Tepebaşı'ndan Karaköy'e


Bugünkü gezi programım, Tepebaşı'ndan Azapkapı'ya geçip Galata'da turlamak...

Pire🚲 ile TARİHİ & KÜLTÜREL MİRASIN İZİNDE 

İstanbul bir aşktır, bir masaldır, bir fabl. İstanbul’u gören sevdasına tutulduğu aşkını ömrü buyunca unutmaz, yaşadığı sürece onu hep arar durur... #pire🚲 ile İstanbul gezileri... 

Cumartesi günü Yedikule’de bisikletimde meydana gelen bir arıza nedeniyle zorunlu yarım bıraksam da karınca kararınca teferruatıyla yaptığım Marmara Surları ve tamirden geçmiş bisikletimin sağlığına tez zamanda kavuşmasıyla bu turun devamı niteliğinde yola çıktığım Pazar günkü Suriçi turum beni epeyce yormuş olmalı ki dünü (Pazartesi) dinlenmeye ayırdım. Bugün kendimi oldukça zinde hissettiğim için kaldığım yerden devam ediyorum. 

Sırada; bisikletim Señorita Pire🚲 ile birlikte tarihi ve kültürel mirasın izinde Tarihi Yarımada’nın “karşı kıyısı” anlamına gelen Pera & Galata gezi programım var. Bir terslik olmazsa beş günde tamamlayacağım bir izlence bu. 

(*) Bu geziye dair yazının tamamlanmasının ardından uyarımdır: Biliyorum bir tur anısı için çok uzun bir yazı döşedim. Ama bu şehrin gezi rehberinde o kadar kıymetli eserler var ki, tanıtımlarına biraz olsun değinmesem eksik kalırdı. Bu yüzden sıkılırsan, sevgili okurum, hepsini bir defada okumak zorunda değilsin. Parça parça, ya da döne döne okuyabilirsin. Bir de benim halimi düşünsene, acaba kaç günde tamamlayabilmişimdir bu yazıyı, fotoğrafları nasıl ayıklayıp derlemişimdir falan... 

Pera & Galata’nın tarihi kökenleri Konstantinopolis kadar eskidir. Haliç’in kuzey kıyısında çok eski zamanlardan beri yerleşimler, toplumlar mevcut olmuştur. 

Pera, Yunanca “karşı yaka” veya “öte” anlamında kullanılan bir ifade. Buradaki yerleşim Bizans’ın bir parçasıydı ve Bizans da şimdiki Paris gibi sayıyla ayırt edilen birtakım bölgelere (ilçe belediyesi anlamına gelene “arrondisement”lara) parçalanmış olduğundan, Galata (“karşı yaka” o zamanlar sadece bu sektördü) Konstantinopolis’in XIII. mahallesiydi. 

Byzas’ın buraya kahraman Amfiarus için bir tapınak diktiği söylenir. Yerleşik toplulukların deyişiyle, bugün Galata’nın bulunduğu yerdeki incir ağaçları nedeniyle buranın bilinen ilk adı, incirlik anlamına gelen Sykai’dir. Kiliseleri, forumu, hamamları, tiyatrosu, limanı ve surları vardır. 528 yılında İustinianos tiyatrosunu ve surlarını onartarak İustinianopolis adını verdiyse de bu isim kısa zamanda unutulur. 6. yüzyılın sonunda II. Tiberios’un Haliç’i inşa etmek için bir kale inşa ettirdiği bile söylenir. Muhtemelen amacı düşman gemilerini durdurmak için Haliç’in ağız kısmında kıyıdan kıyıya uzanan zincirin bir ucunu buraya tutturmak olabilir. 

Sykai ismi uzun süre kullanımda kaldıysa da, 9. yüzyıldan itibaren yerini Galata ismine bırakır. Kimi kaynaklara göre burada mandıralar olduğu için “süt” anlamına veren “Galaktos”tan geldiği düşünülse de gerçek kökeni bilinmiyor. Ayrıca Cenova kentinde de bir “Galata” semti bulunuyor. Bu da herhalde tesadüf olmamalı. 

[📷 Harbiye, (Ağustos 2018).] 

Saat 07:00 gibi Mecidiyeköy’ü arkamda bırakarak Taksim’e doğru hareket ediyorum. Sokaklar bu saatte hiç beklemediğim kadar sakin. Yol güzergâhım: Lati Lokum Sokak’tan Büyükdere Caddesi’ne çıkıp bir süre bu geniş caddede (Şişli & Osmanbey) pedalladıktan sonra ismi değişerek devam eden Halaskargazi ve (Harbiye’den itibaren) Cumhuriyet Caddeleri üzerinden. 

[📷 Taksim Meydanı, (Ağustos 2018).] 

Galata’ya doğru başlattığım turun ilk durağı Karaköy’e doğru kımıldamak için Cumhuriyet Anıtı’nın yanındayım... Ortalık tam aradığım gibi. Olağanüstü tenha ve sessiz. Heykelin yanında hem biraz soluklanıyor, birkaç fotoğraf çekiyor, hem de son hazırlıklarımı yapıyorum. Mecidiyeköy’den buraya kadar 5 km pedal çevirmişim. 

Şimdi yola koyulma zamanı. Meydanı geride bırakıyor, Tarlabaşı Bulvarı’na çıkıyorum. 

[📷 Tepebaşı, (Ağustos 2018).] 

Unkapanı Köprüsü’ne kadar yokuş aşağı inen yolda İETT’nin Tarlabaşı, Ömer Hayyam, Tepebaşı duraklarını geçiyor Kasımpaşa Stadı’na kuşbakışı bakıyor, karşımdaki beton yığınları arasında can çekişen İstanbul’umun halini fotoğraflıyorum. Trafiği hiç eksik olmayan bu kalabalık yolun ismi burada değişiyor ve Refik Saydam Caddesi oluyor. 

Yaklaşık 1 km sonra, Şişhane duraklarını geçer geçmez sağda küçük bir park alanı içinde tuğla ve taştan küçük bir türbe görünce duruyorum. 

[📷 Lohusa Sultan Türbesi, Refik Saydam Cad., (Ağustos 2018).] 

Türbenin yapısal pek bir özelliği olduğunu söyleyemem. Ancak enteresan bir hikâyesi varmış. Dillendireyim, efendim. Şöyle: doğurmasına çok az kala ölmüş bir kadın buraya gömülmüş. Ertesi gün mezardan çocuk sesi işitilince mezar yeniden kazılmış ve gerçekten çocuğun sağ olduğu görülmüş. Bu mucize karşısında kadının mezarı üstüne bir türbe yapılmış ve adına “Lohusa Kadın Türbesi” denmiş. 

Sanırım böylece “lohusa” ifadesinin de şeker & şerbet geleneğinin Bizans’tan miras kaldığını kısaca belirtmemde fayda var. 

Yolun biraz aşağısında bir zamanlar Hayrettin ağabeyimin da stajını burada yaptığı ve hatta Şakacı Sokaklı elektronikçi ortağı Mehmet Demirkazık ağabeyin de burada çalıştığı tersanenin sanırım artık kullanılmayan kapısının önüne geliyorum. 

[📷 Haliç Tersanesi, Refik Saydam Cad., (Ağustos 2018).] 

Yolun sağındaki bu büyük kapı eski tersanenin kapısı. 

[📷 Haliç Tersanesi, Refik Saydam Cad., (Ağustos 2018).] 

Üstü dikenli tellerle donanmış demir parmaklıklı taş duvarın ötesi Haliç. 

Aslında buradan bulvarın karşı tarafına geçer, Karaköy’e kestirme çıkabilirim. Ama ben muzır bir karaktere sahip olduğum için muhalif gönlümü çalıştırıyor ve Unkapanı Köprüsü (yeni ismiyle “Atatürk Köprüsü”) üstünden Eminönü bölgesine geçmek için yavaşçacık hareketleniyorum. 

[📷 Unkapanı (Atatürk) Köprüsü, (Ağustos 2018).] 

Köprüde ben gibi sabahın köründe mesaiye erken başlayan oltacı balıksever dostlarım... 

[📷 Unkapanı (Atatürk) Köprüsü, (Ağustos 2018).] 

Unkapanı Köprüsü’nden Tarihi Yarımada; kadraja giren büyük kirli sarımtırak bina Kadir Has Üniversitesi ve üst sırtlarda Yavuz Selim Camisi. Ne muhteşem bir görüntü, değil mi? 

Köprüden çıktıktan sonra Ragıp Gümüşpala Caddesi’ne dönüyor ve Eminönü yönünde pedallamaya devam ediyorum. 

[📷 Eminönü, (Ağustos 2018).] 

Eminönü’ndeyim... Birazdan Galata Köprüsü üstünden Karaköy’e geçeceğim. İşte karşıda görünen Galata Kulesi’nin de tüm heybetiyle kuşattığı Pera, yani “karşı kıyı” ve Galata... 

[📷 Galata Köprüsü, Karaköy, (Ağustos 2018).] 

Nihayet bugünkü “Galata” gezimi uygulayacağım Karaköy’deyim. 

Mecidiyeköy’den buraya kadar 11 km civarında mesafe kat etmişim. Gün daha yeni başlıyor oysa. 

Az sonra sağda görünen daracık yoldan, Fermeneciler Caddesi, devam edeceğim. 

[📷 Fermeneciler Caddesi, Karaköy, (Ağustos 2018).] 

Dükkânlar yeni açılıyor, esnaf kardeşler pür telaş hazırlık peşinde. Kimi dükkânının önünü süpürüyor, etrafı temizliyor, çerçöp topluyor, kimi malzemelerini dükkânının önünde istifliyor, hazır olanlar ise ellerinde çay bardakları ilk müşterilerini bekliyor. Bütün ekonomik güçlüklere, geçim zorluğuna rağmen gülümsemeye çalışıyorlar. İşte esnaflık bu. Çünkü başka gelir kaynakları yok. Varı yoğu buraya yatırdığı para. Bütün kazancı ona bağlı. 

[📷 Makbul İbrahim Paşa Camisi, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Yaklaşık 250 metre gittikten sonra Dikişçi Sokak’ta karşıma çıkan kavşağın ortasında görünen pembemtırak cami, Makbul İbrahim Paşa Camisi... 

İktidar hırslarının sürdüğü bir hanedanlıkta, boğularak katledilişinin ardından Maktul İbrahim Paşa Camisi ya da bilinen diğer ismiyle Karaköy Pargalı İbrahim Paşa Camisi, Kanuni’nin has adamı, yılların dostu, damadı, Sadrazam Pargalı İbrahim Paşa tarafından 1536 tarihinde, İstanbul’un Karaköy ilçesinde inşa ettirilen, çok da özelliği olmayan bir sokak camisi. Alt bölümünü dükkânlar işgal etmiş vaziyette. 

[📷 Verdinaz Kadın Çeşmesi, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Şimdi sağa dönüp Arap Kayyum Sokak’ta ilerliyorum. Caminin hemen biraz ilerisinde harabeye dönmüş sarımtırak çeşme de Verdinaz Kadın Çeşmesi... Elbette bu onun orijinal hali değil, gelen kafasına göre boyamış... Kesme taştan klâsik tarzda yapılmış olup kat kat sürülen boya ve kireç ile şekilsiz bir hal almış olan çeşmenin teknesi de çukurda kırılmış berbat vaziyette. Bir zamanlar eklenen bir boruya takılan musluktan şehir suyu akmaktaymış ama ben ne boruya ne de suya rastlayabildim. 

Çeşme I. Mahmut’un dördüncü hatunu olan Verdinaz Kadın tarafından yaptırıldığı için bu ad verilmiş ona. 

Çeşmeden sonra iki tarafı da ufak tefek dükkânlarla dolu dar bir sokak olan Yemeniciler Caddesi’nde ilerliyorum. Burada ara ara Galata’nın eski surları gözüme çarpıyor. 

[📷 Galata Surları, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Ancak bazı yerler tuhaf bir şekilde hem otopark olarak kullanılıyor, hem de hurdalığa çevirmişler ortalığı. 

[📷 Yemeniciler Caddesi, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Hoş bir sokak burası... Hırdavatçılar, boyacılar, çeşit çeşit renkli dükkânlar, boy boy olta malzemesi satanlar, balık ekmek yapanlar. 

[📷 Yemeniciler Caddesi, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Asırların surları kırık dökük, ama kalan parçalar bizimdir, sapasağlam... 

Şimdi istesem burada sahile de iner, Haliç’in kıyıcığından gidebilir ve kimi görmek istediğim yerleri de görebilirdim. Ancak çoğu yerleri çevirmişler. Kıyı boyunca yeşilimsi park içinde ve çevresinde büyük çaplı restorasyon çalışmaları sürüyor. 

[📷 Yahya Paşa Çeşmesi, Azapkapı, (Nostalji Arşivi).] 

