Selim İleri'den "Bodrum Dörtlemesi" ile 🚲&📖 Sezonu Mühürlerken

 

Pire🚲 ile “KİTAP OKUMA TURLARI” Babaeski Günlükleri

🚲&📖 ~ 1: Bisiklet kurgusal, romansı bir tutkudur, bir yol masalı dostudur, gönülçelen bir sevdadır. Bisikletle kitapları düşünde gören biri yol sevdasına tutulduğu aşkını ömrü buyunca unutmaz, yaşadığı sürece o okuma mekânını hep arar durur... 

🚲&📖 Turları: ROMANLAR Kategorisi”

Selim İleri “Bodrum Dörtlemesi” 

1-  Her Gece Bodrum

2-  Ölüm İlişkileri

3-  Cehennem Kraliçesi

4-  Bir Akşam Alacası 

İlk kitap okumu turumu Babaeski’de sevdiğim bir yazarla açıyorum. Bundan sonra da sık sık benzeri turları yapacak, heybeme alacağım bir kitabı kuracağım piknik sofrasına konuk edeceğim. Maksat hem gezmek hem de kitap okuyarak eğlenmek olsun. Eserin tanıtımı da bu turların temel ilkesi; arşivimde yer alsın ara ara bakar o keyifli piknikli günleri zevkle yad ederim.

Eğer Ege'ye açılıp, Muğla’nın ‘Ebedi Mavilikler Cenneti’ Bodrum’u okumaya karar verirseniz... 

Yapaylığı sorgulayacaksınız ister istemez. O günün yapaylığını, bugün daha da hız kazanmış olan yapaylığı. Dostluklarda, içki masalarında, teknelerde yaşanan, kişileri yalnızlığa sürükleyen yapaylığı. Karşılıksız aşkları, o aşkların kahramanlarını, onların satır aralarında gizli kalmış geçmişlerini okuyacaksınız. 

Örneğin; “Her Gece Bodrum”u okurken, Bodrum’un renkleri, kokuları ve ışıkları gelecek size doğru. Tabi 70’lerin Bodrumu’nun. 

Keyifli okumalar ☺️📖🚴 

Romanın ‘acı ama gerçek’ bir eleştirisi 

Selim İleri, “Bodrum Dörtlemesi” romanlarında bireyin hallerini anlattıkça “bireyci” bir yazar olmakla, “küçük oba”yı temsil eden belli roman kişilerine odaklanarak toplum sorunlarını ihmal etmekle ve cinselliği işleyişindeki aykırı tavrıyla “cinselliğin yazarı” olmakla eleştirilmiştir. 

Burada, yayımlandıkları dönemde içeriğiyle edebiyat dünyasında tartışılan bu romanların içeriğini biçimlendiren ögeleri ve Selim İleri’nin yazar tavrını ortaya koymak gerekirse; ve konuyu bireysellik, cinselliğin ve aşkın işlenişindeki aykırılık, aydın bireyin eleştirisi olarak üç başlık altında ele almak yeğlenirse... (örneğin burada sadece bireysellik temasına dokunmak istedim –ŞS) 

Bireysellik 

1970’lerde toplumsal sorunları bir ayna gibi yansıtma iddiasındaki romanların yanı sıra, bireyin peşine düşmüş, onu toplumsal bağlamından koparmadan, hatta toplum sorunlarını bireysel bunalımların kaynağı olarak işleyen bir başka roman yazılmaya başlanır. İlk örnekleri tartışma yaratan bu romanlar, modernist romanı besleyen psikanaliz kuramından da etkilenmiştir. Türk romancılığında Ferit Edgü, Leyla Erbil ve Selim ileri gibi yazarlar bu tarz romanların başarılı örneklerini verirler. 

