2017
senesi, yıllar sonra yine içimden dışıma döndüğüm muhlis dönem olarak kayıtlara
geçecek. Bunu hissediyorum. Hayatımı yeniden tasarlayacak fizyolojiye ve
enerjiye yeni bir çevre ekseninde yeni dostluklar, yeni ilişkiler inşa ederek
katkıda bulunacağım. Tıpkı eskiden olduğu gibi gezenti dünyamda yeni yerler
yaratacağım. Hevesle ve romantik
aşklarla genişleteceğim koleksiyoncu kulübemde edebiyat ve felsefe, mizah ve
sanat, tarih ve kültür alanlarında iyi bir bilgi donanımına sahip olacağım.
Artık ‘eski’ çevremin, çevrenimin, çevrilenin konusu değil bunlar...
gEZENTİ bİSİKLET ~
E-2017/016
Esinti Tarihi: Pazar, 23.04.2017
Hayat, dediklerine göre, trafiğin en yoğun olduğu
saatler gibi kesafet serisidir... Biz insanlar, koşarız, koşarız, ama dur durak
bilmeden bir şeylerin peşinden hep koşarız... Koşturmacanın sonu yoktur... Bir
saatin tik-tak’laması gibi dünyaya geliriz, yeryüzüne indiğimiz ve “merhaba” dediğimiz o ilk
an’dan itibaren tik-tak’la yaşamayı sürdürür, nihayet bir tik-tak ile hayata
veda ederiz... Her şey saatin o akrep ile yelkovanın yekdiğerinden ayrılamaz
yanak yanağa sevdasına pamuk ipliği ile bağlıdır. Hayatın bir noktasında
hepimiz ilham meyli duyacağımız bir safhaya ulaşırız.
Ben de kendim ile ilgili, her şeyin BEN etrafında
dolandığı bir ilham perisinin peşinde koşturduğum bir düzlemdeyim. Belli
belirsiz karaltıların kapladığı öyle bir aşamaya geçmişim gibi. Kitaplar,
seyahatler, bloglar veya insanlar arasında avarece dolandığım bir çevren bu. Bitmez
gıptayla onlara bakıyor, onlarla yatıyor, onlarla kalkıyorum. Her birinden esin
kapıyor, sürekli yeni bir şeyler öğreniyorum. Bu sürece şöyle bir ismi de layık
gördüm: Yaratıcı Deyişbilim...
Saatin tik-tak’ları gibi dizilen bir esinlenim serisi
sanki...
Tiksindirici kınalı eller görmüştüm – yolunu kaybetmiş
renklerin ürkütücü andacı, her yönden görmezden geleceğim. Meğerse başka bir
çıkış kapısı varmış. Ve ben şimdi hazırlanırken yüreğimin o geçmiş hüzünlü
şarkıların derinliklerine dalmış pır pır çarptığını hissediyorum. Saçları
epeydir dökük başıma saç jölesini bir güzel yaydırıyorum ki güzel yapışkan
yarınlara kâfi gelmezmiş gibi görünsün. Yaklaşmakta olan bir felaketi haber
veren saat tıkırtısı, tik-tak sesi... Tıngırdayan halkalar, çınlayan ayak
bilezikler, sanki hepsi birden benim gelmemi bekliyor gibiler... Kesik nefesle o sabırsızlık içerisinde... O
heves, o heyecan, o coşkunluk ve neşe seli içinde omuzlarımı silkiyor, çıplak
ruhumu sımsıkı avucumun içine alıp saklıyorum. Ki alıp beni acayip ürkütücü,
karanlık yerlere götürmesin diye. Hayat yolculuğum devam ediyor.
Kalbim her defasında engelli vuruşu atlıyor, gözlerime
kavuşuyor ve etrafta ne varsa sessizliğe bürünüyor. Sadece o umarsız saat sesi:
Tik-tak... Tik-tak... Tik-tak... Yaşam solgun çiçekler gibi firarda. İthaf
edilenler ise çıplak kafama duş yağdırıyor. Sağanak. Biri elimden yakalayıp
sığınağın altına çekiyor. Bir kadının eli bu. İnce, zarif ve şeffaf. Yumuşacık
bir tenin varlığını hissediyorum parmaklarıma dolanmış. Benimkiler ile onununkiler
kenetlenmiş. Sığınakta köpürüyor. Saç jölesi, duş jeline dönüşüyor. Tatlı küçük
ama şeytanca bir öpücük. Alnımda mı, başımda mı, yanaklarımda mı, dudaklarımda
mı... anlamama pek zaman bırakmadan geçip gidiyor... Yolculuğuma bağlanmış bir
takım sözcükler çıkıyor o vişneçürüğü rujlu dudaklardan: “Ben
seninim!!!”