Misal Yelkenciler Caddesi’ndeki kesme taştan, lâle devri üslubunda küp gövdeli bir meydan ve iskele çeşmesi olarak 1732 tarihinde Kaptan-ı derya Hatipzade Yahya Paşa tarafından yaptırılmış Yahya Paşa Çeşmesi’ni de görmek isterdim. 

Ya da yeri konusunda çok tartışmalara neden olan Mimar Sinan heykelini de yakından incelemek isterdim. 

[📷 Galata Surları, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Şimdi Yemeniciler Caddesi’nden Sırmalı Sokak’a giriyor, trafiğin bol işlek olduğu Tersane Caddesi’ne çıkıyorum. Artık gün uyandı. Seyrüseferde bereketli saatler başlıyor. 300 metre civarında bir pedal çevirmenin sonunda Azapkapı’ya ulaşıyorum. 

Azapkapı’da, Haliç üzerinde yeni kurulan ve daha şimdiden İstanbul siluetine azap çektiren metro köprüsü yakınlarında yer alan kalıntılara doğru ilerliyorum. Bunlar orijinalinden geriye kalan ortaçağ Ceneviz Surları’nın bir kesitinin ta kendisi... 

Burası da şehrin surlarının birçoğu gibi İstanbul’un evsizlerine yuva olmuş halde. 

Galata, Bizans döneminde Sykai’nin dış mahallesi olduğu zamanlar korunaklı değildi ve Haliç’in ağzında boydan boya uzanan zinciri tarafından korunuyordu. Bununla birlikte, 1204 yılında şehrin zayıflaması sonrası Galata, bir Venedik mahallesi haline geldi ve daha sonra Ceneviz Cumhuriyeti'nin kolonisi oldu. Bizanslıların itirazlarına rağmen Bizans kontrolü dışında, Cenevizliler mahallelerini kale hendeği ile çevirmeyi başardılar. Koloni etrafındaki kale tipi evlerini kendi yarattıkları ilk duvarla birleştirdiler. Galata Kulesi daha sonra “Turris Sancte Crucis” (Kutsal Haç Kulesi) olarak adlandırıldı ve diğer sur uzatmaları 1349 yılında kuzey kısımda yapıldı. Daha sonraki sur genişletmeleri 1387, 1397 ve 1404 yıllarında gerçekleştirildi. Kabaca yamuk (trapezoid) bir şekilde yapılan bir genişleme onlara geniş bir kapalı alan sağlıyordu. Genişleme, Azapkapı’dan kuzeye Şişhane’ye oradan Tophane’ye ve daha sonra Karaköy’e doğru oldu. Osmanlı’nın fethinden sonra duvarlar 1870 yılına kadar kaldı. Birçoğu şehrin genişlemesini sağlamak için yıkıldı. Bugün sadece Galata Kulesi bozulmamış haliyle tarihi yarımadadan kalan görülebilir bir eserdir. (Kaynak: Vikipedi) 

Böylelikle “ecnebi” Pera’yı (karşı kıyı) gezmeye, oldukça değişime uğramış bir bölgeden tura yeni başlıyormuş gibi sürdürmek önemli.

[📷 Galata Surları, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Burası Azapkapı bölgesidir. “Azap” burada sözlük anlamıyla “ıstırap” değil, bir tür deniz piyadesi olan “azeb”den gelmedir. Osmanlı deniz kuvvetleri buradan Kasımpaşa’ya uzanan bölgede üslenmişti. Günümüzde de büyük ölçüde bu etkisini sürdürüyor. Tersane, cephane, kaptan-ı deryalık vb. buradaydı. 

Unkapanı Köprüsü’ne gelirken kastettiğim buydu. Yani eski Haliç Tersanesi’nin kapısının olduğu noktadan karşıya atlayabilir buraya bisiklet elde yürüyerek gelebilirdim. 

[📷 Azapkapı Camisi, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Köprünün yanındaki yapı Azapkapı Camisi, nam-ı diğer Sokollu Camisi... 

Tarihi Yarımada turlarını yaparken Kadırga’da gördüğüm Sokollu Mehmet Paşa Külliyesi & Camisi kadar güzel olmasa da ilginç ve bazı hoş estetik yanları olan bir yapı ile karşılaşıyorum. 

[📷 Azapkapı Camisi, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Cami ismini az önce bahsini yaptığım Tersane Azap Kapısı’ndan almış. Sadrazam Sokollu Mehmet Paşa tarafından kurulmuş, Mimar Sinan tarafından yapılmış. 

Haliç’in diğer tarafındaki Rüstem Paşa Camisi gibi, bir zamanlar dükkânlar olan tonozlu yüksek zemin üzerine inşa edilmiş; kapalı iki cemaat yerinin altındaki giriş köprü yüzünden sıkışmış, merdivenlerle camiye girilebiliyor. Minarenin hem konumu hem de yapısı alışılmadık türden. Yani güney yerine kuzeye inşa edilmiş. Bunun bir sebebi denize yakınlığı ve zeminin minarenin ağırlığını taşıyamayacak olmasıdır. Bir de girişte göz alıcı, resimsi kemer ile bağlanmış olması oldukça enteresan bir imaj yaratıyor. Kubbenin çevresinde bulunan destek kuleleri ve sırayla biri büyük, biri küçük sekiz yarım kubbe gerçekten çok ilginç. 

[📷 Azapkapı Camisi, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Yıllar önce harabe olan cami, Mimar Sinan’ın eseri olduğu için yıkılmaktan son anda kurtulmuş ve restore edilerek bugünkü halini almış. 

[📷 Mimar Sinan Heykeli, Haliç Parkı, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Şimdi birazcık yukarı doğru tırmanıyor, köprüye ayak basıyorum. Aşağılarda az önce sözünü ettiğim parktaki yenileme çalışmaları ve Mimar Sinan Heykeli görünüyor. Mimar Sinan, kalfalık eserim dediği Süleymaniye’ye bakıyor. 

[📷 Galata, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Caminin bitişiğindeki köprünün kenar kaldırımından özenle bakınca bu yaka çok güzel görünüyor. 

Şimdi aşağıya meydana iniyor ve Azapkapı camisinden anayola çıkarak Karaköy yönüne doğru pedal çevirmeye başlıyorum. Sağda Galata surlarından buraya gelirken yanından geçtiğim çeşmenin başında duruyorum. 

[📷 Saliha Sultan Çeşmesi, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Azapkapı Camisi’nin kuzeyinde, Sultan I. Mahmut’un annesi Saliha Valide Sultan tarafından 1732’de yaptırılmış süslü püslü, şık görünümlü, Saliha Sultan Sebili & Çeşmesi, 18. yüzyılın barok meydan çeşmelerinden biri. Bu çeşmeye de tıpkı camiye takılan ad gibi, “Azapkapı Çeşmesi” de deniliyor. 

[📷 Saliha Sultan Çeşmesi, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Çeşmelerin ve sebilin fasatlarının tamamı alçak rölyef çiçek desenleriyle kaplı ve küçük bir kubbe ile örtülü. Yıllarca tam bir harabeyken, yakın zamanda çok güzel restore edilmiş. 

[📷 Saliha Sultan Çeşmesi, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Çeşmenin bir de hikâyesi var. 

Saliha Sultan, buralarda yaşayan yoksul bir ailenin kızıymış. Burada küçük bir çeşmeden eve götürecek suyu doldururken testisini kırmış. Başlamış ağlayıp zırlamaya. O sırada arabasıyla oradan geçmekte olan saraylı bir hanım manzarayı görünce pek acımış, çocuğa testisini yenilemesi için para vermek istemiş. Kız, “Ben testiye ağlamıyorum. Bir testiyi kırmadan su dolduramadım. Bu beceriksizliğime ağlıyorum,” demiş. Cevaptan hoşlanan saraylı hanım onu saraya aldırmış ve bu küçük kız büyüyünce I. Mahmut’un annesi Saliha Sultan olmuş. Bir zaman sonra, çocukluğunu hatırlayan Sultan, o noktaya bu çeşmeyi yaptırmış. 

Herhalde kurulduğu zaman bu bir köşe çeşmesi olarak yapılmıştır; çünkü çeşmenin cephesi bayağı çalımlı, süslü püslü olduğu halde öbür yüzleri çok sade. Bu süslü yapının ortasında bir çeşmesi iki yanında da birer sebil bulunuyor. 

[📷 Pire🚲 Azapkapı’da azap çekerken, (Ağustos 2018).] 

Azapkapı Camisi’nden Galata Köprüsü’ne kadar uzanan kıyı alanı “hırdavatın kalbiPerşembe Pazarı olarak bilinir. Yakın zamanlarda deniz kıyısından içeriye doğru birçok eski püskü, viran bina yıkıldı ve buralara parklar yapıldı. 

Şimdi Tersane Caddesi’nin karşı kaldırımına geçip, içeri sapan ilk sokağa doğru yavaşça ilerliyorum. 

[📷 Yeşildirek Hamamı, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Tersane Caddesi ile Yolcu Hamam Sokak’ın kesiştiği köşede yer alan tarihi Yeşildirek Hamamı... Haftanın 7 günü ziyaretçilerine açık ve fakat sadece erkekler bölümünün hizmet verdiği Yeşildirek Hamamı, ayrıca Yeşildirek Şifa Hamamı olarak da bilinmekte. Giriş kapısı Haliç yönüne bakıyor ve Tersane Caddesi üzerinde. 

[📷 Yanıkkapı, (Ağustos 2018).] 

Biraz ilerledikten sonra, eskiden “Harup Kapı” olarak bilinen bugün Yanıkkapı adıyla bilinen sur kapısına geliyorum. Bu da Ceneviz duvarlarının bir kalıntısı, ama dışarı açılan bir kapı değil, bu bölgenin surla ayrılan mahallelerinden birinin kapısı. 

[📷 Yanıkkapı, Eski İstanbul, (Nostalji Arşivi).] 

Galata Surları’ndan bugüne gelebilmiş olanlardan ikinci ve en önemli kalıntılardan birisi olan Yanıkkapı’nın eski bir fotoğrafı. 

[📷 Yanıkkapı Kitabesi, (Ağustos 2018).] 

İçeriye doğru hareketleniyorum. Bir de surların devamını göstereyim istedim. 

[📷 Yanıkkapı Kitabesi, (Ağustos 2018).] 

Harup Kapı’nın dış kısmında, kapının üstünde, ortada bir dönem Galata’yı yöneten Doria ailesine ait olduğu düşünülen kartal motifli bir kitabe duruyor. Kitabede Cenova’nın Aziz George haçı, iki yanında da De Medura ve Doria ailelerinin armaları var. Galata’daki Ceneviz Kolonisinin yöneticiliğini yapan bu ikinci ailenin en efsanevi üyesi, 16. yüzyılın büyük amirali, (1538 yılında Preveze Deniz Savaşı’nda Barbaros Hayrettin Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusuyla savaşan Haçlı donanmasının komutanı), Andrea Doria’ydı. 

[📷 Yanıkkapı, (Ağustos 2018).] 

Azapkapı semtinde, Sınırdaşı Harup Sokak ile Yanıkkapı Sokak’ın sonunda yer alan bu kapı, bir zamanlar üzerinde 10’un üzerinde kapı bulunan Galata Surları’ndan bugüne ulaşabilen tek kapıdır ve çok kıymetlidir. 

İki binli yılların sonlarında, Yenikapı~Hacıosman Metro hattının Şişhane~Haliç arasındaki etabı inşa edilirken, güzergâh üzerinde kaldığından bir ara yıkılması dahi düşünülen, ve fakat neyse ki daha sonra böyle telafisi imkansız korkunç ve utanç verici bir hatadan viraj yapılarak kurtarılan Yanıkkapı’yı bu denli değerli kılan yalnızca bugüne gelebilmiş olan tek kapı olması değil, az önce belirttiğim gibi kapının dış bölümünde, üzerinde yer alan 700 yıllık tarihi değeri olan armadır. Bu yüzden olsa gerek demir kafes içinde korumaya alınmıştır. 

[📷 Gözetleme Kulesi, Yanıkkapı, (Ağustos 2018).] 

Bu değerli tarihi Yanıkkapı’nın bitişiğinde, yine Galata Surları’na ait küçük bir gözetleme kulesi de bulunuyor. 

[📷 Yanıkkapı, (Ağustos 2018).] 

Çevresinde her gördüğü boşluğu kendisine fırsat bilen İstanbul’un araç sahipleri, yine vahi alanı bir otoparka dönüştürmüş, surları otomobillerine gölge olarak siper ediyor, ancak görüntü kirliliği yaratmak umurlarında değil. Zaten tarihi eserleri korumak İstanbul’a sonradan yerleşmiş olan bu insanların tasası hiç değil. 

[📷 Galata Surları, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Şimdi Harup Kapı’yı da ardımda bırakıp, Azapkapı’dan Şişhane’ye doğru tırmanmaya devam ettiğimde, sol yanımda, boş bir arazinin bitişiğinde, yeraltı treni hattına paralel uzanan ve surlardan geriye kalan üçüncü bölümle karşılaşıyorum. 