Selim İleri’nin “Bodrum Dörtlemesi” romanlarında, bireyin toplumdaki konumunu sorgulayan, bireyin hallerini sergileyen bir tavır söz konusudur. Romanlarda, toplumsal açmazların bunalttığı küçük kentsoylu aydının varoluş serüveni anlatılır. Yazar, bu romanlarda tarihsel zamanın kimi olgularına değinmekle birlikte, kişilerin bireysel tarihini ön planda tutar. Başka bir ifadeyle Selim İleri, “Her Gece Bodrum”, “Ölüm İlişkileri”, “Cehennem Kraliçesi” ve “Bir Akşam Alacası”nda, bireysel psikolojinin vurgulamasına öncelik veren yanıyla dikkati çeker. Bireyin yaşadığı yalnızlıkları, yabancılaşmayı ve iletişimsizlikleri sorgular. 

Yalnızlık, Selim İleri romancılığında önemli bir yere sahiptir. İlk romanından sonuncusuna kadar var olan yalnızlık, “insanın yabanlığını, uyumsuz insanın uçsuz bucaksız tedirginliğini” anlatır. Yalnızlığın sanatçının yazgısı olduğuna inanan yazar için yazmak, yalnızlığı gereksinir; yaratmanın temel ögesini yalnızlık oluşturur. 

Bodrum Dörtlemesi”ni oluşturan romanlarda, neredeyse bütün kişiler “herkes için geçerli tek yaşama biçimi” olan yalnızlık duygusunu yaşarlar. Bu duyguyu yadırgamayan yazara göre, “anne karnında başlayan yalnızlık” doğal bir süreçtir. Herkes farkında olmadığı, öncesiz ve sonrasız, “ıssız ve yağmurlu” yalnızlıkları yaşar. Dünyada ve yaşadığı ülkede insanların büyük yalnızlık çektiğine inanan Selim İleri, yalnızlığın bütün hallerini en somut biçimde ve en can acıtıcı boyutuyla anlatmak ister. 

Yazarın “Her Gece Bodrum”dan başlayarak yansıttığı yalnızlık hali, daha çok bireysel yalnızlıktır. İçe kapanma şeklinde görünür ve temelinde iletişimsizlik vardır. Kimi zaman fiziksel yalnızlık söz konusu olmakla birlikte, Kafka’nın “Her yalnızlık insanlarla doludur” ya da Sartre’nin “Cehennem, başkalarıdır” sözleriyle işaret ettikleri kalabalıklar içinde de yaşanan yalnızlıktır. Ancak bireyin, birey olabilmesi için yine bir bireye ihtiyaç duyması gerçeği, insanın varlığının vazgeçilmez oluşunu tekrar ortaya koyar. İnsan ne kadar özgür olursa olsun, ötekinin varlığına o kadar bağımlıdır. Başka bir ifadeyle, öteki bizi, kendimizi sorgulamaya, eylemlerimizi değerlendirmeye zorlar. “Her Gece Bodrum”un Cem’i her ne kadar toplumla uyumsuzluk içinde olsa da bu gerçeği kabullenir: “İnsan çevresinden kaçmak istiyordu kimi zaman. Bir yığın arkadaşlık, bir yığın kimsesizlik! Ayrıca insan kimsesizliğini besleyebilir, ondan yeni sözcük, yeni bir dil yaratabilir. Böylece herkesin birbiriyle olan ilişkisi biter, tek başına kalmak bu ortamda bir onura dönüşürdü... Ancak tek başına kalamayacağını anladıkça, anlamaktan da kötü bir şey bu duyumsamak, önüne geçememek, dizginleyememek ve boyun eğdikçe; başkalarına (bir iki yıllık arkadaşlıklar) koşuyordu. (... ) bu çevreye, bu çevrenin insanlarına ve anlayışlarına dilediğimizce karşı çıkalım, yine de onlarla belirleniyorduk; böyleydi bu yüzden kolay değildi yalnız olmak... 

Romanlarda bireyin yalnızlığının temelinde, özgürlük bilincine sahip olması yatar. Dış dünyadan kopan, kendi içine kapanan ve onlarla çatışarak uyumsuzlaşan birey bir anlamda özgürleşir. Bununla birlikte, Selim İleri’nin bireyleri toplumsal çözülmüşlüğün ve yozlaşmışlığın yaşandığı kalabalık içinde kendi özgürlüğünü yaşarken, tutsağı oldukları “tek başınalık”ın yarattığı acıyı duyumsarlar. Bu durum Betigül’ün ironik yaklaşımıyla ortaya konur: “Yalnız kendisi, otuzunu iki yıl aşkın kendisi, ‘yaşlı kız’ olma kaygılarıyla donanmış, beyaz gelinlikler yerine saçındaki akları kınayla örten, bir tutsak gibi; hayata tutsaktı, törelere ve aile bağlarına tutsaktı; “Şimdiki aklım olsaydı evlenmezdim hiç!” diyordu evli arkadaşları, Betigül’ün özgürlüğünü kutsarcasına, yenememişti tek başınalığı... 

