Velespit Sevdası Başka Bir Şeye Benzemez

 

Pire🚲 ile “TÜRKİYE TURLARI” Hazırlık Güncesi: Gün 16 

Bisiklet bir tutkudur, bir yol masalı dostudur, gönülçelen bir sevdadır. Bisikletle memleket yolculuklarını düşünde gören biri yol sevdasına tutulduğu aşkını ömrü buyunca unutmaz, yaşadığı sürece onu hep arar durur... #pire🚲 ile Türkiye Turları öncesi hazırlık dönemi ve alıştırma gezileri... 

A aa! Göğsümde Bir Ağrı... Daha doğrusu yüreğimde... Şu Biontech aşılarını oldum olalı böyle bir yan etki duyumsamasına yordum gitti... 

Niye bilmem, “bu akşam ölsem Gazali, kim anlar seni anmadığımı bu şiirde?” geçti aklımdan, göğsümdeki şiddetli ağrıdan sonra. 

Bu yazı biraz geç yazılıyor. Niye bilmem, “katır tepmiş gibi olur onun ağrısı” sözü geldi aklıma da, kendimi rahatlatıp oturabildim başına, göğsümdeki şiddetli ağrıdan sonra. 

Ben bir gün giderim ki neyim kalır, eksik bıraktığım her şeyim kalır”... 

Yaşlılık belirtisi zahir, gün ağarırken böyle şeyler düşündürdü, altı üstü biraz şiddetli göğüs ağrısı. Hâlâ yaşarken, gitmeden eksik bıraktıklarımıza evrildi sonra zihindeki sorgu. 

Bir gerçeklik, bir ihtimali kaldırıp yere vurdu. 

Hiç önceki süreçten haberdar olamadan, bir eksilmeyi “editlemeye” girdiğim haberden öğrenirsem, ağrısın zaten göğsüm. 

A aa! Cem yoldaş mı! 

A aa! Bu nida işte, bu yazıklanmadan önceki şaşkınlık, bu düzenin, hani o ölümüne çarpıştığımız düzenin hiç fark ettirmeden bizden eksilttiği. Yaşarken... 

Boğaz Köprüsü. Altımızda, ayıptır söylemesi bir cakalı Opel Ghia ki, yanından geçtiğimiz araçtakiler şöyle bir bakıyorlar. OGS yok, OKS yok, HGS falan filan da yok o zaman. Hepsi tekmili birden paralı gişeler. Anasının kuzusu gibi uzunca abartılı bir kuyruk. Dalmışız, anlaşamadığımız bir konuda tartışmaya sürücüyle. Küt! Öndeki araç stop lambasız artık. Hışımla iniyor bir adam. Bizim haspa gayet sakin ve korkarım alışkın, “inşallah bizde hasar yoktur” diyor dönüp. Nasıl baktıysam artık, hemen ardından açıklama. “Çok pahalı lan bunun parçaları.” Sonra, o kazanın mağdurundaki hışımın yerini alan, inanamamaktan faltaşı gibi açılan gözler. Bizim sürücü de iniyor çünkü, iki koltuk değneğiyle. “Pardon kardeş, arkadaşı vapura yetiştiriyorum da, telaştan...” Açıklama saçma ama, adamın gözleri Cem’in bacaklarına kilitlenmiş, nasılsa fark etmeyecek ne söylesek. Tek kelime etmeden biniyor aracına tekrar, donuk hareketlerle. “Nasıl ya!” Ne bilsin adam, pedallarına elle hükmediliyor bu Opel Ghia’nın. Cem’e özel... 

Habere bakıyorum bunlar geçerken aklımdan. 

A aa! A aa! yaa… Olmaz tabii haberin, “aramızdan ayrıldı” denilene kadar. Bilemezsin. 

Acaba ne yapıyor” diye konusu açılınca, ne adresi kalmış elinde ne telefonu, bu haberi okumadan bir gün önce de, bir Google aramasında görmedin mi ölüm ilanını Rüştü yoldaşın? İsim benzerliğidir umudundan utanmadın mı sonra, iki yıl önceye ait bu ilanın bizzat ondan bahsettiğini öğrenince. 

Tıpkı Bedir yoldaşın ölüm haberini mektup köşesinde aldığın gibi... 

A aa! Yaa, a aa! tabii. 

İşte böyle bir şey bu sistemin senden eksilttiği. Kimini gününde, kimini iki yıl sonra, bir internet sayfasından öğrenirsin ki, bir yenilmişlik hüznü eklenir acına, göğsünde bir lanet ağrı sonra... 

Bu akşam ölsem...” ha… “Eksik bıraktığım her şeyim...” ha... 

Haydi otur şimdi, döşen bir yazı, ne bileyim, iletişim araçlarının bu denli çeşitlenmişliği ortamında, giderek iletişimsizliğin, yalnızlaşmanın artışı arasındaki ters orantıda, teknolojinin sembolize ettiği yaşam tarzının rolünü anlat. Bu insani yabancılaşmanın müsebbibini koy hedefe, mücadele yönteminden bahset mesela. 

Ya da yaz şöyle bir, efendim, geçim gailesinden rahat yaşam statüsüne kadar, işe güce daldıran sistemin insanları nasıl kirlettiği üzerine bir şey. Sık sık yaparsın, yap yine ortaya, bir çocukluğunu yitirmek, büyümek, sistemin çarkları arasında yaşamın gerçeklerine diz çökerek bir dişli olmak temalı edebiyat. 

