TV'de Ecnebi Film: "Beklenmeyen Şahit"

TV’de ECNEBİ FİLM: BEKLENMEYEN ŞAHİT

WITNESS FOR THE PROSECUTION [1957]

Cuma geceleri bizim ITT’nin kurmayı TRT bizlere bayağı bir iyilik yapmaya başladı. Oldukça enteresan filmler koyuyor programa. Dünkü ecnebi film kuşağındaki “Beklenmeyen Şahit” bu anlamda çok farklı bir filmdi. Neredeyse biz de merak ediyorduk bu İngiliz mahkemeleri nasıl bir şeymiş; jüri, sanık, mübaşir, tanıklar ve sivil halk dışında herkesin komik peruklar takarak nasıl bir tiyatro sergiliyorlarmış diye. Çok faydalandık. İngiliz hukuk sistemi de çok ilgi çekici. Ne diyeyim, filmi seyrettikten sonra iyice emin oldum ki, orada herhangi bir hadiseye adı karışan bir insan suçluyken suçsuz olabildiği gibi, suçsuzken de suçlu olabilir.

Aklıma birden Niyazi dayımlar geldi. Aman sakın bir hadiseye karışmasınlar. Yoksa mahkemede bütün ipler jürinin elinde. 12 kişi neye karar verirse o oluyor. Bu bazen iyi, bazen kötü; sonuca göre değişecek bir gidiş. Bütün mesele iddia makamının da, savunma makamının da bu jüriyi nasıl etkileyeceğine bağlı.

Filmin üstelik Agatha Christie’nin eserinden uyarlanmış olduğunu öğrendiğimde daha çok heyecanlanmıştım. Kabul etmeliyim ki film sona erdikten sonra aynı heyecanımdan eser kalmamıştı. Çünkü “Beklenmeyen Şahit” alışageldiğim Agatha Christie polisiye hikâyelerinden biri değildi. Sis perdesinin arkasında çok yönlü suçlular yoktu. Bütün suçu neredeyse tek bir kişinin üzerinde toplamışlar, sadece onu yargılıyorlardı. Bundan dolayı dedektiflik hikâyesi yerine bir film boyunca mahkeme seansı izlemiş olduk.

Ancak ta ki son dakikasına kadar gizemini koruyan çok farklı bir sanat eseri olduğunu da belirtmeliyim. Bu açıdan baktığımda film hakkında olumlu yanları es geçersem hata yapmış olurum. Zaten ünü Amerika’yı aşmış Billy Wilder hep bunu yapıyor. Onu kim tanımaz ki? Bazıları Sıcak Sever, Garsoniyer, Yaratılan Adam, Yaz Bekârı, Büyük Karnaval, Sokak Kızı Irma ve daha niceleri. Bu filmin de hem yönetmeni hem senaristi olan Billy Wilder biraz alışagelmişten sıyrılıp değişik bir şey denemiş. Film açılır açılmaz kusur bulmada üstüne olmayan dırdırcı bir hemşire, Miss Plimsoll (Elsa Lanchester), (kadının evli olmadığına bahse girerim, onun için Mrs. Yerine Miss yazdım), yeni kalp krizi geçirmiş Sör Wilfrid Roberts (Charles Loughton) için yapmayacağı şey yok. Avukatın peşinden bir saniye bile ayrılmayacağı gibi çenesi de hiç durmuyor, eli, ağzı, vücudunun her tarafı oynuyor. İkisi arasında şaheser bir diyalogla başlıyor film (hastaneden ayrılırken) ve yine müthiş bir diyalogla sona eriyor (mahkeme salonunu terk ederlerken).