Bodrum Dörtlemesi”ni oluşturan romanların genel özelliği, yaşamla barışık olmayan, huzursuz ve çevreleriyle sağlıklı iletişime giremeyen kişilerin kendi iç dünyalarına gizlenmeyi tercih etmeleridir. Onun figürleri, içinde yaşadıkları ortamın kültürüne yabancılaşmış ve en yakın çevreleriyle bile iletişim kuramayan kişilerdir. Örneğin “Her Gece Bodrum”, aydınların daha çok iç dünyalarında yaşadıkları ayrılık, duygusal uzaklık ve sevgisizlik gibi kırılgan duyarlılıklarını anlatmaktadır. Cem ve Emine, yaşanılan iletişimsizlik, yabancılaşma ve çelişkileri sorgulayan roman kişileridir: “Hepsi (apayrı düşünceleri benimsemiş olan hepsi, ‘Bizler’) bir adaya toplanmışlardı, böyle düşünülebilirdi. Adaya kapatılmışlardı. Bu adada birbirlerini tüketiyorlardı. Tek eylemleri birbirlerini tüketmekti.  Burada yozlaşmış düzenin üyesi olan bu kişilerin, kendi olmayı başaramayarak yığınlar halinde, kendilerini ve birbirlerini tüketerek yaşadıkları vurgulanır. 

Selim İleri’nin roman kişisi varoluş sürecinde, kendisini sarmalayan maddi kaygılar karşısında kendi olma mücadelesi verirken, aynı zamanda yozlaşmışlıkla çatışır. Çıkar ilişkilerinin, ikiyüzlülüğün ve bencilliğin egemen olduğu kaos ortamında dürüstlük, samimiyet, kendi olma gibi erdemler cezalandırılır. Bu cezalandırma, sosyal yozlaşmasının insanlararası ilişkilere nasıl egemen olduğunun da açık bir göstergesidir. “Ölüm İlişkileri”ndeki Belkıs, Cemal, Emre ikiyüzlü aydın tavrından, bireysel sorunlarla toplum sorunları arasında sıkışıp kalmaktan, sanatçı kimlikleriyle gündelik yaşantıların yarattığı çatışmalardan huzursuz, mutsuz ve umutsuzluğa düşmüş kişilerden birkaçıdır. Selim İleri’nin, “Bir sanrının romanıydı. 0 zamanlar toplumda ve çevremde bir dolu iletişimsizlik, mutsuzluk, umarsızlık görüyordum,” sözleriyle değerlendirdiği romanında, dış gerçeklikten kopuk kişiler yarattığını ifade eder. Bu tavır “Bodrum Dörtlemesi”ndeki romanlar başta olmak üzere, yazarın romanlarının tamamı için geçerlidir. 

Selim ileri, ikiyüzlü, özentili kişilerin karşısına, gerek kendileri gerekse çevreleriyle diyalektik bir hesaplaşma ve çatışma içinde olan aydın bireyi çıkarır. Ancak bu birey ötekine öykünerek kültürel değerlerini yitiren bir toplum içinde kendi kişiliğini sorgularken karamsardır. Özellikle “Bodrum Dörtlemesi” romanlarındaki Cem, Emine, Murat, Cemal, Mehmet, Emre Taran dış gerçekliğin gereklerini yerine getirmekte zorlanan, “gülen eğlenen, akşamları kır kahvelerinde dostça söyleşen insanlara uyamayan” karamsar, çevreyle sağlıklı iletişime giremeyen kişilerdir. 

