HAYAT'ı A'dan Z'ye Basitleştirmek

 

Sanırım, şu “ünlü son sözler” klişesini biliyorsundur... Doğal olarak bizler insanların son sözleri hakkında hep bir merak taşımaktayız içimizde; acaba ne demişlerdi diye, ama daha ilginci ise ilk fısıldadıkları sözlerin teferruatlı bir listesini çıkarmak olurdu herhalde. Sadece abuk sabuk seslerin değil elbet, harflerin bir araya getirdiği gerçek sözcükler ve belki de birkaç kelimenin bir araya getirildiği anlamsız ama hoş kısa cümleler... Bir fiskede ağızdan çıkan o ilk sözler, bir Blog için ne kadar değerli ise işleme tabi tutulabilir bir analizin sonuçlarını konu edinmek de o kadar kıymetli... 

Bu makalede “gEZENTİ bİSİKLET” tarafından ilk sözler konuşulur ve şu cümle ile giriş yapılır: “Neden beni aceleye getirmeye çalışıyorsun? 

Evet, rol kesme güç bela başladı, o kadın ise henüz ayaklandı ve erkeksi bir bakış açısıyla, dırdırcı bir şekilde söylenip kusur bulmaya ve gevezelik edip kafa ütülemeye başladı. 

Tersine çevirince: ben oldum bittim hiçbir rüyamda keyfimi kaçıracak ölüde başımın etinin yenmesini hazmedemem. Ve rüyamın içine eden böylesi bir kadına rüyamı çaldığı için hırsız muamelesi yaparım. Onunsa ne yapıp edip rüyamı terk etmesine şaşırmamalı. Böyle göçmen bir talebinin olduğu o pencereden girdiği andan beri belli aslında. Ama elbette bu arada en büyük tema ile de tanışma vaktimiz: randevu saati... 

Senarist (perdenin arkasında) izleyiciler ya da o sırada göz kapakları kapalı, kulak pamuğuyla pislikten arındırılmış kulak delikleri makbul açık dinleyiciler topluluğuna seslenmektedir: Zamanın geçmiş düşüncelerini unutun ve bir tarafa koyun. Kol saatinize, cep telefonunuzdaki dijital rakamlara bakmayı bırakın. Bu kısacık film “Hızlı ve Öfkeli” gibi bir süratte ilerlemeyecek, ve fakat eğer kendini “gEZENTİ bİSİKLET”in zamanına koyuverirsen (kaptırırsan manasında), o zaman “Bisikletle Türkiye Yolculukları”nın telaş içindeki kargaşası, düzenli bir prosedürün sekteye uğraması ve/veya genel huzurun bozulması gibi bir ültimatom 60’lardaki Michelangelo Antonioni’nin L’Avventura (Macera) filminden daha fazla can sıkıcı, bıktırıcı ve meşakkatli görünecektir. 

Sanırım gEZENTİ bİSİKLET’ Blog’una uğrayan konuk, genellikle boş vaktini geçirmekten ziyade, gizlice senin özel hayatını araştıran kimse olarak ortaya çıkıyor. 

Zaman boşa harcanacak bir nesne midir? Zaman kaybı ne demek mesela? Ya da zaman kazanmak? 

Mükemmel uyumun yalnızca birkaç kelimeden uzak olduğu bu duyarlılık en moronca blog-ziyaretçisinin bile kabul edebileceği bir şeydir. 

Mesela şu replik iyidir, tıpkı “Blogunu ziyaret eden misafir hoş bir zaman geçirendir, sanki her an bir şey olacakmış gibi boş boş oturan biri değildir,” dizgesinde olduğu gibi. (Nedense kimileri bir çırpıda onlarca seyahat blogunu ziyaret ettiğimize dair oluşturduğumuz temel fikir birliğinin dışında kalmayı yeğlemektedir. Aslında onlar benzer hiçbir blog’a aldırmamaktadır.) 

O’na (-rüyam) gelince... O, zamanın bu nosyonu üstünde gelişimini sürdürmektedir. Tamam, kesinlikle katılıyorum, o en güzel yıllarını kaybetti ve yaş aldığından gittikçe eskimeye başladı. Ama o kaçınılmaz çerçevede bile ben dişlerimi fırçalarken zamanın nasıl geçtiğini, geçmiş olduğunu veya olabileceğini hesaplayamamışım. Onun da her seferinde “L’avventura”ya müracaat eden kafama vurmaya çalıştığı gibi tek gerçeklik o artık bir Monica Vitti değil. İçten söylemem gerekirse; dırdır, vırıltı ve süreğenleşen soluk bakışların kombinasyonu ayrılığa dayatmacı bir teşvik gibi. O ne yapsın? Bütüncül günahkâr biri gibi başucumda başımı, saçlarımı okşamaktan öte... Ama ah o her zamanki ikilem yaratan koşullar yok mu? İşte o anda ters yüz edip, yerlerini değiştirmek istiyorum, Dostoyevskici bir şaşırtmaca, bir çeşit twist ile: Hatta ben artık kendimi bile düşünmüyorum... 