[📷 Galata Surları, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Surların harap olmuş kalıntıları ve çöplüğe dönmüş arazi... 

[📷 Galata Surları, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Metro hattı inşa edilirken gerçekleştirilen yıkımlardan sonra ortaya çıkan Galata Surları’na ait bu yüksek duvar muhteşem bir Haliç ve Tarihi Yarımada manzarasına hâkim bir noktada yer almakta. 

Surların berisinde görünen, Emek Yemez Mahallesi’ndeki Yolcuzade Camisi’nin minaresi... Cami, Yolcuzade Hacı Ömer Efendi tarafından 1476 yılında yaptırılmış... 

[📷 Galata Surları, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Surların bulunduğu yerden Haliç ve Tarihi Yarımada... 

[📷 Galata Surları, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Buraları gözüme pek tekin görünmediğinden fazla oyalanmadan fotoğraf çekimlerini yapıp tekrar gerisin geri aşağı denize doğru kıvrılıyorum. 

Biraz sonra da yeni restore edilmiş ahşap bir binanın karşısında Arap Camisi’nin girişlerinden birine geliyorum. 

[📷 Arap Camisi, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Buradan, geniş avluya geçiliyor... 

[📷 Arap Camisi, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Çevre sakinlerince bu yapının, ismine yakıştırdıkları şekilde Araplar tarafından yapıldığına dair köklü bir inançları var. Belki de böyle inanmak istediklerinden olabilir. Evet, tarihte 8. yüzyılda şehri kuşatan Arap ordusunun buralara kadar gelip istila etmiş olması mümkün. Ancak sanat tarihiyle az çok yakından ilgilenen birisine bunu inandırmak kolay değil. 

Neden mi? Çünkü, yapının Arap tarzıyla hiçbir ilgisinin olmadığı o kadar açık ki! Tam aksine binanın bir Latin kilisesi olduğu hemen fark ediliyor. 

[📷 Arap Camisi, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Geniş, bakımsız ama yine de hoş, şadırvanlı avluya bir de ters açıdan bakış... 

Avludaki şadırvanı, Sultan II. Mahmut’un kızı, Sultan Abdülmecit’in kız kardeşi, Adile Sultan yaptırmış. 

[📷 Arap Camisi, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Cami giriş kapısının bulunduğu duvara iliştirdikleri levhada: “ARAP CAMİİ ŞERİFİ – 715 Miladi 95 Hicri Yılında Hz. Mesleme Bin Abdülmelik tarafından yaptırılmıştır,” yazıyor. Bir de uzun bir tarihçe bilgisini eklemişler. Şimdi bu ne kadar doğru, bir yorumum yok. Bizim memleketin eksantrik Emevi ve Arap aşığı (Siyasal) İslamcıların kafalarına göre tarih yazdığı gerçeği ortada iken benim buna inanmam pek güç. 

Zaten söz konusu olan şahıs bir Emevi prensi; 8. yüzyılın ilk on yıllarının en önde gelen Arap generallerinden biri. Bizans İmparatorluğu’na karşı birçok sefer düzenlemiş. 

(Oturdum yabancı kaynakları araştırdım. Şehre ait birçok kitabı karıştırdım. Ben buranın kiliseden devşirme bir cami olduğu kanısına vardım.) 

[📷 Arap Camisi, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Düz ahşap çatısı ve oldukça hoş ahşap galerileri 1913-1919’daki restorasyondan kalma. Bu yenileme esnasında özgün zemin kaldırıldığında çok sayıda Ceneviz mezar taşı da açığa çıkartılmış. Bunlar şimdi Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. 

[📷 Arap Camisi, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Bu da caminin diğer bir kapısı... 

[📷 Arap Camisi, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Tarihi  belgelere göre; Cenevizliler burayı koloni yaparken bu binayı da Aziz Dominik (Domenikan tarikatını kuran İspanyol asıllı Domingo de Guzman) adına bir katedral olarak inşa ettirmişler. Muhtemelen içinde bir de Aziz Paul Şapeli vardır. 

Dışarı çıkıp karşı sokaktan uzun kuleyi kadraja alacak şekilde fotoğraflıyorum. Üzerine minare külahı kondurulmuş dört köşe çan kulesi, Latin kilisesi ile Arap Camisi arasındaki uyumsuzluğun en açık kanıtı gibi. 

[📷 Arap Camisi, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Piramit çatılı uzun kare kule ile sonlanan alışılmadık bir binadan söz ediyorum. Ceneviz Galatası’nın Latin kiliselerinden San Paolo Kilisesi, şimdiki adıyla Arap Camisi, köken ve tarihçe konusunda çok sayıda söylenceye talip. Ancak araştırdığım kaynaklar 1323-1337 yıllarında Dominikenler tarafından yapıldığını ve Aziz Dominik’e adandığını gösteriyor. 

15. yüzyılın sonunda, muhtemelen İspanya’dan sürülüp Galata’ya yerleştirilen Mağripli (Fas, Tunus, Cezayir) göçmenler için camiye çevrilmiştir, ismi de buradan gelmektedir. Yine de oldukça tipik bir Latin kilisesi görünümünde; doğuda üç dikdörtgen apsis ve bugün minare olan çan kulesiyle sonlanan özgün bir bina. 

[📷 Arap Camisi, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Bu kulenin altından geçerek avludan sokağa çıkarken geçitte çeşitli süslemeler dikkatimi çekiyor. 

[📷 Galata Mahkemesi Sokak, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Arap Camisi’nden ayrılıyor, dar sokağı izliyorum. Bulunduğum sokağın ismi Galata Mahkemesi Sokak. Birazdan ilginç yapılara denk geleceğimi söylemişlerdi, bakalım ne kadar haklılar. 

[📷 Galata Mahkemesi Sokak, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Sokağın ismi, tıpkı bizim ismimiz gibi sokak tabelasının asılı olduğu ve Cenevizlilerden kalma yapıdan geliyor. 

[📷 Saksı Han, Galata Mahkemesi Sokak, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Saksı Han olarak faaliyet gösteren bu yapı, ta Ceneviz döneminden Osmanlı’ya kadar ‘mahkeme binası’ olarak kullanılmış. Binanın avlusuz bir han şeklinde olması daha sonra ticarete uygun bir şekilde kullanılmasına olanak sağlamış. Osmanlı’nın son döneminde İstanbul’daki dört büyük kadılıktan (bugünkü adliyeler gibi düşünülebilir) biri olan Galata Kadılığı da bu binada hizmet vermiş. 

Ayrıca ünlü tarih profesörü Halil İnalcık’ın aktardığı notlarında Galata Kadısının da bu civarda ikamet etmesi nedeniyle sokağa Galata Mahkemesi ismi verildiği bilgisi yer alıyor. 

[📷 Taş Yapılar, Perşembe Pazarı Sokak, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Doğuya doğru Galata Mahkemesi Sokak üzerinde usulcacık ilerlerken kavuştuğum Perşembe Pazarı Caddesi’nde sola dönüyorum. Yeni bir dar sokakta pedal çevirmek kolay değil. Kimi zaman bisikletten aşağı inmek zorunda kalıyorum. Ama şikâyetçi değilim. Dedikleri gibi varmış. Çok enteresan binalarla göz göze geliyorum. 

[📷 Taş Yapılar, Perşembe Pazarı Sokak, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Kuzeye sapan bu sokak üstünde yine çeşitli taş evler görüyorum ki önce bunların Ceneviz Evleri olduğu sanrısına kapılıyorum. Sonra çevredekilerden aldığım bilgiyle bunların esasında 18. yüzyıldan kalma Osmanlı binaları olduğunu öğreniyorum. 

[📷 Çeşme Sokak, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Sağ tarafımda ilk gelen sokak adını köşedeki çeşmeden alan sokak, Çeşme Sokak. Çeşmeden geriye pek bir şey kalmamış ama sembolik temsili imajı bile görmeye değer. 

[📷 Çeşme Sokak, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Çeşme Sokak’ın hemen köşesinde bulunan taş yapı... 

[📷 Çeşme Sokak, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Çeşme Sokak’ın hemen çapraz karşısında, Perşembe Pazarı Caddesi üstünde bulunan bir diğer taş yapı... 

Ahşap evlerde olduğu gibi buradaki taş binalarda da ikinci katın yukarısında dört beş çıkıntı ile neredeyse zikzaklar yapan çıkmalar var. Bazılarının pencerelerinde ise en beğendiğim cumbalı demir parmaklıklar görülüyor. 

Ne yazık ki hepsi şimdilerde birer işyeri olarak kullanılıyor. Belki de bu yüzden çoğu harap halde kaderlerine terk edilmiş vaziyetteler. 

Bu cadde yaklaşık 50 metre sonra Bankalar Caddesi’ne çıkıyor. Aslında bu caddeye Karaköy’ü turladıktan sonra döneceğim için şimdilik uzun söz etmenin gereği yok. Sadece bir not daha: Bankalar Caddesi’ne çıkan yolun hemen karşısında merdivenler yer alıyor. Bunları aşınca Galata Kulesi’ne salimen gidilebiliyor. 

Şimdi yeniden Çeşme Sokak üzerinde yer alan hamamın arka giriş kapısını görüp az ilerisindeki Banka Sokak’tan Tersane Caddesi’ne geri döneceğim. 

[📷 Tarihi Çeşme Hamamı, Çeşme Sokak, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Çeşme Sokak’tan Banka Sokak’a doğru ilerliyorum. Solda güzel taş yapı Tarihi Çeşme Hamamı... 

1720 yılı sonlarında Lale Devri’nde Kaptan-ı Derya Kaymak Mustafa Paşa tarafından yaptırılan Tarihi Çeşme Hamamı, döneminde kadın-erkek dönüşümlü olarak kullanılmış; 2017 yılında orijinal dokusu korunarak restore edilene kadar işlevini sürdürmüştür.  The Galata İstanbul Hotel MGallery by Sofitel tarafından özgün tarzına uygun şekilde tekrar açılan Tarihi Çeşme Hamamı, 300 yıllık suyun iyiliği geleneğini sürdürüyor. (Kaynak: The Galata İstanbul Hotel) 

[📷 Galata Bedesteni, Tersane Cad., Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Çeşme Sokak’ın sonundan sağa dönüyorum. Banka Sokak burada adını değiştiriyor ve Zincirli Han Sokak oluyor. 

Tersane Caddesi’ne çıkınca yolun karşı çaprazında gene kırmızımtırak, tepesinde dokuz kubbesi olan bir han görüyorum. Bu İstanbul’un en eski Türk yapılarından Galata Bedesteni... Yaptıran Fatih Sultan Mehmet olduğu için Fatih Bedesteni olarak da isimlendiriliyor. 

[📷 Galata Bedesteni, Tersane Cad., Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Yaklaşık kare bir bina olan tarihi hanın dokuz eş kubbesi dört büyük dikdörtgen paye ile desteklenmiş. Yaşına göre bayağı iyi dayanmış, ne var ki özellikle içinin bugünkü durumu bu asırlardır sürmüş tarihi hakkında çok az fikir veriyor. 

[📷 Galata Bedesteni, Tersane Cad., Azapkapı, (Ağustos 20İşte 18).] 

İşte Fatih Bedesteni önünde alışverişe gelmiş bir beyabi kendisine verilen taburede otururken hem dinleniyor hem de kendisine sağlanacak hizmetin sonlanmasını bekliyor. 

Hayırlı işler, esnaf kardeş! 

[📷 Kuyumcular Han, Tersane Cad., Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Şimdi Galata Bedesteni’nden ayrılıp Karaköy yönünde devam ediyorum. Ama ortalık feci kalabalık. Ne yolda, ne de kaldırımda pedallamanın olanağı yok. Pire🚲’yi elime aldığım gibi yürüyerek çevreye bakınmayı tercih ediyorum. Sağımdaki yapı Kuyumcular Han binası. 

Kuyumcular Han’ı geçtikten sonra sağdaki ilk sokaktan Kardeşim Sokak’tan içeri giriyorum. Burada enteresan bir han daha var: Rüstem Paşa’nın Sinan’a yaptırttığı Kurşunlu Han. 

[📷 Kurşunlu Han, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Kurşunlu Han’ın giriş kapısındayım. Meraklı abim, ben de neler yapıyormuşum filan diye bakıyor. Dar bir pasajdan içeri giriyorum. 

[📷 Kurşunlu Han, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Bu han Mimar Sinan tarafından Sadrazam Rüstem Paşa için yapılmış. Daha önce mevcut olan Latin San Michael Kilisesi üzerine kurulduğu söylenir. 

Hanın havadar bir avlusu var. Bu açık avluyla klasik bir kervansarayı andırıyor. Girişin yanında, belki de Roma’dan kalma bir sütun başlığı, çeşme yalağı olarak kullanılıyor. 