Romanlarda, bireyin çelişkileri ve çatışmaları, metin dünyasına dâhil edilir; birey, toplumsal bozulma ve çürümenin yok edici etkisi altında iletişimsizliğe dayalı yalnızlıkları yaşarken varoluşlarını tamamlama çabasındadır. Toplumsal rollerle kuşatılan bu bireyler kimi zaman kendisine ya da dış gerçekliğe yabancılaşarak yaşamın kaosundan kaçışa sürüklenirler ya da intiharı seçerler. “Cehennem Kraliçesi”nde, Mehmet’in yaşadığı içsel hesaplaşmanın yansıtıldığı “Eprimek” başlıklı bölümde, böylesi bir yabancılaşma süreci anlatılır. Evliliği bitmiş, çalıştığı üniversiteden istifa etmiş, sosyalist arkadaşlarıyla çıkarmayı planladıkları dergi, görüş ayrılıkları yüzünden gerçekleşmemiştir. Yaşantıların küçük kentsoylu alışkanlıkları ve bencillikleriyle dolu olduğuna inanan Mehmet, kendisinin de içinde olduğu bu yitik kuşak içinde yalnızdır. Mehmet gerçek bir entelektüeldir, yaşamı yüzeysel haliyle kabullenmez; ancak yalnızlığı aşmanın diğer yolu olan yaratıcılığını ise, yitirmiştir. “Mehmet’i asıl tüketen, intihara yönelten, dava arkadaşlarının duyarsızlığına karşın, ileriyi görebilmenin yalnızlığını yaşamasıdır. 

Küçük kentsoylu dünyası içinde çürümüş ilişkiler matrisini yaşayan roman kişilerinden Mehmet, bir intihar edimiyle kendini aşabilme savaşı verir. Bu köktenci seçimiyle diğer roman kişilerinden ayrı bir düzleme taşınan Mehmet’in anılarıyla onu intihara sürükleyen nedenler aktarılır. Bu edim, yaşanmış olayların bir çeşit vargısı görünümündedir. Mehmet kendini Marksçılığa göre konumlandırırken intiharıyla Albert Camus’un sorunsalına yaklaşır. Camus’ta intihar bir sonuç değil, bir başlangıç noktasıdır. Mehmet’in arkadaş çevresi içindeki küçümsenişleri, dergi çıkarma girişiminin zihinsel baskısı, alkolik eşi Semra ile kopan iletişimi, sosyalist düşünen; ancak burjuva yaşam tarzına sahip olan arkadaşlarının ve kendinin de kaybettiği duyarlılık, onu intihara götüren nedenlerdir. 

Semih Gümüş, “Başkaldırı ve Roman” adlı incelemesinde, aydın intiharı olgusunu irdeler. Gümüş, intihar olgusunu şöyle tanımlar: “İntihar yok olmaya yüz tutmuş bir inancı yerine kendini koyarak, kendine kıyarak yüceltme biçimidir.” Mehmet çevresiyle çözemediği çatışmalar sonucu parçası olduğu topluma yabancılaşmaya başladığında, intihar kendini güçlü bir çözüm olarak hissettirir ve Mehmet intiharıyla toplumun tüketiciliğinde var olan kurallara karşı bir başkaldırıyı içeren aykırı bir duruş sergiler: “Ölüm ve çoğalma. Ölüm ve çoğalma şimdi iç içeydi. Çoğalmanın irkiltici, bir vahşetten ya da vahşete benzer, adı henüz bulunmamış, adını kendisinin henüz bilmediği ‘şeyden’ geçtiğini algılıyordu. (...) bir kadının kanla anaçlığına, doğurganlığa geçişi. Burada çarşaf, bütün o eski, o korkunç töreler sizinle olsun. 

