FOKLARIN GELİŞİMİ
Doğduğum günden bugüne duyduğum en alışılmış, yaygın öğüt “Allah ıslah etsin”. Bunun bir dizi anlamı var elbette. Yaramazlık yapma, iyi çocuk ol ve
kendini geliştir. Okul öncesi hayatım hep ‘aferinler’le, ‘yapma çocuğum’ laflarıyla geçti. İlki ilaç gibi gelirdi. İkincisi ise bazen haddini
aşar bacak kırmaya, kafa kırmaya olmadı dile acı kırmızıbiber ekmeye kadar
giderdi. Okul zamanı gelince aramıza yetmezmiş gibi bir de üçüncü şahıslar
katılmaya başladı ki esas eğlence de böylelikle başlamış oldu.
“Eti senin kemiği benim, hocam!” diyebilecek kadar
ileri giden bir anneyi bağışlayan ağabeyime inat “Ette benim kemik de benim” diyebilecek kadar ileri giden bir çocuk olmanın şerefini taşıdım ben
hep. O gündür bugündür de annemin babamın benim için çizdikleri yolda değil,
kendi harita metodumla ilerliyorum. Muvaffakiyetli bir çocuk olduğumdan
herhalde bana karışmıyorlar. Belki de son çocuk olmanın talihi de diyebilirim.
Belli ki sıra bana gelinceye kadar yoruldu biçareler. (Şimdi bu satırları kendisine okuyunca annem bana fena kızacak; ama
biliyorum o kızgınlığın altında yine bana lütfettiği bir övgüsü mutlaka olacak!)
Gelişmenin en özel boyutu bu olmalı. Kimseler karışmayınca işler
sanıldığının tersine fevkalade yürüyor. İnsan kendisine daha çok güveniyor ve
başarının ardı arkası kesilmiyor.
Bu nedenle her fırsatta şanslı bir çocukluk geçirdiğimi dile getiriyorum.
Kimse erken kalkmama, geç yatmama, televizyon başında oturmama ses çıkarmıyor.
Kimse okuldan eve gelince çantamı bir köşeye fırlatıp aşağıya, bahçeye inmeme
karışmıyor. Kimse hafta sonları uzun saatler ortadan kaybolmama ses etmiyor.
Kimse kimin evine kendimi davet ettirdiğime, kimleri bizim eve davet etmeme de
karışmıyor. Sanırım bunda sömestr ve dönem sonlarında karnemde getirdiğim
yüksek notlar, annemin her veli toplantısından koltuklarının altında taşıdığı
karpuzlar ile dönüşü, babamın “hükümet adamı” sözcüsü olmam, ağabeyimin sözünden çıkmayışım ve galiba en önemlisi
yapacağım şeylerin, gideceğim yerlerin, döneceğim saatlerin özet bir bilgisini
geçmem rol oynuyor.
‘Ağabeyimin sözünden
çıkmayışım’ dedim de bunu biraz
açayım. Bizimkilerin bana söz geçiremediği en dertli husus ben arkadaşlarım ile
birlikteyken, oyun oynarken, maç yaparken ya da kendimce bir işle meşgulken
ağzımdan çıkan o tılsımlı sözcük: “Sonra!” Bu kelimeye ifrit oluyorlar. Zira o kadar kısa çıkmıyor dudaklarımın
arasından. Şöyle güzel bir uzun hava gibi söylüyorum: ‘Soooonaaaaa...’ Şimdi durumu kendi
aralarında kafa yararak çözmüşler. Ağabeyim ne zaman seslense yanında
biteceğimi bildiklerinden onu kullanıyorlar. “Oğlum, Şeref’e söyle de bakkala gitsin.” “Oğlum, Şeref’i çağır da şuraya, şuraya gidip şunları, şunları alsın.” Güzel çıkar yol, yeminle. Bayağı başarılılar.
Kalbimdeki cevheri sökü atamayacakları bir başka konu da ilkokul üçteyken
merak saldığım mandolin çalma sevdasıydı. Gerçi o dönemde birçok arkadaşımın da
böyle hevesi vardı. Kurs açılır açılmaz çifteleyerek dalmıştık o kapıdan içeri.
Giremeyenlerin kursağında kalmıştı hevesleri. Kendi kendime çıkardığım
notalı-notasız besteler, bizimkileri kendinden geçiriyor, bendeki bu gelişmeyi
hayranlıkla izliyorlardı. Oysa oğullarının, bundan yedi-sekiz yıl önce,
repertuarındaki sevdiği şarkıları söyleme sevdasına tuvalet lambasının
anahtarına elini kaptırdığı günleri çabuk unutmuşa benziyorlar.
Gelişmenin aktiviteleri resim, müzik, oyunculuk, oyunlarda sonsuz
yaratıcılıklar, şiirler, piyesler, öyküler, kompozisyonlar ile sürüyor olsun
denediğim ve denemeye devam ettiğim çıraklıklarımla da başka bir havada kendimi
geliştirdiğimi yazmalıyım.
