öldürülme korkusu. Belki de hiç bir nedeni olmadan cinayete kurban gitme korkusu. Artık kimse konuşmaz oldu. Konuşan sadece silahlar. Çok uzun zamandır Teksas’ı geçti buralar.” Bu sözcükler dökülürken ihtiyarın ağzından aklıma yine Arif amca geldi, gecenin bir vaktinde o bomba sesiyle irkildiğimiz, ve gecenin mavisine karışan kalleş isli pis duman. Devrimci bir şair olması mıydı suçu? Bir ‘Cumhuriyet’ okuru olması mı? “Diğerleri de var tabi,” diye devam etti pastaneci amca, “iş kaybı korkusu yaşayanlar, bu hayat pahalılığında, geçim derdinde olup da her an işten kovulacağını düşünenler, her gün alın teri dökerek ekmeğinin peşinde koşanlar. Korku her yerde kol geziyor. Herkes acaba yarın gün ışığını görebilir miyim endişesi yaşıyor. Ah, bir de burada yaşayanlara bak, evlat. Dünya umurlarında değil. Vur patlasın çal oynasın. Sanki başka gezegende yaşıyorlar. Zenginlik demek böyle arsız bir şey. Ben yıllardır onların hanımlarına, oğullarına, kızlarına mutlu bir şekilde hizmet ettim. Bir kez olsun kırmadım hiçbirini. Ama bak artık gelmiyorlar. Neden?”
Sonra birden sustuk ikimiz de. Sessizliğe gömülüp bu kez caddeyi giydiren saray yavrusu bahçeli konutlara daldık. Onları da sanki ilk kez görüyormuşuz gibi incelemeye başladık; her birini. Tuhaflığa bakın ki bunların da arkalarında yükselen gökdelenler gibi devasa uzay kapsülüne benzer şekilde bütün sahil kesimini nasıl da işgal ettiklerini hayretle izledik.
Limonatamı bitirip kalktım, cebimden çıkardığım 50TL bütünlüğü uzattım. “Kalsın, bu benden. Başka zaman yine gelirsin o zaman ödersin,” dedi.
Bir dahaki sefere... Eğer şansımız yaver gider, herhangi birimiz yarın gün ışığını görebilirse...
İkimiz de biliyorduk aslında, bir daha buraya gelmemin pek mümkün olmadığını. Ben de bisikletimin bagajındaki çantamdan okuduğum John Steinbeck’in “Bitmeyen Kavga” romanını aldım ihtiyar adama uzattım, “Okursun belki, sonra alırım,” dedim.
Şaşalı evlerin arasında ilerlerken, gözüm sürekli yukarılardaydı, sonra canım Marmara’da, maviliklerde bir hayat belirtisi aradım, yoktu, tuhaf, şekilsiz bir yalnızlık hissi veriyordu bahçeli konutlara çarpan rüzgârın uğultusu. Bisikletle ilerledikçe yine deniz kenarında buldum kendimi.
Mendireğe kadar gidip burada mola vermek ve ayaklarımı yıkamak istedim köpüklü sularda...
Suda bedenimin yansımasını gördüm. Şavkıyan bir gölge gibiydi sanki. Ve arkamda karanlığa batan bir ülke aksisedası. Bu aslında benim yaşadığım semtlerde uzun mesafe olarak yaptığım son bisiklet turumdu. Acaba gidebileceğim kadar gitmiş miydim? Karanlık günlerde kara gömlek giyinmiş kasvetli bir ülkede bisiklete binmek nasıl bir psikoloji olabilir ki? Şüphesiz, biliyordum, henüz gidebileceğim kadar gitmemiştim... Görebileceğim kadar görmemiştim...
Benim yolculuğum daha yeni
başlıyordu...
BİSİKLET
TURLARIMDA TEMİZLİK HİKÂYESİ
Her ne kadar fikri
korkunç gelse de kendimi en kötü senaryolara hazırlamalıyım diye düşünüyorum.
Bir duş alma, banyo yapma ihtiyacını ne kadar erteleyebilirsem o kadar mevcut
su kaynağımı koruyabilir, gereksiz yere tüketmem diye düşünsem de kazın ayağı
öyle değil. Ben terli vücut kokusuna dayanamam. Bu kendi kokum da olsa böyle.
Bunun için mutlaka gün sonunda kamp yapacağım yerde, ama hemen öncesinde bir
yerlerde veya kamping esnasında duşumu almalı, tuzlu terimi atmalıyım. En kötü
senaryoda bile ıslak mendiller imdadıma yetişebilir, ufaktan bir çare olabilir.
Elde bulunan
kıymetli, kısıtlı suyu elbette vücudumdan aşağı boca edecek halim yok. Özellikle
yolculuklarımın su sıkıntısı çekilen güzergâhlarında. En kötü ihtimalle ertesi
güne sarkabilecek biçare terli ve kokulu pis hayat bir sonraki gün
karşılaştığım ilk petrol istasyonunda pratik bir duş operasyonuna tabi
tutulabilir.
