İstiklal Caddesi Boyunca & Beyoğlu Çevresinde Pedallarken (1)


Bugünkü programım, İstiklal Caddesi’nde turlayıp Beyoğlu Sokaklarına girip çıkmak...

Pire🚲 ile TARİHİ & KÜLTÜREL MİRASIN İZİNDE 

İstanbul bir aşktır, bir masaldır, bir fabl. İstanbul’u gören sevdasına tutulduğu aşkını ömrü buyunca unutmaz, yaşadığı sürece onu hep arar durur... #pire🚲 ile İstanbul gezileri... 

Bisikletim Señorita Pire🚲 ile birlikte tarihi ve kültürel mirasın izinde Pera’da üç dizi halinde yapacağım ilk turumu gerçekleştirmek üzere yola koyuluyorum. Hedef destinasyonum Taksim Cumhuriyet Anıtı’ndan İstiklal Caddesi boyunca pedallamak ve onu çevreleyen nice sokaklara girip-çıktıktan sonra nihayetinde Tünel’de minik metro ile buluşmak. 

Bizler Pera’ya “Beyoğlu” adını uygun görmüşüz. Artık hangi beyin oğlunu kastettiysek? Genel kabul gören açıklama o zamanlar bütünüyle bağlık bahçelik olan bu bölgede, Venedik elçisinin oğlu Gritti’nin bir konağının olmasıdır. Kanuni Sultan Süleyman, Gritti ile samimi bir dostluk kurmuş, daha doğrusu biz buna çıkar ilişkisi diyelim, daha yerine oturacaktır sanki, zaman zaman konağına gider kendisine iade-i ziyarette bulunurmuş. 

Zamanla Galata kalabalıklaşınca, bölgenin sınırları dar gelmeye başlar; elçilikler ve zengin tüccarlar surların ötesine, tepelere ve bağlara taşınmaya başlar. Burada dış ülkeler, daha sonra Grand Rue de Pera olarak anılacak caddenin iki yanına kocaman süslü püslü, bakımlı bahçelerle çevrili saray yavruları, konaklar inşa ettirirler. 

Yine de bölge, 18. yüzyıla kadar nispeten ‘şehir dışı’ kabul edilmektedir. Ve o dönemin kaynaklarına göre buradan genelde “les vignes de Pera” yani Pera’nın bağları diye bahsedilmektedir. 

Bu bağ bahçe manzarasının epey sürdüğü anlaşılıyor. Türklerin de bu renkli doğayı keşfetmesi uzun sürmez. 15. yüzyıldan itibaren Pera’ya iskele kurmaya başlarlar. Böylelikle ayak attıkları zamandan beri Beyoğlu gelişmeye ve içi dışı, etrafı binalarla kaplanma sürecine tarih o güzelim gözlükleriyle yakından tanıklık eder. Ancak az önce belirtmeye çalıştığım gibi dönüm noktası 19. yüzyılda gelir. Herhalde bunda Tanzimat Fermanı’nın (1839) kompartımanı, hadi konjonktürü diyelim, rolü çok büyüktür. Bununla birlikte yabancı ellerin etkisinin iyice yoğunlaşması, utangaç yüzü Batı’ya dönük Osmanlı toplumunda başta Levantenler olmak üzere gayrimüslimlerin ve genel olarak Batı etkisinin daha öncesiyle kıyaslanamayacak ölçülerde artması gibi kimi zaman nesnel kimi zaman da öznel koşullarla belirleniyordu. 

Ama Pera büyüyüp geliştikçe ve sınırları genişleyip yığılışması arttıkça, şehrin geri kalanı gibi arada sırada çıkan feci yangınlardan kısmetini almaya başlar. Özellikle 1831 ve 1871’deki o büyük yangınlar neredeyse bütün semti kasıp kavurur, o şahane Pera binalarını yok edecek düzeye getirir. Kaynaklara göre 3000’den fazla bina yanıp kül olmuştur. 

Ancak o devrin rantiye-şantiyesi de boş durmayacaktır elbet. Yeni zenginlerin türediği bir döneme tanıklık ederiz. İşte bu yeni zenginlere, yeni olanaklar, yeni münasebetler yolu yordamı görünür, ya da kendilerine o imtiyaz hakları sunulur, yangınlardan sonra bu boşalan arazilere çökme harekâtı başlar. Abartmayayım ama kendilerine kondukları bu boşalan arsalar üzerinde yeni şık konaklar yaptırma fırsatı doğmuştur. 

Velhasıl, bu üç günde peş peşe turlarken göreceğim Beyoğlu, istisnaları dışında, 1871 yangını (ki bu bana sosyalist tarih ve literatürde bir başka özel tarihi de anımsatıyor: Paris Komünü) sonrasında oluşmuş Beyoğlu’dur. 

Kimse kolay yadsıyamaz, Beyoğlu: tarihi, dini, kültürel ve sanatsal mekânlarıyla, eski-yeni konaklarıyla, beşeri ilişkileriyle Türkiye’nin yakın dönem toplumsal tarihinin somutlaştığı bir semttir. Açıkçası, buradaki binaları kimlerin yaptırdığını, bu insanların kariyerlerinin ne olduğunun öğrendikçe, söz konusu tarihin büyük bir kısmını da öğrenmiş oluruz. Örnekler çok, belki sırası gelince bunlardan da söz edebilirim. 

Ne var ki, Türkiye’nin yakın tarihi de öyle toz pembe filan değildir. Kargaşalar, çatışmalar, savaşlar, iç bunalımlar, sosyal patlamalar, siyasal ve iktisadi kapışmalar hiç eksik olmamıştır. Çok kabaca bir bakış açısıyla söylemek gerekirse, 19. yüzyılda henüz Osmanlı toplumuyken girdiği kapitalist ilişkiler ağı bu çizgisini koruyarak bugünlere kadar gelmiştir. Çarpık çurpuk, dengesiz bir düzlemde gelişmeye çalışmışsa da bu böyledir. Ama hakkını verelim, bu anamalcı sürecin ilk aktörleri, bu topraklarda yaşamını sürdürmüş gayrimüslim burjuvazidir. Bütün o varsıl ahali Birinci Emperyalist Savaş ve Türk Kurtuluş Savaşı’ndan sonra ortadan kaybolmuştur. 1870-1930 yılları arasında Beyoğlu’nun da bittiğini söylemek mübalağa olmayacaktır. Ki 1950’lere kadar bazı kalıntıları varlıklarını sürdürmüş olsa da sonradan ortaya çıkacak ve elbette çıkmış olan yeni ‘modern’ İstanbul’un dinamiklerine teslim olacaktı. Nitekim oldu da. Yeni olan hemen her şey eskisini yok ettiği üzere bambaşka bir Pera yaratıldı o günlerden sonra. 

Şimdi bakıyorum da yurdum insanımda, özellikle eski İstanbullularda nostalijiye bir özlem havası esiyor. Naif bir nostalji ortalığı kaplamış durumda. Misal şu İstiklal Caddesi boyunca bir aşağı bir yukarı giden tuhaf tramvay sanki bu duygunun temsili sembolü ve sanki onu koymakla bugünün caddesinde eskiyi aratmayacak bir ruh hali. 

[📷 Cumhuriyet Caddesi, (Ağustos 2018).] 

Ama öyle değil işte... Dan dan! Çekilin yoldan geliyor Señorita Pire🚲 ufaktan ufaktan!! 

Mecidiyeköy’den hareket ediyor, geç saatlerde trafiğin kazan kaldırdığı Büyükdere’ye çıkıyorum, yine aynı kurulu saatimde. Bisiklet yol bilgisayarım 07:00’yi gösteriyor. Güneş doğmuş, ama havanın sabah serinliği şimdilik kifayetli. 

[📷 Cumhuriyet Anıtı, Taksim, (Ağustos 2018).] 

Taksim’de, o başlangıç noktasını seçmek dünyanın en kolay işi olsa gerek. Meydanın göbeğindeki Cumhuriyet Anıtı yıllar önce “Hangi tarafa gitmek istersin?” sorusuna cevap vermek için dikildi... (Burada Milion Taşı’na bir benzetme yapayım dedim, nasıl ama?!)

Malum Taksim Meydanı, Beyoğlu’nun merkezi, ‘modern’ İstanbul’un göbeği. İsmini alanın güneybatı köşesindeki güzel sekizgen su dağıtım merkezinden, taksimden alır. Burası 1731’de Sultan I. Mahmut tarafından inşa ettirilmiştir, Belgrad Ormanları’ndaki bentlerden getirilen sular burada toplanıp taksim edilir. 

Sabah sabah bir turist kafilesi ile karşılaşıyorum. Anlıyorum ki onlar da ben gibi erkenci. 

[📷 Cumhuriyet Anıtı, Taksim, (Ağustos 2018).] 

Neyse ki herkesler bir anda toz oluverdi. Buharlaştı insancıklar ve yalnızlaştı nostaljik 1 Mayıs arenası. Şuracıktan Kemal Türkler’in o gür sesini duyar gibi oluyorum. Hey gidi günler, hey. 

Meydanın ortasındaki heykel, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması anısına dikilmiştir; 1928’de uluslararası üne sahip İtalyan heykeltraş Pietro Canonica tarafından yapılmıştır. 

Meydanın kuzeydoğusunda Atatürk Kültür Merkezi (AKM) bulunuyordu. Artık yok. Bina komple yeniden inşa edilip hizmete girecekmiş, ama encamının ne olacağı konusunda çok farklı fikirler yürütülüyor. Bir zamanlar burası Uluslararası İstanbul Film Festivali’ndeki kültürel etkinliklerin gerçekleştiği başlıca yerlerden biriydi. 

Meydanın güneydoğusundan çıkıp biraz ileride sağdaki Alman Konsolosluğu’nu geçerek Boğaz’a, Dolmabahçe’ye doğru uzanan cadde Gümüşsuyu Caddesi’dir. 

(Dünkü turumun bitiminde Mecidiyeköy’e dönüşte arzu etseydim bu yolu kullanabilirdim. Ama Maçka, Fulya üzerinden dönmek iyi geldi.) 

Taksim Meydanı’nın kuzey tarafı Taksim Gezisi, ya da Gezi Parkı denilen parktır, bunun batı kenarında şehrin pek çok semtine giden ve benim de Mecidiyeköy yönünden geldiğim Cumhuriyet Caddesi uzanır. Bunlardan ilki Harbiye’dir, burada caddenin bir kolu eski Harp Okulu’nda hizmet veren Askeri Müze’nin önünden geçer. Müzenin önünde antik top koleksiyonu dizilidir, çoğu Osmanlı orduları güney Avrupa ve Orta Doğu’yu silip süpürürken ele geçirilmiştir. Müzede tarihi açıdan dikkat çeken parçaların yanı sıra Avrupa ve İslam dünyasından Osmanlı’nın ilk zamanlardan modern Türkiye zamanlarına kadar uzanan sıra dışı silah ve askeri objeler koleksiyonu bulunmaktadır. 