[📷 Kurşunlu Han, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Han iki katlı. Avlusu uzun ama dar. Avlunun ortasından ikinci kata çıkan merdivenler uzanıyor. Bu düzenleme bakımından diğer gördüğüm hanlarda olmayan bir sıra dışılığı var. 

[📷 Kurşunlu Han, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Avlunun alt katında da beşik kemerler, yukarıdaki galerilerde ise kaş kemerler kullanılmış. 

Hurdacı, cıvatacı, boyacı vd. esnaf tarafından kullanılıyor. Depo olarak da kullananlar ziyadesiyle fazla. 

[📷 Kurşunlu Han, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Yapı bir hayli aşınmış, son derece kötü durumda ve bakımsız. Tabi bunda esnafımızın da payı yok değil. Organize sanayi gibi kullanıyor yapıyı. İnsan biraz çeki düzen verir şu avluya. Hani müşteri çekmek için illa mallarını ulu orta sergilemen yetmeyebilir. Biraz yeşillik, biraz saksılarda çiçek, ne bileyim ortaya fıskiyeli bir havuz, içinde yüzen kırmızı balıklar filan, ne bileyim renkli bir ortam yaratılabilir pekâlâ. 

[📷 Kurşunlu Han, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Pire🚲 bile mahzun mahzun bakıyor. Nerede o eskinin tarihi yapısı, nerede bugünün anlayışı?! 

[📷 Tarihi Karaköy Balık Lokantası Grifin, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Bu hanın girişinin hemen yanında, cephesi oldukça dar, birkaç katlı bir balık lokantası var. Tarihi bir yapıya yakışır bir isim bulmuşlar: Tarihi Karaköy Balık Lokantası... 

Bir yazarın burayla ilgili aktardığına göre; çok iyi balık pişirmekle birlikte, herhalde müşteri cirosunu artırmak için biradan başka içki vermezmiş... Kuşkusuz bu da, rakı içmeden balık yiyemeyen İstanbullu adabına uymaz!! 

Çepeçevre ve arka taraflarda da isimleri birbirinden hoş diğer lokantalar da bulunuyor: Hayat Balık, Dingonun Ahırı, Karaköy Dem Meyhanesi, Sinop Balık Evi vesaire... Ha bir de Karaköy Balık lokantasının bitişiğindeki Ocakbaşı’nı da atlamayayım. 🍴😋 

[📷 Ara Sokaklar, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Yeniden Tersane Caddesi’nin karşı tarafına geçip, Kardeşim Sokak, Ömerağa Sokak, Bereketzade Medrese Sokak gibi ara sokaklara saptığımda Bereketzade Camisi ve Medresesi’nin ve başka 18 yüzyıl eserlerinin arasından geçiyorum. 

1705 yılında Bereketzade Mehmet Efendi tarafından yaptırılmış medrese Karaköy’deki tarihi Tünel istasyonunun hemen üst tarafında, Galata Hırdavatçılar çarşısının sokak arasındaki Tünel tarafı girişinde yer alıyor. Aslında burası daha önce medreseymiş, daha sonra camiye çevrilmiş. Kıblesi binaya göre biraz dönük. 

[📷 Tünel, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Tünel’in alt girişi de burada. Çocukluğumun en sevimli mekânlarından biri olduğu için bergüzar birkaç fotoğraf çekeyim diyorum. 

Tünel ya da bugünün çağrışımıyla “F2 (Karaköy - Beyoğlu) Tarihi Tünel Füniküler Hattı”, İstanbul’un ilk önemli yeraltı metrosudur. 1863’te Londra’da “Underground” adıyla hizmete giren yer altı toplu taşıma sistemlerinden sonra inşa edilen dünyanın en eski ikinci yer altı toplu taşıma sistemidir. 

(*) Burada da kısacık bir not düşeyim: 1979-1988 yılları arasında kaldığım Londra’da, şehrin meşhur “Underground” sisteminde yer alan bütün renkli hatlardaki tüm istasyonlara girip çıkmışlığım vardır. Bunları da “Nostalji İnsanı” web-sitem varken Londra anılarımda anlatmıştım. 

[📷 Tünel, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

1871’de başlayan ve üç yıl süren inşaatın sonunda 573 metrelik Tünel hattı 17 Ocak 1875’te hizmete başlar. 1910 yılında elektrikli sisteme geçen Tünel, 1939’da İETT Genel Müdürlüğü’ne devredilir. 1970 yılında bir Fransız firması tarafından tamamen yenilenen Tünel, 90 saniyede Karaköy ile Beyoğlu’nu birbirine bağlamaktadır. 

600 metrelik bu mucizevi raylı sistem kısa olmasına kısadır ama İstanbul’un siyasal, toplumsal ve iktisadi yaşamında büyük bir devrim gerçekleştirmiştir. Bir kere Galata ile Pera arasındaki 60 metrelik kot farkını ortadan kaldırmış; Tünel, Taksim, Şişli, Levent ve Büyükdere hattı boyunca, şehrin sırtına yük olan 20 km’lik düz bir ulaşım aksı yaratmıştır. 

[📷 Zülfaris Sinagogu, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Tünelin az ilerisinde, soldaki Perçemli Sokak’ın içinde, artık kullanılmayan Zülfaris Sinagogu (Kal Gadoş Galata) var. Yüksek bir duvarın arkasında, dikkatle bakmadıkça hiç göze çarpmayan bir bina. Kalabalık Karaköy caddelerinden kendisini gizler gibi bir tavır sergiliyor. 

[📷 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Gerçekte eskiden beri burada bir sinagog varmış, fakat 1890’da ünlü banker Kamondo’nun maddi desteğiyle inşa ve ondan sonra da bir kaç kez restore edilen bina, 1968 yılında esaslı bir bakım ve onarım görür. 1985 yılına kadar ibadete açık kalan Sinagog, yörede ikamet eden Yahudi cemaatinin azalması veya hemen hemen hiç kalmaması üzerine bu tarihte kapanır. Sahibi olan Neve Şalom Vakfı tarafından 500. Yıl Vakfı’na müze olarak kullanılmak üzere tahsis olunan bina Kamhi ailesinin maddi ve Jak Kamhi’nin değerli katkıları, Naim Güleryüz’ün öneri ve tasarımıyla 500. Yıl Vakfı tarafından Müze olarak düzenlenerek 25 Kasım 2001 tarihinde 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi adıyla hizmete girer. 

Şimdi buradan tekrar bir ara sokağa, Söğüt Sokak’a, sapıyor Billur Sokak’a geliyorum. Tünelin etrafında bir daire çizmiş oldum. Bunun nedeni az önce gördüğüm Bereketzade Mehmet Efendi’nin bir de arka cephesinden görüntü almak. 

[📷 Bereketzade Camisi ve Medresesi, Billur Sokak, (Ağustos 2018).] 

Aslında fotoğrafa yansıyan şu karşıdaki ara sokaktan da buraya geçip Tünel’e öyle çıkabilirdim. Hata yaptığımı kabul ediyorum ama bisikletle ara sokakları keşfetmek bu kadar güzel işte. İçtenlikle, hiç yakınmıyorum; tersine son derece memnunum hayatımdan. 

[📷 Billur Sokak, (Ağustos 2018).] 

Artık meşhur “HIRDAVATLARIN CAN DAMARI” Perşembe Pazarı’nın sonuna gelmiş bulunuyorum. Tepebaşı’ndan Karaköy’e ve Haliç kıyısından Azapkapı’ya (Azebkapı), Galata Surları’ndan Perşembe Pazarı ve Tünel’e alelade değil belki ama fevkalade bir gezinti yaptığımın farkındayım. 

Kasımpaşa’dan başlayıp Tophane’ye kadar devam eden Galata, tarih boyunca bu coğrafyanın en canlı ticaret bölgelerinden biri olagelmiştir. Sadece endüstri sektörü değil, finans sektörünün de kalbi burada atardı. “Galata Bankerleri” Osmanlı’nın son döneminde basbayağı bir kelama dönüşmüştü. Ancak Perşembe Pazarı’nı Okmeydanı’ndaki Perpa kompleksine taşıyarak buranın dokusuyla da oynamayı becerdi, malum eli sağ cüzdanında olan siyasetçi bozuntuları. 

Tersane Caddesi boyunca pedal çevirmek gerekten hayal ötesi gibi bir şey. Her türden hırdavatçı dükkânıyla dolup taşan bir hatta sürüş yapmak çok keyifliydi. 

Buraya kadar şunu söyleyebilirim ki Galata’ya seçici bir gözle bakıldığında kendini İtalya’da hissedebilirsin. Çok doğal. Zira burası başta da dediğim gibi bir İtalyan kolonisiydi. Bizans devrinde önce Venedikliler, sonra Cenovalılar bu bölgede bir çeşit otonomi hakkı elde etmişti. Fetihten sonra birçoğu yıkılmışsa da, ya da gördüğüm üzere bir takım dönüşümler yaşanmışsa da Ceneviz surlarından ayakta kalan parçaları keşfetmek gerçekten harikuladeydi. 

Sokaklar ise tam bir labirent. Birine giriyorsun, bir diğerinden çıktığını düşünürken bir de bakmışsın ki yine aynı sokağa dönüvermişsin. Muhteşem. Kimi görüntüler perspektif hileleriyle insanı resmen aldatmaya aday. Ressamlara bile taş çıkartır. 

Aslında bir de tatil günü pedallamak lazım buralarda. O zaman araç yoğunluğu, fotoğraflanacak eserlerin önüne yığışım yapmış araçlar olmayabilir. İstanbul işte o an tuvalde bir yağlıboya manzaranın resmedildiği özel örneğe dönüşebilir. 

Sırada Karaköy Meydanı’na fazla dalmadan (bunu yarınki Karaköy – Fındıklı – Dolmabahçe programına bırakıyorum) ucundan kıyısından Tophane’ye kadar gitmek var. Sonrasında gerisin geri; Yüksek Kaldırım’dan Bankalar Caddesi’ne ve buradan tekrar Galata Kulesi’ne dönüp bugünkü geziyi tamamlayacağım. 

Hadi bakalım pedallar dönsün... 

[📷 Nordstern Hotel, Karaköy, (Ağustos 2018).] 

Şimdi Karaköy Meydanı’ndayım. Burada Galata’nın bütün yolları köprüye doğru akmaktadır. 

Tersane Caddesi’nin Kemeraltı Caddesi’ne bağlandığı kavşağın hemen köşesinde yer alan bina İstanbul’un eski finans merkezi, Nordstern J.L. Sigorta’ya 78 yıldır genel müdürlük binası olarak hizmet veren Nordstern Han. 

Pire🚲 motorize kardeşlerine özenip yanlarında yerini almakta gecikmedi. Karşıda sözünü ettiğim bina. 

[📷 Nordstern Hotel, Karaköy, (Ağustos 2018).] 

1889 yılında Rafael Kom Anto tarafından yaptırılan yapının mimarının Giulio Mongeri olduğu tahmin ediliyor. 19. yüzyılda Galata’ya damgasını vuran “levanten” üslubundaki bina, Nordstern Sigorta tarafından restore edilerek bugün görünen haline getirilmiş. 

[📷 Karaköy Palas, Kemeraltı Cad., (Ağustos 2018).] 

Gerçi karşı kaldırıma geçip kıyısını bucağını ve Karaköy’ün içini dışını yarın didik didik edeceğim ama şimdilik buradan da bir fotoğraflamanın ziyanı yok. Karşıda bütün heybetiyle bize bakan yapı Karaköy Palas’ın ta kendisi. 

[📷 Karaköy Meydanı, (Ağustos 2018).] 

Karaköy Meydanı... Bugünkü gezi programında Galata Köprüsü yönüne son bir bakış. Trafiğin halini görüyorsun. “Burası İstanbul!!” dedirtiyor adeta. 

[📷 Karaköy Palas, Karaköy, (Ağustos 2018).] 

Galata’yı gezmeyi henüz bitirmedim, tabi ki. Daha sırtlar var. Karaköy Yeraltı Çarşısı & Geçidi’nin orada ortaya karışık bir soda+ayran ile güç toplayıp Tophane tarafına doğru pedallamaya başlıyorum. 

Tabi her zaman yolun sağından gitmek gibi bir adedim olmasa da bu kez öyle yapacağım. Altgeçidi kullanıp karşıya geçiyor, Karaköy Palas’ı bir de kapısından selamlıyorum. 

[📷 Zülfaris Sinagogu, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Zülfaris Sinagogu’nun tam karşı cephesine geldiğimde bu kez karşı kaldırımdan resmini çekiyorum. 

[📷 Selanik Pasajı, Azapkapı, (Ağustos 2018).] 

Hemen bitişiğinde Selanik Pasajı... 