Rota üstündeki su
rezervuarları çok değerlidir. Kaynağına eriştiğim her noktada içme suyumu
yenileyerek tazeleyebileceğim gibi vücuduma da esirgemem. Bir sonraki varış
noktasına kadar fazla yük yapmadan stok yapabileceğim kadarını da yanıma
alırım. Ancak akarsuların, ırmakların, göllerin, yapay göletlerin, derelerin, şelalelerin bol olduğu
güzergâhlarda istifçilik yapma gibi bir derdim olmaz. Söz gelişi her şey
pedalladığım yöndeki coğrafyaya bağlı.
Bedeni temiz,
hijyenik ve sağlıklı tutmak açısından sistemli bir banyo yapma programına sahip
olmak gerekiyor.
Her gün pratik duş
alma ütopyası bir tarafa, en kötü senaryoda, her üç-dört günde bir banyo
yapabileceğimi varsayıyorum. Muhtemelen bu en iyi hallerde iki güne düşebilir.
Hadi diyelim gittiğim güzergâh oldukça sıkıntılı. Ortalıkta bir su kaynağı yok.
Yerleşim yerleri de konaklamaya müsait değil. Yani kafadan kötü, uğursuz bir senaryo çiziktiriyorum. Böylesi vahim durumlarda
yapabileceğim en mantıklı şey kirli, pasaklı, tozlu, çamurlu, pis, mikroplu
duygulara yenik düşmeden kuşlar misali temizlenmeyle kokumu bertaraf etmek
olacaktır. Zaten adı üstünde buna ‘kuş banyosu’ deniyor.
Pamuklu kıyafetler
teri çabucak çekmekte ve ciltte sürtünme nedeniyle meydana gelen tahrişlere
sebebiyet vermektedir. Aynı zamanda mikrobik bir yayılmaya ve dolayısıyla ter
kokusunun sıçrayıp tavan yapmasına neden olmaktadır. İnsanın kendi kokusundan
iğrenmesi kadar iğrenç bir şey yok bu hayatta, bırakın diğerleri nasıl hisseder
diye düşünmeyi... Oysaki sentetik kıyafetler en mükemmel çözümü üretiyor. Çünkü
bu giyim kuşam maddeleri altında kalan ter buharlaşıp uçup gidiyor. Resmen alt
ediliyor yani. Aynı şekilde doğal merinos yününden imal edilmiş giysiler de
teri emmekte son derece başarılılar.
İşte çare burada.
Özellikle sıcak havalarda pamuklu giysiler tercih edilmemeli, bunun yerine
sentetik kıyafetler ile yolculuklar daha keyifli hale getirilmeli. Sentetik
deyip geçmeyin bu giysilerle duş alma işini bile birkaç gün sorunsuzca
erteleyebilirsiniz. Ufak çaplı ıslak mendil müdahaleleri gün sonunu halleder.
Saç kesimi, sakal
tıraşı ve vücuttaki diğer istenmedik kılları temizleme operasyonu ne kadar
sıklıkla yapılırsa o kadar tozun ve yağın birikmesini önleyecektir. Günlük duş
almak, ya da en azından, gerektiği koşullarda kuş banyosu yapmak gerçekten
ihtiyaçtır. Aksi takdirde deride biriken kir tabakasının salgıladığı koku ile
geceleri rahatça uyunmaz, adamın uykusu bertaraf olur.
Bütün buraya kadar
söylediklerimin sonunda, eğer yolumun üstünde veya kamp yapacağım alanda
harbiden bir su kaynağı keşfedemezsem, ıslak mendillerin bile işe yaramadığı
hallerde, geriye tek bir şey kalıyor, o da uyku tulumunun içine girmeden önce
üstümü cici kıyafetlerle değiştirmek. Zira uyku tulumuna bulaşmış pis kokuyu
temizlemek daha zordur. Kıyafetler ise bir çeşme başı molasında yıkanır ve
kurutulur.
BİSİKLET
TURLARIMDA nasıl BANYO YAPABİLİRİM?
Belki bu kısım da
biraz tekrardan ibaret olacak. Olsun. Uzun mesafeli turlarımda ki ben buna ‘uzun muhabbetli yolculuklar’ diyorum, yol üstünde ve doğada yapacağım wild kamping
sırasında banyo yapmanın çeşitli yönleriyle karşılaşacağımı biliyorum.
*Akarsularda (dere, göl, gölet, nehir vb) banyo yapma;
*Yalaklarda, su hendeklerinde banyo yapma;
*Köy çeşmelerinde banyo yapma;
*Bir kap sudan faydalanarak banyo yapma;
*Pet şişelerinden yararlanarak banyo yapma;
Ve elbette:
*Otel, motel, pansiyon, kamping tesisi, ÖE gibi
konaklama ünitelerinde adamakıllı banyo yapabilir ve gerekli tüm temizliğimi esaslı
bir şekilde yerine getirebilirim.