Cumhuriyet Caddesi’nden sağa ayrılan yol Spor ve Sergi Sarayı’na (bugünkü adıyla Lütfi Kırdar Kongre Merkezi), Açık Hava Tiyatrosu’na ve Muhsin Ertuğrul Şehir Tiyatrosu’na gider. (Sırası geldiğinde buraya geçeceğim.) 

Bunların tamamı AKM ile birlikte şehrin kültürel merkezini oluşturur. 

Artık yavaş yavaş gezime başlayabilirim... 

Ha, bu arada, şöyle bir yorum geçebilir içinden; Taksim-Beyoğlu çevresi insan kalabalığı, o izdihamda bisiklete özgürce binilemez. Ve sormak da hakkın; peki, sen bisikletinle nasıl gezeceksin ki? Yanıt çok basit aslında. Kimi yerde Pire🚲 beni taşıyacak, kimi yerde ben onu. Mahşeri yığılışmanın olduğu yerde elbette pedal çevirecek halim yok. Amacım bisikletle spor yapmak değil, Pera’nın sokaklarını gezip tarihi ve kültürel yapıları keşfedip bunları bu gezi-anı-yazıları sayesinde fotoğraflarıyla birlikte paylaşmak. 

Sevgili okurum, şimdiden uyarayım, birbirine bağlantılı Beyoğlu sokakları o kadar çok ki. Kaybolmamak neredeyse imkânsız. Bu bisiklete binip binememekten daha kayda değer bir olgu. Şimdi ben Pera’nın bu ilk turunda İstiklal Caddesi’ne girecek ve Galatasaray’a kadar aynı yönde pedallayacağım. Ancak zaman zaman beğendiğim ara sokaklara da girecek, gerektiğinde birinden diğerine geçecek ve fakat her seferinde bu sokaklardan yine İstiklal Caddesi’ne çıkacağım. Sonra Galatasaray Meydanı’ndan sağa sapıp Meşrutiyet Caddesi’nde ilerleyecek, bir süre sonra kendimi tekrar İstiklal’de bulacağım. 

Hayhay, daha sonra ne olur, onu da turun gidişatına bırakalım. Şüphesiz sen benim bu sinir bozucu rotalarıma uymak zorunda değilsin; ayrıca bugün burada göstereceğim yerlerin tamamına girip, iç mekân ziyaretlerinde bulunmak istersen, böyle bir turu bir günde bitiremezsin. İnan bana, burada sözü geçen yerler asla bir günde gezilemez. Tabi, koştur koştur yapmıyorsan veya benim gibi birkaç fotoğraf çekimi için sadece bisikletinle önlerinden geçmiyorsan. 

[📷 İstiklal Caddesi, Taksim, (Ağustos 2018).] 

Taksim Meydanı’nın güneybatı köşesinden, taksim’in olduğu noktadan çıkan cadde İstiklal Caddesi’dir. Eskiden “Grand Rue de Pera” olarak bu caddeyi tanımlayan Avusturyalı tarihçi Josef von Hammer şöyle der: “Burası yaşayanların havsalaları kadar dar, entrikalarının tenyaları kadar uzundur. 

Doğru söze ne denir ki? 

Cumhuriyet Anıtı’nın bulunduğu Taksim Meydanı’nı kuşatan Taksim ve onun en aktif caddesi olan İstiklal, her zaman hareketli bir gece hayatı, alışveriş, kafe ve restoran bölgesidir. Araç trafiğine kapalı olan İstiklal Caddesi boyunca nostaljik tramvaylar Taksim-Tünel arasında gün boyu sefer yapar, tek durağı Galatasaray’dadır. Bu cadde üzerinde sıralanmış 19. yüzyıldan kalma binalar uluslararası mağaza zincirlerine, sinemalara ve kafelere ev sahipliği yapar. Daracık yan sokaklarda da barlar, antika dükkânları ve Boğaz manzaralı çatı restoranları bulunur. 

İşte Pire🚲’yle ilk nostalji fotoğrafımızı çekiyor, uzun soluklu Pera albümüne gönderiyoruz. 

[📷 Taksim Maksemi, (Ağustos 2018).] 

Taksim Meydanı’nın İstiklal Caddesi’yle kavuştuğu yerde, sivri külahlı, küçük bir taş yapı olan Taksim Maksemi’nin yanındayım. Burası, yukarıda değindiğim gibi, uzaktan getirilen suyun çeşitli semtlere “taksim edildiği”, yani dağıtıldığı yerdir. 

Arkada görünen kubbe inşası süren Taksim Camisi... Buna yorum yapmak içimden bile gelmiyor. Birilerinin hülyasıydı, gerçekleşmek üzere. 

Neyse, devam edelim... 

[📷 Eski Fransız Konsolosluğu, İstiklal Caddesi, (Ağustos 2018).] 

Taksim Maksemi’nin hemen ilerisinde hoş avlulu, eski Fransız Konsolosluğu binası var. Burası büyükelçilik değil konsolosluk. Eski büyükelçilik ise yolun biraz daha aşağısında yer alıyor. Aslında bu bina geçmişte, 1719’da vebalılar için Fransızlar tarafından hastane olarak inşa edilmiştir. Bugün bina Institut français de TurquieTürkiye Fransız Kültür Merkezi olarak kullanılıyor. 

[📷 Surp Hovhan Vosgeperan Ermeni Katolik Kilisesi, Zambak Sk., (Ağustos 2018).] 

Taksim ile Galatasaray arasında İstiklal Caddesi’nin yan sokakları restoranlar, kafeler, barlar ve gece kulüpleri ile çevrelenmiş durumda. Nihayetinde burası epeydir İstanbul’un gece hayatının merkezi. Üstelik son yıllarda çok daha fazla genişlemiş, tüm dünyadan uluslararası ünlüleri kendine çekmeyi başarmıştır. Caddenin her iki tarafındaki haşmetli binalara önlerinden geçtikçe bir ‘merhaba’ diyeceğim. 

Ama şimdi önce ilk sağdan Zambak Sokak’a dönüyor ve Ana Çeşmesi Sokak ile birleşen köşeye kadar yanımda uzayan duvarın berisindeki kiliseyi takip ediyorum. 

Burası Surp Hovhan Vosgeperan Ermeni Katolik Kilisesi... 

(*) Kilise 1837 yılında inşa edilmiştir. Yapı Katolik Ermenilerin en büyük kilisesi olup 600 kişiliktir. Zamanla tahrip olmuş ve yanmıştır. Harabe halindeki kiliseyi Garabed ve Andon Tülbençiyan adlı mimar kardeşler tamir etmişler ve yanına bir de okul yapmışlardır. Bu dönemde burada bir yurt, bir hastane ve bir okul olduğu anlatılmaktadır. 1838 yılında yandaki arsalar alınarak büyük bir kilise yapılmıştır. 1863 yılında ise bugünkü yapı inşa edilmiştir. Bugünkü yapının mimarı Garabet Tülbentçiyan’dır. Surp Hovhan Vοsgeperan Kilisesi Türkiye'deki Ermeni Katoliklerin en büyük ve en görkemli kilisesi olup 1979 yılında Papa II. Jean Paul tarafından ziyaret edilmiştir. Yapının batısında küçük bir avlu yer alır. Yapı düzgün kesme taş malzemesiyle inşa edilmiştir. Kilisenin batısında üç bölümlü bir narteks, doğusunda ise apsis ve koro bölümleri yer alır. Merkezi kubbeli bir plan şemasına sahip olan yapı dört paye ile taşınmaktadır. Sekizgen yapıdaki kubbenin iç detaylarında tavan kasetleri bulunur. Neo-klasik üslubunun etkin olduğu iç mekân yarım yuvarlak kemer açıklıkları, gömme payeler, sütunlar ve komposit başlıklarla hareketlendirilmiştir. Çan kulesi yapının güney doğusunda yer almaktadır. (Kaynak: Vosgeperan Ermeni Katolik Kilisesi) 

[📷 Surp Hovhan Vosgeperan Ermeni Katolik Kilisesi, Zambak Sk., (Ağustos 2018).] 

Kilisenin çan kulesi... 

[📷 Surp Hovhan Vosgeperan Ermeni Katolik Kilisesi, Ana Çeşmesi Sk., (Ağustos 2018).] 

Zambak Sokak ile Ana Çeşmesi Sokak’ın kavuştuğu köşeden kilisenin resmini çekiyorum. Binanın avlusuna her iki sokakta da yer alan kapılardan girilebiliyor. 

[📷 Aya Triada Rum Ortodoks Kilisesi, Meşelik Sk., (Ağustos 2018).] 

Şimdi Zambak Sokak’tan tekrar İstiklal Caddesi’ne çıkıyor, tam karşımda yer alan Meşelik Sokak’a giriyorum. 

Solda bulunan büyük heybetli kilise az önce kulelerini Taksim Maksemi’nin önünde dururken gördüğüm Aya Triada Rum Ortodoks Kilisesi (Kutsal Üçleme). Meydan’dan bakınca Burger King’in tam arkasından kubbesi ve ikiz çan kuleleriyle belirmişti kilise. 

Maalesef kapıları kapalı olduğu için içeri giremedim. Etrafta bir görevliye de rastlayamadım. Belli ki ziyaret saati için zaman henüz erken. Buraya bir sonraki turda bir kez daha geleceğim. Bahçesi çok bakımlı. Bina ise geçtiğimiz yıllarda restore edilmiş. 

Osmanlı’nın daha önceki dönemlerinde camilerden daha yüksek ve büyük kubbeli kilise yapmak yasakmış. Tanzimat Fermanı ile beraber yasak kalktıktan sonra İstanbul’da büyük kubbeli yapılan ilk kiliselerden biri olmuş Aya Triada. 1880 yılında Vasilaki İoannidi tarafından tasarlanmış. 

[📷 Özel Zapyon Rum Lisesi & Özel Esayan Ermeni Lisesi, Meşelik Sk., (Ağustos 2018).] 

Meşelik Sokak’ın sonuna kadar gidiyor, Sıraselviler Caddesi ile kavuştuğu yerdeki üçgen kavşaktan gerisin geri dönüyorum. Sokaktaki diğer iki koyu renkli bina 19. yüzyıl sonlarında Rum ve Ermeni kız okulları olarak inşa edilmiş. Sıraselviler yönünde soldaki yapı Özel Zapyon Rum Lisesi; ve sağdaki yapı Özel Esayan Ermeni Lisesi... 

[📷 Fitaş Sineması, İstiklal Cad., (Ağustos 2018).] 

Bir kez daha İstiklal Caddesi’ndeyim. Sağdaki pasaj ve sinema bana çok tanıdık geliyor: FİTAŞ... 

Tabi bu arada sözünü ettiğim gibi sokaklar arasında yine fırdolayı dönüyorum. Ziraat Bankası’nın hemen yanından Bekar Sokak’a sapıyor, Kurabiye Sokak’a kadar ilerliyorum. Sonra Kurabiye Sokak’tan sola Mis Sokak’a dönüyor, oradan da hop tekrar İstiklal Caddesi’ne geri dönüyorum. 

[📷 Rumeli Han, İstiklal Cad., (Ağustos 2018).] 