Diyelim ki hırdavatla işin yok. Ama olmaz, olmaz deme. Yine de aklında bulunsun. Karaköy Meydanı’na açılan kapısıyla Selanik Pasajı’na bir gün işin düşer, (demedi deme!) ya çok sevdiğin elektronik aletinin bir parçası için, ya da ne bileyim cızırtı yapan radyonun (transistörlü olanlardan kullanıyor muydun?J) düğmesine sıkmak, dezenfekte etmek için temizleme spreyi almak üzere elektronikçilere, kim bilir belki de diğer elektrikçilere bir uğrarsın. Buradaki küçüklü büyüklü mağazalar aspiratör çeşitleri, lambaları, aplikleri, avizecileri ile gün boyu uğrak yerleridir. 

Perpa’da ne işin var? Bak, o kadar yola değer mi? Karaköy’de yok yoktur. Üstelik Galata Köprüsü ve deniz ve balık ve rakı hepsi bir arada yanı başında. Büro malzemeleri, para kasaları, balık adam malzemeleri, şişme bot satıcıları, oltacılar yediden yetmişe herkes burada. 

[📷 Kılıç Ali Paşa Camisi & Külliyesi, Tophane, (Ağustos 2018).] 

Artık trafiğin içindeyim. Tramvaylı caddeden Boğaz yönünde devam ediyor, bir süre sonra Tophane’ye geliyorum. Sağda muazzam bir yapı sarıyor boğaz kenarını: Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa Camisi ve Külliyesi... 

[📷 Kılıç Ali Paşa Camisi & Külliyesi, Tophane, (Ağustos 2018).] 

Bir sonraki turda buradan söz edeceğim için şimdilik burayı hızlıca es geçiyorum. 

[📷 Kılıç Ali Paşa Camisi & Külliyesi, Tophane, (Ağustos 2018).] 

Biz de mi gölgeden istifade etseydik? Hiç fena olmazdı hani... 

[📷 Tophane Çeşmesi, Tophane, (Ağustos 2018).] 

Az, biraz ileride bir barok mimariye örnek çeşme var: Tophane Çeşmesi. Bazıları Sultan I. Mahmut tarafından yaptırıldığı için çeşmeye “I. Mahmut Han Çeşmesi” demeyi yeğliyor. Bense hemen her tarihi eserin bulunduğu semtle özdeşleştiğini ve dolaysıyla o semtin ismiyle çağrılması gerektiğini düşünenlerdenim. Detaylar bu turun devamında... 

[📷 Tophane Binası, Tophane, (Ağustos 2018).] 

Karşıda yoldan yüksekçe bir yerde top dökümü için kullanılmış Tophane Binası ver. Elbette detaylar yine bir sonraki turda... 

Burası Tophane semti. Namı büyük. Ancak bu gezi programımın yani Galata & Pera bölgesinin dışında kaldığından çok fazla detaya bulaşan bir pedallama serüvenine girmeden Karaköy’e geri dönüş noktamı belirliyorum. 

Öyleyse trafik ışıklarından araçlara ve tramvaylara dikkat ederek karşı kaldırıma geçebilir, geldiğim yönde, sağdan sağdan bisikletimi sürebilirim. 

[📷 Karabaş Mescidi, Tophane, (Ağustos 2018).] 

Karşıya geçince, burada ilk göze çarpan set üstündeki Karabaş Mescidi... Ya da bugün ifade ettikleri gibi: Karabaş Mustafa Ağa Camisi... 

Yapılışı eskiye dayanan bu mescidin mimarisinde dikkat çekici bir özellik pek görülmüyor, ama zaten olmaması çok doğal. 

Orantıları yerinde mütevazı bir mahalle mescidi olan yapının çevresinde mütevazı bir şekilde turladığımı gören küçük parkın banklarına oturmuş beyabiler meraklı bakışlarla ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışıyorlar. Anlayamazlar tabi. Ben yaştaki muhteremler bisikletle gezmek yerine bacak bacak üstüne atıp, gün boyu tembelce oturup çekirdek çıtlatmayı ya da etrafa, gelip geçene bön bön bakarken geviş getirmeyi acayip seviyorlar. 

[📷 Karabaş Mescidi, Tophane, (Ağustos 2018).] 

Tramvay yolunda, Tophane durağının karşısında kırmızı tuğlalarıyla duran 500 yıllık Karabaş Mustafa Ağa Camisi ve tekkesi, bir dönemin, sözü kanun değerindeki babüssaade ağasının vasiyetidir. Karabaş Mustafa Ağa, kendi adına yaptırdığı tekkenin avlusuna gömülür. O zamanlardan geriye, sıbyan mektebi ve namazgâhtan eser kalmamış, sadece avlu ile cami ibadete açık. 

Yaklaşık 300 metrekarelik bir alana yayılan kare planlı caminin yapımında kırmızı tuğla kullanılmış. Başlangıçta büyük bölümü ahşap olan yapı, Adnan Menderes’in yol çalışmalarından kısmetini almış. 1961 ve 1962 arasında tamamına yakını yıkılıp, namazgâh, mektep ve zaviyesi üzerinden yol geçirilip cami yeniden inşa edilmiş. Ancak dönemin mimarları orijinal yapıya olabildiğince bağlı kalmış ve mahalle sakinlerinin söylediğine göre, ‘Aynısından bir tane daha’ yükseltmişler. 

[📷 Karabaş Mescidi, Tophane, (Ağustos 2018).] 

Önünden tramvay ve karayolunun geçtiği caminin hem avlusunda hem de denize bakan cephesinde iki türbe alanı bulunuyor. Aralarında Mimar Sinan’la birlikte çalışıp Kılıç Ali Paşa Camisi’nin hattatlığını yapan Demirci Kul Yusuf Efendi ile bani Karabaş Mustafa Ağa’nın da mezarları bulunan bu iki türbede ayrıca camide daha önce görev yapmış iki imamın da mezarları bulunuyor. Bu iki imamın türbelerindeki sarıklara bakılırsa, tekke ve zaviyeler kapanmadan önce burada Kadiri tarikatının toplantıları yapılmış. 

(*) BABÜSSAADE AĞALIĞI: Babüssaade kapısı, Topkapı Sarayı’nın üçüncü kapısıdır. Bu kapının önünde kurulan revakın altında padişah tahtı devraldığında, bayramlarda, zafer kutlamalarında toplanılır ve törenler gerçekleştirilirdi. Bu adet Sultan Abdülaziz’in hükümdarlığı döneminde de bir müddet devam etti. 18. yüzyıla gelindiğinde babüssaade ağalarının yetkileri sınırlandı. Emrindeki ağalıklar ellerinden alındı. 

[📷 Kemeraltı Caddesi, (Ağustos 2018).] 

Sürmeye devam... 

Caddede, solda sağda, Ceneviz surlarının iyice azalmış parçaları görülebiliyor. 

Ha; bir de az önce cami duvarının boyuna işlenmiş bir Osmanlı çeşmesi vardı, onu da göstereyim. Maalesef işlevsiz bir dekordan farksız sırtını dayamış ebedi yaşantısını sürdürmeye çalışıyor. 

[📷 Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi, Kemeraltı Cad., (Ağustos 2018).] 

Surp Krikor Lusavoriç Ermeni Ortodoks Kilisesi’nin hizasına vardığımda yapılış tarihi 19. yüzyıla dayanan “Galata Özel Rum İlköğretim Okulu” ile 15 yüzyıla kadar uzanan “St. Benoit Lisesi”ne de gelmiş bulunuyorum. 

[📷 Galata Rum İlkokulu, Kemeraltı Cad., (Ağustos 2018).] 

Galata Rum İlkokulu’nun kapısı. Sütundaki tabelaya göre okulun tam adı: İstanbul – Beyoğlu ÖZEL KARAKÖY RUM ANA & İLKÖĞRETİM OKULU... 

[📷 Galata Rum İlkokulu, Kemeraltı Cad., (Ağustos 2018).] 

Bir de tarihi binanın kapalı kapıları önünde makroaçımsı çekim yapayım Pire🚲’ciğimin... 

[📷 Galata Rum İlkokulu, Kemeraltı Cad., (Nostalji Arşivi).] 

Galata Rum İlkokulu, 19. yüzyıl sonlarında Rum çocukların eğitim ve öğretimine katkı sağlayabilmek amacıyla inşa edilir. Neo-klasik mimari üslubuyla İstanbul’un en eski semtlerinden Galata’da yer alan okul özellikle 1960 ve 70’li yıllardan itibaren baş gösteren demografik sorunlar nedeniyle, 1988 yılının Eylül ayında faaliyetine ara vermek zorunda kalır. Öğrenci kapasitesini artırmak ve öğrenim kalitesini yükseltmek amacıyla 2001 yılında anaokulu olarak yeniden hizmet vermeye başlayan okul, 2007 yılında bir kez daha öğrenci yetersizliğinden dolayı kapanır. Galata Rum İlköğretim Okulu, 2012 yılında kapılarını İstanbul Tasarım Bienali’nin iki ana sergisinden biri olan ve küratörlüğünü Joseph Grima’nın üstlendiği, “Adhokrasi” için açmıştır. (Kaynak: İKSV) 

[📷 St. Benoit Lisesi, Kemeraltı Cad., (Ağustos 2018).] 

Caddenin devamındaki yapı, sonradan Batılılaştırılmış imparatorluk dönemi eğitim kurumları dışında, Türkiye’nin en eski Batılı eğitim kurumu olan Saint-Benoit Lisesi... 

[📷 St. Benoit Lisesi, Kemeraltı Cad., (Ağustos 2018).] 

Çok kere yanıp yıkılan ve yeniden yapılan bu okulun şimdiki şapeli 1730’lardan. Ama, örneğin girişinde, Bizans’tan kaldığını belli eden sütun ve başlıklar da görülüyor. Bunların bazıları da ters kondurulmuş gibi. 

[📷 St. Benoit Kilisesi & Lisesi, Kemeraltı Cad., (Ağustos 2018).] 

Lisenin hemen bitişiğindeki yapıda uzun bir ortaçağ kulesini görüyorum. 15 yüzyıl Saint Benoit Kilisesi’nden geriye sadece bu kule kalmış. Kilise 1427’de Benediktenler tarafından kurulmuş, daha sonra Bâbıâli’deki Fransız sefirlerinin şapeli olmuş, birçoğu da buraya gömülmüş. Birkaç yüzyıl Cizvitlerin elinde kaldıktan sonra bu mezhebin geçici olarak dağılması üzerine 1773’te, bugün de kiliseyi ellerinde bulundurmaya devam eden Lazaristlere verilmiş. 1804’te buraya bir okul kurmuşlar; ve bu okul hâlâ İstanbul’daki yabancı dilde eğitim veren en iyi okullardan biri sayılıyor. 

(*) Misyon Cemaati da olarak bilinen Lazarist cemaati, Roman Katolik Mezhebi anlayışındaki din adamları tarafından XVII. yüzyılda kurulmuş. Aziz Vincent de Paul'un izinden giden cemaat adını Paris'te sahip oldukları ilk manastırdan, Aziz Lazar Manastırı'ndan almışlar. (Kaynak: Wikipedia) 

[📷 St. Benoit Kilisesi & Lisesi, Kemeraltı Cad., (Ağustos 2018).] 

Okulun bahçesinde eski Ceneviz surlarından bir kule özgün halde durmakta. Bunun haricinde mevcut kilisenin yapısı da kısmen ayakta diyebilirim. 

[📷 Surp Pırgiç Kilisesi, Kemeraltı Cad., (Ağustos 2018).] 

Küçük ara sokağı, Alageyik Sokak’ı, geçince yanına geldiğim bir eski taş bina daha var. Girişi öbür sokakta; küçük bir merdivenle taş bir avluya giriliyor. Burası Katolik Ermeni kiliselerinin en eskisi Surp Pırgiç Kilisesi... (Fotoğraf olarak Tophane yönüne giderken çektiklerimi koyuyorum burada.) 

Kilise, 1830’larda II. Mahmut zamanında yapılmış. Yapılmasına dair fermanın kilisenin zimmetinde saklandığı biliniyor. 

[📷 Kemeraltı Cad., (Ağustos 2018).] 

İkisi bir arada: Surp Pırgiç Kilisesi ile St. Benoit Kilisesi & Lisesi... 

[📷 Kemeraltı Cad., (Ağustos 2018).] 

Yaklaşık 100-120 metre sonra Yüksek Kaldırım’ın ilk kestirme girişine, Zürafa Sokak’ın biçimsiz, dar ama hareketli antresine geliyorum. Bu sokağa Pera turunda gireceğimden şimdilik sadece bakınmakla kalıyorum. Malum bu sokak İstanbul’un yasal genelevlerinin bulunduğu sokaklardan en namlısı. 

Buradaki ara sokaklarda ayrıca kırık dökük kilise ve sinagog kalıntıları da var. Bunlara da Pera gezisi sırasında değineceğim. 