Selim İleri, “Bodrum Dörtlemesi”ndeki romanlarında bireyi, bireyin yalnızlığını anlattıkça “bireyci” olmakla eleştirilmiştir. Yazarın “yazınsal stratejileri, estetik kaygıları, birey ve sorunları üzerine yaptığı vurgu ve belirgin umutsuzluğu, onun siyasal düzeye ilgisizliği biçiminde algılanmıştır. Oysa romancı, yaşamı tüm gerçekliğiyle sanat katına çıkarma eğilimindedir ve bu bakış açısıyla ele aldığı bireyi bütün yönleriyle anlatma çabasındadır. Onun romanlarının odağında, bunalan küçük kentsoylunun kendisi ve dış gerçeklikle çatışmaları yer alır. Romanlarının kurgu dünyası bu figürlerin kendini bulma ve kurma edimleriyle şekillenir. Selim İleri, yazarlık yaşamında bireye ait olanı anlatmayı benimsemesine karşın, toplumsal sorunların tamamen uzağında olmamıştır. İçsel yaşantılar ya da bireyin bilinci onu etkilemekle birlikte, dış gerçeklikte insanların yaşadıkları sorunlara karşı her zaman duyarlı olmuş ve bu duyarlılıkla, bireyin acılarını, yalnızlıklarını, çatışmalarını, iletişimsizliklerini ya da yaşamdan vazgeçişlerini romanlarına yansıtmıştır. 

Şu bir gerçektir ki, Selim İleri’nin romanlarını besleyen temel öge duygudur. Başka bir ifadeyle, yazarın romancılığının başat özelliği sezgi ve duygu yoğunluğudur. Birey, bütün iç karmaşaları, hüzünleri, geçmişi, yalanları, kötücüllüğü, itirafları ile yer alır romanlarda. Fatih Özgüven, onun duyguyu düşünce sanma eğilimini eleştirir. Özgüven’e göre, yazarın aşırı duygucu tavrı, hayatın bütününü kapsar ve onun eserlerinde duygular, toplumsal ilişkileri açıklamak amacıyla kullanıldığından “militan bir duyguculuğun silahı” haline gelir. 

Hasan Bülent Kahraman, konuyu bireyciliğe dayandırmaz. Toplumsal bir fona yansımış bireysellikleri, temellendirmek ve belirlemek çabasında olan Selim İleri’nin toplumsal farklılaşma içerisinde bireyin yabancılaşmasını, (burjuva ya da orta sınıf aydınını) iletişimsizliğini irdelediğini, yazarın bireyselliği uç noktaya vardırsa da kişilerin ortaya koyduğu sorunsalların toplumsal kökenli olduğunu belirtir. 

Kahraman’ın aksine Atay Asurlu, Selim İleri’yi toplumdan kopuk olmakla eleştirir. “İleri somutla ilgilenmemeyi, dünyadan kaçmayı ve bireysel bunalımların çözümsüz labirentlerinde çılgınca hora tepmeyi öneren bir Dionysos estetiğini benimsemiş görünüyor. 

Selim İleri, insanlar arasındaki ilişkilere bakarak toplumsal yapıyı nitelendirir. Sürekli bir eleştiri ve olumsuzlama içindedir; ancak var olan toplumsal yapıyı değiştirmeye yönelik yapıcı bir tavra işaret etmez. Yerleşik değerlerle çatışan karşıt düşünceler ileri sürmez. İsyankâr değildir denemez; ancak karşıt bir söylem de geliştirmez. Kahraman’ın ifadesiyle, “Böylece topluma yöneltilen eleştiri romantik bir eleştiri olarak belirir. 

Dogan Hızlan, yazarın bireysellik anlayışını şu sözlerle değerlendirir: “Bireysel görünen kabuğun altında ince bir toplumculuk geliştiriyor. Kabalıktan arınmış sanatın bezediği toplumculuk. (... ) hep bireysellikle, birey olmakla toplumcu olmayı karşıt kavramlar olarak düşünmüşüz. Selim İleri, bir romanın ötesinde bunun gerçek olmadığının bir çığlığını haber veriyor bize. 

***…*** 

(*) Önceki Makale: Rota: "Bisiklet & Kitap Turları" ~ Babaeski

(*) Sonraki Makale: Başlangıç Niteliğindeki OFF-ROAD TURLARI [2020] 

Bir sonraki “Bisiklet Turne” serüveninde görüşmek üzere; sevgiyle kalın,

Gezenti Bisiklet   

***…*** 

[ÖNCEKİ] << [🚲TURNE] >> [SONRAKİ] 

>>> [iÇERİKdİZİNİ]

>>> [🚲&📖 ROMAN]

***…***