Agatha Christie’nin dünyaca şöhretli Hercule Poirot’un yerine “Beklenmeyen Şahit”de tek şüpheliyi, art niyetli olup olmadığı konusunda, tereddütsüz, olmadığı; hatta oldukça saf, samimi ve dürüst olduğu varsayılan, masum görünüşlü Leonard Vole’yi Tyronne Power oynuyor. Adam ilk bakışta yarım kalmış işlerin yaratıcısı görüntüsünü çiziyor. Filmin sonuna kadar suçlu olup olmadığını tartışıyoruz küçük sinema salonumuzda. Annem nihayet yelkenleri suya indirdi ve benimle artık yarışacak kadar konuşuyor film seanslarında. Bu durum ne kadar diğer aile üyelerimizi rahatsız ediyorsa da arada onların katkısını almak maviş gözler kadar zor değil. Ben hariç herkes adamın suçsuz olduğuna inanıyor. Beni ikna etmesi için değil Sör Wilfrid Roberts ve onun düzenli ekibi gibi üç avukat, bir ordu olsa yine fark etmez. Sözün gelişi, filmin sonuna kadar bunda ısrarımı sürdürüyorum. Bakalım hangimiz haklı çıkacak? Yerde ayaklarımı halı boyunca uzatarak gevşemiş oturan ben mi, divan otelin ve koltukların tedirgin konukları mı?

Bunu neden söylüyorum? Eğer yeteri kadar Agatha Christie okumadıysanız, ilk bakışta bu suçludur dersiniz ama öyle olmadığını, hiç ummadığınız birinin çıkıp katil olduğunu öğrenirsiniz. Öğrenirsiniz de kitabın sonu gelmiştir. Geçmiş olsun...

Gerilim had safhada...

Yıl 1952. Sör Wilfrid Roberts, Londra’nın en tecrübeli dava avukatlarından biri, geçirdiği kalp krizinden iyileşmiş olarak hastaneden çıkar, yanında çanta gibi taşıdığı yedi gün yirmi dört saat vazifeli hemşiresi Miss Plimsoll ile birlikte. Nereye? Tabi doğru büroya. Oysa doktoru kendisine özellikle nasihat etmiştir hiçbir suç davasını almaması gerektiğini. Zira bu türden davalar onun kalbini fena yorabilecek ve istenmeyen sonuçlara sebep olabilecektir. İçine tek bir sigara dumanı çekmesi bile yasaktır. İçki? Katiyen! Onun adı yasaklar listesinde sigara ile at başıdır. Ama bizim meşhur avukat, Sör Wilfrid Roberts, puro içme yasağını dahi en zeki borsa oyunu yöntemiyle alt etmekle kalmayacak, o kendisine haiz dolgun ve kuvvetli sesiyle Leonard Vole’nin savunmasını üstlenecektir. Ne de olsa o, ‘en ümitsiz davaların şampiyonu’dur.

Tanışmalarını ayrıca bir avukat olan Bay Mayhew (Henry Daniell) sağlar. Ancak şampiyon yaşlı kurt o kadar zekidir ki, bu davaya bir üçüncü avukatı dâhil etmekte gecikmeyecektir: Bay Brogan-Moore (John Williams). Ki bu üçüncü avukat arkadaşları, cinayetle yargılanacak sanık hakkında duyduğu dolaylı delil çokluğundan dolayı onun suçsuz olabileceği kanaatinde değildir ve bunu yaşlı kurt Sör Wilfrid Roberts’a açıkça beyan eder.

Bu arada eski bir asker ama şimdilerde işsiz olan Leonard Vole kendi çapında mucitleriyle yaşayan sakin bir yurttaştır. Ayrıca hiçbir polis kaydı bulunmamaktadır. Dahası avukatlık ücretini ödeyemeyeceğini baştan kabul eder. Ve kendi bakış açısıyla oluşan hadiseleri şöyle özetler: Bir gün bir şapka dükkânının önünden geçerken Bayan Emily Jane French (Norma Varden) ile tesadüfen karşılaşır ve kadının başında denediği süslü kokana bir şapkayı almasını ısrarla teklif eder. Aynı kadınla bir sinemada kovboy filmi izlerken karşılaşır. Üstelik bu defa Bayan French hemen önüne oturmuştur. Onun ısrarla almasını söylediği şapka yüzünden ekranı göremez. Isınma turları derken sıkı fıkı arkadaş olurlar. Leonard Vole’ün niyeti zengin dul kadından son icat ettiği yumurta çırpma makinesine destek olabileceği miktarda bir kredi talebinde bulunmaktır.