Ara sıra, bazı bazı, bana kalmam için yalvarıyor, fakat, o böyle yaptıkça ben ve tabi kendisi de bunun boşa kürek çekmekten farksız olduğunu biliyoruz. O biliyor, gideceğimi, her ne kadar nereye gideceğimi kendisine söylemediysem de... Ona kalsa, ben doğanın mahpushanesinde doğal bir mahkûm olarak kalmaya razı biriyim. E, bundan şahane bir yer var mı ki bu gezegende? Hiçbir yer doğadan daha iyi, daha güzel değildir! Sonuçta her yer insan için bir hapishane değil midir? Oturduğumuz ev çok mu farklı yani? Ha-ha-ha. İyi cevaptı ama. Ama kötüye işaret başka bir açıdan bakıldığında. Yüzüksüz evlilik! (Ben ne zaman rüyamla bu kadar sıkı fıkı flörtümsü bir ilişkiye girdim ki? En başından beri mi? Big Bang? Büyük Patlama? Başlangıç? Yoksa anamın karnında cenin halindeki pozisyonda mı?) Her neyse. Bu ilişki gökten zembille inip bir nevi sadede gelmiş gibi. Atışmak, çekişmek, sözlü düello etmek, münakaşaya girişmek, birbirimizle çelişkiye düşmek, aksini iddia edip çatışma içine girmek artık kaçınılmaz... 

Ne kadar ayıp, değil mi? Böyle bir havada dolaşmak utanç verici. En iyisi mi biraz uzaklaşmalı. Uzaklık özlem getirir. Özlem de sevgiyi yüceltir. Belki o zaman aradığım rüyamda seni bulurum. 

Hatıralarımdaki ilk “Doğada Tabana Kuvvet” serüvenim İstanbul şehrinde 60’ların sonlarına doğruydu. Sonrası peşi sıra gelmişti. 70’lerde hız kazanmış, 80’lerde, 90’larda pik yapmış, 2000’lerde ve 2010’larda marjinallikler yaşatmıştı. Her seferinde aynı şeyi düşünmüştüm. Türkiye ne kadar da büyük bir hapishaneydi böyle. Doğasında git git bitmiyor. Coğrafyasını kat et bitmiyor. Yollarını tepikle yine de bitmiyor. Suları çekilmediğinden midir nedir, denizinde yüz yüz yine bitmiyor. Tel örgülerin dışındaki dünya özgürlük diye bilinir ya, belki de ruhumun en geniş hapishane bölgesi küçücük bir kamp attığım doğanın göbeğinden başkası değil. 

gEZENTİ bİSİKLET” sadece Türkiye’yi (ve belki de dünyanın bir kısmını) pedallayarak ve/veya sırt çantalı yürüyerek sana müthiş fotoğraflar eşliğinde kıymetli yazılar göstereceğim bir günlük benzeri platform değil; ama o aynı zamanda hayatımdan hiç eksik etmediğim yaşam anılarımın, doğduğum büyüdüğüm sokak olan Şakacı Sokak ve sözcüklerle üst üste binmiş daha nice yazınsal yapıtlarımın da yer aldığı bir blog evrenidir. 

Falan filan... 

HAYALİ ALFABETİK CÜMLELER 

A—>Azdan az, çoktan çok gider. Her zaman cesaretini topla, şartlar ne olursa olsun HAYAL’lerinden, yapmak istediklerinden kaçma. 

B—>Bir dokunup bin ah işitmek yerine HAYAL’lerine sarıl ve onlara nazik davran. 

C—>Can çıkmayınca huy çıkmaz; HAYAL’lerini, düşüncelerini ve vizyon tabir ettiğin her şeyi sofrana düzenli olarak davet et. 

Ç—>Çayı görmeden paçaları sıvamayın, durun bakalım hele bir haber ulaşsın önce; henüz zamanı gelmediği halde ham HAYAL’lere kapılma yani. 

D—>Daldan dala konmak yerine dans etmek en ufak tefek nağmede bile seni HAYAL ettiğin hayata daha fazla yaklaştırır. 

E—>Eski çamlar bardak oldu, devir değişti, şimdi yoluna çıkan her şeyden, gece ziyaretçisi HAYAL’lerinden memnuniyet kapma zamanı. 