YARATICI
DEYİŞBİLİM ~ 1
Tahmin edilebileceğinden fazla, biliyorum, çok uzun
yıllar sürecek bir memleket yolculuğuna çıkacağım. Hem de bisiklet tepesinde.
Çepeçevre dolaşacağım vatan coğrafyasında. Pedallardan ter damlayacak... Batıdan
doğuya, kuzeyden güneye... ve doğudan batıya, güneyden kuzeye... Hem belki o
sırım gibi kuleli kapıların birinden dünyaya da açılabilirim. Kim bilir?
İşte bu maceradan maceraya koşacağım hayat yolculuğumda
bazı şeyleri ilk kez veya yeniden öğrenebilirim:
*Gaye... hedef...
meram... maksat... Olağanüstü bir makrohedef, bir destinasyon oluşturmak meselenin
en kayda değer başlangıç noktası. Projeye yön verecek bir önsel gözleği olmalı.
*Yap... yap...
yap... Yap gitsin. Sadece yap. Eşikte kat edilecek ilk iş en zor olanı. Olsun.
Her yeni şeye başlarken o hevesli duygu değil midir? Hele bir başla, hele bir
yap ki arkası gelsin.
*Korkulacak bir şey
yok... Cesaretini topla... Cesur ol... Yarı yolda bırakmayı asla kabul etmem,
ama illa ki bir yerlerde, bir ara, mutlaka hatalar da yapacağım, başarısız
olduğum anlar da yaşayacağım... Tamam öyleyse! Pişmanlık yok, korkunun ecele
faydası zaten yok!!
*Endişeye mahal
yok... Gereksiz dert edinme... Yalnızlıktan sakın korkma... Serinkanlı ol...
Yalnız olmak bir tercih olmasa da sonuçta yanız olacağını bil. Başkalarına suç
yüklemenin bir manası yok. Çıksam da düşsem de benim eserim...
*Kötü hisset... İyi
hisset... Kötü geçen bir gün aslında önünde sonunda iyi bir gündür. Kötü
günlere sarılarak iyi günlerin tadını daha fazla çıkaracağıma inanırım ben.
Çünkü sonunda gülenin hep ben olacağımı düşlerim. Başarının tadından yenmez o
zaman.
*Dürüstlük en iyi
politikadır... Doğru yoldan çıkmamalı insan. Bilirim ki ben doğuştan bugüne en
doğrucu Davut’lardanım. Kendi bahanelerime sığınacak kadar yalan söylemeyi hiç
beceremem. Ne kendime ne bir başkasına.
*Ölüm saatine meydan
oku... Gerçekten, hayattan ne istiyorum ben? Saat tik-tak çalışıyor. Zaman
geçiyor. Takvimler yaprak eskitiyor. Ben hâlâ ömrümü yapraklar arasında plan,
program yapmakla mı geçireceğim? O son gugukluyu, ölüm saatini beklemekten ne
farkı var bunun? Zaman beyinle yüreği el ele verme zamanı ve tasarımları eyleme
geçirme uygulaması. Buhranlı tik-taklara meydan okuma zamanı.
*Git... git... git...
Kendimi kırmızı balıklar gibi düşünmeliyim. Evet, hakikaten bu büyük bir proje.
Büyük ve zorlu bir görev. Ama onun büyüklüğünden, habisliğinden niye endişe
etmeliyim ki? Bir sonraki küçük şeye odaklanmalı ve yoluma devam etmeliyim.
*Mens sana in
corpore sano... Ev-vet! Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur. Pedallara sadık yeni
maceralı hayat yolculuğumda neyi kafama koymuşsam sadece yapmayı değil daha iyi
yapmayı hedefleyerek ilerlemeliyim. Zamanın süzgecinden sağlıklı bir şeklide
süzülerek.
*Haydaaaa! Kim demiş dünyanın çivisi çıkmış diye? Dünya her şeye rağmen güzel bir coğrafya. Yüzsüzlük ve insafsız ihtiras ödül kazandırmaya adaydır. Yolculuklara öncelikle memleket turları ile başlamak bu ödülün ilki. Doğayı, tarih ve kültür ile harmanlayıp, yöresel insanlarla sosyal bağlar kurmak daha şimdiden heyecan verici duygular.
*Asla durma... Dur
durak demeden mesafeler kat et... Ve ben yol aldıkça havaya girip bu
deyişlerden daha fazla yaratabilmeliyim...
SON
PİŞMANLIK FAYDA ETMEZ, DOSTUM!