Şimdi esas Yüksek Kaldırım’ın Karaköy’deki ucuna gelmiş bulunuyorum... Eski fotoğraflardan hayal meyal hatırlıyorum. Acaba çocukluğumda da böyle miydi? Bak, şimdi bunu anımsayamadım. Tuu, ayıp bana! Neyse, sonra kaynaklara baktım, 1956’da yeni düzenlemeler esnasında motorlu araçlara da geçiş olanağı tanımak adına kaldırılmış. Oh be, yırttım valla. Hatırlamamakta haklıymışım. Üstelik benden 7 yaş kocaman olan Hayrettin ağabeyim bile hatırlayamaz, o yıl doğduğu için. 

Evet, eskiden basamaklı bir sokakmış ve eğer ben yetişebilseydim emimim hem inerken koştura koştura, bir iki basamağın üstünden zıplayıp atlayarak, hem de çıkarken oflaya pufluya dinlene dinlene çıkardım bu basamakları. Ve şahsen o zamanlar çok daha güzelmiş. Ayrıca çok daha canlı. 

Benim hatırladığım yıllarda bile yolun iki yanında sıralanmış birçok ilginç dükkân ve işyerleri de yaşayan bu enteresan canlı tabloya ayrı bir büyüleyicilik sunar, güzelliğe katkıda bulunurlardı. Eski plak satıcıları, sahaflar türünden eski kitapçılar, dansingler ve diğerleri. Eski kitapçıların biri, kimi pulcular, müzik aletleri satanlar ki en meşhurunun Zuhal olduğunu iddia edebilirim, bunlar hâlâ Yüksek Kaldırım’ın müdavimleri. Öbürleri ise, yokuşun bu başındaki radyoculara, teypçilere ya da daha yukarılarda başlayan hediyelik eşyacılara, giyim mağazalarına, büfelre, kafelere filan yerlerini bırakıp gittiler. 

Yüksek Kaldırım’a Pera turlarım esnasında geniş detaylarıyla değineceğimden caddeye sapmadan devam ediyor ve Bankalar Caddesi’ne, eski adıyla Voyvoda Caddesi’ne giriyorum. 

[📷 Bankalar Cad., (Ağustos 2018).] 

Osmanlı devrinde toplumun tanıştığı ilk bankaların merkezleri buradaydı. Banque Ottoman, Banca di Roma, Credit Lyonnaise gibi. Cumhuriyet kurulduktan sonra da ulusal bankaların bazıları da, Merkez Bankası, İş Bankası, Osmanlı Bankası gibi aynı caddede epeyce abidemsi karargâh binaları inşa edip burada faaliyete geçtiler. 

Bugünlerde ise Türkiş kamu ve özel sektörünün aktif üyelerinin nabzı başka bölgelere kaymış durumda. Malum devir hızla değişiyor. İnsanlar arayışlarını hep başka yerlere çeviriyor. 

[📷 Minerva Han, Bankalar Cad., (Ağustos 2018).] 

Bankalar Caddesi’nin başında, şimdi Sabancı Üniversitesi İletişim Merkezi / Kasa Galerisi’nin bulunduğu Minerva Han, gene heykellerle süslü bir bina olarak çok ilginç bir imaj takdim ediyor. 

Minerva Han, Bankalar Caddesi üzerinde bulunan, 1913 yılında inşa edilmiş ve “Atina Bankası” olarak hizmete sunulmuş 3 bin 484 metrekarelik alana sahip olan bir binadır.  Daha sonrasında 1930’da “Deutsche Bank”a dönüşür ve 1950’lerden 1980’lere kadar da “Doğan Sigorta” olarak hizmet verir. Doğan Sigorta’dan sonra 1993’e kadar “Aksigorta”ya da ev sahipliği yapan bina, 1998’den günümüze kadar “Sabancı Üniversitesi İletişim Merkezi” olarak devam etmektedir. Aynı zamanda bodrum katı bir sanat galerisi olarak kullanılmaktadır. 

[📷 Minerva Han, Bankalar Cad., (Ağustos 2018).] 

Hanın dış cephesi, mitolojik öğelerle bezenmiş. Giriş kapısının üzerinde yer alan kabartmalarda, bolluğu simgeleyen iki bereket boynuzu ve ortalarında duran ‘Minerva büstü’ görülüyor. Hemen altında da, Minerva’nın simgesi olan ‘baykuş figürü’ yer alıyor. Yapının en üst katında, haber tanrısı ‘Hermes’, kanatlı şapkası ve asası ile tasvir edilmiştir. Teras kenarlarında yer alan biri kadın, biri erkek olan 2 figürün, ticaret ve sanayiyi temsil ettikleri kabul edilmektedir. Beşinci katta, tıp ilmini simgeleyen birbirine dolanmış bir çift yılan kabartması, ikinci katta kucaklarında meyve sepeti taşıyan Venüs heykelleri, yapıda göze çarpan diğer figürler. 

[📷 Minerva Han, Bankalar Cad., (Nostalji Arşivi).] 

1930’larda Minerva Han’ın da yer aldığı ve biraz önce sözünü ettiğim basamaklı sokak, Yüksek Kaldırım... Bugüne oranla çok az sayıda insan görünmesine rağmen halk ne kadar canlı, ne kadar renkli. 

[📷 Minerva Han, Bankalar Cad., (Nostalji Arşivi).] 

1960’ların hemen başlarında Minerva Han ve Bankalar Caddesi... Tramvaylar ve eski dolmuşlar muhteşem bir tabloyu süsleyen harika şeyler. Yine İstanbul’un İstanbul olduğu zamanlarda nicel beşeriyete dikkatinizi çekerim. 

[📷 Tütün Han, Bankalar Cad., (Ağustos 2018).] 

Solda sarımtırak bina Vakıfbank. Tam karşısında benim gidiş yönüme göre sağ kaldırımda, Galata Kulesi’ne merdiven basamaklarla çıkılan Hacı Ali Sokak’ın köşesinde artık kullanım dışı olan Tütün Han binası... Muhtemelen satılığa çıkarılmış. İştahı kabarık turizmciler yüzde yüz hotel yapacaklardır buraya. 

1911 tarihlerinde Union Sigorta Şirketi tarafından yaptırılan Tütün Han, Bankalar Caddesi’nin girişinde sağdaki ilk binadır. Az önce belirttiğim gibi, bu bölge binanın yapıldığı dönemde Osmanlı’da faaliyet gösteren Bankerlik ve Sigorta şirketleri ile ecnebi bankaların yer aldığı önemli bir finans bir merkeziydi. Bu nedenle kimi mali kuruluşlara bu yörede binalar yaptırdılar. Vakti zamanında bu binada Banka di Roma, Siemens, Union de Paris, Standart Oil gibi şirketler faaliyet göstermiştir. 

[📷 Hacı Ali Sk., Bankalar Cad., (Ağustos 2018).] 

Galata Kulesi’ne çıkan Hacı Ali Sokak... Ben sadece fotoğraf çekmek için durdum. Yoksa Pire🚲’yi sırtlayıp basamakları tırmanmaya niyetim yok. En azından şimdilik. 

Ana cadde üzerinde devam... 

[📷 Eski Sümerbank Binası (bugün The Bank Hotel İstanbul), Bankalar Cad., (Ağustos 2018).] 

Eski adıyla Voyvoda Caddesi olan, günümüzde Bankalar Caddesi olarak bilinen bu muhit, Karaköy’ün en güzide yerlerindendir. Caddenin şimdiki adı 19 yüzyıl sonlarında inşa edilmiş bankalardan geliyor. Voyvoda sözcüğü ise Slavcadır ve “ağa, bey” anlamına gelir. Rivayete göre, Osmanlı döneminde caddeye bu ismin verilmesinin sebebi, caddenin bir Voyvoda tarafından idare edilmesi sebebiyledir. Bir zaman sonra bu çevre Kamondo ailesinin bu cadde üzerinde pek çok han ve banka binası yaptırdığı binalarla biliniyor. 

Yüksek Kaldırım ile Karaköy Kemeraltı caddelerinin birbirine kavuştuğu alandan başlayıp, ki burada bir de minyatür yeşil alan ve Park Büfe vardır, Şişhane yönündeki Okçu Musa ile Şair Ziya Paşa caddelerinin kesiştiği noktada biten; ve genel olarak “Bankalar Caddesi” adıyla bilinen “Voyvoda Caddesi”, 16. yüzyılda Grand Rue de Pera (İstiklal Caddesi) ile birlikte açılmış, 16. & 17. yüzyıllarda konutların en fazla olduğu bir yerleşim yeridir. 

Dolayısıyla mimari estetik açıdan birbirinden güzel binaların varlığındaki bir ana yolda pedal çeviriyorum keyifle. 

Hemen solumda eskiden Sümerbank Binası olan ama şimdi yerinde “The Bank Hotel İstanbul” var. 

(*) Sümerbank Binası, Pera’da serbest mimarlık bürosu bulunan, İtalyan Mimar Antoine Tedeschi’nin günümüze ulaşmış tek binasıdır. Bu yapının 1889 yılı dolaylarında inşa edildiği sanılan “Crédit Général Ottoman; Deutsche Bank & Sümerbank’a ev sahipliği yapmıştır... Antoine Tedeschi tarafından neo-rönesans üslubunda tasarlanmış̧, kesin olmamakla birlikte inşa tarihi 1867 olarak bilinmektedir. The Bank Hotel İstanbul, şehrin tarihi izler taşıyan binasıyla, 19. yüzyıl eklektik mimari üslubunun tipik örneklerinden biridir... Otel binası 2010 yılında, Yılmaz Ulusoy Holding tarafından satın alınmıştır. (Kaynak: The Bank Hotel) 

[📷 Türkiye İş Bankası, Bankalar Cad., (Ağustos 2018).] 

Şimdi solumda, Teğmen Hüseyin Sofu Sokak ile Billur sokak arasında uzayan binaya geliyorum. Burası İş Bankası’nın efsanevi binasıdır. 

[📷 Osmanlı Bankası, Bankalar Cad., (Ağustos 2018).] 

Bu caddedeki en görkemli binalardan biri Osmanlı Bankası’dır... Osmanlı Bankası ilk kurulduğunda, 1863 tarihinde, biraz sonra önünden geçeceğim Sen Piyer Hanı’na yerleşmişti. Daha sonra, mimar Vallaury, bu binayı, (ayrıca Eminönü’ndeki Osmanlı Bankası’nı da) inşa etti. 

Osmanlı’nın bazı bakımlardan tarumar edildiği o karışık, dağınık, çöküş döneminde, adeta o perişanlığın kanıtı olarak kurulan bankaya, bir merkez bankası gibi, para basma yetkisi verilmişti, ama hisselerinin çoğu Britanya ve Fransa’ya aitti. Osmanlı devleti, banka üzerinde bir bakan yoluyla denetim sağlıyordu. Gerçekte ise bu kâğıt üstünde sembolik bir teslimiyetten öte bir şey değildi. 

[📷 Osmanlı Bankası, Bankalar Cad., (Ağustos 2018).] 

SALT Galata, Fransız asıllı mimar Alexandre Vallaury tarafından “Bank-ı Osmanî-i Şahane” (Osmanlı Bankası)  için tasarlanmış ve 1892 yılında hizmete açılmış. 

Sanırım tadilat var... 

(*) Bina, anıtsal ölçeğinin yanı sıra ön ve arka cephelerde kullanılan neo-klâsik ve oryantalist mimari üsluplardaki şaşırtıcı farklılık dolayısıyla İstanbul’da benzersizdir. Binanın yeniden işlevlendirme çalışmaları, Ağa Han ödüllü mimar Han Tümertekin yönetiminde Mimarlar Tasarım tarafından yürütülmüş.  Bu yeniden işlevlendirme çalışmaları sonucu çok amaçlı kullanılan bir bina, bir kültür sanat merkezi ortaya çıkmış... SALT Galata, basılı ve dijital kaynakları erişime açan SALT Araştırma, 219 kişi kapasiteli Oditoryum, yeniden tasarlanan Osmanlı Bankası Müzesi, çok sayıda katılımcıyla çalışmaya elverişli Atölyeler, arşiv malzemelerini gün ışığına çıkaran Açık Arşiv, Kafe ve Restoran, Dükkân ve sergi alanlarını içeriyor. (Kaynak: SALT Galata) 

[📷 Osmanlı Bankası, Bankalar Cad., (Ağustos 2018).] 

Yakın çekimden kadraja sığdırabildiğim kadar... 

[📷 Osmanlı Bankası, Bankalar Cad., (Ağustos 2018).] 

Gerçekten çok görkemli bir yapı... “Ben buradayım,” diyor adeta. 

[📷 Osmanlı Bankası, Bankalar Cad., (Nostalji Arşivi).] 

SALT Galata binasının alt katında Osmanlı Bankası Müzesi bulunuyor. Osmanlının ilk bankası olan bu bankaya dair birçok nesnenin sergilendiği bu müzede, bankanın açılış belgeleri, müşteri kayıtları gibi belgeler sergileniyor. Bankanın ilk açıldığında kullanılan levhası da nostaljik bir hatıra olabilir. 

Bu müzeyi de şimdiden listeme ekledim. 

[📷 Merkez Bankası, Bankalar Cad., (Ağustos 2018).] 