Bu elbette ilk bakışta dürüst bir iş anlaşması olarak görülebilir. Filmin devamında bunu yakalayacağız ama nasıl?

Cinayetin işlendiği gece Leonard Vole birkaç saatliğine Bayan French’in evinde beraberdirler. Saat dokuz buçuktan önce evden ayrılır. Kadın bu saatte en canlı haliyle ayakta, hâlâ diridir.

Leonard Vole bunları anlatırken Sör Wilfrid tek camlı gözlüğüyle adamın gözlerinde yansıttığı güneş ışınlarıyla onun yalan söyleyip söylemediği hususunda bir test uygular. Testi geçen adamın söylediklerine inanmıştır. Ta ki Leonard Vole öldürülen dul kadının seksen bin İngiliz Sterlini kendisine miras bıraktığını telaffuz edene kadar. Onun bu miras konusunda hiçbir bilgisi olmadığına yemin eder. Kadın bir cinayetle ortadan kaldırılınca meydana çıkmıştır.

Tüm bu diyaloglar hararetle sürer ve iki zıt karakter, Miss Plimsoll ile kalp krizini atlatmış Sör Wilfred, birbirlerini çılgınca kovalarken, polis müfettişi Hearne (Philip Tonge) avukatlık bürosuna sirenlerini çaldırarak varır ve Leonard’ı tutuklayarak merkeze götürür.

Tam Miss Plimsoll, Sör Wilfred’i dinlenmesi için yatağa yatmasına ikna etmişken, henüz büroya teşrif etmiş bulunan Leonard’ın karısı Christine Helm (Marlene Dietrich) ile avukat Bay Brogan-Moore arasında konuşulanlara kulak kabartmak üzere geri döner. Kadın cinayet gecesi hakkında kocasının söylediklerine paralel şeyler mırıldanmaktadır. Derken lafa karışır puro sever yaşlı kurt. İngiliz yasalarına göre kadının kocası hakkında tanıklık edemeyeceğini söyler. Christine ise hiç oralı olmaz ve “Leonard benim kocam değildir,” diye zıt bir iddiada bulunur.

Evde bütün hepimizin yüzü bir anda gerilir. Eeeee, öyleyse, sen ne maydanozsun bakalım diye sorarız. Filme göre birkaç hafta, bize göre birkaç dakika sonra merak ettiğimiz yanıt gecikmez. Sör Wilfrid, Leonard’dan aldığı canlı bilgiyi bize nakleder. O ve Christine Helm nasıl tanışmışlar bunu öğreniriz. Onu savaş sonrası Londra’ya getirmeden önce, havalı Christine bir kafede akordeon çalan aynı zamanda şarkı söyleyen bir yıldızdır. 1945 yılı civarında Hamburg’da tanışırlar.

Bayan French’in cinayeti işlendiği sırada Leonard’ın başka yerde olduğunu kanıtlayacak tek kişi karısı Christine’dir. Bu nedenle ilk buluşmalarında Sir Wilfrid’e, kocasının o malum saatte evde olduğunu söylemiştir.

Ancak bir üçüncü şahıs daha vardır ki daha ilk gördüğü günden beri ne yumurta çırpıcı aleti, ne de onun yaratıcısı, Leonard Vole’yi hazmetmiştir. Bu kişi evin hizmetçisi Janet Mackenzie (Una O’Connor)’dir. Yumurtanın sarısını beyazından ayırmakta güçlük çeken bir makinenin geleceğine inanmadığı için midir, yoksa adamın bir sahtekâr olduğunu mu düşünmüştür, Leonard için mahkemede en sert karşı tanıklığı yapacaktır.

Evde bir sessizlik olur. Babam, “Belki de bu öldürmüştür,” diye soğanla karışık bir laf atınca ortaya bütün sessizlik güme gider. Neyse ki kavurma işi fazla sürmez ve merakımızı cümle aile bütün bedenimizle mahkeme salonuna taşırız.