Çok sevdiğim bir Hadımköylü arkadaşım şöyle demişti: “Oo-haa! Yahu ne biçim
birisin sen?” Arkadaşımın ‘hayırsever’ duyduğu heyecanının aşırı
ölçüsü bir tarafa, bugüne kadar yaptıklarım bana yetmiyor, daha da yapmam
gereken şeyler olduğuna kendimi inandırıyorum. Ne de olsa düşlerime renk katan
pembelerin daha da pembeleşeceğini, kırmızıların daha da kırmızılaşacağını ve
mavilerin daha da mavileşeceğini biliyorum.
“Şakacı Dünya”da insan büyürken bile bir desteğe ihtiyaç duyuyor ama o köstek farklı kanallardan
geliyor: “Sen çabuk öfkelenen, telaşlı birisin. Kendini geliştir.” Hepimizin çevresinde bir sürü akıl hocamız olduğuna inanamıyorum. Her
kafadan ayrı bir ses çıkıyor. Çok sesli konserlere benziyor. Gıy-gıy’lar,
tıngırdatmalar ise bir birine karışıyor. Nefesimizi de kontrol altına alsınlar
bari.
Yıllar boyunca öğrendiğim tek değişen şeyin insanın kendini geliştirme
ihtiyacının değişmeyeceği. Her seferinde başka bir formda karşıma çıkıyor.
Hayat bana değişmeyen bir şekilde gelişme için gayret edilen bir şey gibi
görünüyor. Geçmişe bak ve ne kadar geliştiğini gör. Boy, pos, akıl, yürek... Ve,
evet, ben gelişiyorum. Geliştiğimi “Şakacı
Dünya”ya belgeliyorum!!!
Gelişigüzel Kafalama:
Çok uzun bir uzun zaman oldu biz Kazaskerlilerin şu Şakacı Dünya’nın içinde yuvarlanmaya başladığımızdan beri. Her gün başımızda bir
öğretmen gibi dikilen yeni dersler hayatımızın ansiklopedilerini ekliyor.
Okulda bir zamanlar okuduğumuz Hayat
Bilgisi dersine hiç benzemiyor. Her yaşta farklı yaşıyoruz onu. Yine de
bilmemiz ve öğrenmemiz gereken nice Sosyal
Bilgiler katında mevzular var. Şakacı
Dünyalı geçmiş hakkında huzurlu,
bugün hakkında kuşkulu, gelecek hakkında sorgulayıcıdır.
Ama ben bazen şöyle de düşünmeden edemiyorum: “Bırakalım bazı şeyler
kendiliğinden olsun.” Her şey olacağına varır!!!
***…***
Şakacı Dünyalılar hayatınızı basitleştirecek şu reçeteyi de bir
köşeye not edin:
- Ø Her zaman ümitli olun; şartlar ne denli zorlaşırsa zorlaşsın.
- Ø Herkese teveccüh gösterin.
- Ø Arkadaşlarınızı, dostlarınızı, yakın komşularınızı, yakın/uzak akrabalarınızı, sevdiklerinizi düzenli olarak davet edin.
- Ø Hayatın sizin için çaldığı her ritimli parçaya tempo tutun ve dans edin.
- Ø Size fırsat doğuran her dakikadan mutluluk elde etmeye çalışın.
- Ø Kalbinizin sesini dinleyin.
- Ø Daha fazla sarılın, kucaklaşın, öpüşün. Birbirinizi daha çok sevin.
- Ø Hobi olarak sevdiğiniz şeyleri yapmaktan keyif alın.
- Ø Size korkunç yüzünü gösteren hayatla dalga geçmesini bilin.
- Ø Mahalleniz ve çevresindeki her şeyi sevin. Şakacı Dünya yaşamak için en güzel yerlerden biridir.
- Ø Her gün yeni şeyler öğrenin.
- Ø Kin taşımayın. Asabi kalkarsanız köpürmeyle oturursunuz.
- Ø Geçmişin tüm kötü hatıralarını silin.
- Ø Hayat sizi ne kadar aşağılasa da yukarı çıkmayı deneyin.
- Ø Size zarar veren şeyleri bırakın.
- Ø Kendinize güvenin.
- Ø Daha çok gülümseyin. Hatta kahkaha atın.
- Ø Hayatın gerçek anlamını anlayın.
- Ø Yaşadığınız yere değecek bir şeyler yapın.
- Ø Ne yaparsanız yapın en iyi olanın hasretini içinizde hissedin.
(Bunların bir kısmını gırgır
olarak yazdım, bir kısmını ise gerçekçi.)
Seref Sayman
Kazasker Şakacı Sokak, İstanbul, 22.04.1977
***…***
(*) Önceki Makale: Güldestem: “Kafalama – 3”
(*) Sonraki Makale: Güldestem: “Kafalama – 5”
>>> [iÇERİKdİZİNİ]