Eskinin Osmanlı Bankası, bugünün SALT Galata binasının hemen bitiğinde T.C. Merkez Bankası yer alıyor. Tabi bu ana banka değil. İstanbul şubesi. Fani iktidarların sürekli çekiştiği, bağımsız olması gereken bir yapıyı bir lastik gibi çekelediği, her fırsatta Ankara’dan İstanbul’a taşımak istedikleri darphaneye sahip tek yüce banka. Gelmesi bana göre kuşkulu. Zaten içini boşalttıklarını da biliyoruz. İçini doldurmak için torun torba bile yetmez. Üüüüüü... Takır tukur kasayı ben bile taşırım... hem de Pire🚲’yle!!! 

[📷 Merkez Bankası, Bankalar Cad., (Ağustos 2018).] 

Etrafıma şöyle bir bakınıyorum, biraz daha ileri gidip yine bu noktaya döneyim diyorum. Çünkü buradaki merdivenleri kullanarak üst yola çıkacağım. 

Ne yalan söyleyeyim; Şişhane yönüne doğru ilerledikçe, Bankalar Caddesi’nin de şıklığının gitgide azaldığı fark ediliyor. O gösterişli binalar eriyip gidiyor birer birer. Sanki varoşlara doğru bir yönelim var. 

[📷 Frej Apartmanı, Okçu Musa Cad., (Nostalji Arşivi).] 

Bankalar Caddesi’nden onun devamı olan Okçu Musa’nın sonuna kadar yaklaşık 500 metre pedal çeviriyorum, çevrede ne varmış ne yokmuş anlamaya çalışmak için. Neyse ki, yolun sonunda yer alan Frej Apartmanı görülmeye değer. 

Frej ailesi Lübnanlı Hıristiyan Arap ve muhtemelen Maruni. Ama ailenin en büyüğü Selim Hanna Frej’in babası Arap, annesiyse Amerikalı. Ayrıca karısı Pauline de İstanbul karışımı Levanten ailesi Glavailerin kızı. Bina da tıpkı ailenin bu melez karışımı gibi mimari tarzı yeniden, yeniden üretiyor sanki. Her katın düzenlenişi birbirinden farklı. Heykeller, kemerler, sütunlar, yuvarlak yüzeyler, her şey mevcut. İnsani ölçüler kadar hoş ve sevimli. 

[📷 The Galata İstanbul Hotel Mgallery, Bankalar Cad., (Ağustos 2018).] 

Gene Bankalar Caddesi’ne dönüyorum. Perşembe Pazarı’nın ana caddeye kavuştuğu yer pek tanıdık geliyor. Birkaç saat önce Azapkapı bölgesini turlarken kullanmıştım bu caddeyi. Çeşme Sokak’ta gezinirken bu noktaya geri döneceğimi söylemiştim. 

Perşembe Pazarı’nın tam karşısında merdivenler var. Galata Kulesi Sokak’a bir başka geçidi oluşturuyor ve Galata Kulesi’ne bir başka tırmanışın yönünü gösteriyor. 

Hemen sağ tarafımda yer alan bina ise The Galata İstanbul Hotel’e ait. Tarihi Çeşme Hamamı da bu otelin bünyesinde faaliyet gösteriyor. 

[📷 Voyvoda Han, Bankalar Cad., (Ağustos 2018).] 

Otelin hemen bitişiğindeki bina Voyvoda Han... Önceleri ahşap bina olduğu öngörülen Han’ın, güncel haliyle 1903/1904 yıllarında inşa edildiği tahmin edilmekte. Yapan kişi ise meçhul. Benzerlerine oranla nispeten küçük ölçekli olan Han, zeminle birlikte dört katlı ve bodrumlu. Avlusu yok. Neo-klâsik, Art Nouveau etkisinin çarpıcı biçimde görüldüğü süslemeler ve cephe ayrıntılarıyla eklektik yapı, bugünün koşullarına göre iyi korunmuş halde. 

[📷 Societe Ottomone, Bankalar Cad., (Ağustos 2018).] 

Pedallara basıyorum yeni baştan. Karaköy yönüne devam ettiğim ana caddenin solunda, Merkez Bankası’nın hemen karşı cephesinde İstanbul Valiliği’nin “İl Sivil Toplumla İlişkiler Müdürlüğü”nün işgal ettiği bina var. Ne anlama geliyor hiçbir fikrim yok. Açıkçası merak da etmiyorum. Sadece oturdukları bina hoş. Neyse pas diyelim, efendim. 

Hemen bitişiğinde Societe Ottomone binası var. Banque de Change; İstanbul Boğazı’nın Rumeli yakasında Karaköy Bankalar Caddesi’nde, Kamondo Merdivenleri’nin yanında yer alan yapı 1880 tarihinde inşa edilmiş. 1959 yılından beri Demirbank’ın sahip olduğu, dolayısıyla da mimarının Alexandre Vallaury olduğunu tahmin etmek hiç zor değil. 

Yapının en önemli özelliği, cephede Neoklasik üslubun kullanılmış olması. Zira bu üslup açısından, Osmanlı Bankası Binası’na olan yakın benzerlik, Banque de Change Binası’nın, banka binası ile aynı yıllarda ve aynı mimar tarafından yapıldığını gösteriyor. Yapının üzerinde kitabesi bulunan ve muhtemelen binayı yaptırmış olan, Société Ottomane de Change et de Valeurs. 

Belli ki sürekli restorasyon geçirmiş bu yapı, 1999 yılında yaşadığı travmatik yenilemeyle iç tasarımı tamamen değişmiş ve özgün tasarımından hiçbir özelliği kalmamış. Eğimli bir arsa üzerine inşa edilmiş olması, mevcut araziye uygunluk açısından yuvarlatılmış köşesiyle dikkat çekiyor. 

En son HSBC/Karaköy Şubesi kullanıyormuş binayı. O da terki diyar etmiş; binayı belki de yeni bir restorasyonla kaderiyle yüzüstü bırakarak. 

[📷 Bankalar Cad., (Ağustos 2018).] 

Bu enfes, biçimli binalarıyla ana cadde hâlâ çok şık. Bununla beraber solumda, sağımda, caddeye paralel, çok sayıda dar sokak var, ki bunlardan birkaçına Azapkapı’dan gelirken girip çıkmıştım: “Banka Sokak”, “Perşembe Pazarı Caddesi” gibi. 

Ancak basamakların ötesindekilerin adları daha enteresan. “Eski Banka Sokağı”, “Banker Sokağı” gibi adları olan, Osmanlı’nın son döneminde devleti ve hemen her şeyi kendi çıkarları doğrultusunda parmaklarında istedikleri gibi oynatan, sonra o devletle birlikte kendileri de batıp yok olan, çoğu Levanten bankerlerin küçük ofislerini kurdukları sokaklar bunlar. Evlerini, şatafatlı konaklarını ise Pera (Beyoğlu) turlarımı yaparken İstiklal Caddesi havalisinde görebileceğimi ve gezi-anı çerçevesinde paylaşabileceğimi umut ediyorum. 

İşte Galata Kulesi yönünü gösteren tabela da benim gideceğim yörüngeyi işaret ediyor. Sırada bu ünlü merdivenleri tırmanmak var. 

[📷 Kamondo Merdivenleri, Bankalar Cad., (Ağustos 2018).] 

Hoş bir rastlantı, Bankalar Caddesi ile Banker Sokak arasında Banker Kamondo’nun yaptırdığı merdiven, geçit sağlıyor. 

Kamondo Merdivenleri hayli ilginç bir eser... 

[📷 Kamondo Merdivenleri, Bankalar Cad., (Ağustos 2018).] 

Musevi bir aile olan Kamondo Ailesi, İstanbul’un en meşhur ve önemli ailelerindendi. Kamondo Ailesi’nden olan Abraham Kamondo’nun yaptırdığı bu merdivenler, ismini, yine, Abraham Kamondo’dan almıştır. Rivayete göre, Kamondo, çocuklarının okula gitmesini kolaylaştırmak ve güvenli hale getirmek için bu merdivenleri yaptırmıştır. Abraham Kamondo modern bankacılığı kuranlardan biridir. Aynı zamanda eğitim ve belediyecilik alanlarında da kendini göstermiştir. Fakat bu aile cumhuriyetten sonra yavaş yavaş Fransa’ya göç etmiştir. 

[📷 Kamondo Merdivenleri, Bankalar Cad., (Ağustos 2018).] 

Voyvoda Caddesi (Bankalar Caddesi) ve Banker Sokağı’nı birleştiren bu basamaklar İstanbul’un en güzel ve estetik merdivenlerindendir. Merdivenden yukarı çıkıldığında Avusturya Lisesi, biraz daha yukarısında ise Kuledibi Hastanesi (Beyoğlu Hastanesi) bulunur. Şekil itibariyle DNA’yı andıran bir çift sarmal ve geç barok üslubunda olan merdivenler, Roma’daki İspanyol Merdivenleri’ne benzer. 

Birazdan bu yapıları ve daha fazlasını göreceğim. Pire🚲’yi bir halter barı gibi omuzlayarak üst yola çıkartıyorum. Bu taşıma işi hep dönüşümlü. Sonra da tepeden aşağıya son bir resmini çekiyorum merdivenlerin ve Bankalar Caddesi’nin... 

[📷 St. Georg Avusturya Lisesi, Kart Çınar Sk., (Ağustos 2018).] 

Merdivenlerden sonra sağ taraf Banker Sokak, sol taraf ise Kart Çınar Sokak. Kurayı çektim. Ben sola dönüyorum. 

Biraz gittikten sonra yolun sağında çok eski bir okul var: Özel St. Georg Avusturya Lisesi & Ticaret Okulu... 

[📷 Podestat, Kart Çınar Sk., (Ağustos 2018).] 

İleriye devam ediyorum. Kart Çınar Sokak’ın köşesinde, görünüşe göre bir kısmı yakınlarda göz alan bir pembeye boyanmış eski bir bina var. Galiba bu da birçok restorasyondan geçmiş. Öyle olmalı; çünkü gerçekten çok eski. Zaten, özellikle arka yüzüne bakınca çeşitli tamir izleri, yapının karakterinin değişmiş olduğunu gösteriyor. Burada kabartma bir arma da seçiliyor. 

Burası Podestat, ya da Palazzo Communale, yani Galata Ceneviz valisinin resmi konağı ve çalışma meskeniymiş. 

[📷 Podestat, Kart Çınar Sk., (Ağustos 2018).] 

İyice harap olmuş taş duvarda bu tarihi eser niteliğindeki yapının 1314 yılında Cenevizliler tarafından yapıldığını ifade eden bir kitabe yer alıyor. 

[📷 Podestat, Kart Çınar Sk., (Ağustos 2018).] 

Pire🚲, Podestat & St georg Avusturya Lisesi’nin binaları... 

[📷 Podestat, Kart Çınar Sk., (Ağustos 2018).] 

Ayrılık öncesi son bir resim daha çekiyorum... 

Karşı sırasındaki, yine içinde bir zamanlar işyeri semti lokantası olan bina da Cenevizlerden ve yaklaşık aynı dönemden kalma. Lokanta gitmiş, bina boşalmış, kısmen restore edilmiş, çevresi trapez sac ile örtülmüş, şimdi öyle bomboş duruyor. 

[📷 Sen Piyer Hanı, Eski Banka Sk., (Ağustos 2018).] 

Podestat’ı arkama aldığımda solumda, dar bir aralık var. Eski Banka Sokağı... Şimdi o sokağa doğru pedal çeviriyorum. 

Sokağın bir yanını boydan boya tek eski bir bina oluşturuyor. Burası da ilginç. Çünkü Fransız Devrimi’nin şairi Andre Chenier’in doğduğu ev (1762). Binayı 1771’de Fransız Elçisi Comte de St. Priest, “Fransız halkının evi ve bankası” olarak yaptırmış. Şimdiki adı da, Sen Piyer Hanı. 

1770 yılında Fransızlar tarafından inşa edilen, İstanbul’un en önemli tarihi sokaklarından birinde yer alan Saint Pierre Han, uzun yıllar Fransız tüccarlarını ağırlamış, (yukarıda ifade ettiğim gibi), 1863’te Osmanlı Bankası’na da ev sahipliği yapmış. İçinde 14. yüzyıldan kalma izler taşıyan konsoloslukların, büroların yer aldığı; Mimarlık Odası’nın da temellerinin atıldığı han, İstanbul’un kozmopolitliğini gösteren en önemli yapılardan biri olarak önemini koruyor. 

Ancak maalesef ki, on yıllarda tornacılar, gıda imalatçıları ve metal işleme atölyelerinin faaliyet göstermesiyle tahribata uğrayan ve bakımsız kalan 3 katlı, 66 odalı bu yapı, sanatın evrenselleşmesi için Bahçeşehir Üniversitesi Konservatuvarı’nın binası olmaya hazırlanıyor. 