Gene tahta masamın başına çöreklenmiş önümde kâğıt
tomarı elimde dolmakalem düşüncelere dalmış haldeyim. Düşüncelerim darmadağın,
saçlarım perişan, halim avare. Önümde kâğıtlar, renkli kalemler, mürekkebi
yenilenmiş dolmakalem ve rengârenk post-it’ler. Bir de başımın üstüne direkt
gelmesini istemediğimden tavandaki değil, masamın üzerindeki aydınlatma
işlevini sürdüren kırmızı boyalı masa lambam. Sandalyem mi kırıktı belim mi,
yoksa ikisi de değil düşüncelerim mi kırıktı, o anda öylece kırık bir halde
oturmuş bekliyorum. Bir anda sen çıkageldin. Ortalığı tatlı bir parfüm kokusu
sardı. Erkek milletini çıldırtacak türden. Dikildin kapının eşiğinde. Baktın
öylece. Sonra yanaştın, halatları iskeleye bağlanan vapur edasıyla gözlerimin
içine baktın. Karşımda idin. Bir şeyler söylemeye, bir şeyler anlatmaya
çalışıyordu gözlerin. O dakikada gözlerini, saçlarını, ellerini seyre dalmış,
sonra gözlerimi kapamış, seni hayalimde olduğun gibi görebilmiştim. Şimdi de
seni o çocukluğumun eski kanyon renkli evinin arka bahçesinde diğer
arkadaşlarımın da habersiz biriktiği o küçük ceviz ağacı altı meydanında görmek
istedim. Sense her zamanki yerindeydin. Tam söze başlarken, elini bana
uzatırken, dışarıdan gelen tuhaf öksürük sesi bölmüştü sessizliği. Artık sen
yoktun. Ben, masa, dolmakalem ve bol bol, tomar tomar kâğıt vardı.
Seni hayallerimden çıkarmak, maceradan uzak bir hikâye
yazmak istedim. Bir deniz kenarını düşündüm. Ama iskelenin gölgelediği o
kumsalda sen yürüyordun. Kumlara bata çıka. Issız yolların karanlık gecelerini
aydınlatan mehtaplı bir hikâyeye başladım. O karaltılar içinde yine sen
belirdin. Yalnız kendimden bahsetmeye çalıştım. İlk cümleye adını yazdım: Orkide... Kafamda yaşayan
nice konuların içinden fışkırdın, bahçeye açılan bütün pencerelerin ardından
hep sen göründün. Uzayan dakikalar boyunca önümdeki buket kâğıtlara mürekkep
akıttım durdum. Karaladım, karaladım, karaladım.
O gün de bugün de, o zaman da şimdi de, bir türlü
hikâyeme başlayamadım. Yalnız seni düşündüm. Üstelik bunları da kaleme
alamadım. Püsküllerini, incik boncuklarını, berrak aynalı endamını
konuşturamadım. Dolmakalemim sadedine gelmediği gibi dile de gelmedi. Hiçbir
şey dökülemedi ağzından, kuru bir mürekkepten başka. Seni içimden alıp, kâğıdın
göbeğine yerleştiremedim.
Şimdi başka bir mekândayım. O bahçe bu bahçe değil. Bu
bahçe, bu yer, bu zaman da o eskisinin değil. Aynı olan sadece masanın
tahtalığı, sandalyenin kırık hicranı, kâğıtların bohçası ve mavi oksijeni içine
çekecek olan dolmakalemin kendisi.
Ve ben belki yazmaya başlarken sen yine gelirsin.
Düşüncelerimi karıştırırsın yine. Kim bilir?
Umudu yitirmemek lazım. Asla. Şartlar ne kadar
zorlayıcı olsa da. Çünkü her şeyin bir başlangıcı olduğu gibi sonu da var. Bunu
bilmek, buna kuvvetlice inanmak, inan bana, akıl almaz her türlü zorluğu
yenmeye yeter. Evet, bilirim, bazı iyi şeyler gibi, kötü şeyler de var hayatta.
İnsanı üzgün bırakan, acılara sevk eden. Ama hepsi geçici. Geçtiklerinde geriye
sadece hoşluk kalıyor. Onları sonradan hatırlamak ise belki de dünyanın en iyi
şeyi. Karanlık günlerde normale dönmenin tek sağlaması umuda sıkı sıkı sarılmak
değilse nedir?
Biraz frene basarsın, sonra biraz gaz, debriyaj ile vites artırır, gazlarsın... Umudu yakalayana aşk olsun...
Bir sonraki esintide görüşmek üzere...
Mürekkebe banmış esintili Sevgilerimle,
Gezenti Bisiklet
***…***
(*) Önceki
Makale: Hayatıma Bıraktığınız En Güzel İzler
(*) Sonraki
Makale: Bisiklet Yolculuklarımın Esas Rehberi
***…***
[ÖNCEKİ] << [ESİNTİLER] >> [SONRAKİ]
>>> [iÇERİKdİZİNİ]
***…***