Taksim ile Galatasaray arasındaki kısmın ortalarında sağda caddedeki tek camiyi, Ağa Camisi’ni görüyorum. 

Fakat camiye gelmeden hemen önce yer alan, zarif oymalarla süslenmiş yapının adı Citè de Roumelie/Agora Romelias, birçok dükkânın yer aldığı bir pasaj olarak yapılmış. 1894 yılında inşa edilen han İtalyan mimarisinden izler taşıyor. Girişinde adının Fransızca, Yunanca ve Osmanlıca yazılarla belirtilmesi bu bölgenin o zamanlar ne kadar kozmopolit bir yapısının olduğunun kanıtı. Şimdilerde “Rumeli Han” adıyla anılan pasaj, Sultan II. Abdülhamit’in Mabeyincisi olan Ragıp Paşa tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nun üç kıtaya yayıldığını göstermek için yaptırılmış. 

Han muhtemelen yaşamak için yapılmış olmalı ama günümüzde bütün hanlar gibi bu da ticari amaçlı kullanılıyor. Dış cephesi oldukça iyi korunmuş olduğunu gösteriyor. 

Ragıp Paşa’nın Beyoğlu’nda yaptırdığı diğer iki hanın adları da “Anadolu ve “Afrika. Afrika Han, Hayal Kahvesi’nin yanındaki avlusu, Büyük ve Küçük Parmakkapı’yı bağlayan koyu renkli bina. Sanırım birazdan bunların önlerinden geçeceğim. 

[📷 Ağa Cami, İstiklal Cad., (Ağustos 2018).] 

Bu alandaki ilk cami olan Ağa Cami, 1594’te Galatasaray’daki Yeniçeri müfrezesinin kumandanı Hüseyin Ağa tarafından yaptırılmış. (Galatasaray Hamamı’yla aynı zamanda.) Yapı 1839’da yeniden yapılıp, 1934 yılındaki yangından sonra 1936’da restore edilmiş. 

[📷 Hüseyin Ağa Cami Çeşmesi, Atıf Yılmaz Cad., (Ağustos 2018).] 

Hüseyin Ağa Camisi’nin Atıf Yılmaz Caddesi boyunca uzanan duvarın dışında güzel bir de çeşmesi var. Bu harika çeşme bir derviş tekkesinden getirtilmiş buraya. 

[📷 Madam Tussauds İstanbul, İstiklal Cad., (Ağustos 2018).] 

Hiçbir yere sapmadan gidildiğinde Galatasaray Meydanı Taksim’e on, bilemedin on beş dakikalık yürüyüş mesafesindedir. Bisikletle bu beş dakikadan daha az bir zaman dilimi demek. Ama şöyle etraflıca geziyorum dersen bu başka. Değil dakikalar, saatler bile yetmez. 

Şimdi İstiklal Caddesi üzerinde o popüler meydana doğru devam ediyorum. 

İsmi lazım değil AVM’yi geçer geçmez sağda en sevdiğim sokak yer alıyor: Yeşilçam Sokak... 

Köşedeki görkemli binanın bir bölümünün kullanıcısı ise Madam Tussauds İstanbul Balmumu Heykel Müzesi... 

Eskiden bizim mahallenin çocuklarıyla “Hadi Beyoğlu’na sinemaya gidelim,” denilince en beğendiğim ve tercih ettiğim sinema, Emek Sineması vardı burada. Yerle bir ettiler kendisini. Onca tartışmalar, direnişler bile kâr etmedi. Yerine bu binayı diktiler ve Grand Pera’ya ilave ettiler. Gerçi Emek Sineması bugün farklı bir modernizasyonla devam ediyor. Ancak ben AVM’ler içinde yer alan (cep) sinemalara ifrit olduğumdan benim tarzıma hayli uzak. 

Balmumu heykel müzesi, Beyoğlu’nun turistik anlamda en popüler noktalarından birisi olan İstiklal Caddesi üzerindeki Grand Pera Alışveriş Merkezi’nin (orijinali “Cercle d’Orient” binası) bünyesinde faaliyet gösteriyor. 

(*) Beyoğlu yeniden! 19. yüzyıldan bu yana bir çekim merkezi ve alışveriş kültürünün sembolü olan Beyoğlu’nda, İstiklal Caddesi’nin kalbinde yer alan Grand Pera; İstanbul’un en değerli tarihi binalarından Cercle d’Orient’ı dünya standartlarında bir restorasyon kalitesiyle eski ihtişamına kavuşturan, Emek Sineması’nı sürdürülebilir bir anlayışla gelecek kuşaklarla tanıştıran, kültür, sanat, eğlence, moda ve gastronominin hizmetine sunulmuş yeni nesil bir yaşam merkezi... Beyoğlu’nun ruhunu yansıtan pasaj anlayışı ve “Beyoğlu Yeniden” konsepti doğrultusunda, sokakla bütünleşik bir anlayışla hayata geçirilen Grand Pera, trendleri belirleyen marka karması, “gastrocity” konseptindeki gastronomi katı ve Beyoğlu dokusuyla uyumlu eğlence mekânlarıyla, çağdaş ve uluslararası standartlar ekseninde, bir dönemin ruhunu yeniden canlandırıyor... Grand Pera, tarihi Cercle d’Orient binası, 1.250 m2’lik fuaye alanına sahip 540 kişilik Emek Sineması, 800 kişilik 8 yeni sinema salonu, 150 kişilik teleskopik oturma düzenine sahip tiyatro salonu, toplam 1.550 kişiye ulaşan izleyici kapasitesi gibi değerleriyle, İstanbul’un ve Türkiye’nin cazibe merkezlerinden biri olarak öne çıkıyor. [Kaynak: Grand Pera] 

İnsan hayranı olduğu bir takım politikacı ve devlet adamına, pop müzik sanatçısına ya da sporcuya, fikirleri ile insanlığa yol gösteren bilim adamına bu kadar yakın olabiliyor. 

Kendi özgün alanında dünya çapında nama sahip müze, ilk olarak 250 yıl önce dönemin önde gelen balmumu sanatçılarından Dr. Philippe Curtius’ın eğitim verdiği Marie tarafından Londra’da kurulur. Londra’daki ilk müzenin başarısının ardından ikili, kraliyet ailesi üyelerine ders vermek için Fransa’ya geçer ve burada insanların gündemi takip etmelerine yardımcı olan pek çok sergi açar. Başta müze koleksiyonu kraliyet mensuplarının, dünya politikacılarının ve devrimcilerinin heykellerinden oluşsa da zamanla sporcuların, bilim insanlarının, sanatçıların, müzisyenlerin eklenmesiyle Madame Tussauds milyonları kendisine çeken kültürel bir cazibe merkezine dönüşür. (Eserlerin bu kadar büyük çapta ilgiyi toplayabilmesinin temelinde, heykellerin asıllarının bire bir kopyası niteliğinde olmaları yatıyor. Bunun için ilk olarak figürü yapılacak kişinin yüzlerce ölçüsü alınıp, pek çok farklı açıdan fotoğrafı çekiliyor. Ardından ölçüler ve fotoğraflar aracılığıyla 150 kilogramlık kilden kalıp oyuluyor. Altı farklı işlemden daha geçen heykel, en sonunda yaklaşık 300.000$ değerinde bir şahesere dönüşüyor.) 

Müzenin 21. şubesi olan Madame Tussauds İstanbul, Beyoğlu istiklal Caddesi’nde 2016 yılında kapılarını ziyarete açtı. Müzenin eşsiz koleksiyonu müzik, spor, bilim ve kültür, VIP party, tarih ve liderler olmak üzere 5 farklı kategoriye ayrılmış. 

Ben sadece dışarıdan bakınmakla yetiniyorum. 

[📷 Yeşilçam Sokağı, (Ağustos 2018).] 

Yeşilçam Sokağı bir tarih gibidir... 

[📷 Emek Sineması, Yeşilçam Sokağı, (Ağustos 2018).] 

Emek Sineması’nın bulunduğu yapı adası ve binaların yerleşimi... 

Emek ya da açıldığı dönemdeki adıyla Melek Sineması... Sinema; Osmanlı’nın önde gelenlerinden Abraham Paşa tarafından, Osmanlı vatandaşı Levanten Mimar Alexandre Vallaury’e 1880’li yılların başında konut olarak yaptırılan ve bugün 1. sınıf tarihi eser kategorisinde bulunan Cercle d’Orient’in arka bahçesinde, sırtını tümüyle Cercle d’Orient’a yaslayan yapı adasının bir parçası olarak 1924 yılında açıldı... 

Önceleri, Cercle d’Orient’in fayton arabalarının park yeri olarak kullanılan, ilerleyen yıllarda tekerlekli paten pisti olarak değerlendirilen, binicilik, buz pateni, hokey gibi etkinliklerin düzenlendiği binanın arka bahçesine sırasıyla; İsketini Apartmanı, Melek Apartmanı ve Opera (İpek) Sineması inşa edildi. 

Cercle d’Orient dahil olmak üzere tüm bu binaların arka cephelerinin baktığı boşluğa ise Melek (Emek) Sineması (1924) kuruldu. Bu nedenle, Melek Sineması’nın dışarıdan görünen, herhangi bir cephesi yoktu... Zamanla yükünü, 1. derece tarihi eser olarak tescillenen Cercle d’Orient binasına yaslayan ve bu nedenle Cercle d’Orient’a da zarar vermeye başlayan yapı adasına, son olarak, söz konusu arka bahçedeki son boşluğu dolduracak şekilde Rüya Sineması eklendi. 

Bulunduğu alan itibarıyla İstiklal Caddesi’ne ve Yeşilçam Sokak’a bir cephesi olmayan Emek Sineması’nın giriş-çıkış problemi için Melek apartmanının zemin katının taşıyıcı kolon ve duvarların büyük bir bölümü kaldırılarak Emek fuayesine dönüştürüldü ve Emek Sineması’na giriş yapıldı... Emek Sineması’nın fuayesi olarak bilinen ve sinemayı çevreleyen alan ise yine Melek Apartmanı’nın bazı bölümleri daha yıkılarak açıldı. Daha sonraki yıllarda yapılan denetlemelerde, Melek Apartmanı’nın katlarından gelen yükü, temellere aktaran hiçbir taşıyıcının kalmadığı belirlendi. Söz konusu deformasyonla, Melek Apartmanı ve Emek Sineması deprem yönetmelikleri açısından riskli hale geldi. 

Emek Sineması’nın tahliye merdivenleri, yangın çıkışı, film ve makine odaları ile tuvaletleri, Melek Apartmanı’nın sahanlığından kazanılarak elde edilen ve havalandırma imkânı olmayan yerler olduğu için, sinemanın güvenlik ve hijyen açısından uygun olmadığı belirlendi. Emek Sineması, dönemin belediye başkanı Lütfi Kırdar'ın belediye başkanlığı döneminde belediye ekipleri tarafından mühürlendi... Tuvalet ve yangın çıkışlarının olmamasından dolayı mühürlenen Emek Sineması’na farklı bir binadan geçiş verildi ve yangın çıkışı yapıldı. Yine kolonlar kesilerek yer altına yapılan tuvaletlerle sinema, işletme ruhsatını yeniden aldı. 