BİSİKLET
TURLARIMDA nasıl duş alaBİLİRİM?
Uzun yolculuklarda
banyo yapmanın en pratik şekli duş almaktır. Banyo bizim kültürümüzde biraz
farklı anlam taşıyor ve abartılı bir şekilde banyo ve köpüklü suların yüzdüğü
küvete sığınıp saatlerce ovalanmayı, keselenmeyi, ve mis kokulu sabunlarla, şampuanlarla yıkanmayı içeriyor. Oysa
basit bir duş için sadece, sıcak veya soğuk fark etmez, akan bir suya, bir
kalıp sabuna ve saç yıkama için bir şampuana ihtiyaç var.
*Deniz kenarlarında sahillerde bulunan duşlardan
faydalanma;
*Yöresel insanların dostane konukseverliği; bahçe
çeşmeleri vs.
*Yağmur altında ıslanma (ve hatta biriktirilmiş yağmur suyu ile)
*Benzinliklerde duş alma;
Bir öncekinde
olduğu gibi:
*Yalaklarda, su hendeklerinde duş alma;
*Köy çeşmelerinde duş alma;
*Bir kap sudan faydalanarak kuş banyosu yapma;
*Pet şişelerinden yararlanarak duş alma;
Ve elbette:
*Otel, motel, pansiyon, kamping tesisi, ÖE gibi
konaklama ünitelerinde.
BİSİKLET
TURLARIMDA büyük tuvaletimi nasıl HALLEDECEĞİm?
Uzun mesafeli
turlar yaparken veya doğada, yaban ellerde çadır kurup wild kamping şeklinde
konaklarken ıkınmak için çok değişik alternatifler var.
*Tuvalet gereksinimini karşılamanın en kolay yöntemi yol
üstündeki benzincilerden, tesislerden sınırsızca faydalanmak olacaktır. Ayrıca
birçok yerde, ilçe merkezlerinde, parklarda, restoranlarda, kafelerde WC’ler
bulunuyor. Bunların bazısı ücretli olabilirken bazıları da ücretsiz olabiliyor.
*Ama en beleş yöntemin doğa olduğu konusunda hemen
herkes hemfikirdir herhalde. Doğada şahsa özel bir nokta ayarlanabilir ve
burada ihtiyaç giderilebilir. Önemli olan dışkıyı daha sonra buraya gelebilecek
olanlara ulu orta sergilemek olmadığından onu itinayla toprağın altına gömmek
ve üstünü toprakla örtmek olacaktır.
HİJYEN
STANDARTLARINI yükseltmek
Uzun mesafeli
turlar yaparken veya doğada, yaban ellerde çadır kurup wild kamping şeklinde
konaklarken en önemli konu hijyen standartlarını yükseklerde tutmak ve bir an
olsun bile bu meseleyi hafife alıp üstünkörü davranışlarda bulunmamaktır.
Şahsen ben
özentili bir karaktere sahip olduğumdan kişisel hijyen kurallarına çok dikkat
ederim. Hele eve hiç benzemeyen yol koşullarında. Doğrusu yollarda ansızın hasta olmak arzu etmeyeceğim berbat bir şeydir.
Düşüncesi bile yorar beni. Dolayısıyla yanımda her zaman bir kalıp sabun, bir
şampuan, bir havlu ve tıraş setim, diş macunu ve fırçam, parfümsüz ıslak mendil
gibi diğer takım taklavatım hazır bulunacaktır. Ne ben onlarsız ne onlar
bensiz... Ve heybelerimdeki yerleri onlara her zaman kolayca erişebileceğim
ceplerde olacak, orada itinalı biçimde yerleştirilecektir.
Zannımca daha fazla
söze gerek yok; çevresel hijyeni de çeperime alıp şununla bitireyim: Doğayı
nasıl buluyorsan öyle bırak! Yani arkada bir çöp dahi bırakmamak lazım. Doğanın
da kabul edeceği, gömebileceğin şeyleri toprak altına göm, gömemeyeceklerini ve
özellikle yemek artıklarını, çöpünü vesaire bir güzel poşetle, al yanına git en
yakın yerleşim birimindeki çöp bidonuna salla.
Nihayetinde insan
olduğumuzu unutmayalım...
Bir sonraki KAMP macerasında görüşmek üzere...
Doğaya adanmış candan Sevgilerimle,
Gezenti Bisiklet
***…***
(*) Önceki
Makale: Lojistik Planlama: Tasavvur Ettiğim Konaklama
(*) Sonraki
Makale:
***…***
[ÖNCEKİ] << [KAMP] >> [SONRAKİ]
>>> [iÇERİKdİZİNİ]
***…***