Biz zaten filmin başından beri şu meşhur Old Bailey’i merak ediyorduk. Sağ olsun “Beklenmeyen Şahit” onu en canlı şekilde evimize kadar getirdi. Hâkim ve avukatlar siyah cüppeleri, beyaz peruklarıyla göründüğünde davanın bir an evvel başlayacağına kanaat getiriyoruz. Düğüm polis şefinin verdiği ifade ile daha bir düğümleniyor sanki. Polisin karışık ifadesine, hatta iddiasına göre cinayet gece saat 9.30 ile sabah 10 arasında işlenmiş olup, sanık Bay Vole’nin ceketi evde bulunmuş, bu ceketin kolunda öldürülen dul kadının kan izlerine rastlanmıştır. Sırayı evin enerjik İskoçyalı hizmetkârı Janet MacKenzie alır ve sözüne, Leonard’ı kafasıyla işaret ederek, “Ben ondan hiç hoşlanmadım,” diyerek dişli bir başlangıç yapar. O gece evine henüz gitmeden önce, evin hanımını onunla konuşurken duyduğunu ve saatin dokuzu yirmi beş geçtiğini söyler. Geri döndüğünde ve hanımını ölü bulduğunda saat on otuzdur. Ayrıca Bayan French’in Bay Vole ile romantik bir ilişkilerinin olduğunu savlamaktadır.

Sör Wilfrid, yaşlı kurt, polis şefinin karışık açıklamalarını etkisiz hale getirmekte başarılı olur ve Bayan MacKenzie’nin sağır kulakları için sipariş ettiği işitme cihazlarının henüz eline geçmediğini, dolayısıyla ilginç bir duyma sorunu yaşayabileceğini ve içeriden gelen seslerin Bayan French’in o sırada izlemekte olduğu televizyondan pekâlâ gelebileceğini iddia eder.

Old Bailey’de davanın üçüncü gününde iddia makamı Bay Myers (Torin Tahtcher) bir sürpriz yapar ve Christine Helm’i son şahit olarak mahkeme salonuna çağırtır. Tipik bir Alman güzelliğinde Christine verdiği şaşırtıcı ifadeyle Sör Wifrid’i ve tüm mahkemeyi şaşırtır. Kadın kocası olmadığını beyan etmekle kalmaz, o gece cinayetin işlendiği saatte Leonard’ın evde olmadığını sözlerine ekler.

Artık birileri yalan söylemektedir ama kim?

Dava gariptir fakat Sör Wilfrid’in yaklaşımı daha bir ironiktir. Bu işlenmiş suç davasının sanığının tek yakın şahidi olarak Leonard Vole’nin ta kendisini tanık sandalyesine çağırır ve ona tek bir soru sorar: “Bayan Emily Jane French’i siz mi öldürdünüz?” Tabi bunun yanıtını ev halkı olarak ağız birliği etmişçesine en önce biz veririz. “Hayır!” Ama ben ayağa kalkar, bir İngiliz avukatı gibi ellerimi koltukaltlarıma götürerek bir ekleme daha yaparım, “Durun bakalım sayın Sayman familyası, henüz her şey bitmedi!

Bunun için akşamın olmasını beklememiz lazımmış. Mahkemenin görüleceği son günün evvelindeki gece gizemli bir bayan telefonda Sör Wifrid’i ister ve Bayan Helm ile sevgilisi arasındaki aşk mektuplarını kendisine satacağını söyler.

İşin seyri değişecek ve ertesi günü karar verilecektir.                 

Jüri kararını verir, biz ev halkı olarak birbirimizi tebrik ederiz. Cinayeti kim işlemiş? Onu da burada yazacak değilim. Eğlenceyi kaçırmadığımız için TRT’ye teşekkürler.

Seref Sayman

Kazasker Şakacı Sokak, İstanbul, 29.01.1977 

***…*** 

(*) Önceki Makale: TV’de Ecnebi Film: “Yalnız Süvari”

(*) Sonraki Makale: TV’de Ecnebi Film: “Kayıp Efsane” 

>>> [iÇERİKdİZİNİ]