Öyle çok noktadan bakabilirsin ki meseleye, zekisin, birikimlisin, döşen şöyle bir... 

Sonra göğsünde bir ağrı, silsin hepsini de, “bu akşam ölsem...” kalsa geriye. 

A aa! A aa, yaaa... 

Tut ki ölmedin işte, herkes anladı Gazali’yi, Ömer Hayyam’ı, ya da ne bileyim Neyzen Tevfik’i andığını. Gitmedin, eksik bıraktığın şeyler kalmadı ardında... Kolay mı öyle! Yaşarken eksilmelerinden, gerekçelerinle beraat var mı öyle, göğsün ağrırken? 

Ben yazmazsam kurbağalar kısır kalır, toplantım var, şehir dışında olacağım, bugün buluşamayacağız işim çıktı, valla nefes alacak zamanım yok, öyle yoğunum ki, tabii ya ilk fırsatta, tamam araşırız... 

Kimi tecimsel, kimi ulvî... Aradaki nitelik farkı, eksilmeyi örtmüyor işte. Daha dün gibilerden bir günmüş gibi gazete dağıtımının analizini yapmıştınız beraber yahu, a aa! demek hastaymış... Demek! A aa! 

Ne oluyor bize? Hadi, “sistemin öğüttükleri”ni anladık, hatta anlattık, ya nedir o, bizim de eşimizin dostumuzun haberini “a aa!” nidasıyla karşılamamız? Ne oluyor bize? Eski yoldaşlık günlerini anımsayıp hal hatır soramaz mı olduk cidden! Şimdiki eski arkadaşlıkların yok oluşu bir düzlemin esaretini mi yaşıyoruz hep birlikte? 

Çarpışma anında göğüs göğüse geldiğimiz düzenle temastan mı nasipleniyoruz ne? Yabancılaşıyor muyuz birbirimize? Nesneleşiyor muyuz? 

Katır tepmiş gibi olur onun ağrısı” diyorlar zaten, bu da geçti gitti. Geçti ama... Acep sürgit bir hal mi alaydı da, önceki niceleri gibi, bildiğin simaları, tanıdık bedenleri internetten uğurlamak zorunda kalışın utancı eksilmeyeydi iman tahtasından, insanı, dostu, arkadaşı, sevgiliyi, aileyi ihmalin mücadele ettiklerimizin üstümüze sıçrattığı kirden arınma kararlılığımız yaşamın hayhuyunda yine uçup gitmeyeydi... 

Hoşça kal yoldaşlarım, bağışla arkadaşım Mehmet... Ama bakın andım işte, yazdım adınız geçen bir yazı! Elimde bir kalem, önümde bir köşe, zekiyim, birikimliyim, merak etmeyin dostlar, sizi de yazarım... 

Gün ağarırken, göğsümde bir ağrı... 

Bu akşam ölsem... eksik bıraktığım her şeyim... 

A aa! A aa, yaa... 

Ama durun durun... Bir elma kurdu vardı, “Hayvanlar”da. Kitap kurdu olmaya niyetlendiydi. Sonra rastlaştığı hayvanlara, anlaşılmaz sözlerle hitap ettiydi. Dedikodu yaptıydı arkasından serçeler, o artık entel oldu diye. Dönemin, entelektüalizme kaçanlarını hicvettiydi. Ama, aynı kitap kurdu, yine elmaya dönerken, ortalıkta kitap kalmadığını, açlık başgösterdiğini de söyleyip, işin siyasal ortamına da gönderme yaptıydı. Sonra, “Ananın Yasası taslağı”nı yiyip hazmedemediydi. Böyle şeyler çizilirdi “Hayvanlar”da, kimsenin çıt çıkaramadığı yıllarda... Ah bir de sevgili arkadaşı “Che” Ayhan vardı, henüz 17’sinde faşist namlulardan çıkan mermilere boyun eğen... Yaşasaydı, ömrü vefa etseydi, yalnızca 80 darbesinin tanklarının önüne serilip yatmaz, uğursuzluğu halk arasında tescil ettirilmiş aydını sembolize eden baykuşu gibi didinirdi, daha 82 Anayasası taslakken! Referandum’da, Hacı Deve JR’ın “Deveyasa”sı oylanırken de lağım faresi çığlık atıyordu: İnsanlar nerede! 

Hah, şimdi oldu. Sürekli bir siyasal tavrın çizeri, bir mücadele adamı olarak da portresine değinildi. 

İnsanlar nerede! 

Bu çığlığı alın, velespit sevdası kampanyamızın bir unsuru gibi değerlendirin. 

Ben, niye bilmem, belki göğsümdeki ağrıdan, “a aa!” nidasından utanma çağrısı gibi algılıyorum şu an... 

Geçer. 

[Ayrılık esintisi: SON 26 GÜN] 

***…*** 

(*) Önceki Makale: Sen de Epten Yaptın Kendini Üc Yaşında Kızancık Gibi Koş Biraz Beya

(*) Sonraki Makale: 🚲&📖 Ayşegül Kaya “İstanbul Bitmeden” 

Bir sonraki “Bisiklet Turlarında Kitap Okuma” seansında görüşmek üzere; sevgiyle kalın,

Gezenti Bisiklet   

***…*** 

[ÖNCEKİ] << [🚲TURNE] >> [SONRAKİ] 

>>> [iÇERİKdİZİNİ] 

***…***