Açıldığı 1924 yılında, Mimar Rafael Alguadiş’in orijinal projesinde 600 kişilik bir seyirci kapasitesine sahip olan sinemanın koltuk sayısı, zaman içinde, ticari kaygılarla geçirdiği tadilat ve yenilemelerin yanı sıra orijinal projeyi bozan, statik ve mimari açıdan sağlıklı olmayan eklemelerle 875 kişiye kadar ulaştı... Koltuk sayısının artışında, özellikle balkonun büyütülmesi etkili oldu. Salonun, 1970 yılında, hiçbir kurumdan izin alınmadan yıkılan özgün localarının yerine yapılan betonarme balkon, yapıya ayrı bir yük bindirerek, mevcut taşıyıcı sistemin deforme olmasına yol açtı. Emek Sineması, yangın çıkışının yetersizliği nedeniyle İstanbul Belediyesi tarafından bir kez daha mühürlenerek kapatıldı. 

Tarihsel gelişime paralel olarak, farklı zamanlarda, sinemaseverlerin gereksinimlerini karşılamak amacıyla yenilenen Emek Sineması’nın en kapsamlı yenileme ve restorasyon çalışması 1993 yılında gerçekleştirildi. Son olarak 2000 yılında sinemanın koltukları, perdesi ve ses sistemi yenilendi. [Kaynak: Emek Hepimizin] 

[📷 Cercle d’Orient, İstiklal Cad., (Ağustos 2018).] 

Gene İstiklal Caddesi’ne dönüyor ve bu muhteşem yapıyı, Cercle d’Orient binasını bir de ön cepheden fotoğraflıyorum. 

Caddenin her iki tarafındaki binaların çoğu, örneğin Cercle d’Orient (Grand Pera), Tokatlı Han, Atlas Sineması ve Cite Roumelie (Rumeli Han), Osmanlı’nın son döneminden kalma yapılardır. 

[📷 Yunanistan Konsolosluğu, İstiklal Cad., (Ağustos 2018).] 

Cercle d’Orient’in bitişiğinde komşu Yunanistan Konsolosluğu... 

[📷 Atlas Pasajı & Atlas Sineması, İstiklal Cad., (Ağustos 2018).] 

Şimdi karşı kaldırımdaki pasaja doğru yöneliyorum. Burası içinde Atlas Sineması’nın da yer aldığı Atlas Pasajı... 

Sinemanın ve pasajın olduğu bina 1870’deki büyük İstanbul yangınından sonra, Sultan Abdülaziz zamanında (1877’de) Ermeni İş Adamı Agop Köçeyan tarafından kışlık ev olarak kullanılmak üzere yaptırılmış. Taş ve dökme demir kullanılarak karkas özelliklerde inşa edilen binanın bugün pasaj olarak kullanılan zemin katının eskiden at ahırı olarak kullanıldığı daha sonra ise at cambazhanesine dönüştürüldüğü yazılı kayıtlarda yer almakta. Zamanla ihtiyaçlar doğrultusunda binanın mimari şekli değiştirilerek bugünkü pasaj kısmına ilave yapılmış ve konak kısmıyla birleştirilmiş. Konak daha sonra Köçeyan tarafından Taksim Vosgeperan Ermeni Kilisesi’ne hediye edilmiş. 

1932’de geçirdiği onarımın ardından eğlence ve sanat merkezi haline gelen Atlas Pasajı’nda, 19 Şubat 1948’de 1860 kişilik kapasite ve 35 loca ile Beyoğlu’nun en büyük sinemalarından biri olarak Atlas Sineması, yine 1948’de Kulis Bar Restoran, 1951’de Küçük Sahne Tiyatrosu açılmış. 

[📷 Halep Pasajı & Beyoğlu Sineması & Ferhan Şensoy Tiyatrosu, İstiklal Cad., (Ağustos 2018).] 

Cercle d’Orient’in (Grand Pera) binasının yanında, Atlas Pasajı’nın tam karşısında, içinde Beyoğlu Sineması ve Ferhan Şensoy Tiyatrosu’nun olduğu pasaj yer alıyor: Halep Pasajı... 

1885 yılında Halepli M. Hacar tarafından “Halep Pasajı” ismiyle inşa edilmiştir. 1886 yılında pasajın arka kısmına trapez gösterileri yapılan Varyete Sirk Tiyatrosu eklenmiş, sonradan burası da Mimar Kapanaki tarafından tiyatroya çevrilmiştir. Rum Mimar Kapanaki tarafından inşa edilen ve sonraki yıllarda Ses Tiyatrosu olarak da iz bırakan salon 87 yıl tiyatro, 17 yıl da sinema olarak hizmet veriyor... 1984’te ön cephesi hariç yıkılan pasajın sahibi Süreyya Paşa’nın torunları bir inşaat şirketiyle kat karşılığı anlaşarak yeniden yaptırır. Pasajdaki Neo-Rönesans ön cephe olduğu gibi korunur. Bugün hediyelik eşya, takı tezgâhları, otantik giysi, müzik, dövme dükkânlarının olduğu pasajda, kahve veya yemek molası verilecek mekânlar da yer alıyor. 

Pasajda yer alan ve uzun bir süre atıl kalan, kullanılmayan salon, Ferhan Şensoy tarafından alınarak aslına uygun restore edilir. Yıllardır da Ferhan Şensoy & Ortaoyuncular Tiyatrosu olarak kullanılmaktadır. 

Bu arada; bu gösterdiklerim haricinde sokaklar arası pedallama turlaması da devam ediyor. Yeşilçam Sokak’tan Büyük Bayram Sokak’a, Solakzade Sokak’tan Balo Sokak’a, Ayhan Işık Sokak’tan Fuat Uzunay Sokak’a vesaire vesaire... Hepsi ayrı hoş, ayrı ilginç mekânlara sahip. Detaylara girecek değilim elbet. 

[📷 Tokatlıyan Han, İstiklal Cad., (Ağustos 2018).] 

İstiklal Caddesi’nden aşağı doğru devam ettiğimde yolum önce Tokatlıyan Hotel’in yerinde bulunan Tokatlıyan Han’ın önünden geçiyor. 

Sağdaki Turnacıbaşı Caddesi ile soldaki Balo ve Solakzade sokaklarını geçince sağdaki binalar grubu arasında yer alıyor Tokatlıyan İş Hanı & Pasajı... Hotel, 19. yüzyılda Pera Palas’tan sonra şehrin ikinci büyük oteliymiş. 

1805’te Hacı Krikor Amira Kevorkyan’ın aldığı arsada Üç Horan Ermeni Kilisesi ile Ermeni vatandaşlar için konut ve dükkânlar inşa edilir. 1870’deki yangında bu bölümler yanınca, bir dönem burada tiyatro ve kafe-restoranlar hizmet verir. Bunlar da yanınca, dönemin ünlü restoran işletmecisi Mıgırdıç Tokatlıyan 1909 yılında önce yeni restoran ve kafeler kurar, sonra da Kilise Vakfı’na borçlarını ödemekte zorlanınca burayı otele çevirir. 

Yönetimi Üç Horan Ermeni Kilisesi’nde olan, Fransız Mimar Alexandre Vallaury tarafından inşa edilen Hotel Tokatlıyan sonraki yıllarda pasaja ve iş hanına dönüştürülür... Tokatlıyan’ın konukları arasında Abdülhak Hâmid Tarhan, Ercüment Ekrem Talu, Yahya Kemal Beyatlı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ahmet Rasim, Sait Faik Abasıyanık gibi birçok ünlü isim yer alır. Ayrıca Troçki’den Josephine Baker’a kadar çok sayıda ünlüyü de ağırlayan otel, 1947’de el değiştirerek Konak Oteli adını alır. Eski görkemli günlerini bir daha yakalayamayan otel, 1958 yılında kapanarak bugünkü iş hanı ve pasaja dönüştürülür. 

Artık adım adım Galatasaray Meydanı’na doğru yaklaşmakta olmanın sinyallerini verebilirim. 

[📷 Galatasaray Meydanı, İstiklal Cad., (Ağustos 2018).] 

Meydan ismini caddenin solunda süslemeli ana kapısını gördüğüm Galatasaray Lisesi’nden alıyor. 

[📷 Galatasaray Lisesi, İstiklal Cad., (Ağustos 2018).] 

Galatasaray tramvay durağının bulunduğu yerde, az sonra anlatacağım Çiçek Pasajı’nın karşısında, ince işçiliğine hayran kaldığım ferforje kapıların arkasında Galatasaray Lisesi yer alıyor. 

Lisenin binaları yenidir. Okul  kapısındaki süslü armada II. Beyazıt dönemine istinaden 1481 yazıyor. Şu anki bina 1908’de inşa edilmiş ama okul çok köklü bir okuldur. Sultan II. Beyazıt tarafından 15. yüzyılın sonunda Topkapı Sarayı’ndaki okulun orta dereceli kısmı olarak, saraya hizmet verecek memurlar yetiştirmek için kurulur. 1868 yılında ise Sultan Abdülaziz tarafından Fransız modeline dayalı, yarı Türkçe yarı Fransızca eğitim veren modern bir lise haline getirilir. (Bir GS liseli değil ama GS taraftarı olarak gurur duyduğum bu kurum şehirde eğitim vermeye az çok kesintisiz devam etmiş en eski Türk kurumudur. Geçtiğimiz yüzyılda Türk liseleri arasında en iyi ve en ünlüsü olarak yer alıyordu. Devlet adamlarının ve entelektüellerinin çoğu burada eğitim görmüş, şüphesiz ki okul ülkenin modernleşmesinde önemli bir rol oynamıştır. Şimdi bir de Beşiktaş’ta yüksek eğitim veren ‘Galatasaray Üniversitesi’ açılmıştır.) 

[📷 Galatasaray Lisesi, İstiklal Cad., (Ağustos 2018).] 

Artık Pire🚲 de sıkı bir Galatasaray taraftarı. GS’li olmanın gururunu yaşıyor. (Acaba bisiklet kaportacısına götürüp rengini değiştirtsem mi? Sarı kırmızı pek yakışırdı Señorita’ma.) Belki bir gün kendisini Ali Sami Yen’e de taşır, Avrupa fatihi futbol takımımızı bir de sahada görmesini sağlayabilirim.J 

Normalde şu kapıdan lisenin bahçesine ve binasına elimi kolumu sallayarak girmem mümkün olmadığından, isteseydim yanındaki binaların üst katında yer alan kafelerden birine çıkacak olur, lisenin bahçesini ve onun arkasındaki Boğaz manzarasını görme şansını elde edebilirdim. 

[📷 Çiçek Pasajı, İstiklal Cad., (Ağustos 2018).] 

Lisenin karşı tarafında kendi alanında ünü dış dünyaya taşmış ve fakat benim de en sevdiğim yerlerden biri olan o bira, rakı ve balık kokulu mekânı görüyor, adımlarımı o tarafa doğru yöneltiyorum. 