[📷 Terziler Sinagogu, Felek Sk., (Ağustos 2018).] 

Şimdi Sen Piyer Hanı’ndan ayrılıyor ve gerisin geriye Kart Çınar Sokak’tan Kamondo Merdivenleri’nin bulunduğu yöne doğru pedallıyorum. Bir Aşkenaz sinagogu olarak yapılan, ama şimdi cemaatin idarehanesi olan Terziler Sinagogu ya da Tofre Begadim Sinagogu da bu civarda, Felek Sokak’ta. 

Merdivenlere varınca önce sola, Bereketzade Medresesi Sokak’a dönüyor, hemen ardından ilk sağa, Felek Sokak’a sapıyorum. 

Bugün “Schneidertempel Sanat Merkezi” olarak kullanılmakta olan Terziler Sinagogu, tarihsel miras ile çağdaş sanat arasında köprü kurmayı hedefleyen bir mekân. 

19. yüzyılda İstanbul’daki Aşkenaz Yahudilerinin çoğu terzilik mesleğini icra ediyorlarmış. Schneidertempel Aşkenazlar’ın Galata’da kurduğu üç sinagogdan biri. Almanca ‘schneider’ kelimesinin Türkçe’de karşılığı ‘terzi’ demek. Bundan dolayı Terziler Sinagogu olarak bilinen bu sinagogun asıl adı “Beth ha Kenesseth Tofre Begadim”dir. 

Sinagog, 8 Eylül 1894’te Aşkenaz Terziler birliği tarafından kurulur. Sıra evler görümünde olan bu yapıda dönemin esnaf kesimi, özellikle de terziler ibadet için kullanır burayı. Daha sonra 1960’lı yıllara kadar dini işlevini sürdüren sinagog ne yazık ki 1964’ten itibaren cemaat nüfusunun azalarak yok olmasıyla birlikte kapatılır. 

19. yüzyılın eklektik mimarisinin tipik örneklerini görebilmenin olanaklı olduğu bina 1996 yılında sanat merkezine dönüştürülür. 

Duvarındaki Sion yıldızı onu uzaktan bile belli ediyor... 

Bitişiğindeki evin cumbasında ise Malta haçı oyulu... 

Şimdi buradan ayrılırken bir karar aşamasındayım. Ya Bereketzade Medresesi Sokak’tan ilerleyip çıkacağım Galata Kulesi’ne, ya da biraz daha macera yaşatıp kendime tornistan ederek Kart Çınar Sokak’ın sonuna kadar pedallayacak ve Galata Kulesi Sokak’tan tırmanacağım yukarılara... 

Tabi ki de ikincisi... J)) 

[📷 San Pietro & Paolo Kilisesi, Galata Kulesi Sk., (Ağustos 2018).] 

Sokak boyunca yukarı tırmanırken, sağ tarafımda Avusturya Lisesi’nin binaları var. Okul Lazaristler tarafından, 1882’de Galata’nın en eski kilisesi olarak bilinen Aya İrini’nin yerinde yapılan St. Georg Kilisesi’nin yanında kurulmuştur. 

Biraz ileride solda bir Katolik kilisesi daha var: Aziz Pietro ve Paolo Kilisesi & Manastırı... 

Dominiklerin elinde bulunan bu kilisenin tarihçesinin, daha önce gördüğüm Arap Camisi’ne kadar uzandığı tahmin ediliyor. Fatih orayı camiye çevirdikten bir zaman sonra felsefede nominalist (adcı) olarak bilinen Domenikenlere yeni kilise yapacak başka bir yer verilmiş olmalı. 15 yüzyılda Cenevizliler tarafından kurulmuş, daha sonra Fransız cemaatinin kilisesi olmuş. 19 yüzyılda yöredeki Maltalı cemaate verilmiş. Bu cemaatten bazılarının mezar taşları bir antik Yunan cenaze rölyefi ile birlikte avlu duvarlarında bulunduğu ifade ediliyor. 

Ben içeri girmediğim için göremedim ama yazılı kaynaklar böyle anlatıyor. Bu kilise(ler) yanıp yıkılınca, sonunda 1841’de İsviçreli İtalyan mimar kardeşler, Fossatiler, bu gördüğüm binayı yaptırıyorlar. 

Binadaki en önemli eşya, Bizansın koruyucusu Hodegetria’nın (Yol Gösteren Meryem) ikonu imiş. 

Kilisenin arkasında, gene İtalyan tarzında güzel bir müştemilat ve manastır binası bulunuyor. Buradan değil ama, kilisenin arka duvarının bulunduğu sokağa girdiğimde, Ceneviz duvarının, şimdi birtakım adi işler için kullanılmakta olan iki kulesini daha görmek mümkün oluyor. 

[📷 Beyoğlu Hastanesi, Galata Kulesi Sk., (Ağustos 2018).] 

Yeni restore edilmiş binalardan Okçu Musa Okulu’nun yanı sıra yola devam edip sağa dönünce, Beyoğlu Hastanesi’ne geliyorum. Hastaneden çok bir şatoyu andırıyor. Ama 1904’te British Seamen’s Hospital (Britanya Denizciler hastanesi) olarak yapılmış bu binanın planını Percy Adams çizmiş, fakat bir başkası uygulamış. 

[📷 Beyoğlu Hastanesi, Galata Kulesi Sk., (Ağustos 2018).] 

Şatomsu İstanbul Beyoğlu Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesi, bir hastane için tuhaf bir lokasyon. Brrrrrrr; ürpertici yahu!!! 

Okçu Musa Okulu ise tipik bir İskoç Okulu havasında... 

Kuleye, İngiliz Hastanesi (Beyoğlu Hastanesi) kapısını geçerek, aynı sokaktan, Galata Kulesi Sokak’tan çıkıyorum. 

Ve böylece Galata Kulesi’ne varmış oluyorum... 

[📷 Galata Kulesi, Galata Kulesi Sk., (Ağustos 2018).] 

İşte Galata Kulesi, bütün heybetiyle önümde beliriyor. 

Bu kule ortaçağ Galata’sındaki Ceneviz surlarının en yüksek noktasıydı. Önceleri “İsa Kulesi” olarak bilinirdi, 1348 yılında Ceneviz kolonisinin ilk genişlemesinde inşa edilmişti. 1304’te surlarla çevrilmiş ilk alan şimdi Haliç’te iki köprünün arasında kalan uzun ve dar bir dikdörtgen bölgeydi. Cenevizliler kendilerini daha iyi savunabilmek için üst taraftaki tepelere yaptıkları duvarlarla buna bir üçgen eklediler; Galata Kulesi bu üçgenin tepe noktasındaydı. Daha sonra 1387 ve 397’de surları kuzeybatıya doğru genişletip son olarak 1446’da tepenin Boğaz’a doğru inen doğu eğimini de kapattılar. Son savunma sistemi, dış surunun kenarında hendek olan, duvarlarla çevrelenmiş altı alandan oluşuyordu, bunun bir kesiti kulenin arkasında görülebilir halde. 

Tur esnasında rastladığım gibi, surların ve burçların irili ufaklı parçaları Galata çevresinde orada burada hâlâ varlığını koruyorsa da aslında hiçbir kayda değer büyüklükte olmadığını söyleyebilirim. Marmara surları ve kara surları ile kıyas bile götürmez. 

[📷 Galata Kulesi Meydanı, Galata, (Ağustos 2018).] 

Galata Kulesi restore edilmiş, üst katında güzel bir restoran ve kafe bulunuyor. Buraya akın eden ziyaretçi kalabalığı her zaman ilgi gösteriyor. Zaten Kule’den İstanbul manzarası muhteşem; görmeye değer. 

Artık; Galata Kulesi meydanında son bir pozla veda edebilirim. 

Böylece bu şık noktada Galata’nın Azapkapı, Bankalar Caddesi ve Beyoğlu’na doğru uzanan sırtlarını tamamlamış oluyorum. Bir sonraki turumda Karaköy Meydanı, Rıhtımı ve havalisi ile “Galata” macerasını sonlandıracak, Mecidiyeköy’e dönüşümü ise farklı bir rotadan yani Tophane’den Fındıklı’ya, Dolmabahçe’den Beşiktaş’a uzatarak yapacağım... 

TUR ile İLGİLİ DETAYLAR 

Rota: İstanbul Tarih & Kültür Turu ~ Galata
 

Tur Tarihi: 14.08.2018; Salı

ROTA: Taksim >> Tepebaşı >> Karaköy >> Azapkapı >> Yanıkkapı >> Perşembe Pazarı >> Tünel >> Tophane >> Voyvoda Caddesi & Çevresi >> GALATA KÖPRÜSÜ (V) 

Güzergâh Seyri: Taksim >> Tarlabaşı Bulvarı >> Refik Saydam Cad. >> Lohusa Kadın Türbesi >> Eski Haliç Tersane Kapısı >> Unkapanı Köprüsü >> Ragıp Gümüşpala Cad. >> Eminönü >> Galata Köprüsü >> Fermeneciler Cad. >> Dikişçi Sk. >> Makbul İbrahim Paşa Camisi >> Arap Kayyum Sk. >> Verdinaz Kadın Çeşmesi >> Yemeniciler Cad. >> Tersane Cad. >> Azapkapı >> Galata Surları >> Azapkapı Camisi >> Saliha Sultan Çeşmesi >> Yolcu Hamam Sk. >> Yeşildirek Hamamı >> Harup Sk. >>  Yanıkkapı Sk. >>  Yanıkkapı >> Galata Sur Kalıntıları >> Arap Cami Çıkmazı >> Kalyon Sk. >> Hoca Hanım Sk. >> Arap Camisi >> Galata Mahkemesi Sokak >> Saksı Han >> Perşembe Pazarı Cad. >> Çeşme Sk. >> Çeşme & Taş Yapılar >> Tarihi Çeşme Hamamı >> Banka Sk. & Zincirli Han Sk. >> Tersane Cad. >> Galata Bedesteni >> Kuyumcular Han >> Kardeşim Sk. >> Kurşunlu Han >> Bereketzade Medrese Sk. >> Bereketzade Camisi & Medresesi >> Tersane Cad. >> TÜNEL (Azapkapı) >> Perçemli Sk. >> Zülfaris Sinagogu >> Billur Sk. >> Medrese >> Karaköy >> Nordstern Han >> Kemeraltı Cad. >> Karaköy Palas >> Kemeraltı Cad. >> Selanik Pasajı >> Tophane >> Kılıç Ali Paşa Camisi ve Külliyesi >> Tophane Çeşmesi >> Tophane Binası >> Karabaş Mescidi >> Kemeraltı Cad. (Karaköy yönü) >> Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi >> Galata Rum İlkokulu >> Saint-Benoit Lisesi & Kilisesi >> Surp Pırgiç Kilisesi >> Bankalar Cad. >> Minerva Han >> Tütün Han >> Sümerbank Binası (The Bank Hotel İstanbul) >> İş Bankası >> Osmanlı Bankası >> T.C. Merkez Bankası >> Okçu Musa Cad. >> Frej Apartmanı >> Bankalar Cad. (D) >> The Galata İstanbul Hotel >> Voyvoda Han >> Societe Ottomone >> Kamondo Merdivenleri >> Kart Çınar Sk. >> St. Georg Avusturya Lisesi >> Podestat >> Eski Banka Sk. >> Sen Piyer Hanı >> Kart Çınar Sk. >> Bereketzade Medresesi Sk. >> Felek Sokak >> Terziler Sinagogu >> Galata Kulesi Sk. >> San Pietro & Paolo Kilisesi >> Beyoğlu Hastanesi >> GALATA KULESİ (V)... 

Turun Niteliği: Bisikletim Pire🚲 ile İstanbul Tarih & Kültür Turları 

Toplam Kat Edilen Tur Mesafesi: 30 km (1. Mecidiyeköy >> Taksim & Karaköy: 11 km) & (2. Galata Turu: 8 km) & (3. Karaköy >> Meciyeköy: 11 km)

Toplam Bisiklete Binme Mesafesi: 30 km

Toplam Araç Mesafesi: 0 km 

Kullanılan Ulaşım Aracı: YOK

Toplam Tur Zamanı: 10 saat (07:00~17:00)

Toplam Bisiklete Binme Zamanı: 4 saat 30 dakika; Yürüyüş, Molalar & Ziyaretler: 5 saat 30 dakika (07:00~17:00) 

Hava Sıcaklığı: 28°C (Güneşli & Sıcak) 

***…*** 

(*) Önceki Makale: Suriçi’ne Girip Çıkmadan Şehrin Tarihi Çözümlenemez

(*) Sonraki Makale: Karaköy’den Dolmabahçe’ye 

Bir sonraki “Galata: Karaköy” serüveninde görüşmek üzere; sevgiyle kalın,

Gezenti Bisiklet  

***…*** 

[ÖNCEKİ] << [🚲TURNE] >> [SONRAKİ] 

>>> [iÇERİKdİZİNİ] 

***…***