F—>Feleğin çemberinden geçmiş biri olarak kalbinin sesini dinle ve HAYAL’lerinin peşinden git. 

G—>Geçti Bor’un pazarı sür eşeğini Niğde’ye demeden geçmişte bıraktıklarına daha fazla kucak aç, HAYAL’lerini daha fazla sev, daha çok mutluluk yaşa!! 

H—>Halka verir talkını kendi yutar salkımı misali müstakbel HAYAL’lerine daha fazla sarıl. 

I—>Icığını cıcığını çıkardın bu HAYAL meselesinin, bari ıkınıp sıkınarak özür dilemeyi bırak artık... 

İ—>İcabına bakarız HAYAL’lerinin merak etme sen, yeter ki sen benim bir dediğimi iki etme. 

J—>Jetonu geç düşüyor galiba, HAYAL’den şaka yaptığımı anlamadı hâlâ. 

K—>Kambersiz düğün olmaz (hiç olur mu?), çevrene iyice bir bak, HAYAL’lerin dünyası ne kadar tatlıymış gör! 

L—>Leb demeden leblebiyi anlıyorsun ya, her gün yeni bir şeyler öğrenmekten sakın vazgeçme, HAYAL’lerden ise asla. 

M—>Madalyonun öteki HAYAL’i yüzünü asla unutma, ilk hareketi yapan her zaman sen ol – aşkta, dostlukta, kavgada, müsabakada ve kucaklamada!! 

N—>Nalıncı keseri gibi hep kendine yontmaktan vazgeç ve ne akar ne kokar gibisinden şikâyetle yaşamayı bırak artık... HAYAL’lerin suyu mu tükendi sanki? 

O—>Okkanın altına girmek istemiyorsan uyanık ol, geçmişin kötü rüyaları ile bedbaht izlerini bir tarafa koy ve HAYAL’i bile olmayacak duaya sakın âmin deme. 

Ö—>Ölme eşeğim ölme (yaza yonca bitecek) deyip kendini avutup koyverme özgür macera yolunda ölmek var, HAYAL’lerinden dönmek yok sana!! 

P—>Pabucunu ters giydirir adama, eloğlu bu hayat, tetikte olmalı insan; ne zaman hayat seni zorluyor sen de HAYAL’lerini kendine kalkan yap, onu zorla aşağı yuvarla. 

R—>Rüyamda bile görsem inanmazdım! Oysa hayatta insanı yaşatan ne HAYAL’ler var; rüzgâr gelecek delikleri tıkamalı insan. 

S—>Sağ gözünü sol gözünden sakın, HAYAL’lerini sağlam kazığa bağla ki onlar için bir tebessüm yüzünden hiç eksik kalmasın. 

Ş—>Şunu bunu bilmem, yarın gece yarısı HAYAL’imde yine seni bekliyor olacağım.

T—>Tadını aldın mı bir kez, daha peşini bırakmazsın; sezgilerine ve HAYAL’lerine güven. (Hayallerinin gözü hep üstünde seni gözetliyor olacak.) 

U—>Uzun lafın kısası, HAYAL’lerin gerçek anlamını kavramalı ve ona göre yaşamalı insan. 

Ü—>Üst perdeden HAYAL’i konuşmaya pek bayılıyorsun ya, madem öyle, şimdiden tezi yok, ne yapılacaksa bir an evvel yap bakalım. 

V—>Vur patlasın çal oynasın; artık kendin için bir şeyler yapma, HAYAL’lere voli vurma vakti. 

Y—>Ya bu deveyi gütmeli, ya bu diyardan gitmeli ne yapmak istiyorsan onu en iyi şekilde yapmalı ve fakat HAYAL’lere fazla kapılıp yağmurdan kaçarken sakın doluya tutulmamalı. 

Z—>Zamanı geldi, istersen zevkten dört köşe olabilirsin, istersen zembereğini boşaltabilir yarınlarına zemin hazırlayabilirsin, istersen de zahmet çekmeden HAYAL’i zamanı dilediğince öldürebilirsin; sana kalmış!! 

Ve şüphesiz, “HAYAL” sözcüğü yerine canının çektiği herhangi bir ifadeyi kazıyabilirsin. 

Bir sonraki esintide görüşmek üzere...

Mürekkebe banmış esintili Sevgilerimle,

Gezenti Bisiklet  

***…*** 

(*) Önceki Makale: Barınma Barındırma Tıkıştırma Zıkkımlanma Bollanma Çoğalma

(*) Sonraki Makale: Hayatıma Bıraktığınız En Güzel İzler 

***…*** 

[ÖNCEKİ] << [ESİNTİLER] >> [SONRAKİ] 

>>> [iÇERİKdİZİNİ] 

***…***