Aslında yeri hiç bilmeyen birisi için kolaylıkla fark etmeden teğet geçebileceği iki muhteşem girişi var. Biri ana cadde üzerinde diğeri İstiklal’de sağa açılan yan yolun, Sahne Sokak’ın üstündedir. Cadde üzerindeki kapısı bayağı ensiz olduğu ve önü genellikle kalabalık olduğundan dışarıdan bakıldığında içerisi pek net görülemiyor. 

Burası ünlü Çiçek Pasajı, Cité de Pera diye bilinen, 1876’da rokoko tarzında, altta dükkânlar, üstte apartmanlar şeklinde inşa edilmiş gösterili binanın pasajıdır. 

[📷 Çiçek Pasajı, İstiklal Cad., (Ağustos 2018).] 

Çiçek Pasajı, biraz meze ile bira yuvarlamanın, ya da roka süslü balık tabağı yanında birkaç duble rakı kadehi tokuşturmanın keyfine varılabilecek meyhaneler, eski tarz tavernalarla dolu. 

Bir zamanlar benim de çok sık uğrak yeri olarak bellediğim Çiçek Pasajı müzisyenlerin nağmeleri eşliğinde lezzetli mezeler ve rakının sefasını sürmek isteyenlerin uğrak yeriydi. Bu müzisyenlerden biri de esprili Madam Anahit’ti ve akordeonuyla insanları müthiş eğlendirirdi. İstanbul’un sayfalarını renklendirip hoş anılarla ebediyete gitti. Bugün o eski havasından izler bırakmış mıdır pek emin değilim. 

Bugün görülen cam çatılı, içi parke taşlı bina, 1870 yangınında kül olan Naum Tiyatrosu’nun yerine dükkân ve apartman kompleksi olarak yapılmış. 1930’larda ise, bazı restoranlar masalarını dışarıya kurmaya başlamış, Bolşevik Devrimi’nden kaçan Beyaz Ruslar’ın burada çiçek satmasıyla birlikte pasaj efsanevi atmosferine ve adına kavuşmuş. 1978 yılında, (ki ben daha henüz pasaportumu alıp, uzun yıllar kalacağım Londra’ya ayak basmadığım zamanlardı), kimilerine göre bakımsızlıktan; iflah olmaz İstanbul âşıklarına göre ise unutulmuşluğun verdiği üzüntüden çöktü Çiçek Pasajı. 1988’de ve geçtiğimiz yıllarda iki defa restore edilen bina, her seferinde orijinal atmosferinden biraz daha kaybetmeyi sürdürdü. 

Ancak her şeye karşın... Tavernamsı eğlencenin ve içkili, yemekli, şamatalı hareketin çoğunun arka sokaktaki Nevizade’ye kaymış olmasına rağmen, burası hala gece bir şeyler içip sohbet etmek isteyenler için popüler. 

[📷 Balık Pazarı, Sahne Sk., (Ağustos 2018).] 

Çiçek Pasajı’nın içinden geçip Sahne Sokak’a geçiyorum, meraklı bakışlar arasında. Hani araç girmez diye bir levha koymuş olsalar anlardım ama bisiklet de bizim gibi hassas, fıkırdak, hisli bir varlık. 

Bu sokakta şehirdeki en canlı ve en renkli pazarlardan Balık Pazarı yer almakta. Geçtiğimiz yıllarda “Beyoğlu Güzelleştirme Projesikapsamında elden geçirilmiş. Maalesef, sokakta sağa sola bakına bakına aheste ilerlerken, o eski, coşkulu karakterinden çok şeyler kaybetmiş olduğunu görüyorum. Tek teselli yine de buraya gelip bira yanında birkaç porsiyon kokoreç veya midye tava yemek ya da manavlarından ve dükkânlarından gönül elverdiğince alışveriş yapmak çok keyifli olabilir. 

[📷 Nevizade, Nevizade Sk., (Ağustos 2018).] 

Sahne Sokak’tan kemer Hatun Caddesi’ne doğru ilerlerken sağdaki sokak Nevizade Sokak. 

Nevizade, özellikle içerisinde barındırdığı bar ve meyhaneler ile tanınıyor. 

Nevizade'nin bar ve meyhaneler ile tanınmaya başlamasının kökenleri 1970’li yıllarda tarihi Krepen Pasajı’nın kapanmasıyla gerçekleşir. Pasajın kapanmasının ardından restoranlar pasajın bir altındaki Nevizade Sokak’a geçer ve burada kent dokusu için önemli bir kültür yaratmaya başlar. Restoranlar ve barlardan önceyse Nevizade’de kaportacılar ve küçük sanayi atölyeleri yer almıştır. 

[📷 Ermeni Üç Horan Kilisesi, Nevizade Sk., (Ağustos 2018).] 

Nevizade’ye kadar gelip de Ermeni Üç Horan Kilisesi’ni (Üç Altar) ziyaret etmemek olmaz; sağdaki büyük kapının ardından giriliyor kiliseye. Gördüğüm bina 1838 yılı yapımı, ancak 1503 yılında yapılmış olan başka bir kilisenin yerine inşa edilmiş. Kilisenin farklı iki bölümü var ikisi de halka açık. 

[📷 Şadi Çalık Heykeli, Galatasaray Meydanı, İstiklal Cad., (Ağustos 2018).] 

Şimdi tarihte yolculuğun ruhani ambiyansını ve havaya sızmış akşamdan kalma efsanevi anason, damıtılmış alkol, balık ve kebap kokularını arkamda bırakarak İstiklal’e dönüyor, Galatasaray Meydanı’nda ‘pause’ butonuma basıyorum. 

Yeni Çarşı Caddesi’nin İstiklal Caddesi’ni kestiği yerdeki bu küçük meydanda, Cumhuriyet’in ellinci yılı anısına, Şadi Çalık tarafından yapılan “1923-1973 Heykeli”nin hemen önünde Pire🚲’nin havalı resmini çekiyorum. 

[📷 Galatasaray Meydanı, İstiklal Cad., (Ağustos 2018).] 

Bir kenti kent yapan en önemli şeylerden biri muhakkak ki onun tarihidir. Hele de İstanbul gibi nice imparatorlukların başkenti olmuş bir kenti düşünsene bir kere... 

Peki, İstanbullular, Amsterdamlılar gibi 1700’lerden kalma evlerde yaşayabiliyor mu? Kaçta kaçı tarihin sindiği, güzelleştirdiği, anlam kattığı ofislerde, geçmişten geleceğe bağlanarak çalışabiliyor? Ya şu benim kendime göbek bağı yaptığım İngilizler gibi 200 yıllık geçmişi olan bir pub’da içkisini yudumlayabiliyor mu? Ne kadarı, önceki asırlardan bugüne uzayan taş binalarda, yaşadığı toprakların kültürünü, tarihini soluya soluya eğitim görüyor? 

Sanırım tüm bu sorulara verilecek cevaplar ya “hayır” ya da koca bir “sıfır”. 

Şu anda Galatasaray Meydanı’ndayım ya... 

Aslında bu meydan küçük müçük ama çok hareketli bir kavşak aynı zamanda. 

Az önce Balık Pazarı tarafındaki kapısından da girebileceğim, klasik heykellerle dekore edilmiş Avrupa Pasajı’nda antika ve hediyelik eşya dükkânlarını, Aslıhan Pasajı’nda ise ağırlıklı olarak ikinci el kitap satan dükkânları bulabilmek mümkün. 

Yine şu köşede, Yapı Kredi Kültür Sanat Kitabevi’nin hemen yanında yer alan Yapı Kredi Nedim Tör Müzesi, tarihten arkeolojiye çok geniş bir eserler yelpazesine ev sahipliği yapıyor, buraya mazeret üretmek hiç olmaz; çünkü müzenin girişi ücretsiz. Ben daha önce ziyaret ettiğimden bu sefer girmiyorum. (Benim mazeretim kabul edilebilir cinsten.J) 

Yine yolun karşısındaki Danışman Geçidi’nde rengârenk birkaç dükkânı geçip parke avluya çıkıldığında İstiklal Caddesi’nin zamana direnen çay bahçelerinden biriyle karşılaşırsın. Keyifli bir zaman geçirmek istersen, bir iki fincan demli çaya ne dersin? Kahve de mis gibi gider yani... 

İsmi 1980’lerde “Danışman”, sonra da “Han Geçidi” olarak değiştirilen, ancak İstanbulluların hálá sadakatle Hacopulo, ya da Hazzopulo olarak andığı han, 136 yıllık tarihinde pek çok olaya, insan hayatına tanıklık etmiştir. Namık Kemal burada tutuklandı, Jön Türkler burayı mesken edindi, Ahmet Haşim pasajdaki İran lokantasının müdavimiydi. Bugün de yaşıyor Hacopulo.

[📷 Eski Postane Binası, İstiklal Cad., (Ağustos 2018).] 

Ayrıca, bu arada ana caddede, GS Lisesi’nin hemen karşısındaki Eski Postane Binasını da atlamayayım. 

Bilindiği üzere eski İstanbullular için korkunç önemli yerlerden biridir burası; tam 92 yıldır yaklaşık 125 yaşındaki bir binadan atabiliyordu mektuplarını. Telefon faturasını, kolunu yaşlı ahşap bankolara dayayarak yatırabiliyordu. Pul almak için sıra beklerken tavandaki kartonpiyerleri ve yağlıboya resimleri hayranlıkla seyredebiliyordu. Onların geçen yüzyılda ünlü İtalyan bir ressamın fırçasından çıktığının farkında olmasa da... 

Galatasaray Postanesi, resmi adıyla “Beyoğlu PTT Hizmet Binası”, İstiklal Caddesi’ndeki en güzel köşelerden birinde, Galatasaray Lisesi’nin karşısındaydı. 1875 yılında tüccar Theodor Sıvacıyan tarafından konut olarak, 26 bin liraya inşa edilmişti. Sivil mimari örneği olarak Beyoğlu binaları arasında önemli bir yeri vardı. Sıvacıyan üst katlarda otururken, Bay Apolonatos da giriş katını ecza laboratuvarı olarak işletiyordu. 1907 yılında, Hüseyin Hasip Efendi Posta-Telgraf Nazırı iken, 13.500 liraya satın alınmış ve Beyoğlu Posta-Telgraf Merkezi olarak hizmete girmişti. O zamandan beri de “dünyanın en güzel postanesi” olarak hizmetini sürdürüyordu. Taa ki Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri, onun artık postane değil, “müzelik” olmasına karar verene kadar... 

Eski İstanbullular haklı olarak, ‘‘İstanbul’u mahvedenler utansın. Herifçioğulları mahvettiler canım şehri, geriye kalan kırıntı güzellikleri de etrafına kurdele çekip, müze haline getiriyoruz,’’ diye isyan ediyor. Oysa Onlar, böyle bir binayı kendi işlevi içinde kullanmanın insanlarda kültürel bir birikim yaratacağını düşünüyor. ‘‘İnsanların iyi, doğru, güzel olmasını istiyorsak, iyi, güzel, doğru yerlere girip çıkmalarına izin vermeliyiz. Bu postane hayatın içinde bir parça olmalıydı, bir çocuk arkadaşına öyle bir postaneden mektup atmalıydı, büyüdüğünde bunu hatırlamalıydı, bu kültür yok edilmemeliydi,’’ diyor. 

Tıpkı eski, hoş bir mekânda yemek yemek gibi... 

Ve benim de şu soruyu sormak hakkım; “Söz gelimi şu İngilizler? Adamlar 1700’den kalma pub’larını bira müzesi yapıyorlar mı?’’ 

Tabi ki de hayır.

Nostalji, adın batsın yahuuu!!! 

Ama yolcu yolunda gerek, değil mi? 

[📷 Meşrutiyet Cad., (Ağustos 2018).] 

Şimdi Galatasaray Meydanı’ndan sağa dönüyor, ilk bloktan sola, Meşrutiyet Caddesi’ne sapıyorum. 

[📷 İngiltere Konsolosluğu, Meşrutiyet Cad., (Ağustos 2018).] 

Meşrutiyet Caddesi’nde sağımda İtalyan Rönesans tarzındaki güzel İngiltere Konsolosluğu var. 

Özgün yapı Londra’daki Parlamento’nun (Westminster) mimarı Sir Charles Barry tarafından tasarlanmış. Ancak bina 1845 yılında W.S. Smith tarafından biraz daha farklı hatlarla tamamlanmış. Yüksek avlu duvarıyla çevrili Konsolosluğun arka tarafında tam İngiliz tarzı muhteşem bir bahçesi bulunuyor. 

[📷 İngiltere Konsolosluğu Müştemilat Binası, Meşrutiyet Cad., (Ağustos 2018).] 

Konsolosluğun Tarlabaşı Bulvarı’na bakan bu tuğla müştemilat binasında geçmişte UK vizeleri almak için kalabalık toplaşmalar ve kapı açıldığında da uzun kuyruklar oluşurdu. Artık vize işlemleri başka bir merkezden (Şişli Profilo AVM’de TLScontact) yapılıyor. Zaten bu bina da 20 Kasım 2003’teki bombalı terör eylemlerinden sonra işlevsiz hale gelmiş, kapısına sürgü çekilmiş. 

[📷 İngiltere Konsolosluğu Müştemilat Binası, Meşrutiyet Cad., (Ağustos 2018).] 

Konsolosluğun arka cephesi artık tamamen boş bir arazi. Bu nedenle çok da bakımlı olduğu söylenemez. Yine de yayalar Tarlabaşı’na, Tepebaşı’na, Ömer Hayyam’a kestirme çıkış için sıkça kullanıyor burayı. 

[📷 Kamer Hatun Camisi, Tarlabaşı, (Ağustos 2018).] 

İngiltere Konsolosluğu’nun arka cephesinde Tarlabaşı Bulvarı’nın hemen yanında küçük bir cami yer alıyor: Kamer Hatun Camisi... 

[📷 Kamer Hatun Camisi, Tarlabaşı, (Ağustos 2018).] 

Cami orijinal olarak 1514 yılında Yavuz Sultan Selim’in sütannesi Kamer Hatun için yaptırılmış, 19. yüzyıla gelindiğinde harap bir duruma düşmüştür. 

Bugünkü bina 1911’de Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından Mimar Kemalettin Bey’e yeniden yaptırılır.

[📷 Tarlabaşı Bulvarı, (Ağustos 2018).] 

Meşrutiyet Caddesi boyunca pedallamaya devam ediyorum, bir sonraki köşede cadde hafiften sola kıvrılarak Tepebaşı’na çıkıyor. Artık önümde o meşhur Tarlabaşı Bulvarı uzanıyor. Burada Haliç’in ve eski şehrin harika manzarasının tadına varabilirim.

[📷 Haliç Manzarası, Tarlabaşı Bulvarı, (Ağustos 2018).]

Bir şarkıda geçtiği gibi, “İşte böyle bir şey”...

[📷 Oteller, Asmalı Mescit, (Ağustos 2018).]

Burası yoğun olarak otellerin yer aldığı bir bölge. Ay şeklindeki caddede şehirdeki en eski iki hotel bulunuyor. Her ikisi de 19. yüzyıl sonundan neo-klasik binalar, birincisi Büyük Londra Oteli (Grand Hotel de Londres), sonraki Bristol Otel. Bristol otel ise ön cephesi korunarak çok güzel restore edilmiş ve şimdi Pera Müzesi olarak hizmet veriyor; oryantalist resimler ve diğer sanat eserlerinden oluşan güzel bir koleksiyona sahip. Hilalin en sonunda ise 1893’te Fransız mimar Alexandre Valluary tarafından yapılmış ünlü Pera Palas Oteli’ni görüyorum.

[📷 Rixos Pera İstanbul, Tarlabaşı, (Ağustos 2018).]

Rixos Pera İstanbul otel binası ve hemen bitişiğinde St. Helena’s Chapel...

[📷 Hotel Santa Pera, Tarlabaşı, (Ağustos 2018).]

Tepebaşı’nda Kasımpaşa Stadı’nın hemen bitiminde bir otel kondurmuşlar. Adını da Hotel Santa Pera koymuşlar. Çalışıp çalışmadığına emin olamadım.

[📷 Karayel Sokak, (Ağustos 2018).]

Rixos Pera İstanbul’un karşısında, Karayel Sokak’ın köşesindeki bu binanın ne olduğunu anlayamadım. Ama şık bir yapısı olduğu için fotoğrafını çekmek istedim.

[📷 St. Helena’s Chapel, Meşrutiyet Cad., (Ağustos 2018).]

Şimdi yeniden Meşrutiyet Caddesi’ne dönüyor ve Galatasaray Meydanı’na doğru devam ediyorum. Az önce bulvardan gördüğüm şapelin önünden geçiyorum: Helena Şapeli (St. Helena’s Chapel)

(*) Rixos Pera’nın işletmelerinden Chapelle hakkında pek çok şey anlatılabilir ama anlatılması gereken ilk hikâye, mekâna adını veren St Helena Şapeli’ne dair. Roma imparatoru Konstantin’in annesi Aziz Helena için 1582 yılında yaptırdığı şapel, İngiliz Konsolosluğu personeli tarafından hâlâ kullanılıyor. Şimdi bir cephesi Chapelle’in yüksek duvarlar arkasında saklanan avlusunun içinde kalıyor ve mekâna mistik bir estetik katıyor. Özellikle akşam saatlerinde şapelin içi aydınlatıldığında bu ruhani etki beşe katlanıyor. Bir de iç mekânı var Chapelle’in, şimdilik daha ziyade kışı bekliyor gibi. Modern ile klasik arasında gidip gelen dekorasyon, avluda biraz daha rahat, dolaysız bir hal alıyor. Chapelle konsept olarak cafe-bar-restaurant olarak tanımlansa da içeride, özellikle de iç mekânda yoğun bir Paris havası hakim. Bu yönüyle bir brasserie’yi de andırıyor. Ama en doğrusu burayı bir buluşma yeri olarak tanımlamak olur. Konser öncesi, sergi sonrası iyi müzik dinleyip hayal kırıklığı yaratmayacak bir şeyler yiyip içmek için ideal bir lokasyon. Menüde sürprize yer yok çünkü Emre Ergani işletmelerinde yıllardır yapılan ve sevilen yemekler ağırlıkta. Bu avluya en çok şarap yakışır, onun için de kallavi bir kav oluşturmuşlar. İçinde dünyanın farklı şarap bölgelerinden uygun opsiyonlar da var, şişe şişe Gaja’lar da. Menünün en çok tutulan kalemlerinden bir şarküteri tabağı. O gösterişli tabak eşliğinde bir akşamüstü rüyası Chapelle’de şaraba yazılmak. Şarküteri tabağında rozbif, hindi füme, bresoala ve dil füme var. Salatacılar için önerilebilir tabak somon füme salata, yanında bir kadeh vintage Chardonnay hiç fena gitmiyor. Yaz da olsa yoğun kıvamlı, doyma hissini cilalayacak bir şey arayanları peynir soslu tavuk sarma paklar. (Kaynak: TimeOut) 

Chapelle Rixos, adını 1582 yılında yaptırılan ve halen kullanılan St Helena Şapeli’nden alıyor. Şapelin yüksek duvarlarının bir cephesi mekânın bulunduğu avluya bakıyor.

[📷 Rixos Public, Meşrutiyet Cad., (Ağustos 2018).]

Şapelden ayrılıp karşı kaldırıma geçiyorum. Burada güzel bir pub var diye düşünüyordum: Rixos Public... Pub gibi dursa da daha çok lüks bir restoran havası ağır basıyor. O zaman da biralamaya public’in belirli bir kesimi gidebilir ancak.

[📷 Hacopulo Pasajı, Meşrutiyet Cad., (Ağustos 2018).]

Sağda Hacopulo Pasajı’nın Meşrutiyet Caddesi’ne açılan kapısını görünce içeri girsem mi, girmesem mi diye yazı tura atıyorum. Evet, gireceğim. (Kim dinlemiş ki beyin oğlunu ben dinleyeyim!) 

Hacopulo Pasajı ya da diğer adıyla Hazzopulo Pasajı çok sesli, çok eğlenceli bir yer. Şamata gırgır gırla. Dar bir giriş 19. yüzyılın ortalarından binalarla çevrelenmiş pitoresk arkada açılıyor.

[📷 Panayia İsodion Rum Ortodoks Kilisesi, Hazzopulo Pasajı, (Ağustos 2018).]

Hacopulo Pasajı’nda kakavan bakışlarla bir oraya, bir buraya adımlarken, Pire🚲 kimselere sürtünmesin diye azami dikkat gösteriyorum. Arkadın sağ tarafında 1807’de yapılmış ve 1855’te yeniden inşa edilmiş Panayia İsodion Rum Ortodoks Kilisesi var. 

İstiklal Caddesi’nin birbirinden güzel ve yakışıklı sokaklarıyla donatılmış kıvrımlarını çok iyi bildiğimi düşünürdüm, ara sokaktaki binaları, geçitleri, merdivenleri, müzeleri, galerileri, kiliseleri de... Ancak Hazzopulo Pasajı’nın yan kapısından varılan böyle bir kilisenin varlığından haberdar değildim. İyi ki de girmişim; şansımı zorlamış, tura dediğim yazıya aldırmamış, pasajın kapısından içeri dalmışım. Etkileyici kiliselerden biri diye düşünüyorum. Zira Türkiye’deki tek Esmer Meryem Ana ikonası bu kilisenin içindeymiş.

[📷 Panayia İsodion Rum Ortodoks Kilisesi, Hazzopulo Pasajı, (Ağustos 2018).]

Pasajın yan kapısından geçip kilisenin önünde duruyorum. Avlu kapısı kapalı olduğundan sadece ön cepheden fotoğraflamakla yetiniyorum. 

Bu dar geçitte sağlı sollu kafeler var. Mesela kadrajıma giren şu köşedekinin adı Gölge Kahve. Hoş bir adı varmış. Birkaç türlü anlamı olabilir; nihayetinde Türkçemiz ince lastik gibi, çekele çekele nereye istersen. Elastik bir dil.

[📷 Hacopulo Pasajı, İstiklal Cad., (Ağustos 2018).]

Şimdi tekrar pasaja dönüyor, İstiklal’e çıkan kapısına doğru hareketleniyorum. 

Aaaa, bu kapısı diğerine oranla çok daha darmış. Hiç olmazsa ötekinden sürtünmeden geçebilmiştim. Neyse bir kez daha İstiklal Caddesi ile kavuşmanın sevincini yaşıyorum.

[📷 Olivia Pasajı, İstiklal Cad., (Ağustos 2018).]

Caddede Galatasaray yönünde ilerlerken bir sonraki sağda yine küçük bir pasaja giriyorum; ucu ünlü Rejans Lokantası’na çıkan Olivia Pasajı. Bazıları Olivya Geçidi de diyor. Ama ben pasaj sözcüğünü daha çok beğendiğimden bunu kullanmayı tercih ediyorum. Kulağa daha hoş geliyor sanki. 

Bu dar geçitte diğer göze çarpan işletmeler: Mandabatmaz Kafe ile Victoria Ocakbaşı... Güzel isimleri varmış bu mekânların...

[📷 Fransisken San Antuan Kilisesi, İstiklal Cad., (Ağustos 2018).]

İstiklal Caddesi’nde aynı tempoda devam ediyorum... Yolun solunda geniş bir avlunun ardındaki sevimli Katolik Kilisesi’ni, İstanbul’daki en büyük kilise olan Fransisken San Antuan Kilisesi’ni görür görmez duruyorum.

[📷 Fransisken San Antuan Kilisesi, İstiklal Cad., (Ağustos 2018).]

Bu arazideki ilk kilise 1725’te kurulmuş. 

Bu kilisenin ise ilk olarak 1763 yılında Osmanlı’nın hizmetinde çalışan ya da ticaretle uğraşan, ağırlığını İtalyan ve Fransızların oluşturduğu Katolik devletlerin vatandaşları için yaptırıldığı söyleniyor. 

Orijinal kilise tramvay yapımı için yıkılınca, İtalyan kırmızı tuğladan neo-gotik tarzının güzel bir örneği olan bugünkü San Antuan Kilisesi’nin binası, (şu an gördüğüm kırmızı tuğlalı bina), mimar Giulio Mongeri tarafından tasarlanmış, 1906 ve 1911 yılları arasında yapılmış ve 1912’de tamamlanmış. 

St. Antuan Katedrali’ni kırmızı tuğlalı binalar çevreliyor. Katedralin avlusuna bu altışar katlı, birbiriyle geçitle bağlanmış apartmanların arasından geçerek girerken başımı yukarıya doğru kaldırıp baktığımda balkonların tam da Romeo-Jülyetlik olduğunu fark ediyorum. 

Malum İstiklal Caddesi’nin ilk betonarme yapılarından olan binalar, katedrale gelir getirmesi için yapılmış.

[📷 Mısır Apartmanı, İstiklal Cad., (Ağustos 2018).]

Bir zamanlar Grande Rue de Pera” denilen tarihi Pera yolunda hem pedal çeviriyor hem de yürüyorum. İşim epeyi zor, harbiden. Çünkü elimin çarptığı her binada, her duvarda tarih var. Tıpkı Tarihi Yarımada gibi Galata ve Pera da ayrı birer abidemsi kültür yumağı. Büyük bir hazine. 

Aralarında Surp Hovhan,  Aya Triada, Panayia İsodion ve St. Antuan’ın da olduğu birçok kilise, 19. yüzyıl sanat şaheserleri sayılan yapılar, benim başımı döndürdüğü gibi, senin de başını döndürdüğünde dinlenmek için sığınacağın öyle çok restoran ve kafelerin bile bir tarihi olduğunu öğrenmek şaşırtmasın seni. Şu saate kadar keyiften dört köşe olduğum bugünkü frapan gezimi nihayete vardıracağım yolun sonunda, Tepebaşı’na çıkan Tünel Meydanı’na varana kadar caddenin anlatmak istediği o kadar çok şey var ki... Yeter ki sen ilgilen, yeter ki sen dinlemek iste... 

Tamam, yazılar bazen sıkıcı olabiliyor, (artık kimseler uzun yazıları okumak istemiyor nedense), o halde fotoğrafların diline bak, şu tarihi görsel de olsa kaçırmak hiç olanaklı değilmiş gibi geliyor bana. 

İşte şu San Antuan Kilisesi’nin solundaki etkileyici Art Nouveau bina ise Mısır Apartmanı, 1910’da Mısırlı Abbas Halim Paşa için yapılmış. 

Katedrale komşu olan Mısır Apartmanı’nın çatısı son yılların en modaya uygun restoranı 360 İstanbul’a mekân sahipliği yapıyor. 

Art Nouveau minvalinde yapılmış bina, Ermeni mimar Hovsep Kerovbei Aznavuryan tarafından Paşa’ya kış evi olarak yapılmış. Hidiv’in ölümünden sonra, bir süre M. Akif Ersoy’un da yaşadığı bu bina, şimdilerde apartman olarak kullanılıyor ve sanat galerileri ile bir tiyatroya ev sahipliği yapıyor.

[📷 Konsolosluk Binaları, Pera, (Ağustos 2018).]

Az önce büyük bir keyifle ziyaret ettiğim San Antuan Katedrali, Avrupa büyükelçilikleriyle birlikte eski Grand Rue de Pera’ya inşa edilmiş kiliselerden biri. Eski Pera’nın bu kısmındaki büyükelçilikler Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk yüzyıllarından beri elçilikleri bulunan ülkelere ait. Bu binaların büyük kısmı oldukça yeni olmasına rağmen, özellikle Venedik, Fransız, İngiliz, Hollanda, İsveç ve Rusya konsoloslukları tarihi açıdan ilgi çekici. 

16., 17. ve 18. yüzyılda genelde padişah tarafından bahşedilen şu andaki arazilerinde kurulmuş, her biri kendi “devletinin”, “ulusunun”, yani bu ülkenin yerleşik tüccar ve resmi görevlilerinden oluşan topluluğun merkezi olmuştur. Osmanlı’nın gücü azaldıkça bu büyükelçilikler giderek daha fazla siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel rol oynamış ve Türkiye Cumhuriyeti kuruluncaya kadar Pera hayatını belirlemişlerdir. Büyükelçiliklerin yanına, esas itibariyle onları koruması altında çeşitli kiliseler kurulmuş, bunların bazıları modern biçimde varlıklarını sürdürmeye devam etmiştir.

[📷 Fransız Sarayı, Nur-i Ziya Sk., (Ağustos 2018).]

Şimdi solumdaki ikinci sokağa, Nur-i Ziya Sokak’a sapıyor, Fransız Sarayı’na geliyorum. Boğaz ve Marmara manzaralı, Fransız tarzı güzel bir bahçe ile çevrili. Pera’da 16. yüzyılda kurulan ilk büyükelçiliklerden biri olmakla birlikte, bugünün binası 1831 yangınından sonra inşa edilmiş. 

Ünlü Türk gökbilimci Takiyüddin rasathanesini 1570’lerde buraya kurmuş; bunu da bir kenara not edeyim istedim.

[📷 St. Louis de Francis Kilisesi, Postacılar Sk., (Ağustos 2018).]

Şimdi aralarda bulduğum daracık merdivenli yerlerden geçip, Tomtom Kaptan Sokak’tan Postacılar Sokak’a çıkıyorum. Burada Fransız Büyükelçiliği’ne bağlı, 1581 tarihli St. Louis De Francis Şapeli var. 

Fransız St. Louis Şapeli Pera’da kurulmuş en eski Latin kilisesi. Binası 1831 dolaylarından kalma. Pazar ayinlerinden biri Keldanice yapılıyormuş. Zira Keldani Kilisesi ibadetlerini burada St. Louis’de yapmaktaymış. Bu cemaat 18 yüzyılda eski Nasturi Kilisesi’nden çıkmıştır ve şimdi Vatikan’a bağlıdır. İstanbul’daki üyelerinin hepsi Hakkârili olup, kökenlerinin Keldani ve Asur’a dayandığı söyleniyor.

[📷 Union Church of İstanbul, Postacılar Sk., (Ağustos 2018).]

Daracık Postacılar Sokak boyunca uzanan yüksek duvarda ilginç bir kapı görünce bu da neyin nesiymiş diye merak ediyorum. Meğer Hollanda Konsolosluğu’na bağlı Union Şapeli, ya da diğer adıyla Union Church of İstanbul imiş. 

Bu Dutch Chapel, yani Hollanda şapeli 17. yüzyılın sonuna tarihleniyor. Ama özgün yapı Hollanda Konsolosluğu binası kadar eski olmalı. Şapelin eski zamanlarda zindan olarak kullanılan bodrum kattaki odaları şimdi Pazar Okulu olarak hizmet veriyor. 

Benim de şu anda aklıma Antalya’da yaşadığım zamanlarda, uzun süre birlikte çalıştığım Hollandalı patronlarım geliyor. Gerek Rijk Zwaan olsun, gerek Grow Group gerekse Cyrus Yachts’ın gizli ortakları Vitters Shipyard olsun, tümü oldukça dindar bir kitleydi. Benim gibi bir ateisti yıllarca nasıl hazmettiler pek anlayamadım doğrusu, üstelik en tepe yöneticilerinden biri olarak. Hele bir tanesi vardı ki, adam misyonerlik ruhu üstlenmiş, Antalya’nın santrasında dini kurumsal bir yapıyı göbekten faaliyete geçirmek istiyor, benden de bünyenin kurumsallaştırılması için talepte bulunuyordu. Kibarca reddettim tabi. Ama şu var Avrupa ülkeleri arasında Katoliklerden sonra en güçlü dindar kesim herhalde bu Hollandalılar olmalı. Uzun yıllar birlikte yaşadığım Protestan İngiliz halkı bile bunlar kadar dindar değiller. Herhalde bu yüzden onlarla anlaşmak benim için daha kolay oluyor. 

Neyse, konu zaten kim daha dindar, kim daha tanrıtanımaz değil, biz tarih ve kültür gezimize devam edelim...

[📷 Hollanda Konsolosluğu, İstiklal Cad., (Ağustos 2018).]

Bu az eğimli yokuşa sahip dar sokağı tırmanıp ana caddeye çıkıyorum. Ve işte yine İstiklal Caddesi’ne kavuştum bile. Önce ufaktan bir sağ yapayım diyorum. Karşımda küçük ve güzel bir Fransız şatosuna benzeyen Hollanda Konsolosluğu yerleşkesi uzanıyor. Tabi ancak bahçe kapısının önünden seyredebiliyorum içeriyi. (Keşke demir kapıların ardına geçip bahçeye girebilseydim.) 

Mevcut bina, Ayasofya’yı da restore eden İtalyan (Gaspare & Guiseppe) Fossati kardeşlerce tasarlanmış ve 1855’te tamamlanmış; bahçeden görülebilen alt yapısı bundan iki yüz yıl daha eski. Adeta bir sayfiye evinde bulduğumu hissediyorum kendimi. Avluyu çevreleyen binaya, yaklaşık 400 yıl kadar önce, ilk Hollanda temsilcisinin evinin yerine yapıldığı için Hollanda Sarayı” diye de ifade ediliyor. 

İlk büyükelçilik 1612’de kurulmuş, iki defa yangın geçirmiş, ama daha önceki yapılardan geriye kalanlar bir şekilde korunmuş ve bugünkü mevcut yapıya entegre edilmiş.

[📷 Fransisken Santa Maria Draperis Kilisesi, İstiklal Cad., (Ağustos 2018).]

Sanıyorum bir sonraki turumda Tomtom havalisini bir kez daha, üstelik teferruatlı biçimde keşfe çıkacağım. Hatta Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi’ne kadar gidebileceğim bir programı şimdiden yaptım kafamda. Kim bilir belki de yine Tophane’nin sırtlarına kadar çıkar, Orhan Kemal Müzesi’ne de sıcak bir “merhaba” diyebilirim. Masumiyet ile arasında çok uzun bir mesafe yok çünkü. 

O halde bugünü bitirmek adına yavaş yavaş Tünel’e doğru hareketlenebilirim. 

Caddede devam ettiğimde kısa bir süre sonra solda, yoldan birkaç basamak aşağıya inerek, 1904 yılında mimar Guglielmo Semprini tarafından yapılmış muhteşem Fransiken Santa Maria Draperis Kilisesi’ne varıyorum. Girişteki kemerin üzerindeki, iki meleğin taşıdığı inci kabuğunda kollarını iki yana açmış Meryem Ana tüm ziyaretçilerin dikkatini çekiyor. 

Buradaki ilk kilise 1678 yılında yapılmış ancak çıkan yangınlarda defalarca zarar gördükten sonra, bugünkü görünümüne 18. yüzyıl sonlarında kavuşmuş. Mevcut bina 1789’dan kalma. Ama cemaat tarihi 1453’ün başlarına, Fransiskenlerin günümüzdeki Sirkeci Garı yakınında kurduğu kiliseye uzanıyor. Fetihten sonra Fransiskenlerin Konstantinopolis’i terk etmeleri istenmiş, önce Galata’ya sonra buraya, Pera’ya yerleşmişler. 

Adını, yapıldığı araziyi bağışlayan Clara Bertola Draperis’ten alan kilisenin iç mekânındaki parıltılı atmosferin vitray camlardan ve yanan mumlardan kaynaklandığını da belirtmiş olayım.

[📷 Rusya Başkonsolosluğu, İstiklal Cad., (Ağustos 2018).]

Kiliseden çıkıp tekrar caddede devam ediyorum. Hemen solda bu kez güvenlik güçlerince çok sıkı korunduğu her halinden belli olan Rusya Başkonsolosluğu’na geliyorum. 

Konsolosluğa ev sahipliği yapan bu bina da 1837’de on yıl sonra Ayasofya’yı restore edecek Fossati kardeşler tarafından yapılmış. Fossati kardeşler uzun yıllar Çar’ın resmi mimarı olarak Moskova’da yaşamışlar. Çar onları bu büyükelçiliği yapmaya İstanbul’a gönderdikten sonra burada kalmışlar ve yirmi yıl kadar padişahın resmi mimarları olmuşlar.

[📷 İsveç Büyükelçiliği, İstiklal Cad., (Ağustos 2018).]

Şişhane metrosu istikametinde pedallama sürüyor. Biraz ileride eski büyükelçiliklerin sonuncusuna gelmiş bulunuyorum. 

17. yüzyıl sonunda burada kurulmuş olan muhteşem binalardan bir diğeri olan İsveç Büyükelçiliği...

[📷 Şişhane Metro, İstiklal Cad., (Ağustos 2018).]

Ara sıra benim de Mecidiyeköy bağlantıları için kullandığım Şişhane Metrosu.

[📷 İstiklal Caddesi, (Ağustos 2018).]

Nostaljik tramvayın da son durağı olan Tünel’e gittikçe yaklaşmış vaziyetlerdeyim. Gün ilerlemiş, kalabalıklar artmış. Nerde o sabahın ilk saatlerindeki Grand Rue de Pera, nerde şu andaki İstiklal Caddesi?

[📷 Tünel Meydanı, (Ağustos 2018).]

İstiklal Caddesi’nin sonuna varmış bulunuyorum. Ana caddenin çatallandığı noktada Tünel’in girişi karşılıyor Pire🚲’yle ikimizi. Karaköy’e doğru inen yol, İstiklal Caddesi’nin bittiği ve adının Galip Dede Caddesi olarak devam ettiği neşeli bir gezinti parkuru. Buradan Yüksek Kaldırım ve Galata Kulesi hayali bir görüntü veriyor yarınki turum için.

[📷 Tünel Meydanı, (Ağustos 2018).]

Tünel Meydanı’ndan bugün üstünde bazen saatlerce pedal çevirdiğim, kimi zaman da yürüyerek arşınladığım, Pera’nın ara sokaklarında eğleşmek adına defalarca girip çıktığım İstiklal Caddesi’ne son bir bakış...

[📷 Füniküler İstasyonu, Tünel Meydanı, (Ağustos 2018).]

Tünel Füniküler sistemi 1 dakika 20 saniyede buradan Karaköy’e, Galata Köprüsü’nün ucuna çıkıyor. Tünel 1875’te yapılmış, yani Avrupa’daki en eski yer altı raylı sistemlerinden biri, aynı zamanda herhalde en kısası; birileri buraya “Fare Deliği” dermiş, pek de haksız sayılmaz hani.

[📷 Beyoğlu Füniküler İstasyonu, Tünel, (Ağustos 2018).]

Böylelikle bir İstanbul tarih & kültür gezisini daha sevinçle tamamına erdirmenin kıvancı içindeyim. 

Biliyorum bu turda girmediğim nice ara sokaklar, ziyaret etmediğim mekânlar, görmediğim binalar, bulaşmadığım restoranlar, tatlıcılar, kafeteryalar, eksik parçalar var. Özellikle dışarıda bıraktım bunları, çünkü bir sonraki turumu daha kapsamlı yapacağımı şimdiden belirtmek isterim. Farklı rota da olsa zaman zaman güzergâh olarak aynı yerlerden geçeceğimden buralara tekrar değinme fırsatını bulabilecek ve nasıl olsa o eksik parçaları tamamlayabileceğim. 

Ben bu geziden çok keyif aldım. Dilerim sen de sevmişsindir. 

Yarın bu noktadan, yani Tünel’den hareket edeceğim için yatağımı & döşeğimi buraya mı atsam acaba?? 

Hadi bir de Yıldız Tilbe’den gelsin son sözler: “Ben o yâre canımı / Ömrümü, hayatımı / Seve seve her şeyimi / Ben o yâre kalbimi / Yatağımı, döşeğimi / Sererim, haberi olsun”... 

TUR ile İLGİLİ DETAYLAR 

Rota: İstanbul Tarih & Kültür Turu ~ Pera

Tur Tarihi: 16.08.2018; Perşembe 

ROTA: Taksim >> Cumhuriyet Anıtı >> İstiklal Caddesi >> Beyoğlu Sokakları >> Şişhane >> TÜNEL (V) 

Güzergâh Seyri: Taksim Cumhuriyet Anıtı >> İstiklal Caddesi >> Taksim Maksemi >> Fransız Konsolosluğu >> Zambak Sokak >> Surp Hovhan Vosgeperan Ermeni Katolik Kilisesi >> Meşelik Sokak >> Aya Triada Rum Ortodoks Kilisesi >> Özel Zapyon Rum Lisesi >> Özel Esayan Ermeni Lisesi >> İstiklal Caddesi >> Fitaş Sineması >> Rumeli Han >> Ağa Cami >> Atıf Yılmaz Caddesi >> Hüseyin Ağa Cami Çeşmesi >> Yeşilçam Sokak >> Madam Tussauds İstanbul >> Emek Sineması >> İstiklal Caddesi >> Cercle d’Orient >> Yunanistan Konsolosluğu >> Atlas Pasajı & Atlas Sineması >> Halep Pasajı & Beyoğlu Sineması & Ferhan Şensoy Tiyatrosu >> Tokatlıyan Han >> Galatasaray Meydanı >> Galatasaray Lisesi >> Çiçek Pasajı (Cité de Pera) >> Sahne Sokak >> Balık Pazarı >> Nevizade Sokak >> Nevizade >> Ermeni Üç Horan Kilisesi >> Galatasaray Meydanı >> 1923-1973 Heykeli >> (eski) Galatasaray Postanesi >> Meşrutiyet Caddesi >> İngiltere Konsolosluğu >> Kamer Hatun Camisi >> Asmalı Mescit >> Büyük Londra Oteli >> Pera Müzesi (Bristol Hotel) >> Pera Palas Oteli >> Rixos Pera İstanbul Tarlabaşı >> Hotel Santa Pera >> Karayel Sokak >> Meşrutiyet Caddesi >> Helena Şapeli >> Rixos Public >> Hacopulo Pasajı >> Panayia Rum Ortodoks Kilisesi >> İstiklal Caddesi >> Olivia Pasajı >> Fransisken San Antuan Kilisesi >> Mısır Apartmanı >> Nur-i Ziya Sokak >> Fransız Sarayı >> Postacılar Sokak >> St. Louis de Francis Kilisesi >> Union Şapeli >> İstiklal Caddesi >> Hollanda Konsolosluğu >> Fransiken Santa Maria Draperis Kilisesi >> Rusya Başkonsolosluğu >> İsveç Büyükelçiliği >> İstiklal Caddesi >> Tünel Meydanı & Füniküler İstasyonu >> TÜNEL... 

Turun Niteliği: Bisikletim Pire🚲 ile İstanbul Tarih & Kültür Turları 

Toplam Kat Edilen Tur Mesafesi: 20 km (1. Mecidiyeköy >> Taksim: 4 km) & (2. İstiklal Caddesi & Beyoğlu Çevresi: 10 km) & (Tünel >> Mecidiyeköy: 6 km)

Toplam Bisiklete Binme Mesafesi: 20 km

Toplam Araç Mesafesi: 0 km 

Kullanılan Ulaşım Aracı: YOK

Toplam Tur Zamanı: 10 saat (07:00~17:00)

Toplam Bisiklete Binme Zamanı: 3 saat 30 dakika; Yürüyüş, Molalar & Ziyaretler: 6 saat 30 dakika (07:00~17:00) 

Hava Sıcaklığı: 28°C (Güneşli & Sıcak) 

***…*** 

(*) Önceki Makale: Karaköy’den Dolmabahçe’ye

(*) Sonraki Makale: İstiklal Caddesi Boyunca & Beyoğlu Çevresinde Pedallarken (2) 

Bir sonraki “Pera: Yüksek Kaldırım & Tomtom & Asmalımescit” serüveninde görüşmek üzere; sevgiyle kalın,

Gezenti Bisiklet 

***…*** 

[ÖNCEKİ] << [🚲TURNE] >> [SONRAKİ] 

>>> [iÇERİKdİZİNİ] 

***…***